22 Mart 2013 Cuma

“Orta gelir Tuzağı” bir süreç midir, sonuç mudur? - canmehmet.com

Orta gelir Tuzağı’ Sonuç mudur, süreç midir ? (1/2)

Ya bilgi-teknoloji üretir kenidimizin efendisi oluruz, ya da üretenler efendimiz olur. Tercih sizlerin...
Dostoyevski 150 yıl önce; “İnsanlar bir gün ekmek meselesini halledecekler, çünkü konuşuyorlar.” Der. Ancak, Türkiye sorunlarını konuşmuyor, konuşmayınca da çözememektedir.
Türkiye’de ekonomi konuşulmuyor.
Diğer birçok meselesinde olduğu gibi.
Örneğin; Türkiye’nin gelişimi neden yabancı sermayeye bağlıdır?
Çünkü tasarruf etmemektedir.
Türkiye tasarruf etmeyince ne olmaktadır?
- Ancak borçlanarak büyüyebilmektedir.
Bile bile lades!
Bu işin bir yanı…
Şimdi bizleri bundan daha vahim bir mesele beklemektedir.
Bu, bundan sonra adını daha sık duyacağımız bir ifade olacaktır.
‘ORTA GELİR TUZAĞI’
Türkiye ekonomisi…
- 1930’larda Milli… (Devletçi, Tarım toplumu…)
- 1960’larda karma…(Devlet-Özel, Kısmen imalatçı...)
- 1980’lerde liberal… (Özel sektör ağırlıklı-Kısmen, Hizmet, imalatçı...)
- 2000’lerde “Küresel sistem görüntüsündedir. (Özel sektör ağırlıklı; Tarım, Hizmet, yenice sanayileşmiş)
Ancak, şarkıda seslendirilen söz misali;
-“Geldik buraya kadar!”
Ötesi yok…
Nasıl yani?
Anlatalım;
-”Yenilikçi değiliz.
- Verimliliğimiz düşük,
- İleri, yüksek teknoloji üretemiyoruz,
Eğitimimiz az, olanda kalitesiz,
- İş hayatında kadın çok az ve kadın-erkek eşitliğinde çağın gerisindeyiz.
- Bunlar Cumhuriyetten beri dokunduğumuz tekmelediğimiz, fakat sistemli bir çabamız olmadı için yıkamadığımız, bu nedenle defalarca takılıp düştüğümüz gelişme engellerimizdir.”(1)
Eğitim konusunda küçük bir örnek verirsek;
-“Türkiye’de eğitimin yapısı da bozuktur, kalitesi de.
- Türkiye eğer ekonomik büyümesini üretkenliğe ve eğitime dayalı kaynaklara dayandıramazsa, “Orta gelir tuzağı” dediğimiz kara deliğe kaçınılmaz olarak düşecek, kendisi düşmese bile, eğitim konusunda gerekli refleksi gösteremezse, başkaları tarafından itilecektir.
En başta Türkiye toplumunun ortalama eğitim çok düşük;
TÜSİAD’ın 2011 araştırmasına göre 6.5 Yıldan ibaret.
Oysa toplumun ortalama eğitim yılı,
- Meksika’da 8.7,
- Rusya’da 8.8,
- İtalya’da 9.7,
- Polonya’da l0.
- Güney Kore’de 11.6,
- Almanya’da 12.2 yıl.
Türkiye’de 25-34 Yaş arası nüfusta lise mezunu oranı yüzde 41; üniversiteyi bitirmiş olanların oranı ise yüzde 16.6.
Her iki kategoride de Türkiye, 34 OECD ülkesi arasında 33. Sırada geliyor.
Bu endişe verici bir tablodur. Bu tablo ile milli gelir artışı sürekli kılınamazçünkü eğitim düzeyinin yükselmesi, yüksek katma değerli faaliyet alanlarının genişlemesini, kişi başına milli gelirin artmasını sağlıyor.
Eğitimimizde köklü bir kalite sorunu yatıyor.
İşletme okuyan ile bilim ve matematikte eğitim kalitesi çok düşük. Dünya Ekonomik Forumu araştırmasına katılan yöneticiler Türkiye’deki işletme okullarını kalite bakımından (management schools) 142 ülke arasında 110. Sıraya koyuyor.
Matematik ve bilim eğitimi Kabul edilebilir gibi değil ama bizzat Hükümet belgesi söylüyor;
-“Eğitime erişim ve eğitimin kalitesi, eğitim sisteminin temel sorun alanlarıdır” diyor;
- “Erişim sorunu kapsamında okullaşma oranları ve bölgeler, cinsiyetler arası farklılıklar, kalite sorunu kapsamında ise fiziki altyapı yetersizlikleri, müfredatın güncellenmesi, öğretmen niteliklerinin geliştirilmesi ve eğitim materyallerinin müfredatla uyumu” gibi hususlar öne çıkmaktadır (DPT (Kalkınma Bakanlıgı) 2011 Yılı Programı belgesi (s. 198); şeklinde ilave ediyor. .,
Ekonomiyi de böyle bu tablo üzerinde ürettiğimize göre oturup düşünelim:
2012’de Türkiye’de istihdamın yüzde 44,2’si ilkokul düzeyindedir, yüzde 61,2’si ise en  fazla ortaokul/ilköğretim düzeyinde. Tarım faaliyet kolunda çalışanların yüzde 79,8’i de ilkokul ve altı eğitim düzeyinde bulunuyor.
Boyumuzun ölçüsünü dünyadaki yerimiz verir:
Orta öğrenimde okullaşma oranında zayıfız, 93. Sıradayız, eğitim sistemi kalitesinde 94. Sıradayız. Sonuç: Yetenek bakımından 92. Sıradayız.
Ama biz son 10 yılda nereden nereye geldik? Bunları görmeyelim mi?
Onu da açalım;
Örneğin; KOBİLER’in ihracatlarında, ithalat paylarındaki lehimize olan düzelmeye bakalım;
- AB ÜLKELERİNE 2011 ihracat payı, % 48.1,
- AB ÜLKELERİNE 2012 ilk yarı ihracat payı, %39.6
KOBİ’lerin ihracat içerisindeki ithalat payının azlığı ve hizmet ticaretindeki açılım Türkiye’nin cari açık sorununu olumlu etkilemektedir.
- Türkiye 170 ülkeye, 7000’nin üzerinde mal  ihraç etmektedir.
- 2002’de, 3000 olan ihracatçı kobi sayısı, 2012’de 50.000 sayısını aşmıştır.
KOBİLER’in performansı nasıl artırılmıştır?
- 1990-2002 yılları arasında, 12 yılda kobi’lere verilen 14.5 milyon lira olan destek,
- 2002-2012 yılları arasında, 1.8 milyar liraya yükseltilmiştir. Yani, 124 kat artmıştır.
- Son 10 yılda özel sektörün yaptığı konut, 4,5 milyon; Kamunun yaptığı, 560.000 adettir.
- 2002’de, Merkez bankasında 27,5 milyar dolar vardır. Şimdi, 115 milyar dolar bulunmaktadır.
- İhracat son 10 yılda, 30 milyardan, 160 milyara; Kişi başı milli gelir, 10.000 doların üzerine çıkmıştır.
Ne demek istiyoruz?
-Tarım toplumundan, hizmet ve imalat toplumuna geçmek herkesin, Tarım-imalatçı toplumundan, ileri sanayi toplumuna geçmek ancak bilgi-teknoloji üreten milletlerin işidir.
Ol hikaye budur…
Biz şimdi, her ne kadar “Yenice Sanayileşmiş” ülkeler sınıfına girmişiz, Diyorsak ta…
Bizler Taşeron / Birileri adına parçaları birleştiren /Montajcı ülkeyiz.
Peki, buraya nasıl gelindi?
Artık konuya girebiliriz…
Devam edecek…
Resim;ekonomi Milliyet
(1)Yararlanılan kaynak; KOBİFOR, Aylık sanayi ekonomi dergisi,

“Orta gelir Tuzağı” bir süreç midir, sonuç mudur? (2/2)


Ya milletçe Televizyonları 8-10 yıl kapatarak serbest zamanlarımızın çoğunu okuyarak değerlendirir, ya da kazandıklarımızı ellerimizle yabancılara veririz. Tercih sizin...
Ülke büyüyor, gelişiyor ve zenginleşiyor. Peki, ülkenin geliri kimlerin kasalarını dolduruyor? Bu durum öngörülemedi mi, görüldü de bir tercih mi vardır?
Son 10 yılda ekonomi iyiye gitti, milli hasıla, kişi başına gelir arttı. Arttı ancak;

Ülkemizde gerçekleşen bu gelirin ne kadarı Türkiye’de kaldı, ne kadarını yabancılar götürdüler?
Türkiye siyasi istikrarı yakaladı ve ‘orta gelir bandı’ üzerinde başarılı bir tırmanış gösterdi.
-Ama buraya kadar,
-Bundan sonra siyasi istikrara gereksinmemiz var.
-Ama ne tür bir siyasetin istikrarına?
-Sorun da, çözüm de burada (1)
“Orta gelir tuzağı” Konusunu basite indirgeyerek bir kez daha açarsak;
-Tarım toplumlarının birbirleri ile olan rekabetlerinde kazananlarda belirleyici olanlar; verimli araziler, nitelikli tohumlar, sulama imkânları, deneyimli insanlar ve geniş pazar olanaklarıdır.
-İleri sanayi toplumlarının birbirleri ile olan rekabetlerinde belirleyici olan etkenler ise;
-Ar-Ge, Üniversite ve sanayi kuruluşlarının araştırma ve geliştirme faaliyetleri,
-Yüksek verimlilik esaslarına göre çalışacak yapı ve bunun önemini kavramış donanımlı çalışanlar,
-Yapısal sorunların olmaması; hak ve özgürlüklerin anayasada teminat altında  olması,
-Sürekli üretilen yeniliklerle kendisini güncelleyen, “Yenilikçi Toplum” olmaları,
-Kadının, toplum ve üretim faaliyetlerinde daha fazla belirleyici olması.
Dünya Bankası, Orta Gelir statüsü‘nü bir kavram olarak kullanarak çalışmalarında ülkeleri;
-Düşük, alt orta, üst orta ve yüksek gelirliler olmak üzere dört ana gruba ayırmaktadır.
Bu değerlendirme kapsamında, Türkiye, 2012 yılındaki 13.664 dolar kişi başına milli geliri ile üst orta gelir grubundaki ülkeler aralarında yer alıyor. Polonya, Macaristan, Rusya, Şili, Bulgaristan, Meksika, Brezilya, Malezya ve Arjantin de üst orta gelirli ülkelerle birlikte.
‘Orta Gelir’ niçin Tuzak olarak değerlendirilmektedir?
Orta gelir grubuna giren ülkelerin birkaç istisna ile hemen tamamının 30-50 yıl gibi sürelerle bu grupta kaldıkları yüksek gelir grubuna bir türlü geçemedikleri, 20. Yüzyıl tarihinden biliniyor.
Türkiye’nin de bu ülkeler gibi olabileceği ihtimalinden söz ediliyor. Buna tuzak deniyor.
Gerçekten de Türkiye, bir bakışa göre 8, bir diğer bakışa göre 15 yıldır Orta Gelir grubunda seyrediyor, buraya saplanıp kalmasından korkuluyor.
Gerçi Türkiye’yi üst Orta Gelir grubuna taşıyan son on yıllık istikrarlı yüksek büyüme döneminden hareketle 10 yıl sonrasına projeksiyonla bakarak 2023’te kişi başı 25 bin dolar milli geliri ve yüksek gelir grubu üyeliğimizi görebiliyoruz ama bu gerçek midir?
Tuzak nasıl çalışıyor?
Genel kabul gören yoruma göre, ekonomik büyümenin ilk evrelerinde;Tarımdan hafif tüketim malı sanayilerine geçiş göreceli olarak hızlı büyüme ile aşılıyor.
Bu süreçte kırsal ekonomideki “işgücü fazlası”, kent ekonomisine “sınırsız” bir kaynak transferi imkanı yaratıyor, büyüme temposunu ivmelendiriyor.
Ancak ekonomiler “orta gelir” düzeyine yaklaştıkça, artık tarımdan kente işgücü transferine ve sermaye yatırımlarının uyardığı yüksek kârlara dayanan görece “kolay” büyüme kaynakları olgunlaşıyor ve uyarıcı gücünü yitiriyor.
Sermayenin kârlılığı düşüyor; işgücü ve doğal kaynakların ucuz kullanımına dayanan ilkel sermaye birikimi ivme kaybediyor.
Bu noktadan sonra büyümenin kaynakları artık sermayenin yeni yatırımlarından değil, üretkenlik kazanımlarından gelmek zorunda.
Üretkenliğin arttırılması ise ancak,
Beşeri sermayeye yapılan eğitim yatırımları ve araştırma-geliştirme (Ar-Ge) yatırımlarıyla ve kurumsal reformlarla mümkün olabiliyor.
‘Yüksek Gelir’ Demokrasiyle gelir;
“Türkiye Orta Gelirliler grubuna son 20 yılda geldi, son 8 yılda ise Üst Orta Gelirliler arasına tırmandı. Bu ivmeyi yakalamışken yoluna devam edip 25 bin dolar kişi başı gelire ulaşabilecek mi tartışması günceldir ve anlamlıdır.
Çünkü, Tayland, Filipinler, Malezya, Brezilya ve Arjantin gibi ülkeler kişi başı milli gelir bakımından belli çıtayı aştıktan sonra durdular.
Niçin durdular? Hangi engelleri, niçin aşamadılar?
Türkiye onlar gibi olmamak ve kesintisiz yükselebilmek için neleri nasıl yapmalıdır? Bu gibi soruların yanıtlarını arayan bir toplumun sağlıklı bir toplum olacağı apaçıktır
Türkiye’nin eksileri;
-Ar-Ge yoksunudur,
-Orta teknolojinin üst sınırında beklemektedir,
-Üretim stili ve iş yapış modeli hala geleneksel yapıyı korumaktadır,
-Eğitimi düşük ve sistem olarak kalitesizdir,
-Kadının işgücüne ve yaşama katılımı çok düşüktür,
-İşletmelerin verimliliği ucuz işgücünde aradığı bilinmektedir,
-Rekabetçiliğin önemini yeterince kavranamamıştır,
-Reformlarını gecikmeli (hatta çok gecikmeli) yapılmaktadır,
-Yeni bir anayasa hala yapılamamıştır,
-Problemlerinin tamamı yapısaldır.
Hedef büyüdükçe engeller de büyümektedir.
Bizleri Orta Gelir’e mahkûm edecek olan ve tümü de yapısal nitelik taşıyan belli başlı engeller;
-İnovasyon
Türkiye için Yüksek Gelir grubuna geçebilmenin şartlarından biri “üreten toplum” olmanın ötesine geçip yaşamın bütün alanlarında “yenilikçi toplum” olmaktır.
Yenilikçilik kapasitemiz yönünden dünyada 71. Sıradayız.
Yenilikçilik kriterlerimiz zorunlu olarak Avrupa kaynaklıdır; çünkü, nüfusu l0 milyonu aşan yüksek gelir grubundan ülkelerin büyük çoğunluğu Avrupa’dadır.
-AB literatüründe İzlanda’ya ‘inovasyon takipçisi’, Norveç, Hırvatistan ve Sırbistan’a ‘orta seviye yenilikçi denirken Türkiye’ye ‘iddiasız yenilikçi’deniliyor.
-Bu da çok doğal. Çünkü inovasyona yönelik harcamakta cimriyiz. AB’nin, 27 ülke ortalamasından geriyiz. Romanya’da yüzde 1.36’sı, Polonya’da 1.25’i, Macaristan’da yüzde 0.86’sı İnovasyona tahsis edilirken bu oran Türkiye’de sadece yüzde 0.16.
-Verimlilik
Ülkede kişi başına üretim miktarı en çarpıcı gelişkinlik göstergesidir ve bu konudaki sorunlar gelişmenin önündeki diğer engelleri de yükseltir.
Türkiye en büyük 20 ekonomi arasında 17.’dir ama Almanya da örneğin; çalışan başına 85.4 olan verimlilik Türkiye’de sadece 32.5’tur. Çalışan başı verimlilik ölçüsünde G. Kore 42.6, İspanya 76.3, Japonya 87.9, İsviçre İse 113.4’tür. Bu 20’lik tabloda Türkiye 17.’likten l0.’luğa yükselse bile yine Orta Gelirliler bandında kalabilir.
Önemli olan üretimde verimliğe geçmesi olacaktır.
Daha somut ve basit kıyaslama rakamları da var: Türkiye’de verimliliğinin gelişmiş Ülkelerden 2-3 kat daha düşük seviyede olması kişi başı katma  değer üretimini de olumsuz etkilemekte, örneğin ABD’de 30 olan bu değer Türkiye’de 8’de  kalmaktadır.
Tarım merceğinden baktığımızda bütün göstergeler Türkiye aleyhinedir: Örneğin biz birim başına 2 ton yonca üretirken Almanya 7 ton üretiyor. İnek başına süt verimi Türkiye’de 2 bin 666 kg. iken AB Ülkeleri ortalamasında 6 bin 661 kg.’a çıkıyor.
-Teknoloji- Ar-Ge
Türkiye’nin üretim ve ihracat yapısı düşük ve orta teknolojilere dayanmaktadır.
Son on yılda orta teknolojilerin ağırlık kazandığı ve orta üstü teknoloji kullanımında genişleme olduğu gözlenmiştir.
Türk İhraç ürünlerinin içinde ileri teknoloji ile üretilen ürünlerin oranı yaklaşık yüzde 2 civarındadır Bu teknolojik yapısıyla Türkiye Orta Gelir tuzağına düşmekten kendisini asla kurtaramaz.
Teknolojinin ekonomik büyüme doğrultusunda geliştirilmesi, adapte edilmesi ve kullanıma sokulması her şeyden önce araştırma ve geliştirmeye ayrılan Ar-Ge kaynaklarının miktarına ve etkin kullanımına bağlıdır.
Oysa Türkiye, Ar-Ge’ye ayırdığı kaynaklar bakımından da uluslararası sıralamada en sonlarda yer almaktadır.
Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı
-AB-27 ülke ortalamasında yüzde 1.9,
-İsrail’de yüzde 4.86, Finlandiya’da yüzde 3.76, İsveç’te yüzde 3.75,
-Fakat Türkiye’de yüzde 0.73.
Türkiye için daha da önemlisi özel sektörün Ar-Ge harcamalarına düşük ilgisi ve risk almaktan korkusudur. Özel sektörümüzün Ar-Ge harcamalarının GSYİH’ya oranı yüzde 0.34’te kalıyor,
AB ortalaması ise Türkiye’nin 4 katından fazla; yüzde 1.23’tür.
-Eğitim
Bu konu ilk bölümde  verilmiştir.
-Kadın
“Orta gelir tuzağı” denilen sarmaldaki ülkelerin durumuna neden gösterilen temel faktörlerden biri de “Cinsiyet Uçurumu”dur.
Bu uçurumu kapatabilen ülkeler ve ekonomileri orta gelir düzeyini, kapatamayanlara oranla çok daha hızlı şekilde aşmaktadırlar.
Ne yazık ki Türkiye dünyada, “Cinsiyet Uçurumu” en derin ülkelerden biri. 2023 çıtasını aşamasak bile en azından bu çıtaya yaklaşmak için cinsiyet uçurumunu aşmamız şart.
Önce duruma bakalım: WEF ‘2011 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre değerlendirmeye alınan 135 Ülke arasında Türkiye, şu veriler yüzünden 122. Sırada geliyor:
-Türkiye’de ekonomik olarak aktif erkek nüfusta İşgücüne katılım oranı yüzde 69.8 aktif kadın nüfusa’ ise’yüzde 28.8.
Kadına yönelik izlenen politikalara bağlı olarak yüzde 23.3’e gerilediği yıllar da oldu. Türkiye kendini bu “vahim” olumsuzluktan sıyırmalı.
-Kadının işgücüne katılımının yükseltilmesi sorunu çözmüyor.
Çünkü bu konu bağlamında Türkiye’de iş ortamı da çok bozuk. Kadın-erkek arasındaki “fırsat eşitliği”nde dünya sıralamasında 132.’yiz; üstüne çıkabildiğimiz üç ülke.
-Yemen, Pakistan ve Suudi Arabistan’dır.
-Türkiye’de aynı iş için erkek l00 TL. ücret alırken kadın 58 TL ücret alabiliyor; en geride olan ülkelerdeniz.
-Türkiye’de yönetici kadrolarda l00 erkek varsa ancak 11 kadın var, burada da en geri birkaç ülkeden biriyiz.
-Erkek işgücünün kalifikasyonunu l00 kabul edersek Türkiye’de kadın işgücünün kalifikasyonu ancak 54 olabilmiş…(2)
İfade edilenleri kısaca özetlemek gerekirse;
-Türkiye, birileri adına, dışarıdan gönderilen parçaları birleştiren, “Montajcı ülke” özelliğini koruduğu sürece ülkenin kazancı yabancı yatırımcıların cebine girecek, olduğu yerde kalacak, rekabetçleri ile arası daha fazla açılacaktır.
Çözüm;
-Ülkede bir okuma seferberliği başlatılacak ve televizyonlar kapatılacak veya günde en fazla 1-2- saat izlenecek, kalan tüm serbest zamanlarda, dede, nene, baba, anne, abla, ağabey, kardeşler olarak  kendimizi geliştirmek adına birlikte okuyacağız ve…
Her ortamda siyasetçilere mesaj verecek, biran evvel, “ama”sız düşünce ve ifade özgülüğünü teminat altına alan bir sivil anayasa yapılmasına çağrı yapacak, ayak sürüyenleri seçmeyeceğiz.
Tekrar edilirse;
Okumadan, ne gerçek durumumuzun farkında olabilir, ne düşünce-ifade özgürlüğünün gelişmenin tek şartı olduğunu kavrayabiliriz
Resim; ekonomi Milliyet,
Yararlanılan kaynak; (1-2) KobiEfor, Aylık sanayi ekonomi dergisi, ( 1)Yalçın Sönmez, Eylül 2012 sayısı

Hiç yorum yok: