20 Mart 2013 Çarşamba

Kırgız Türklerinde Sınçılık Geleneği ve Tolubay Sınçı-Nezir TEMÜR

Kırgız Türklerinde Sınçılık Geleneği ve Tolubay Sınçı

Nezir TEMÜR*

Özet 

Sınçılık, gerek Kırgız Türklerinde gerekse diğer Türk boylarında
oldukça eski bir geleneği teşkil etmektedir. Araştırmalarımıza
göre sınçılık geleneği ve sınçılarla ilgili derinlemesine yapılmış
müstakil bir çalışma henüz mevcut değildir. Sınçılık geleneği
ve sınçılarla ilgili ulaşabildiğimiz en eski yazılı kaynaklar
XIV. yüzyıla aittir. Yaptığımız araştırmalara göre sınçılar, Kırgız
Türklerinde âşıklık geleneğinin günümüzdeki temsilcileri olan akınların,
bakşılardan sonraki en eski tipleridir. Yazılı kaynaklara
göre, Kırgız Türklerinde sınçılık geleneğinin ilk temsilcileri
Tolubay Sınçı (XIV. yy) ile Sançı Sınçı’dır (XIV. yy). Söz konusu
sınçıların etrafında çeşitli efsaneler oluşmuş ve bunlar günümüze
kadar ulaşabilmiştir.


Giriş

Tarihî kaynaklar, folklor ürünlerini meydana getiren, koruyan ve halka ileten
tiplerin değişik dönemlerde, farklı yollarla ortaya çıktıklarını gösterir. Günümüzde
aynı tipler olarak görülen ozan, âşık, bakşı, jırav, ırcı, akın, vb. icracıların ortaya
çıkış dönemlerinin farklı olduğunu görmekteyiz. İlkel toplumların kültürleri
üzerinde çalışmalar yapan A. Formozov’un bu konudaki düşüncesi şöyledir:
“Hiçbir olayın çıkış noktasını öğrenmedikçe onun mahiyetini ve önemini anlamak
mümkün değildir. Tüm sanat eserlerinin toplum hayatına verdiği hizmet
ve sağlamış olduğu katkı hakkında bir fikir sahibi olabilmek için onların en
eski devirlerdeki durumlarını ve muhtelif şekillerini dikkatle incelemeliyiz
(Tursınov 1976: 155)”

Çeşitli Türk boyları geleneksel hayat tarzını sürdürdükleri dönemlerde ileriyi
görebilen kâhinlerin yeteneklerinden faydalanmışlardır. Bu konudan, Sahaların
en eski dönemlerini anlatan “Kırğıs Üyete” (Savaş Dönemi) adlı efsanelerinde
şöyle bahsedilmiştir: Eski dönemlerde ileride bir kahraman olacağına inanılan
çocuğu hiç kimseye göstermeden beslerler, ayrı bir evde (Senke) saklarlarmış. Bu
çocukları uzaktan gelen misafirlere ve yabancılara göstermezlermiş. Bunun asıl
sebebi milletin geleceği için büyük bir öneme sahip bu çocuğun, düşmanlar tarafından
öldürülme ve kötü gözlerin nazarının değmesi endişesiymiş. Çocuk, yürümeye
başladığında onun fizikî özelliklerine bakarak gelecekte nasıl bir insan
olacağını söyleyebilme yeteneğine sahip olan çinçihite(kâhin) gösterilirmiş.

Çinçihit “Bu çocuğu iyice besleyin, gelecekte iyi bir yiğit olacak.” derse, onu
herkesten gizli tutarak eğitirlermiş. Çocuğun eğitiminden sorumlu olan kişiler,
onu ilk önce hareketlerinde daha dikkatli olabilmesi için çıplak ayakla korun
üzerinde yürütür, daha sonra ise ağaçtan yapılmış ve ucuna iğne takılmış oklarla
atış talimi yaptırırlardı. Gerçek oklarla, büyüdükten sonra atış yapardı. Tam bir
yiğit olduğunda tekrar çinçihite gösterilirdi. Çinçihit “Bu delikanlı, üzerinde silah
ve zırhlı takımı taşıyabilecek kadar güce sahip olmuş.” derse bu yiğide gerekli
olan bütün askerî teçhizat hazırlanmaya başlanırmış. Söz konusu bu hazırlıklar
tamamlandıktan sonra ünlü yiğitler ve bakşılar çağrılırmış (Tursınov 1976:165).
Saha Türkçesinde çinçi şeklinde kullanılan kelime elle yoklama, elle yoklayarak
tetkik etme, etraflıca araştırma, inceleme, işaret, meçhuliyetin alâmeti anlamlarına
gelmektedir. Çinçi isim gövdesi –hit isimden isim yapma ekini alarak “çinçihit”
kelimesini oluşturmuştur. Kelime istikbali kestirebilen adam, kâhin anlamlarını
karşılamaktadır (Pekarskiy 1945: 221). Tanrı gücü altına giren insanın doğuşundan
bu yana geçen hayatındaki değişiklikleri çinçihitler görür.

2. Sınçılık Geleneği

Sınçı kelimesi şu anlamları karşılamaktadır:

“Sınçı atların ve askerlerin kalitesini tayin edici; kayrattu cigit,
külük at, munun kadırın biler sınçısı: delikanlı ve koşu atlarının özelliklerini
sadece sınçı bilir. Sınçılar kişini cana attı gana sınap,
başka maldı sınabagan: sınçılar, kişilerin ve atların kaliteleri dışında
diğer hayvanların kalitelerini tayin etmezlermiş.; Sınçı – külük ce
çobur bolorun bilgen: sadece sınçı bir tayın koşu atı mı yoksa beygir
mi olacağı sorusuna cevap verebilirmiş. Ata balaga sınçı: oğlunun
sınçısı babasıdır. Eskiden muharebe plânı yapan kişi. Caynap
catkan can koldu, sınçılarga sınatıp, çubatuuga saldı emi: o,
sınçılara ordularının kalitesini tayin etmesini söyledi. Fal açan kişi;
Kana, sınçım, balıñdı sına, dep aytat: “Hadi sınçım şu çocuklarımın
falını söyle.” dedi. Keşifçi. Tenkit eden; Adabiyat sınçısı: edebiyat
tenkitçisi (Yudahin 1985: 182)”

sın ver-, sına- ibareleri fala bakmak veya herhangi bir varlığın dış görünüşüne,
davranışlarına bakarak onun hakkında yorum yapmak ve kehanette bulunmak
anlamlarına gelmektedir. Radlov sözlüğünde sına- fiilinin şamanlıktan geldiğini,
anlamının da “fala bakmak“ olduğunu ifade etmiştir (Radlov 1911: 630).

sına- kelimesi şu anda Türkiye Türkçesinde tecrübe etmek, yoklamak, imtihan
etmek anlamlarında kullanılmaktadır (Tarama Sözlüğü 1971: 3428).

Kültürel açıdan geniş ve zengin Türk coğrafyasında bir meslek olarak teşekkül
eden sınçı kavramı kâhin, danışman, insanların ve hayvanların kalitesini tayin
eden, hakikati araştıran bilge kişi anlamlarında kullanılmıştır. Tarihî dönemler
içerisinde muhtelif Türk boylarında sınçılar, hakikati araştıran ve insan ile hayvanların
özelliklerini tayin eden bir meslek erbabı olarak sanatlarını icra etmişler ve
geleneklerini yaşatmışlardır. Ayrıca bazı sınçılar etrafında efsaneler yaratılmıştır.
Sınçılar hanların yanında durur, onlara danışmanlık yapar, kendisinden sonra
yönetime geçecek çocuklarının devleti nasıl yöneteceği konusunda hana bilgi
verirler, savaş olduğu zaman da savaş stratejileri yaparlardı. Manas Ansiklopedisinde,
sınçıların özellikleri arasında hanlara danışmanlık (Keñeşci) yaptıklarından
da bahsedilmektedir ( Manas Ansiklopedisi 1995:260). Ayrıca hanlar
çocuklarını sınçılara göstererek onlardan, çocuklarının kendilerinden sonra
halkı iyi yönetip yönetemeyeceğini öğrenirlerdi. Sınçılar hakkında,
Mâverâünnehir’den Babür’ü kovup bütün Türkistan’ın hakimiyetini eline
geçiren Özbek Han neslinden Muhammed Şeybâni Han’ın “Tevarih-i Güzîdeyi
Nüsretnâme” adlı eserinde de (XVI.yy) bahsedilmektedir. Şahbutak Sultan
vefat ettikten sonra, oğulları Muhammed Şeybâni ile Murat Sultan, sınçılara
kontrol ettirilir. Milletin ihtiyar sınçıları ile ulu hanların soyundan gelen eski
beyleri, söz konusu iki hanzadenin büyük ve iyi niyetli birer insan olarak yetişeceklerini,
halkı iyi bir şekilde yöneteceklerini söylemişlerdir.

Nogay Türklerinin önemli destanlarından biri olan Mamay Destanı’nda, Asan
Hafız isimli kahraman sınçıdır. Destanda Asan Hafız’dan şu şekilde bahsedilmektedir:
“Asandan teren akıllı, oylı, sınşı usta, yeta ol zamanda bolmagan
Nogay arasında.” Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere Asan Kaygı, Dede Korkut
gibi destanda bilge kişiliğiyle ön plana çıkmaktadır. Destanın baş kahramanlarından
hem Musa Bey, hem de Mamay, Asan Hafız’a danışmadan hiçbir iş
yapmazlardı. Destanda Musa Bey on iki oğlunun da gelecekte nasıl olacağını
neleri yapabileceklerini anlamak için onları Asan Hafız’ın sınamasını ister. Bu
durum destanda şu şekilde ifade edilmiştir: “Dos men seni şakıruvımmıñ sebebi,
men özim de keyifsiz ben. Balalardı saga sınatayayak bolaman. Solar össe
kalay şıgayak eken. Bular mennen soñ on ekisi de birge yaşamayak. Ar kimi
kılıgına köre, hasiyetine köre yaşayayak. Şulardıñ enşülevisi minen vasiyetimdi
etip ketsem kerek (Kalenderoğlu 2001:96).” Asan Hafız, Musa Beyin bu isteği
üzerine bir gece çocuklar uyurken çocukların yattığı odaya Musa Beyle birlikte
girer. Çocukların yatış şekillerini Musa Bey bir kâğıda yazar ve kâğıdı Asan
Hafız’a verir. Asan Hafız kâğıttaki bilgiler doğrultusunda çocukların gelecekleri
hakkında Musa Beye bilgi verir. Sınçıların insanların dış görünüşlerine,
davranışlarına bakarak gelecekleri hakkında kehanette bulunmaları ve hanlara
her konuda danışmanlık yaptıklarını yukarıda belirtmiştik.

Sınçılar hakkında kehanette bulunacakları insanların fizikî özelliklerine veya
davranış tarzlarına bakarak onların hayatları boyunca yaşadıkları, yaşayacakları
değişiklikleri bilirler. Örneğin, 12 yaşındaki Sagındık isimli çocuğunu muayene
ettirmek için gelen Omar isimli şahsa Düysenbi Sınçı, çocuk hakkında
şunları söylemiştir: Burnu, kulağı ve dudağı çok büyük. Gelecekte senin çocuğun,
insanları kandıran, onların hakkını yiyen ve toplumda huzursuzluk çıkaran
birisi olacak. Düysanbay’ın bu çocuk hakkında yaptığı kehanetlerin tamamı
doğru çıkmıştır (Tursınov 1976:166)

İnsanların geçmişleri ve gelecekleri hakkında bilinmeyenleri bilen sınçılar, aynı
zamanda ölmüş insanların hayatları hakkında da bilgilere sahiptirler. Tolubay:
Sınçı kendisini tanıtmasını isteyen hana “Gözünün gördüğü herşeyi, dağının
yamacındaki kuşun şeklini bilirim. Gündüz gökyüzündeki yıldızları, gecedeki
gibi görürüm, çok akıllı olduğumu söylememin sebebi insan, at, taş, ölü ne varsa
hepsini tanırım, bilirim, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırabilirim.” demiştir.
Sınçıların kâhinlik yetenekleri yanında ön plâna çıkan önemli yeteneklerinden
biri de atlardan çok iyi anlamalarıdır. Türklerin sosyo-kültürel hayatında atın
yeri başka hiçbir varlıkla ölçülemeyecek kadar önemli olmuştur. Kültigin anıtında
ısrarla at isimlerinden (Alp Şalçı, Azman, Az Yağız, Öksüz) bahsedilmiştir
(Ergin 1996: 65). Bu husus, Türklerin hayatında atın nasıl vazgeçilmez
bir yeri olduğunu gösterir. Nasıl ki, Sibirya tundralarında geyik sosyal hayatta
önemli bir yere sahip ise at da Türkistan bozkırlarında aynı işleve sahiptir.
Türkler uzun mesafeleri at üzerinde katettiklerinden at yiğitlerin en yakın dostu
hâline gelmiştir. Ayrıca at, bu dünyada sadece Türkün silâh arkadaşı olduğu
için değil, öldükten sonra öteki dünyada her bakımdan kendisinden yararlanılacağı
inancıyla da bir kat daha önem kazanmıştır. Divanü Lûgati’t-Türk’teki,
“Kuşun kanadı, erin atı” sözü bu bakımdan önemlidir. Alp Er Tunga’nın “Erge
at kandak kim kökte ay” (Gökte ay nasıl bir süs ise yiğit için de at öyle bir
süstür.) sözü, ata, Türk’ün en eski destan kahramanı tarafından verilmiş bir değer
beratıdır (Gökyay 1973:36-58). At bir yiğidin övünç kaynağıdır. Salur Kazan
için sıralanan nitelikler arasında, “Konur atın iyesi” olmak ayrı bir şereftir.”

Mamay Destanı’nda destanın baş kahramanı Mamay, kardeşi Orak’a yakışır
bir at bulması için Asan Hafız’dan yardım ister. Asan Hafız at sürüsünün içine
girer, atlara bakar ve sürünün içinde Orak’a layık bir at olmadığını söyler.
Ancak sürü içindeki boz bir kısrak vardır. Asan Hafız bu boz kısraktan doğacak
tayın çok iyi bir koşu atı olacağını söyler. Asan Hafız söz konusu özellikleriyle
Nogay Türklerinde sınçılık geleneğinin temsilcisi olmuştur.

Köroğlu Destanının muhtelif Türk boylarına ait rivayetlerinde sınçılık geleneğine
ve bu geleneğin temsilcilerine rastlamaktayız. Söz konusu geleneğin temsilcileri
olarak Kazak Türklerinde Köroğlu’nun babası Ravşan Bey’i ve dedesi
Tolubay’ı; Özbek Türklerinde Köroğlu’nun babası Ravşan Beyi ve dedesi
Tolubay’ı; Türkmenlerde Köroğlu’nun dedesi Cıgalı Beyi görmekteyiz. Destanda
sınçıların özellikle, iki hususiyeti ön plâna çıkmaktadır. Birincisi, atlardan
çok iyi anlamaları ve bu yüzden beylerin yanında danışman olmaları; ikincisi
ise geçmişten ve gelecekten haber vermeleridir. Kırgız Türklerinin en ünlü
sınçısı olan Tolubay Sınçı etrafında teşekkül eden hikâyenin çekirdek vakası
ile Köroğlu Destanının Anadolu rivayetinin çekirdek vakasının aynı olduğunu
söyleyebiliriz. Tolubay Sınçı etrafında meydana gelmiş olan söz konusu bu
hikâye yazımızın ileriki bölümünde yer almaktadır.

Sınçılar aynı zamanda halkın kendilerinden bazı konularda fikir aldığı bilge
tiplerdir. Özbek Türklerinin sözlü edebiyatında bir tür olan yâr-yâr koşuklarında1
sınçıların bu özellikleri şu şekilde dile getirilmiştir:

Temmuzda kar gibi olur, yâr-yâr,
Kafiledeki güzel deve gibi olur, yâr-yâr.
Sınçı olsan da söylesen ağabey, yâr-yâr,
İyi ile kötü arasındaki fark nasıl olur, yâr-yâr. ( Ak Alma Kızıl Alma, Özbek
Halk Koşıkları, 1972).

Sınçılık sonradan değil, doğuştan kazanılan bir vasıf olup bu mesleğin icracıları çok
akıllı ve iyi bir belagata sahiptirler. Sınçılar hakkında Muhammed Şeybanî hanın
“Tavarih-î Güzîde-yi Nusretname adlı eserinde de (XVI. yy) bahsedildiğini yukarıda
söylemiştik. Şahbutak Sultan öldükten sonra oğulları Muhammed Şeybanî ve Mahmut
Sultan sınçılara muayene ettirilir. Milletin ihtiyar sınçıları ile ulu hanların soyundan
gelen eski beyleri, söz konusu her iki hanzadenin de büyük ve iyi niyetli birer
insan olarak yetişecekleri neticesine varırlar ve bu haber halk arasında hızlı bir şekilde
yayılır. (Tursınov 1976: 167) V. Yudin, bu eserle ilgili açıklamasında “Sınçı” kelimesini
açıklarken “İnsanların askerî özelliklerini bilen ve atlardan anlayan bilge
kişiler.” şeklinde izah ederek şunları söylemiştir: Deşt-i Kıpçak hanlarının sarayında
bulunan sınçılar orduyu kurma ve askerlerin bineceği atları yetiştirme konusunda
danışman olarak görev yapmışlardır (Tursınov 1976: 167).

“Sınçı” kelimesi sın söylemeyi meslek edinen, dünyadaki bütün varlıklar hakkında
doğruyu söyleyebilen ve onların şimdiki durumuna göre gelecekleri
hakkında kehanette bulunabilen uzman anlamında kullanılmaktadır. Kırgız
Türklerinde eskiden bu yana “sınçı” unvanını taşıyan insan sayısı oldukça
azdır. Bunun nedeni de Kırgızların herhangi bir alanda sınçılık yapanları sınçı
olarak kabul etmemesidir. Onlara göre sınçı unvanına sahip olan bir insan
yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece bir nesne veya canlı hakkında değil canlı
cansız ne varsa herşey hakkında sın söyleyebilmelidir. Bir de sın söylediği
varlığın şu andaki durumuna bakarak geleceği hakkında doğru yorumda bulunabilmelidir.
Bunlardan dolayı sıradan bir insanın “sınçı” unvanını alması
kolay değildi. Sınçılık sonradan kazanılan bir yetenek değildir. Halk inancına
göre sınçılık Tanrı tarafından bir insana bahşedilir. Tanrının sevgisini kazanan,
temiz, iyi niyetli insanlar sınçı olabilir. Bu unvana Kırgız Türklerinin asırlar
kapsayan tarihinde Tolubay Sınçı, Sançı Sınçı, Kalıgul Bay Oğlu, Sart Ake
gibi üstün zekâlı, ileri görüşlü, üstün yetenekli insanlar sahip olmuştur.

3. Tolubay Sınçı

Kırgız Türklerinde halk sanatı ve sözlü gelenek türlerinin çeşitli icracıları ve
yaratıcıları vardır. Akınlar, ırcılar, manasçılar ve sınçılar gibi. Kırgız Türklerinin
en önemli sınçılarından ve mütefekkirlerinden biri olarak kabul edilen
Tolubay Sınçı’nın biyografisi hakkında ayrıntılı bilgi içeren kaynak sayısı yok
sayılacak kadar azdır. Bu durum sadece Tolubay Sınçı için değil aynı zamanda
diğer Ketbuka, Asan Kaygı, Toktogul Irçı ve Sançı Sınçı gibi mütefekkir, şair
ve sınçılar için de aynıdır. Bu kişilerin nerede, ne zaman doğdukları hakkında
elimizde kesin bir bilgi yoktur. Kırgız Türklerinin bu yetenekli, bilgili ve akıllı
insanları hakkındaki bilgileri, genellikle halk arasında teşekkül etmiş hikâye ve
efsanelerden ediniyoruz.

Tolubay Sınçı, halk arasında Canıbek Hanın döneminde (1341-1347) yaşamış
tarihî bir şahsiyet olarak bilinmektedir (Abdıldayev 1994: 4). Tolubay Sınçı,
Kırgız Türkleri arasında bilinen akıllı, çeçen2, basiretli, yetenekli ve bilge insanların
bütün özelliklerini taşır. İnsanlar arasındaki dostluğu, bir milletin birliğini,
bütünlüğünü, nasıl muhafaza edip güçlendireceği Tolubay Sınçı’nın fikirlerinin
temelini teşkil eder. Ancak “Geçen ömür; uçan kuş, akmış su gibidir.”,
“Ölen geri dönmez.” gibi söze döktüğü karamsar fikirleri onun sadece sosyal
hayata yönelik değil, insanın iç dünyasına da ilişkin tespitlerinin olduğunu
göstermektedir.

Kırgız Türklerinin efsane ve hikâyelerinin baş kahramanlarından biri olan
Tolubay Sınçı’nın en önemli özelliği sınçılığıdır. İnsanları ve hayvanları özellikle
de atları sınar. İnsanların geçmişinde neler olduğu veya gelecekte onları
nelerin beklediğini bilir. Tolubay Sınçı’nın söylediği vecize değerindeki sözler
günümüze kadar ağızdan ağıza dilden dile dolaşarak gelmiştir. İyi bir koşu
atının taşıması gereken hususiyetleri bilir. Bir hikâyede Tolubay Sınçının sınçı
olduğunu Canıbek Han duymuştur ve onu çağırtarak kendi atlarının arasından
iyi bir küheylan bulmasını emretmiştir. Tolubay Sınçı, hanın iyi koşu atlarının
hepsini gözden geçirir ve hepsinde bir kusur bulur. Daha sonra derisinin kırk
yerinde yara olan uyuz bir kır atı göstererek bu atın ileride çok iyi bir koşu atı
olacağını söyler. Han, kendisiyle alay ettiğini düşünerek kızıp Tolubay
Sınçı’nın iki gözünü oydurur. Fakat sınçının söylediği doğru çıkar ve söz konusu
kır at hakikî bir koşu atı olduğunu ispat eder.

Tolubay Sınçı Etrafında Teşekkül Eden Bir Hikâye

Tolubay Sınçı hakkında halk arasında birkaç hikâye vardır. Söz konusu
hikâyeler çok eski zamanlardan günümüze kadar halk ağzında nesilden
nesile söylenmiş ve her dönemde hafızalarda tazeliğini muhafaza
etmiştir. Tolubay Sınçı atlardan anlayan Kırgız Türklerinin ileri
gelen sınçılarındandır. Aşağıda anlatacağımız hikâye Tolubay Sınçı
hakkında yaygın olarak anlatılan hikâyelerden biridir3.

Tolubay Sınçı, Canıbek Han zamanında yaşamıştır. Canıbek Han gazabından
çok korkulan bir handır. Canıbek Han bir gün şöyle bir ferman
çıkarır:

-“Eğer kim bana lâyık ok hızlı, hiçbir eksikliği olmayan bir küheylan
bulursa ben ona her istediğini vereceğim. Eğer o küheylanın bir kusuru
olursa onu bulan sınçının iki gözünü oyacağım!”

Bu fermanı işiten büyük sınçıların hiçbirisi Canıbek Hanın gazabından
korkarak onun huzuruna çıkmak istemez.

Bir gün Canıbek Han yiğitleriyle avdan dönüyordu. O sırada Canıbek
Han, elinde bir kuru at kafası ve boğuk bir sesle mırıldanarak oturan
bir ihtiyar görür. O ihtiyarın kim olduğunu öğrenmek için bir muhafızını
görevlendirir. Muhafız, onun yanına gidip kim olduğunu, niçin
burada oturduğunu sorar. İhtiyar, muhafızına kendisinin Tolubay Sınçı
olduğunu elindeki kuru at başının ise kaçan ve daha sonra ölen bir
küheylanın başı olduğunu söyler. Canıbek Han ihtiyarın Tolubay Sınçı
olduğunu öğrenir öğrenmez muhafızına onu, karargâhına götürmesini
emreder.

Ertesi gün Han, Tolubay Sınçı’dan şehirdeki bütün atların arasından
kendisine lâyık bir at bulmasını ister. Hanın uşakları şehirdeki bütün
atları Tolubay Sınçı’ya gösterir. Atlar, Tolubay Sınçı’nın önünden
geçerken o, hiç sesini çıkarmadan yere bakar, sanki onlara hiç
bakmıyormuş gibi hareketsiz bir şekilde oturur. Canıbek Han bu durum
karşısında çok sinirlenir: “Şehirde hiçbir at kalmasın!” diye uşaklarına
hiç durmadan emir verir. Han, kendisinin ve oğullarının atlarının
bile Tolubay Sınçı’ya gösterilmesini ister. Ancak Tolubay Sınçı
istifini hiç bozmaz. Han bu durum karşısında çok sinirlenir. Uşaklarına
hiddetli bir şekilde bağırarak “Şehirde bunların dışında hiç at kaldı
mı?” diye sorar. Uşakları “Sadece Karamış adlı bir ırgatın zayıf bir atı
kalmıştır” diye cevap verir. Han, onu da getirtir. Uyuz, zayıf eşeğe
benzeyen bu kır atı görür görmez Tolubay Sınçı heyecanlanarak ayağa
kalkıp, “Hanım hakikî küheylan budur!” diye bağırır. Canıbek Han
daha çok sinirlenir ve Tolubay Sınçı’ya “Benimle alay mı ediyorsun?”
diyerek Tolubay Sınçı’nın gözlerinin kör edilmesini emreder. Tolubay
Sınçı gözlerinin kör edilmesine fazla direnmez. Gözleri kör edildikten
sonra evine gönderilir. Tolubay Sınçı parmaklarını yaralı gözlerinin
üzerine bastırır ve yaralardan akan kanı kır ata emdirir. Hiç kimseye
göstermeden karısı ile kırk günde atı yetiştirir. Kırk birinci günde o kır
atı yorulmaz, çok güçlü bir kır küheylan hâline getirerek karısı ile binip
çıkar. Karısı atın önüne, kendisi arkasına binen Tolubay Sınçı avdan
dönen Hanın karşısına çıkar. Ona selâm verir ve “Canıbek Hanım,
bu bizim binmiş olduğumuz küheylan senin gördüğün ve beğenmediğin
uyuz, zayıf eşeğe benzeyen kır at, şimdi bu küheylan sana lâyık
güçlü bir at oldu. Eğer bir yiğit gibi beni kovalayıp yakalarsan bu küheylan
senin olur” der. At üstünde Tolubay Sınçı ve onun karısı dolu
dizgin koşmaya başlar. Arkalarından Han ve muhafızları büyük bir
gürültüyle onları kovalar. Küheylan gökyüzündeki bir kuş misâli koşar.
At koştukça Hanın askerleriyle arasındaki mesafeyi açmaya başlar.
Han ve askerleri çok gerilerde kalır. Birinci gün arkalarından yaklaşan
atların nal seslerini duyarlar. Tolubay Sınçı kendilerine yaklaşan atın
nasıl bir at olduğunu karısına sorar. Karısı kendilerine yaklaşan atın
akıtmalı, al bir at olduğunu söyler. Tolubay Sınçı o zaman karısına “O
atı biliyorum. O akıtmalı, al at altı yaşına yeni basan iyi bir attır. Ama
onun zayıf olduğu nokta güneşe doğru koşamamasıdır. Bunun için kır
küheylanı güneşe doğru çevir” der. Karısı atın başını güneşe çevirir.
Kır küheylan gittikçe daha hızlı koşmaya başlar. Arkalarından yaklaşarak
gelen muhafızın bindiği akıtmalı, kır at güneşe doğru koşamaz ve
çok geride kalır. İkinci gün kendilerine yaklaşan bir başka atın nal
seslerini duyarlar. Tolubay Sınçı tekrar karısına kendilerine yaklaşan
atın nasıl bir at olduğunu sorar. Karısı, kendilerine büyük, koyu al atın
yaklaştığını söyler. Tolubay Sınçı “O büyük, koyu al atı da biliyorum.
Onun da bir eksikliği vardır. O atın tırnakları yumuşaktır ve taşlık
yerde koşamaz. Bu yüzden kır atın başını taşlık yere doğru çevir.”der.
karısı kır atın başını taşlık alana çevirir. Kır küheylan hiç yorulmadan
koşmaya devam eder. Onun tırnaklarının dokunduğu taşlar ufalanır.

Arkalarından yaklaşan büyük, koyu al atın tırnakları taşlardan zedelenir
ve geride kalır. Üçüncü gün arkalarından yaklaşan başka bir atın
heybetli nal seslerini işitirler. Karısı Tolubay Sınçı’ya Canıbek Hanın
bindiği al tonlu atın yaklaştığını söyler. Tolubay Sınçı “Al tonlu at
hakikî bir küheylan ancak, onun da bir kusuru var. Ona kendini övmek
yaramaz” der. Sonra Tolubay Sınçı arkalarından yaklaşan al tonlu ata
dönerek “Eyvah! Al tonlu küheylan ne güçlü, ne hızlı bir at!” der. O
anda Canıbek Hanın al tonlu atı yavaşlar ve durur. Sonra Tolubay
Sınçı Canıbek Hanın yüzüne bakarak kendisinin yanılmış olabileceğini
düşünmeden birisine zulmeden bir insanın sonunda rezil olarak ıssız
bir arazide yapayalnız kalacağını” söyler ve atını ileri doğru sürerek
yoluna devam eder.

Sonuç olarak Tolubay Sınçı, sahip olduğu büyük sınçılık hüneriyle
Canıbek Hanı rezil edip kır küheylanıyla dünyayı gezer.

Tolubay Sınçının Söylediği Veciz Sözler

Kırgız İlimler Akademisi Edebiyat Enstitüsü El Yazmaları Vakfından
elde ettiğimiz Tolubay Sınçı’nın veciz sözlerinden bazıları şunlardır:

Kırgız Türkçesi

-Bilgen menen bilbegendin ortosundagı ayırma asman menen cerdey.
-Cakşı at eesin kar kılbayt.
-Karıp-kasardı kakşatkandın özü kakşayt.
-Erkeletkin cetimdi, kakpa sokpo cesirdi.
-İşiñ oñolguça itiñe koş art.
-Irıs aldı ıntımak. Intımak barga ırıs toktoyt. Intımaksızdan ırıs kaçat.
-Biröögö or kassañ tayız kas, özüñ kokus tüşsöñ çıgarga.
-Boyuña işenip iş kıl. Koldon kelbes işke beker ubara bolbo.
-Cakşı boluuçu cigitter alsızdarga karaşat. Caman boluuçu cigitter
cakın tuuganı menen talaşıp kastaşat.
-Ötkön ömür uçkan kuş, akkan suu, kayrılıp kelbeyt, ötkön da kelbeyt,
ölgön kayrılıp kelbeyt. Kalgan köñül çıkkan kan menen birdey.
-Çımçıp cese kurcakka payda, çırım etse közgö payda.
-Algan eri caraşsa, kara katın ak bolot, bakkan eesi caraşsa, küypül
küçük sak bolot.
-Kagıdışta kan ölöt, kapa bolbo cigitter, beçaraga kaygılan.
Türkiye Türkçesi
-Bilen ile bilmeyenin arasında, gökyüzü ile yer kadar fark vardır.
-İyi at sahibini yolun ortasında bırakmaz.
-Yaşlı insanı ağlatırsan, sonunda kendin de ağlarsın.
-Şımart öksüzü, yokluğa sokma dulu.
-İşin yoluna girene kadar köpeğinin arkasında ol.
-Birliğin olduğu yerde talih vardır. Birliğin olmadığı yerden talih kaçar.
-Birinin ayağına çukur kazarsan sığ olsun, kendin düştüğünde çıkabilesin.
-Boyuna göre işler yap, boyunu aşan işlerle uğraşma.
-İyi yiğitler güçsüzlere yardım edenlerdir. Kötü yiğitler akrabalarıyla
düşman olanlardır.
-Geçip giden ömür uçan kuş misâlidir. Akan su nasıl geri gelmiyorsa
ölenler de geri dönmeyecektir. Kalan gönül giden can ile beraberdir.
-Az yemek mideye, az uyumak göze faydalıdır.
-Evlendiği eri iyi olursa, karalı kadın beyazlı olur; sahibi uygun olursa
soysuz enik uyanık olur.
-Savaşta han ölürse yiğitler değil, çaresizler üzülür.

4. Çeçen/Şeşen/Sesen

Arka plânında derin manalar taşıyan ve nesilden nesile, ağızdan ağıza
dolaşarak günümüze kadar gelip hâlâ ilk söylenildiği gün kadar güzelliğini
koruyan sözler söylemek, bilgi birikimi ve yetenek gerektiren bir
iştir. Böyle sanatkârâne işleri yapan kimselere değişik Türk boylarında
çeçen/şeşen/sesen adı verilmiştir (Özkan 2000: 611). Bu unvana sahip
insanlar, ozanlık, sınçılık, hanlık, hatiplik gibi özellikleri olan bilge ve
dilin bütün inceliklerine hakim, halk arasında saygınlığı olan kişilerdir.
“Türk boylarının sözlü edebiyatında sesen: Destan anlatıcısı;
şeşendik sözler: Bir olaya ve tarihe dayalı vecize değerindeki
manzum ve mensur ifadeler; şeşen: Hatip, güzel sözlü, anlamlarında
yaşayan bu kelimenin esasen çözmek, seçmek anlamlarında
kullanıldığını; Türkçenin tarihî gelişimi ve sözlü
edebiyatımızın farklı Türk boylarında inkişafıyla birlikte lügat
anlamlarını yanı sıra kavram ve tür olarak teşekkül ettiğini
söylemek mümkündür. Divanü Lûgati’t-Türk’teki atı,
zinciri çözmek, düğümü açmak anlamında kullanılan bu kelime
daha sonraki yüzyıllarda söz düğümünü çözen, açan anlamına
gelmiş bilmece, vezinli kafiyeli yır/şiir, yoğun derin
anlatımlı vecizeler şeklinde türler için kullanılmıştır (Özkan
2000: 617).”

Çeçen/şeşen/sesen, sözü tarihî Kıpçak Türklerinin bugünkü devamı
olan Kazak, Kırgız, Başkurt, Nogay ve Kumuk Türklerinin yanı sıra
Hakas, Altay ve Tuva Türk lehçelerinde de yaşamaktadır. Ancak sözün
her bir lehçedeki anlamı birbirinden farklıdır.

“Sesenler, Başkurt Türklerinin sözlü edebiyatında esasen
XVI. ve XVII. yüzyılda Nogay birliğinin dağılmaya başlamasından
sonra cıravların takipçisi olarak ortaya çıkmışlardır.

Tıpkı Azerbaycan ve Anadolu sahası Oğuz Türklerindeki ozanların
âşık; Kıpçak Türklerindeki cıravların akın adını alması
gibi aynı yüzyıllarda Başkurt yıravları içinde sesen adı
işletilmeye başlamıştır (Özkan 2000: 614).”

Radlov sözlüğünde, Çağatay, Altay, Teleüt ve Kırım lehçelerinde çeçen
sözünün varlığına işaret edilmektedir. Bu lehçelerdeki çeçen sözü
hatip karşılığında işletilmektedir (Özkan 2000: 614).

Kırgız Türkçesinde sözcük çeçen şeklinde kullanılmaktadır.
Yudahin’in Kırgızca-Rusça sözlüğünde çeçen sözcüğü şu şekilde geçmektedir:
hatip, konuşmacı; Köpkön cigit köp süylöyt, çeçen cigit ep
süylöyt. (Çok konuşan kibirli yiğit boş konuşur, akıllı yiğit yerinde
konuşur.); Sülünün körkü közünde, çeçenin körkü sözünde (Dilberin
güzelliği gözünde, çeçenin güzelliği sözündedir.) (Yudahin, 1985:
361). Ayrıca çeçenler iki türlüdür. Birincisi Koñur Çeçen şeklinde
isimlendirilen “İyi hatip”; ikincisi ise Cöö Çeçen veya Kurgak Çeçen
şeklinde isimlendirilen “Boş konuşan kişi”dir.

Kazak Türkçesi Sözlüğü’nde şeşen hatip iyi konuşan, anlamlı manalarına
gelmektedir. Şeşendik sözler ise Kazak sözlü edebiyatında müstakil
bir türdür. Konuşma dilinde işletilen atasözleri, bilmeceler ve yanıltmacalar,
nükteli vecize değerindeki sözler olarak nitelendirilmektedir.

İçinde nükte, felsefî derinlik, hiciv yüksek bir tefekkür ihtiva
etmektedir (Özkan 2000: 615). Kazak şeşendik sözleri konuya göre
şeşendik arnaw, şeşendik tolgaw ve şeşendik daw olmak üzere üçe
ayrılır. Şeşendik arnaw; iki kişinin birbirlerine özel olarak söylediği
selam, eleştiri, latifeli sözlerdir. Şeşendik tolgaw; tekerleme şeklinde
söylenen dilek, nasihat, öğüt, ağıt, ölüm duyurusu, baş sağlığı gibi
sözlerdir. Şeşendik daw, toprak, mal, dul-yetimi korumakla ilgili davalardır
(İsmail 1997: 286). Jiyrenşe, Maykı Biy, Güzel Karaşaş Hanım,
Ayaz Biy, Töle Biy, Kazıbek Biy, Ayteke Biy, Mönke, Bukar Jırav
ünlü Kazak şeşenleridir.

Değişik Türk boylarında bu tür sözleri söyleyen kadim çeçenler vardır.
Bunlardan birisi de Kırgız Türklerinin efsanevi sınçılarından birisi
olan Tolubay Sınçı’dır. Tolubay Sınçı’nın yüzyıllar önce değişik durumlar
için söylemiş olduğu veciz sözler nesilden nesile ağızdan ağıza
dolaşarak günümüze kadar gelmiş ve günümüzde de söylendiği gün
kadar geçerliliğini ve değerini muhafaza etmektedir.

Açıklamalar

1. Yâr-yâr koşıkları, düğün merasimi koşuklarından olup kız verme gecesinde söylenir.
Bu türküler Özbek Türklerinin yanı sıra Kırgız, Kazak, Uygur, Karakalpak Türkleri
arasında da yaygındır.
2. Çeçen: 1.söz ustası 2.akıllı. Bak. İsa Özkan, “Türk Boylarının Sözlü Edebiyatındaki
“Çeçen/Şeşen/Sesen” Teriminin Etimolojisi”, Uluslar Arası Türk Dünyası Halk
Edebiyatı Kurultayı, Bildirileri, Kültür Bak. Yay., Mersin, 2000. s.611.
3. Tolubay Sınçı, Kırgız şair Alıkul Osmanov varyantıdır. Kaynak kişi:
06.11.1975 Kırgızistan Narın doğumlu, Kasım Tınıstanov Üniversitesi
Kırgız Dili ve Edebiyatı Fakültesi mezunu Mayrambek Orozobayev
adlı kişiden derlenmiştir.


Kaynakça
Abdıldayev, M. (1994), Legendarluu Irçılar Cana Sınçılar (Tüzgön), Manas- 1000
Maarakesine Arnalat, Ala-Too Basması, Bişkek, s. 4.
Ak Alma Kızıl Alma, Özbek Halk Koşıkları (1972), Taşkent.
Ergin, Muharrem (1996), Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İstanbul, s. 65.
Gökyay, Orhan Şaik (1973), Dedem Korkudun Kitabı, Millî Eğitim Bak. Yay., İstanbul.
İmanov, Akeş (1997), Akıl Atası – Sart Ake -, Bişkek.
İsmail, Zeyneş (1997), “Şeşendik Sözler”, V.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi
Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri I, Kültür Bak. Yay., Ankara, s.286.
Jakıpbayoğlu, T. (1971), “Ajalmen Ezildesken Adam”, Kazak Edebiyeti, Almatı.
Kalenderoğlu, İhsan (2001), Nogay Türklerinin “Mamay Destanı”, Gazi Üniversitesi
Sos. Bil. Ens., Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Manas Ansiklopedisi (1995), C.II, Bişkek, s.260.
Özkan, İsa (2000), “Türk Boylarının Sözlü Edebiyatındaki “Çeçen/Şeşen/Sesen” Teriminin
Etimolojisi”, Uluslar Arası Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurultayı
Bildirileri, Kültür Bak. Yay., Mersin, s. 611.
Pekarskiy, E.K. (1945), Yakut Dili Sözlüğü, s. 221.
Radlov, (1911) Wörterbuches Der Türk – Dialecte, C.4, S.Petersburg, s. 630.
Tarama Sözlüğü (1971), C.5, T.D.K. Yay., Ankara, s. 3428.
Tursınov, E.D. (1976), Kazak Ayız Edebiyetin Casayışlardın Bayırgı Ökilderi, Gılım
Basması, Almatı, s. 155.
Yudahin, K.K. (1985), Kırgızca-Rusça Sözlük, Moskova, s. 182.

Hiç yorum yok: