Acaba bu iddiasında haklı mıydı?
Nerde?
Haklı olduğu bir yer varsa o da durum tesbitidir: "Beni ateşten,
onu çamurdan yarattın." Gerisi külliyyen hata ve hayaldir, husn-
ü kuruntudan ibarettir. Çünkü o dar görüşlüydü, maddenin ötesini
görememişti. Maddeyi tek ve gerçek ölçü sanmakla şeytanca bir
yanılgıya düşmüştü. His ve duygularıyla hareketi sonucu kendi
nefsinden kaynaklanan yanılgısını Allah'ın emrine tercih etmekle
ilahi bir lütuf olan "insanın üstünlüğü" gerçeğini kabul etmemişti.
Bu ayetlerin tefsirinde Büyük Müfessirimiz Elmalılı Hamdi Yazır
şöyle söyler: "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın." demesi,
aslında doğrudur. Fakat İblis bu iki yaratılış olayını mukayese ile,
bundan "ben ondan üstünüm" sonucunu çıkarmak için görüşünde
hata etmiştir. Çünkü bir taraftan yaratıcının yaratmasını itiraf
ile ona dikkat çekiyor gibi görünürken, diğer taraftan hayır ve
üstünlükte bakışını sadece madde ve unsurla sınırlamış, fâilin
ihtisasının nisbetine, şekle, gayeye bakmamıştır.
Âdem'in yaratılışında "İki elimle yarattığıma secde etmekten
seni alıkoyan nedir?" (Sâd, 38/75) ilâhî buyruğuyla hatırlatılan
hususi üstünlüğü, "Onu düzenleyip insan şeklini verdiğim ve
ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın"
(Hi c r, 15/29) ilâhî buyruğuyla hatırlatılan ruh ve sureti, "Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım" (Bakara, 2/30) ilâhî
buyruğuyla hatırlatılan gayeyi göz önüne almayıp, yalnız
madde ve unsura itibar etmek isteyen İblis, Âdem'de topraktan,
kendisinde ateşten başka bir özellik görmemiş ve diriden ölü,
ölüden diri yaratan ve eşyanın özellikleri ve üstünlüklerini
kereminden bahşeden Yüce Yaratıcı'yı maddeye mahkum gibi
varsaymıştır.
Hiç düşünmemiştir ki, çamur ile ateşin özündeki fark da sadece
Yaratacı'nın tahsisine borçlu olan bir yaradılış farkından başka bir
şey değildir.
Bundan anlaşılır ki, âlim geçinenlerin birçoğunda görülegelen
sadece maddeye yöneliş (maddecilik) İblis'in mesleklerinden bir
meslektir. İşte yukarda işaret edildiği üzere bu yanlış görüşüyledir
ki İblis, "Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın" küçük
önermesi altında; "Ateş çamurdan üstündür, üstün olandan
yaratılan da üstündür" diye iki gizli büyük önermeye işaret
ederek, bunları birer açık gerçek ve müselleme (yardımcı teorem)
gibi varsaymış ve bundan "Ben ondan daha hayırlıyım" sonucunu
çıkarmak istemiştir.
Oysa ikinci önerme toptan doğru olmadığı gibi, birinci önerme
de mutlak olarak doğru değildir. Gerçekte genellikle yaratılış
bakımından ikisi de mahluk olmak ve yaratıcının hükmüne
mahkum bulunmak bakımından eşit olduktan başka, özellik
bakımından da toprağa mahsus özellikler, ateşe mahsus
özelliklerden daha kapsamlı ve üstündür.
Hele ahlâkî bir temsil ile düşünüldüğü zaman, ateşin hafifliğine,
hiddet ve şiddetine, telaş ve ızdırabına, kibire eğilimli ve
yayılmacı olmasına karşılık, toprağın vakar ve sakinliği, sabır ve
dayanıklılığı, sebatı, yumuşaklığı, haya ve cömertliği, seçkinlik ve
olgunlaşma yeteneği ne kadar yüksektir.
İblis gerek bilgi edinme noksanlığından, gerek anlayışındaki
bozukluktan, yani bilgiyi haktan değil nefsinden almak davasında
bulunduğundan dolayı bunda da yanlışa düşmüştür. Ve yine bu
yanlış iledir ki, (Allah Teâlâ'nın ona kendi ruhundan üfleyerek
maddesine bir de mana, ruh, can, akıl, düşünce, tefekkür, bilgi
kattığını görmemiş) Âdem'i sırf çamur, kendisini sırf bir ateş
seviyesinde mukayese etmiş, çamurdan yaratılan Âdem'in
Allah'ın seçkin kılması ile çamurdan büsbütün başka şerefli bir
duruma yükseleceğini, kendisinin de ateşten büsbütün başka
bir lanete uğrayacağını anlayamamıştır. Ve yalnız Âdem'e
karşı değil, ilâhî sual ve emre karşı da gurur ve bencillikle
deyivermiştir.
Bunun üzerine: Bu isyanın büyüklüğünü ortaya koymak amacıyla
vakit geçirilmeden derhal cezalandırıldı:
"Allah O'na: "O halde in oradan, orada büyüklük taslamak
haddine düşmedi. Çık dışarı, sen alçağın birisin" dedi.
Allah buyurdu ki öyleyse in oradan, o bulunduğun cennetten,
yahut melekler toplumu içinden. Çünkü senin orada büyüklenip
gururlanman olmaz. O yüce makam, haddini bilen taat ve
tevazu sahibi kimselere mahsustur. O halde çık, sen artık
küçülenlerdensin.
Kibirlenmek küçüklüktür; büyüyecek olan büyüklenmez,
büyüklenen mutlaka küçülür, alçalır, küçük düşürülür. Yücelik
sıfatları kendisine ait olan Yüce Allah, bu emirle onu bulunduğu
makamdan derhal azledip indirdi. Kibirine karşılık küçüklüğe
ve hakarete mahkum etti. Aslının ateş olmasına güvenerek,
hayırlılık ve fazileti kendisinde aslından, yaratılıştan intikal eden
bir miras, elinden alınmaz bir kişisel özellik gibi varsayarak bu
imtihan zamanına kadar bulunduğu o mutluluk makamından
düşmeyeceğini zanneden ve bu zannıyla Yaratıcı'nın emrini
eleştirmeğe kalkışan İblis'e bu ilâhî emir, eşyanın bütün
özelliklerinin sadece bir Allah vergisi olduğunu, bu şekilde
bir defa da fiilen anlatıverdi. İblis bu tutumuna karşılık olarak
cennetten kovulmuştur. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır.
Allah'ın lanetine müstehak olmuştur. Alçaklık damgası yemiştir.
Böylece Hz. Âdem'e karşı büyüklük taslaması ve secde emrine
isyanı neticesinde ilâhi rahmetten ebediyen kovuluşu "İblis"
adını almasına sebep oldu. Hz. Âdem'e secde emri karşısında
isyan eden ve hakikatle ilgili bütün bağları koparılan ve melekler
arasındaki yerini de kaybederek tamamen yalnız kalan şeytan
bu defa intikam peşine düştü. Bir başka deyişle şeytanca tutum
içerisine girdi. Hedefi insandı. İnsanı da kendisi gibi düşündürüp
yaparak Allah yolundan saptırmaktı. Çünkü insan yüzünden
ilâhi rahmetten uzaklaştırılmıştı. Bunun intikamını almalı, kin ve
nefretini dindirmeli, düşmanlığını icra ederek öcünü almalıydı.
İşte bu insanı saptırma, onu da Allah Teâlâ'nın din, kanun ve
şeriatına uymayarak isyan ettirme ve hor hakir kılarak alçaltma
amacına ulaşabilmek ve Cehennemdeki azabına ortak etmek için
Allah'tan ahirete kadar mühlet istedi. Allah da ona kıyamete kadar
mühlet verdi.
Buradan da anlaşılacağı gibi, şeytan aslında Allah'ı bildiği gibi
öldükten sonra dirilmeyi de biliyordu. Bunu inkâr etmediği gibi,
Âdem'in nesli ve zürriyeti olacağını, dünyada bir müddet yaşayıp
sonra öleceklerini ve bir gün gelip tekrar diriltileceklerini de
biliyordu. Şu halde onun küfrü, Allah'ı ve âhireti inkâr şeklinde
değil, teklif edilen emrin gereğini yerine getirmeyi kabul etmeme,
din ve şeriata itiraz şeklindedir. Irkçıların hemen hepsinin din ve
şeriata karşı çıkan laik, pozitivist, maddeci, dünyacı insanlardan
oluşu, hayatlarını kafalarınca yaşama arzusu, "insanın özgürlüğü"
diyerek onu kayıt altına alan dini kanunlardan bağımsızlık
istekleri, aynen İblis'in düşünce ve davranış biçimidir.
Belirli bir zamana kadar mühlet verilen şeytan, hatasını anlayıp
tevbe ederek suçunu affettirme yoluna gitmedi. Oysa böyle bir
bağışlanma yolunun varlığını da biliyordu. Adem ve Havva'nın
tövbesini de izlemiş, bu konuda indirilen ayetleri de öğrenmişti.
Ama bunu gururuna yediremedi. Bilakis daha da azgınlaştı. Bütün
ırkçılara gurur, kibir, kendini beğenme ve başkalarını küçük
görerek aşağılama hususunda örneklik ve önderlik etti. Kendisine,
kıyamete kadar meşgul olabileceği bir hedef seçti. Bu hedef, İlâhi
rahmetten uzaklaştırılmasına sebep olan insandı. Gönlünü intikam
duyguları bürümüştü. Cüretkâr bir edâ ile bu duygularını Yüce
Allah'a şöyle açıkladı:
"- Beni azdırdığın için yemin ederim ki, yeryüzünde kötülükleri
onlara güzel göstereceğim ve onların hepsini saptıracağım."(Hicr,
15/39.)
Aldığı cevap şu idi:
"Halis kullarım üzerinde senin bir nüfûzun olamaz. Ancak sana
uyan sapıklar bunun dışındadır."( Hicr, 15/42)
"Yerilmiş ve koğulmuş olarak defol. Yemin olsun ki, insanlardan
sana kim uyarsa; sizin hepinizi Cehennem'e dolduracağım."
(A'raf, 7/18)
Şu halde şeytana uyan ondan, onun tebaasından olup onun
âkıbetine uğrayacaktır. Bu âyetlerden de anlaşılacağı gibi şeytana,
Allah'ın hâlis kulları üzerinde etkili olabilecek hiç bir güç
verilmemiştir. Buna göre düşüncesinde, yaşayışında ve huyunda
şeytana karşı olan insan, "Allah'ın kulu" sıfatını koruyacaktır.
Şeytana âit bir vasfı taşıyan kimsede ise, şeytandan bir haslet var
demektir .( Daha fazla bilgi için Bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi,
Şeytan md.)
Şimdi bu macera Kur'an-ı Kerîm'in hemen başında anlatılır ve
Müslümanlar bu konuyu iyi bilirler. Bu yüzden bu mevzudaki
ayet ve hadisleri ve gerekli açıklamaları uzun uzadıya yazmayı
gerekli görmüyoruz.
Bizce işin ilginç yanı ilk ırkçının kim olduğu, sözde gerekçesi ve
kötü akıbetinin belirtilmesidir ve zannımca bu kadarcık bir bilgi
bile maksada kafidir. Anlayana sivri sinek sazmış.
Bazı yorumcular "kavmini sevmek ırkçılık değildir" diyorlar.
Elbette öyledir, aksini söyleyen mi var?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder