18 Mart 2013 Pazartesi

Asker günlüklerinde ‘gerçek savaş’/ BUKET DAVULCU


27 Ağustos 2012 / BUKET DAVULCU
Prof. Dr. Tamari’nin Çekirgenin Yılı kitabı; biri Türk, ikisi Filistinli Arap üç Osmanlı askerinin günlüklerine dayanıyor. Günlükler, Türk-Arap ilişkilerini yalnızca etnik, kültürel ve dinsel olarak ele almanın ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyması açısından önemli.
Savaşların en can yakan tarafıdır sevdiklerinden haber alamamak, onları bir daha hiç görmemek üzere kaybetmek. I. Dünya Savaşı, bağımsız haber almanın sansürlendiği yıllardı… Meclis’in hatta sadrazam ve nazırların bile cepheden bilgi alamadığı bir dönemden bahsediyoruz. Askerlerin en büyük tesellileri ise ailelerine, sevdiklerine ‘belki bir gün ulaşır’ ümidiyle yazdıkları mektup ya da günlükler…
Aslında yazdıkları sadece onların aileleri için önemli değil. Her biri, o dönemde yaşananlara ışık tutması adına birer tarihî belge niteliğinde. Dönemi toplumsal ve psikolojik bütün yönleriyle ortaya koyuyor. Zira ‘millî tarih’ yazma gayretleri yaşananların çoğunu belleklere hapsetmiş. Hâl böyle olunca devri aydınlatan günlükler tarihçi, araştırmacı ve yazarlara ilham oluyor, kaynaklık ediyor. Filistin’deki Birzeit Üniversitesi ile ABD’deki California Üniversitesi’nin Sosyoloji bölümlerinde öğretim üyesi, Kudüs Araştırmaları Enstitüsü’nün de kurucularından Prof. Dr. Salim Tamari’nin Year of the Locust (Çekirgenin Yılı) kitabı; biri Türk, ikisi Filistinli Arap üç Osmanlı askerinin günlüklerine dayanıyor. Salim Tamari ile, Mehmet Fasih, İhsan Hasan Turjman ve Aref Shehadah tarafından yazılmış günlükler üzerine konuştuk.
İhsan Trujman’ın günlüğü kitabın önemli bir bölümünü oluşturuyor. Çanakkale cephesinde savaşan İhsan’ın notlarında savaşa, savaşın yerle bir ettiği günlük hayata, aşka, Osmanlı’ya, askerliğe dair ilginç notlar var. Hatta Osmanlı’nın o dönemde yaşadığı zorlukları bile yazmış. Özlemlerini, dertlerini dile getirmiş satır aralarında. Mesela Cemal Paşa’ya olan sitemi dikkati ilk çekenlerden. Çünkü o da sıradan bir insan olarak eğitimine devam etmek, evlenmek ve barış içinde yaşamak istemiş. 1914 yılında henüz 23 yaşındayken Osmanlı ordusuna katılan İhsan, 1917’de ordudan ayrılmak isteyince bir Osmanlı subayı tarafından öldürülmüş.
I. Dünya Harbi’nde Arnavutlar, Bulgarlar, Bosnalılar, Suriyeliler, Iraklılar gibi farklı alt kimliklere ve kültürlere sahip birçok asker var. Prof. Tamari, bu ordunun Türk değil, Osmanlı ordusu olduğuna dikkat çekerken, savaş boyunca etnik kimliklerin birbirini etkilediğinden ve birçok cephede Arapların Osmanlı için savaştığından hatta Filistinli Arapların çoğunun kendini Osmanlı vatandaşı olarak tanımladığından söz ediyor. Onlar için önemli olan Devlet-i Aliyye’nin geleceği. Mesela Aref Shehadah Filistinli bir Arap olmasına rağmen Osmanlı’ya çok bağlı bir vatandaş. Hatta günlüklerini genelde Türkçe yazmış. Aref ve Fasih, Türkler ve Araplar arasında herhangi bir ayrımcılıktan söz etmemiş. Yine İhsan ve Fasih, bu savaşta Türk ve Arap milletlerinin geleceğinin birbirine bağlı olduğunu yazmış.
Ancak savaş kızıştıkça, çıkar çatışmaları ve milliyetçi akımlar, İttihat ve Terakki’nin yürüttüğü ayrıştırıcı politika, Türk-Arap ilişkilerinin bozulmasında etkili olmuş. Tabii ulus-devlet oluşum sürecinin getirdiği ulusal kimliklerin ‘öteki’ algısının pekiştirilmesine zemin hazırladığını da unutmamak gerek. Sömürgeci güçlerin etkisi ve savaşta yaşanan gelişmeler bu algıyı tahrik edince İttihatçıların başlattığı anti-Arap politikalar da ‘başarılı’ sonuçlar vermeye başlamış. Bu sebeple İhsan’ın notlarında Cemal Paşa’ya çok öfkeli olduğu görülüyor. Tamari, Cemal Paşa’nın Şam ve Beyrut’ta gerçekleştirdiği idamların, işte tam bu noktada birçok Arap için dönüm noktası olduğu görüşünde. Şerif Hüseyin’in isyanıyla birlikte, hem Cemal Paşa hem de Arap milliyetçileri kendi yaptıklarını meşrulaştırmaya başlar. Cemal Paşa da Şerif Hüseyin’i örnek göstererek önde gelen ‘Arapçıları’ astırmasını haklı göstermeye çalışır. Diğer taraftan Arap milliyetçileri de bu olayı etnik ayrışmanın bir parçası olarak kullanır. Bu durumdan faydalanan İngilizler de yerel Arap aşiretlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtınca ‘milliyetçilik’ odaklı bu karşılıklı restleşmeler bir ‘ihanet’ olarak tarihe geçer.
Anlaşılan, Türk Arap ilişkilerini değerlendirirken meseleyi yalnızca etnik, kültürel ve dinsel olarak ele almak yapılan en önemli hatalardan. Kemal Karpat, ‘Türk Dış Politikası Tarihi’ kitabında bu ilişkilerin yeni toplumsal ve siyasal birimlerin kuruluşunu ve etnik, dinsel ve dilsel kimlik gibi temel kavramaları belirleyen tüm etkenleri göz önüne alan daha geniş bir çerçevede incelenmesi gerektiğinden bahseder. Osmanlı-Arap ilişkileri konusu, Ortadoğu ve İslam tarihini ve Abbasi Halifeliği’nin başlangıcından itibaren topluma getirdiklerini anlamada başat öneme sahip olmasına rağmen bu sorun üzerinde yalnızca birkaç kitap bulunmasını eleştirir.
Tamari kitabında Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı isimli romanına da yer vermiş. Zira Atay, I. Dünya Harbi patlak verdiğinde yedek subay olarak orduya alınır ve Cemal Paşa’nın karargâhına yani Zeytindağı’na (4. Karargâh) tayin edilir. Cemal Paşa ile ilişkileri de burada gelişir. Ancak Falih Rıfkı, Cemal Paşa’nın Osmanlı yönetiminde dengeyi korumak amacıyla Arap milliyetçilerine karşı mücadele ettiğini düşünerek onun bu politikasını destekler. Tamari, Falih Rıfkı’nın ordunun içinden biri olması sebebiyle gözlemlerini hayli önemli buluyor ve bu sebeple kitabında romandan birçok bölüme yer veriyor.
Kitapta, üzerinde durulması gereken bir diğer husus; savaşın insanların farkındalıklarını, hayat tarzlarını değiştirmesi gerçeği. Yaşadıkları panik ve belirsizlikler psikolojilerini epey etkilemiş. Ayrıca savaşın getirdiği kötü şartlar, toplumsal hayatta da önemli değişikliklere yol açmış. Fahişelik, dilencilik gibi toplumsal bozulmalara sebep olmuş. Ayrıca Tamari, bu üç günlüğün iki sebepten önemli olduğuna değiniyor. Birincisi, sıradan askerler tarafından, devlet hesabına yani resmî hiçbir zorunluluk olmadan yazılmış; ikincisi ise anlık, yani sıcağı sıcağına dönemin diliyle kaleme alınmış olmaları. Tamari’nin altını çizdiği bu hususlar döneme ait daha objektif, güvenilir bilgi(ler) elde edilmesi adına ciddi öneme sahip. Kitap bu açıdan tarihimize kaynaklık ederken, günlüklerden yola çıkarak yapılan analizler de Türk-Arap ilişkilerine yeni ve farklı bir boyut kazandırıyor. Kitabın Türkçesi Klasik Yayınları tarafından Ammü’l-Cerad başlığıyla da yakında okuyucuyla buluşacak.

Hiç yorum yok: