6 Şubat 2013 Çarşamba

Wikileaks: Neden Türkiye? Bizden neden korkuyorlar?-Edelman benim de kellemi istemişti-WikiLeaks İsrail mi? Tel Aviv bağlantısı...Medya dünyasında CIA'nın parmak izi-Meğer ne kirli ilişkiler varmış...Ama bunları hep söyledik.. İBRAHİM KARAGÜL


Wikileaks: Neden Türkiye? Bizden neden korkuyorlar?

Gizli ilişkiler deşifre oldukça soruların sayısı da artıyor. Öğrendikçe merak, bildikçe endişe çoğalıyor. Ülkelerarası ilişkilerde görünenin dışındakilere tanık oldukça, gerçek niyetleri fark ettikçe, örtüler kalktıkça, mahremiyetler ortaya serildikçe, perde açıldıkça, görünen resmin ne kadar yanıltıcı olduğu, gerçeğin ne kadarını teşkil ettiği, dostlukların ve düşmanlıkların aslında keskin çizgilerden ibaret olmadığı, bilemediğimiz gayri resmi bir tarihin söz konusu olduğu, güç ilişkilerinin büyük oranda bu çerçevede şekillendiği gibi...
Yıllardır burada, aslında o gayri resmi tarihin üzerindeki örtüleri kaldırmaya, gerçeği bulmaya, inandırıldığımız şeylere değil, doğru olana ulaşmaya çalıştık. Bunu yaparken de, bazılarına çok uçuk gelen iddialara ve bilgilere yer verdik. Şaşırttık... "Bu kadarı da olamaz" dedirttik... Gün geçtikçe, başka kaynaklardan bilgiler sızdıkça doğru yolda olduğumuzu, bilgilerin bir kısmına resmi tutanakları görmeden ulaştığımızı ve aktardığımızı gördük.

Wikileaks'in; Afganistan'la ilgili 7 bin, Irak'la ilgili 400 bin belgeden sonra, ABD Dışişleri'nin kayıtlarını yayınlaması ortalığı kasıp kavuruyor. Açıklanan belgelerden sekiz bine yakını Türkiye ile ilgili. Hemen söyleyeyim: Bu bilgilerden, ulaşabildiklerim dahilinde, beni şaşırtan hiçbir şey olmadı. Şok edici belgeler yok yayınlananlar arasında. Türkiye, ABD, bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri, tehditler ve ülkelerin pozisyonlarıyla ilgili "heyecan verici" bilgilerden bir çoğu zaten biliniyor.
ABD-Türkiye arasındaki güvensizlik alanları, teröre destek verme konusundaki iddialar, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye yönelik iki yüzlü politikaları, ABD derin devleti ile ilgili notlar, ABD'li diplomatların istihbarat mensubu gibi çalışmaları ve dahil olduğu bazı olaylar gibi.. Suudi Arabistan, Bahreyn, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerin, ABD'den İran'a müdahale etmesini istedikleri iddiaları gibi.. Hatırlıyorum; İsrail Lübnan'a saldırmadan önce bazı Lübnanlı liderler İsrail'e ülkelerine saldırması için adeta yalvarmışlardı. Yine bu ülkelerin, ABD'ye bağımlılık açısından nasıl da rahatsız edici durumda oldukları, kendi halklarına ve komşularına karşı ABD korumasına sığındıkları, kendilerine yönelik tehdidi abartıp, küçük hesaplar içine hapsoldukları, en büyük düşmanları İsrail ile dolaylı dayanışma içine girdikleri bir kez daha ayyuka çıktı.
İsrail'in, Mossad'ın Türkiye'de nasıl darbe arayışı içinde olduklarını gördük. Ama biz biliyoruz ki; 2003'ten bu yana İsrail, ABD'deki uzantıları ve Türkiye içindeki ortakları iktidarı devirmek için müthiş kampanyalar yürüttü, darbe senaryoları hazırladı. Başaramadılar sadece...
Yine İsrail'in Türkiye'den duyduğu rahatsızlıkları deşifre eden işaretler var dosyalarda. Yine biliyoruz ki; Türk-İsrail ilişkilerindeki gerilimin nedeni, Ankara'nın yakın çevresini toparlaması, ortaklıklar kurması ve İsrail'in alanını daraltması... Dolayısıyla, İsrail'in Türkiye karşıtı pozisyonunun gerekçeleri bizim açımızdan net biçimde belirgin.
Şok edici bilgiler açısından bakınca çok da şaşırmadık... Umarım gerçekten şok edici bilgiler; örtülü operasyonlar, suikast dosyaları, kirli para trafiği, ülkelerin kaderlerine değiştiren acımasız planlar, uluslararası kurumların emperyal hesaplar için seferber edilmesi, bulunduğumuz coğrafyada yüz binlerce ölüme neden olan operasyonlarla ilgili dehşete düşürecek bilgiler de açıklanır, sızdırılır ve insanlık aslında nasıl dehşet dengesizliği içinde yaşadığını anlama fırsatı bulur.
Ancak; her ne kadar içerik açısından şok olmadıysak da, diplomasi tarihinde görülmemiş oranda bir skandalla karşı karşıyayız. Dünyanın en büyük emperyal gücünün, olayları ve ülkeleri algılama biçimi gerçekten utanç verici. Son derece yüzeysel hatta gülünç.
Şüphesiz bu notların bir çoğu resmi kabul görmüş şeyler değil. Subjektif yorumlar, düşünceler paylaşılmış. Ancak ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın, BM çalışanlarının kredi kartı bilgilerinin çalınmasını istemesi gibi, yüz kızartıcı olanları da var. Aslında diploması çevrelerinin çok iyi bildiği şeyler kamuoyuna yansıdı, herkesin öğrenmesi sağlandı. Siber savaşı ABD büyük oranda kaybetti, sırlarının artık güvende olmadığı ortaya çıktı, kitleler belli bir azınlığın vakıf olduğu şeyleri öğrenme fırsatı yakaladı. Bu yönüyle, Wikileaks belgeleri gerçekten bazı şeyleri değiştirecek güçte. ABD ve İsrail'in Türkiye'nin Başbakanı ve Dışişleri Bakanı'yla ilgili kanaatleri, Türk dış politikasına yönelik korkuları bu ülkede uzun tartışmalara konu olmalı. Neden Türkiye'den rahatsızlar?
Sınırlarından taşan bir ülke var ortada çünkü. Eski tek yanlı bağımlılık ilişkilerini sorgulayan, kendi pozisyonunu kendi gelecek perspektifine göre şekillendirmeye çalışan, sahip olduğu çevresel gücün farkında olan, bu gücü öne çıkaran, hesapları bozan, bazılarının bu bölgedeki çıkar alanlarını daraltan bir ülke. Elbette karşı çıkacaklar.
Elbette bu gücü tekrar Anadolu'ya hapsetmek isteyecekler. Bir süre sonra bu niyetlerini açıkça ortaya koymaya başlayacaklar... Bu ülkenin temsilcilerini "tehlikeli", "deli" diyenler yarın bunu daha başka cümlelerle açıkça ifade etmekten çekinmeyecek... Bu durumları aslında bir korkudan kaynaklanıyor. Bizden korkuyorlar. Tarihi bugüne çağıran Türkiye'nin, kendini ve sahip olduklarını yeniden keşfeden Türkiye'nin hesapları nasıl altüst edeceğini çok iyi biliyorlar...
Wikileaks belgeleriyle ilgili çokça konuşmak gerekiyor: Kırılma noktalarını, gerçek niyetleri, ülkelerin duruşunu algılamak, işlerin nasıl yürütüldüğünü görmek, dünyanın gördüğümüz resimden ibaret olmadığını öğrenmek açısından... Sorulacak sorular, aranacak cevaplar var.
Belgeler yayınlanırken, neden Türkiye bu kadar öncelendi? ABD'den sonra en fazla belge Türkiye hakkında. Burası sorgulanmalı.
Neden Fransa, Almanya, Avrupa ülkeleriyle ilgili belgeler yok ya da bu kadar az?
Neden İsrail yok bu belgelerde? Ya da İsrail'i rahatsız edecek bilgiler? Çünkü İsrail, yeryüzünün her köşesinde yürütülen örtülü operasyonların tam merkezinde bir ülke. Yüz binlerce belgeyi ele geçirenler, neden çok hassas bilgileri ele geçirememiş? Yoksa belgeler elenerek, bazı bilgiler sansürlenerek mi yayınlandı? Öyleyse, farklı bir siber savaşa mı, bir operasyona mı tanık tanık oluyoruz?
En önemlisi de; Wikileaks kim, ne? Gerçek patronları kim? Bütün bunları sadece insanlık doğruları öğrensin diye mi yayınlıyor? Hangi ülke ya da gücün operasyonunu yürütüyor? Umarız bunları sorgulama fırsatı da yakalarız...

Edelman benim de kellemi istemişti

Madem Wikileaks'in Türkiye ile ilgili bilgilerinin çoğu ABD'nin o dönem Ankara Büyükelçisi Eric Edelman kaynaklı. Madem Türkiye'nin iç siyasete, medya mensuplarının büyükelçilik çalışanlarına dönüşmesine ilişkin tartışılabilir notlar ortaya çıkıyor...
Madem ABD'nin dağıttığı iddia edilen yüklü miktarda paranın Türkiye'de kimlere gittiği sorgulanıyor.. Ve madem; Edelman'ın talimatlarına pirim vermediği için, işgal politikasını yerden yere vurduğu için, kirli savaşla ilgili şok edici gerçekleri ortaya serdiği için kelleleri istenen gazeteciler var.. O zaman bir not da bize düşüyor. Çünkü kellesi istenenlerin başında biz vardık.. Ben ve Yeni Şafak'tan birkaç kişi daha... Bugünlerde Edelman dönemini sorgulayıp yerden yere vuranlar, Vikileaks belgelerinde Türk medyasının yüz kızartıcı ilişkilerine dair bilgi sızdırılır korkusuna kapılanlar arttıkça, Edelman dönemiyle ilgili bütün detaylar daha bir önemli hale geliyor.
Gazeteciler.com'da yayınlanan Cenk Açık imzalı yazıdaki, "Edelman hangi gazetecilerin kellesini istemişti" sorusunu görünce o günler tekrar belirdi zihnimde..
İşgal bütün şiddetiyle devam ediyordu. Her gün Irak'tan akılalmaz haberler, sarsıcı bilgiler alıyorduk. Canlı tanıklar ağlayarak telefonda bilgi veriyordu. İşkenceler, tecavüzler, katliamlar, yerleşim birimlerini haritadan silmeler, cami bombardımanları ve daha bir çok şey..
Bir gün bunları yayınladık. Irak'taki o meşhur işkence ve insanlık suçlarıyla ilgili en ciddi iddiaydı ve dünyada ilk kez yayınlanıyordu. Kıyamet koptu. ABD Büyükelçiliği, Eric Edelman müthiş bir öfkeyle karşı saldırıya geçti. İddia Amerikan basınında da yankılanmıştı. Bizi arayıp bilgi istediler. Hiç birine cevap vermedik.
Edelman'dan önce medya ayağa kalktı. Köşe yazarları bize çok ağır suçlamalarda bulundu. Hurriyet gazetesi üç gün, bu iddiayı örtbas etmek için Edelman üzerinden haber yayınladı. Bir muhafazakar gazetenin yayın yönetmeni aynı günlerde Edelman'la yaptığı söyleşiyi birkaç gün yayınladı. Tam bir kamuflaj operasyonu yapılıyordu.
Yeni Şafak yönetimine müthiş baskılar yapılıyordu. Günlerce bu baskılarla mücadele ettik. Kendi gazetemizde aleyhimize yazılar yayınlanıyordu. Edelman'la görüşenler soluğu gazetede alıyor, bizzat bana sert tepkiler gösteriyordu. Biz, gazeteyi iki paralık etmiştik, ABD ile ilişkileri bozmak gibi çok büyük bir günah işlemiştik. Gazete yönetimi ve sahipleri değil yazarları bu baskıyı yapıyordu.
Şahsıma karşı acımasız bir itibarsızlaştırma, değersizleştirme, etkisizleştirme, yalnızlaştırma kampanyası yürütüldü. Bu kampanyada kimlerin ne yaptığını hiçbir zaman paylaşmadım. Yaşanan stresi kimseye söylemedim. Sadece şu sözü verdim kendime: Hiç kimseye kızma, kinlenme... Ancak bunu unutma. Sadece günü gelince hatırlat...
Hayal kırıklığı çok şiddetliydi. Susturulmamız isteniyordu. Yazılarımıza son verilmeliydi. Ve bu apaçık yapılıyor, bu yönde talepler iletiliyordu. "bu adam ABD ile ilişkilerimizi bozacak, yazılarına son verilmeli" deniliyordu.
Birileri, Edelman adına linç kampanyası yürütüyordu.
Sadece gazeteciler mi? Adı bizde saklı bazı siyasilerin bu konuda neler yaptığını biliyorduk. ABD'ye giden, etkili çevrelerle görüşen bir siyasetçi (adı bizde mahfuz) eline tutuşturulan bir mektuplar soluğu gazete binasında alıyor, kelle avcılığı yapıyordu. Bu operasyonda kimlerin ne yaptığı bilgisine elbette sahibiz.. Ama isimler üzerinden hiçbir zaman konuşmadık, konuşmayacağız...
Bütün bunlar 2005 yılında oluyordu. Vikileaks notlarının yazıldığı günlerde.
Edelman, bazı gazetecilere talimatlar yağdırıyor o gazeteciler de aynı öfkeyi bize yöneltiyordu. Nasıl olurdu da, ABD'ye, ABD ordusuna böyle şeyler yakıştırabilirdik. Sadece Türkiye'nin ABD ile ilişkilerini değil, gazetemizin ilişkilerini de riske atıyorduk. Yıllar sonra, o günlerde bizi haşlayanlardan birinin, Edelman'la ilgili bir yazıda, o haberi ilk bizim gazete verdi diye övünmesi ne ibretlik bir durumdu.
Yıllar geçti, o haber doğrulandı. Çok daha beter şeylerin olduğunu öğrendi dünya. Ama o zamanlar Edelman'ın talimatıyla terör estirenler, bu kötülükleri gizlemeye çalışanlar her şeyi unutmuş gibi yaptı ve Edelman'ın kötülüklerinden söz eder oldu.
Medya, adeta ABD Büyükelçiliği'nden yönetiliyordu. Çok az sayıda insan, savaşa, işgali ve dehşet verici gelişmelere karşı sesini yükseltiyordu. Onların da kelleleri isteniyordu. Yeni Şafak'ta kellesi istenenlerin başındaydım.. Çünkü o haber ilk kez bizde yayınlandı ve dünyayı karıştırdı.
Herkes kendi vicdanıyla hesaplaşmalı şimdi. O günlerde, haftalarda, aylarda yaşananları, yaşatılanları unutmam mümkün değil. Gazeteden istifa kararımı vermiştim. Ama bugünleri görebilenler beni korudu. O günün öfkesiyle, telaşıyla kıyameti koparanlar bugün hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Elbette bu beceri işi. Böyle yapanlar her devirde haklıdır, biliyorduk bunu. Ama yine de öyle olmamaya karar verdik.
Ne oldu? Kellelerimiz alınamadı. Bütün pislikler bizlerin dediği gibi ortaya çıktı. Herkes yalanlarıyla baş başa kaldı. Şimdi Edelman'ın palavra notlarıyla yüzleşiyor Türkiye. Bu kişiler de Edelman'ı kötüleme yarışına girdiler.
Gerçekten de, o günlerde ABD'nin yüklü miktarda para dağıttığı tartışılıyordu. Umarız bir sonraki Wikileaks belgelerinde bu isimler de sızar. Daha bitmedi. Asıl şok edici gerçeği o zaman göreceğiz.. Bizim kellelerimiz hâlâ yerinde duruyor. Başımız öne eğilmedi, eğilmeyecek de...

WikiLeaks İsrail mi? Tel Aviv bağlantısı...

WikiLeaks belgeleri, içeriği ile bütün dünyayı sarsmış gibi görünse de aslında "nasıl bir operasyon", "kimin operasyonu" sorusu çok daha önemli..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün özellikle bir ülkeye, İsrail'e vurgu yapması, imalarda bulunması, "bakalım ne çıkacak, daha bir şey görmedik" demesi, VikiLeaks operasyonu hakkında, bir çoklarında varolan şüpheleri paylaştığına işaret ediyor. İçerikle ilgili yeni ayrıntılar açığa çıktıkça bu soru işaretleri daha da çoğalıyor...
Peki WikiLeaks operasyonu nedir? Kim, ne yapmak istiyor? Bir grup gönüllü, insanlık adına kirli ilişkileri açığa mı çıkarıyor? Ya da çok derin, sistematik, uzun sürecek bir psikolojik operasyon mu söz konusu? Peki neden?
Çok ciddi iddialar var.. Birlikte bakalım...
20 milyon belgeden söz ediliyor. Şu ana kadar yayınlanan belgelerin yüzbinlerle sınırlı olduğunu düşünürsek operasyonun büyüklüğü daha iyi anlaşılır...
WikiLeaks ile İsrail arasındaki bağlantıya ilişkin giderek somutlaşan kanıtlar çıkıyor ortaya.. İz sürenler Tel Aviv'e, ABD'deki Yahudi lobi kuruluşlarına uzanıyor.. Açıkça söylemek gerekirse; en keskin iddia şu:
WikiLeaks'in patronu, ABD'deki Yahudi lobi örgütlerinin en büyüğü olan Amerikan-İsrail İlişkileri Komitesi AIPAC (American Israel Public Affairs Committe).
Bilgiler bu kuruluşun mensupları tarafından toplanıyor. Yüz binlerce bilgi buraya akıyor. AIPAC; ABD yönetiminin, Dışişleri'nin, Pentagon'un, ekonomi kuruluşlarının, uluslararası kurumların hassas yerlerinde bulunan üyeleri üzerinden dev bir casusluk şebekesini yönetiyor.
AIPAC, rutin şekilde kendisine akan bilgileri topluyor, tasnif ediyor, sansürlüyor, yayınlanmasına karar verdiğini Wikileaks üzerinden servis ediyor.
Neye göre? Tabii İsrail'in ABD içinde ve dünyadaki çıkarları, önceliklerine göre. Türkiye'nin böylesine hedef gösterilmesinin nedeni de bu.
Yani Wikileaks tam bir istihbarat operasyonu ve Tel Aviv trafındoan yönetiliyor.
Son belgelerin yayınlanmasından bir hafta önce AIPAC'ın talimatları doğrultusunda İsrail adına casusluk yayan bir kişi görevden alındı. Suçustü yakalanmıştı. Ancak medya bu bilgiye pek itibar etmedi!
Dile kolay, şimdiye kadar en az 20 milyon belgenin çalındığı ve AIPAC'a sızdırıldığı söyleniyor. Pentagon dahil, ABD yönetiminin bütün birimlerinde sızıntının adresi olarak bu örgüt öne çıkıyor... Ve örgüt ABD'de en çok korkulan lobi kuruluşlarından biri... Çünkü siyasilerin bir çoğu örgütün finansal desteği ile bugünkü bulundukları pozisyonlara gelmiş..
Sadece Dışişleri Bakanlığı'na değil, Pentagon ve diğer kurumlara ait belgelerin önümüzdeki dönemde İsrail politikaları doğrultusunda yayınlanacağı öne sürülüyor.
Operasyonun amacı; Barack Obama yönetimini zora sokmak, 2012 seçimini kaybetmesini sağlamak, Ortadoğu'da dengelerin İsrail aleyhine gelişmesinin önüne geçmek, Washington üzerinde bakıları artırmak ve onu İsrail polikalarına yönlendirmek olarak gösteriliyor.. Tabii bugünkü yorumlar bunlar... Bu yönüyle operasyon, bir nevi şantaj..
Türkiye'nin bu yayınların hedeflerinden biri olduğu, Mavi Marmara gibi olaylar ve Ankara'nın bölgesel yakınlaşmasının İsrail'in alanını daraltmasına misilleme olduğu, Türkiye hakkında yeni bilgilerin servis edileceği, bu yönde kapsamlı bir operasyon yürütüldüğü söyleniyor..
Belgelerde hiçbir şekilde İsrail'i rahtsız edecek bir unsurun bulunmamasına, bu ülkenin Avrupa, ABD, Doğu Avrupa, Irak, Yemen, Somali ve daha bir çok bölgede yürüttüğü terör saldırılarına, suikastlere, örtülü operasyonlara atıfta bulunulmamasına dikkat çekiliyor.. İsrail'i yaralayan, rahatsızlık veren her ülke, her kişi bu operasyonun hedefi...
İddialar böyle..
Türkiye hakkında yayınlanan notların büyük çoğunluğu ABD'nin Türkiye eski Büyükelçisi Eric Edelman dönemine ait. Neocon ve İsrail aşırı sağına bağlı bir isim Edelman.. Türkiye'de bir sömürge valisi gibi hareket eden, gazetecileri azarlayan, talimatlar veren, onları cezalandırmaya kalkışan ama cevabını da alan Eric Edelman bu.. Onu çok iyi tanıyoruz...
Aslında bu operasyonu biz beş yıl önce biliyorduk... Bir hatırlatma yapayım:
2005 yılında ABD Savunma Bakanlığı'nda patlak veren casusluk skandalı inanılmaz bir boyut kazanmıştı. Douglas Feith gibi (Edelman'la aynı cemaate) İsrail aşırı sağına mensup birinin yönetimi altında çalışan Larry Franklin adlı Pentagon çalışanının, ABD'nin Irak ve İran'a ilişkin gizli dosyalarını Amerikan-İsrail İlişkileri Komitesi'ne (AIPAC) aktarması (bu bilgilerin bir kısmı WikiLeaks tarafından yayınlandı), oradan da bu dosyaların İsrail'e ulaşmasıyla ilgili skandalın üstünu örtmek için çok çaba harcandı. Skandalın birinci ve ikinci adamları tespit edilemedi. Gerçi Douglas Feith gibi isimlerin ofisleri incelemeye alındı ama göstermelik bir soruşturmaydı bu. Olay kapatıldı..
WikiLeaks olarak bildiğimiz operasyon ile AIPAC arasındaki bağlantı daha 2005 yılında ortaya çıkmıştı.. WikiLeaks üzerinden yayınlanan bilgiler o döneme ait ama bir şey daha var: Casusluk skandalı aslında çok derin bir operasyonun küçük bir görüntüsüymüş..
Şimdi anlıyoruz ki, o zamandan beri operasyon devam ediyormuş.. Beş yıl önce bu konuyi tartışırken aslında bugünü tartışıyormuşuz.. AIPAC, Fetih gibi, Edelman gibi ve dahe nice çok bilinen isim bu şebekenin içindeymiş...
Bu dosya çok büyüyecek..

Medya dünyasında CIA'nın parmak izi

Tam altı yıl önce, 10 Haziran 2004'te burada bir uyarı yapmış ve can alıcı bir soru sormuştuk: "Bu sefer düdük Müslümanlar için çalabilir. Yeni kültürel Soğuk Savaş'ta CIA kimleri finanse ediyor?" Altı yıl sonra, bazı bilgiler, notlar dışarı sızdı ve o soru anlamlı hale geldi. Bize göre vakit çok erken geldi. Söz konusu tartışmanın çok daha sonraları yapılacağını öngörüyorduk. Ancak Wikileaks sızıntısı bir çok tartışmayı olduğu gibi, bu konuyu da öne çekti.
İngiliz gazeteci ve tarihçi Frances Stonor Saunders; "Who Paid the Piper: The CIA and the Cultural Cold War" (Parayı Verdi Düdüğü Çaldı. Doğan Yayıncılık) adlı kitabı yayınlandığı zaman, Soğuk Savaş dönemindeki kültürel savaşın bütün boyutları, CIA'nın kültür dünyasını nasıl finanse ettiği gözler önüne serildi.
2. Dünya Savaşı sonrası ABD ile Sovyetler arasında başlayan ve 1990'lara kadar süren Soğuk Savaş'ın kültürel propagandaya dönük şifreleri ortaya çıkınca, aslında kitlelerin nasıl bir operasyonla karşı karşıya olduğunu anladık.
Soğuk Savaş sonrasında Müslüman ülkelere yönelen bu kültürel savaş sonrasında düdük çaldığında ne tür acı gerçeklerin ortaya çıkacağı çok önemliydi. İşte bu dönemde, İslam dünyasına yönelen kültürel savaşın boyutları konusunda ciddi biçimde düşünmeliydik.
Kitapta CIA'in aydınları, yazarları, akademisyenleri, medya mensuplarını, sanatçıları, şairleri ve müzisyenleri nasıl kullandığına dair önemli bilgiler veriyor. Marshall Planı ile paralel yürütülen çalışma çerçevesinde, Jackson Pollock, Irving Kristol, Andre Malraux, Reinhold Neibuhr, George Orwell, Bertrand Russell, Stephen Spender, Arthur Schlesinger Jr., Arnoldo Toynbee, Vladimir Nabokov, Jean-Paul Sartre, Herbert Spencer gibi daha birçok yazarın CIA tarafından finanse edildiğini öğreniyoruz.
Gazete, dergi, kitap ve radyoların nasıl kullanıldığı, Orwell'ın "1984" ve "Hayvan Çiftliği" gibi kitaplarının CIA tarafından basılıp dağıtıldığı, yine CIA'nın "demokratik sol" grupları komünizme karşı kullandığı ve bu çevrelerin yayınlarını finanse ettiği, sinemaya büyük paralar aktarıldığı, onlarca dergi çıkarıldığı, Amerikan yemek kültürünün, giyiminin, şarkılarının ve sanatının teşviki için kültür merkezlerinin, sinemanın, tiyatronun desteklendiği anlatılıyor.
CIA'nın gizlice para desteği verdiği Çehov Yayımcılık Şirketi aracılığıyla Çehov'un yapıtları büyük ölçüde çevrildi ve dağıtıldı.
Berlin'deki Amerika-Hauser'de CIA'nın önerisiyle Lillian Hellman'ın, Eugene O'Neill'in, Thornton Wilder'in, Tennessee Williams'ın, William Saroyan'ın, Clifford Odets'in, John Steinbeck'in oyunlarının sunulduğu gibi..
Kültürel Özgürlük Kongresi, otuz beş ülkedeki bürolarıyla yüklü miktarda para akıtarak ,"kültürel soğuk savaş"ı yürütüyordu. Almanya'da Der Monat, İngiltere'de Encounter gibi dergiler çıkarılıyordu. CIA'nın kalesi Encounter, 1953'te başladığı yayınına 1990'da son verdi. Soğuk Savaş'ın başlangıç ve bitiş tarihleri bunlar.. Artık böyle bir yayına ihtiyaç yoktu. New York Times 1977'de 1000 kadar kitabın yayımında CIA'nın payı olduğu iddiasında bulundu.
Peki bu yeni dönemde nasıl bir proje yürütülüyordu? Türkiye dahil, Müslüman ülkelerdeki kültürel savaşa ilişkin ne biliyorduk? Bir gün gelecek, düdük çalanların sırları ortaya çıkacak ve bizler de öğrenecektik. Hem de büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlıkla...
Soğuk Savaş bitmişti ve yeni tehditler söz konusuydu çünkü. İlgi, yoğunluk ve para artık bu bölgeye akıyordu. Siyasetin, askeri güvenlik projelerinin dışında kültür, sanat, edebiyat dünyasına, sivil toplum kuruluşlarına ve medyaya yönelik operasyonlar yürütülüyordu. Amaç, büyük bir dönüşümdü, bunu biliyorduk. Ancak operasyonda rol alanların kimlikleri için daha çok bekleyecektik.
Gerçekten de bu dönemde Fas'tan Endonezya'ya uzanan kuşakta yürütülen kapsamlı operasyonun yanı sıra, dönemsel projeler, kamuoyu çalışmaları yapılıyor ve medya etkin biçimde kullanılıyordu. Irak işgali döneminde, kitlelerin direncini kırmak için bir çok ülkede milyon dolarlık projeler yürütüldü, Türkiye buna dahil.
Bu paralar nereye, kimlere gitti, elbette bilmiyoruz. Ama bu ülkede, ülkelerde tüketildi. Birileri, perdeleme çalışmaları için inanılmaz çaba sarfediyordu. İşgal ve saldırganlığa dönük her tepki, eleştiri şiddetli karşı görüyor, etkisizleştiriliyor, o kişi ve çevre değersizleştiriliyordu.
Can alıcı sorular şunlardı:
Dolarlar nerelere aktarıldı? Projeler için kimler kullanıldı? Türk medyası bu projelerden ne ölçüde etkilendi? CIA adına perdeleme yapanlar kimlerdi?
Wikileaks belgeleri bazı tartışmaları erkene aldı. ABD'nin Ankara eski Büyükelçisi Eric Edelman'la ilgili tartışma gibi. Ancak kimlerin o dönemde kuryelik, tetikçilik yaptığı, kimlerin nasıl ödüllendirildiği, kimlerden düzenli notlar alındığı belki de yeni yayınlanacak belgelerde olmayacak, sansürlenecek.
Türk medyasında CIA'nın parmak izlerini merak etmeye devam edeceğiz. Ta ki, düdüğü çalanlarla ilgili yeni bir kitap yayınlanana kadar. Soğuk Savaş döneminde sol grupları ve kişileri kullananlar bu sefer muhafazakar kişileri ve çevreleri kullanmış olabilirler mi?
Bunu

Meğer ne kirli ilişkiler varmış...

Dünyayı sarstığı söylenen sızıntı gerçek anlamda Ortadoğu'yu sarsıyor, sarsacak da.. "Artık ABD diplomatlarına güvenemeyiz" diyen S. Arabistan Kralı son derece haklı. Çünkü, her ne kadar Wikileaks notlarında İran hedef alınsa da, İran kadar da Suudi yönetiminin gizli ilişkileri deşifre oldu. Yıllardır, bölgede tek sorun Arap-İsrail sorunu değil, bir başka derin ve son derece tehlikeli kamplaşma var derken anlatmak istediğimiz bugünlerde ayyuka çıkıyor. "Şii Ekseni'ne karşı Sünni Blok" projesinin ne kadar ileri boyutlara taşındığı daha bir belirginleşiyor.
Wikileaks notlarında işte bu düşmanlıkla, kamplaşmayla ilgili ilginç detaylar var. Bu yüzden belgeler en güçlü etkisini Ortadoğu'da gösterecek gibi. Son yayınlananlar arasında Lübnan üzerinde nasıl bir oyun tezgahlandığına dair çarpıcı ifadeler var. Şöyle:
S. Arabistan'ın Hizbullah'ı yok etmek ABD ve NATO'yu Lübnan'a müdahale etmeyi önerdiği, teklifin Dışişleri Bakanı Suud el Faysal tarafından ABD'nin Irak özel danışmanı David Satterfield'e iletildiği gibi.. Faysal, böyle bir müdahalenin Hizbullah ile sorun yaşayan Lübnan hükümetine destek niteliğinde olduğunu söylemiş. Ayrıca Beyrut'a; BM çatısı altında bir Arap birliği konuşlandırılmasını istemiş.
Lübnan'da Hizbullah'ın zafer kazanmasının Fuad Sinyora hükümetinin sonunu getireceğini, bunun da ötesinde ülkenin İran tarafından ele geçirileceğini anlatmış. Böyle bir durumun Irak, Filistin ve Afganistan ile beraber düşünüldüğünde ABD ve bölge ülkeleri için bir felaket olacağını ifade etmiş. Mısır ve Ürdün'ün de bu öneriye sıcak baktığını söylemiş ve "İran'ı Lübnan'da yenelim" demiş.
Bu cümlelerin hiç biri benim için şaşırtıcı değil. Ama bazıları için şok edici olmalı. Geriye dönüp baktım. İsrail'in Lübnan'a acımasızca saldırdığı günlere. Bunların hemen hepsini burada aktarmışız. Yukarıdaki öneriyi haber veren şu cümleler 25 temmuz 2007 tarihinde bu köşede verilmiş:
Suudi yönetimi ABD Başkanı George Bush ve Dışişleri Bakanı'yla görüşme istiyor. Neden? İsrail saldırılarını durdurmak için mi? Hayır! ABD ve İngiliz askerlerini Lübnan'a yerleştirmek için... Onlar ABD askerlerinin NATO bünyesinde Lübnan'a yerleştirilmesine çoktan karar verdiler. Bunlar ise, bir yandan bunun için çabalıyor diğer yandan İsrail'le çatışan grupları kınamaya devam ediyorlar!
Güney Lübnan'ın yerle bir edildiği savaş için bazı bölge ülkelerinin İsrail'i teşvik ettiğini çok iyi biliyorduk. Lübnanlı bir siyasi liderin İsrail'e adeta yalvarıp, gelin ülkeme saldırın niteliğinde taleplerde bulunduğunu da. Bu, yeni bir durum değildi, yıllardır devam eden hastalıklı bir bakıştı.
Afganistan işgal edilirken de, Irak işgal edilirken de aynısını yaptılar. ABD ve İngiltere'nin önünü açtılar. Irak'ta iç savaş, etnik savaş, mezhep savaşı projelerine kapı araladılar, destek verdiler. Filistin'deki işgali ve insanlık trajedisini yıllarca istismar ettiler; kendi halklarının öfkesini kontrol altına almak için Filistinli çocukların kanını kullandılar! Onlarca yıldır Ortadoğu'da yaşanan işgallerde, sömürüde, aşağılanmada, yoksullukta, yolsuzlukta ve kaosta hep bu bakışın vebali var. Bu bakış bazen Taliban'la, bazen Saddam'la, bazen mezheple, bazen terörle meşrulaştırıldı.
Lübnan'a yönelik ABD-İsrail saldırısı, devam ederken S. Arabistan'ın, Mısır'ın ve Ürdün'ün saldırıdan Hizbullah'ı sorumlu tutmaları, İsrail'e karşı seslerini yükseltememeleri, ABD'yi ağızlarına bile alamamaları, Arap Birliği zirvesinde sergiledikleri tutum ne utanç vericiydi! Beyrut harabeye dönerken onlar kendi toplumlarına, kendi coğrafyalarına, kendi tarihlerine sırtlarını dönüyordu. ABD/İngiliz/İsrail cephesinin istediği gibi, olayı hemen mezhep farklılığına getirdiler.
Suudi din adamlarından Şeyh Abdullah bin Cebr'in şu fetvasını bölge ve dünya medyasına yansımıştı o günlerde: "Hizbullah'ı desteklemek hatta onun başarısı için dua etmek bile haramdır." Sünniler Hizbullah'ı kınamalıymış, ona sempati besleyenlerle arasına mesafe koymalıymış, böylece onların İslam düşmanlığını ortaya koymalıymış! İsrail bir açıklama yapsa ancak bu kadarını söyleyebilirdi. ABD ve İngiltere Müslümanları birbirine boğazlatmak için bir tahrike girişse ancak bu kadarını yapabilirdi. ABD televizyonları fetvayı büyük bir sevinçle yayınladılar.
Bazı çevreler söz konusu fetvayı yalanladılar çünkü çok büyük tepkiye yol açmıştı. Başkentler Hizbullah üzerinden İran'ı İsrail silahlarıyla vurmaya çalışırken, sokaklardan bambaşka sloganlar yükseliyordu çünkü.
Tam bu açıklamalar yapılırken S. Arabistan'la ABD arasında 6 milyar dolarlık silah anlaşmaları imzalanıyordu. Black Hawk ve Skorsky helikopterleri, 724 tane askeri araç, iletişim sistemleri ve askeri mühimmat için imzalar atılıyordu. Bu açıklamalar yapılırken S. Arabistan ile İngiltere arasında 10 milyar dolarlık savaş uçağı anlaşmaları için son görüşmeler yapılıyordu. 71 Eurofighter savaş uçağını içeren pazarlıklar yapılırken Lübnan'ın canın cehenneme'ydi..
Oysa 10 milyar değil, bir trilyon dolarlık silah da alsalar, Beyrut'a düşen bombaların onların da tepesine düşme ihtimali çok yüksekti. 11 Eylül saldırılarından hemen sonra nasıl hedef listesine alındıklarını biliyoruz. Wikileaks belgeleriyle o örtülü ilişkileri sokaklara servis ediyorlar şimdi... Bu kadar işbirliği, ortaklığa rağmen, aynı başkentlerin bütün gizli defterleri açılıyor şimdi. Kim, neden yapıyor bunu dersiniz... Neden İsrail'in gizli operasyonları, ilişkileri değil de onlarınki?
Bunları düşünmek lazım.. çok merak ediyorum...

Ama bunları hep söyledik..

Bazı bilgiler, altında imza olan yazışmalar bizi hem aydınlatıyor hem haklı çıkarıyor. Her ne kadar "Wikileaks operasyonu"yla ilgili soru işaretlerini daha çok önemsiyorsak da, yıllardır burada yazılan bazı gerçeklerin o notlardan çok daha kapsamlı bilgiler içerdiğini görmek beni bile hayrete düşürüyor.
Böyle olunca da, bugünküler gibi "üçüncü sınıf" bilgilerin değil çok daha hassas, mahrem bilgilerin de bir gün sızabileceği düşüncesi heyecanımı artırıyor. Ayrıca, şahsıma karşı kullanılan itibarsızlaştırma, değersizleştirme kampanyasının ne kadar haklı olduğunu bugünlerde daha iyi anlıyorum. Bütün dikkatlerimizi gerçekleri aramaya yoğunlaştırdığımız için bunları algılamakta ihmalkar davranmışız.
Paylaştığımız acı şeyler de vardı. Mesela işkence uçakları gibi. Türkiye dahil, bir çok ülkede varolduğu iddia edilen gizli sorgu evleri gibi. İnsan hakları konusunda dünyayı titreten ülkelerin nasıl bir terör, işkence ortaklığı yaptığı gibi. Kirli para trafiği, Afganistan'dan New York'a ulaşan uyuşturucu trafiğinde kimlerin eli olduğu gibi, dev miktarda paranın nasıl paylaşıldığı gibi, suikastler gibi.. Bir gün bunlar da çıkacak ortaya. O zaman gerçekten çok şaşıracağız...
İki konudan söz edeceğim bugün: Papa'nın Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişe nasıl karşı durduğu ve Etiyopya ordusunun Somali'yi işgalinin arkasındaki kirli pazarlıkları.
Wikileaks notlarında 2004 yılında kardinal olan, 2005'te Papa olan ve 2006'da Türkiye'yi ziyaret eden Papa 16. Benediktus'un, Türkiye'nin AB üyeliğine kesin olarak karşı çıktığı, bir Müslüman ülkenin AB üyesi olamayacağına inandığı belirtiliyor. Aynı yıllarda "O bir şahin" nitelemesiyle birlikte Ratzinger'in, Hristiyan Birliği çağrılarını, Türkiye'yi kesinlikle AB içinde görmek istediğine ilişkin sözlerini tartışırken bu bakışın Batı karşıtlığından kaynaklandığı suçlamalarına muhatap olmuştuk. Oysa Ratzinger, Bizans İmparatoru Manual II Paleologos'tan şu cümleleri alıntı yapıyordu: "Hz Muhammed, gayri insani ve şeytanca olanın dışında hiçbir şey getirmedi."
Karikatür krizinin ortamı alabildiğine gerdiği dönemlerde bu sözler AB Yüksel Temsilcisi Javier Solana'yı bile ürkütmüştü. Bazıları buradan destek alarak Müslümanlara karşı kampanyalar başlatmıştı. O dönemde bunları sorgularken, tam da 21. "Yüzyıl Papası" demiş, İslam karşıtı kampanyanın derinliğine dikkat çekmiş, AB'nin bir medeniyet projesi gibi algılandığını ve Türkiye'ye kapıların açılmayacağını not etmiştik.. Şimdi notlar ortaya çıktı... Gerçekten de işin aslı böyleymiş...
2006 sonlarında 50 bin Etiyopya askeri Somali'yi işgal etti. Sızdırılan bilgilerde işgal projesinin ABD tarafından geliştirildiği, Etiyopya'ya bu ülkeyi işgal emri verildiği belirtiliyor. O günlere dönelim: 28 Aralık 2006'da "Abizaid bir ziyaretle kirli savaşı başlattı" başlığı altında CENTCOM generali John Abizaid'in 4 Aralık tarihli Etiyopya ziyaretine atıfta bulunarak bu kirli savaşı şöyle anlatmıştık.
Orta Asya ve Ortadoğu'dan sonra üçüncü cephe açıldı. Afganistan, Irak, Lübnan ve Filistin'den sonra beşinci savaş, en az Yemen kadar en az Basra Körfezi kadar, en az Doğu Akdeniz kadar önemli olan bir başka coğrafya'da, Doğu Afrika'da, Afrika Boynuzu olarak nitelene Somali'de başlatıldı.
11 Eylül'den hemen sonra Cibuti'yi askeri üsse dönüştüren, Kızıldeniz'i abluka altına alan ABD, yine terör ve El Kaide argümanını önümüze sürerek bir ülkeyi daha işgal ediyor. Ama bu sefer doğrudan değil, Somali'nin sınır komşusu Etiyopya askerleriyle. ABD tarafından eğitilen, silahlandırılan, finanse edilen Etiyopya askerleri Somali topraklarını işgal ediyor, bombalıyor, ABD donanması da denizden abluka altına alıyor. Haziran'daki çatışmalar sırasında ABD, İslamcı gruplara karşı terör gruplarına açıkça finans ve silah desteği verdi ve örtülü operasyonlarla bu çatışmada yerini aldı. Ama başarılı olamadı.
ABD, 1993 yılında Somali'ye binlerce askerin katıldığı kanlı bir operasyon yaptı. Korkunç bir facia yaşadı. Tam anlamıyla fiyaskoydu. Amaç, her zamanki gibi insani bir müdahaleydi! Oysa beş ABD firması Somali topraklarının üçte ikisini petrol ve doğalgaz sondajları için neredeyse kapatmıştı. Operasyon, bu şirketlerin çıkarlarını güvence altına almak için yapılmıştı.
Bütün Afrika'ya açılan ve ABD'ye karşı bir denge oluşturan Çin, Sudan'a 3 milyar dolarlık enerji yatırımı yaptı. Güney'den Kızıldeniz'e petrol boru hattı döşeyecekti. Asya'nın Sudan çıkarmasına ABD, petrol ve doğalgaz zengini Darfur ile cevap verdi.
Somali, tıpkı Yemen gibi, enerji güvenliği için kritik bir ülke. Başkalarının kontrolüne geçerse ABD'nin Afrika-Ortadoğu bağlantısı çökecek. ABD'nin Afganistan'ı işgal gerekçesi neyse, Yemen'i kontrol altında tutma gerekçesi neyse, Somali'yi kontrol etme gerekçesi de o.
1993'teki operasyon bir başka şekliyle tekrar başlatıldı, şirketlerin önü açılacaktı. Örtülü operasyonlara sonucu iç çatışma yeniden patlak verdi. Bu, büyük enerji savaşının ve jeopolitik oyunun yeni bir aşamasıydı. Ama hesap yine tutmadı. ABD karşıtı güçler kazandı. Somali'de ikinci hezimetti bu. Altı ay geçmedi. ABD bu sefer Etiyopya üzerinden saldırıya geçti.
Tereddüdü olanlar için bir not daha: ABD'nin Irak ordularını komuta eden General John Abizaid, bu ay Etiyopya'daydı. Birkaç gün sonra Etiyopya ordusu ABD ile birlikte saldırıya geçti. Ne ilginç değil mi? Tam da Çin Devlet Başkanı Hu Jintao'nun Kenya, Sudan ve Etiyopya'ya gidip enerji anlaşmaları yapmasından sonra.
Bunlar işgal devam ederken yazılmıştı. Bazen iyi bir okuma, resmi belgelerden daha fazla şey anlatır. İzninizle bu kadarını bari söyleyelim...




Hiç yorum yok: