3 Şubat 2013 Pazar

Avrupa Gladiosu-Abdulkadir Selvi


Katil cinayet mahalline uğrar diye bir kural vardır. Buna bir de gazeteciyi eklemek gerek.

Dün yine patlamanın olduğu ABD Büyükelçiliği'nin önündeydik.
Olayın olduğu günkü koşturmacadan, telaştan eser yoktu.
Tam tersine insana huzursuzluk veren bir sükunet vardı.
Sokağın girişine çekilen güvenlik bandı, karşı kaldırımın bulunduğu yerden hafifletilmişti.
Oradan girip sokağı baştan sona yürüdüm. Türkiye'nin belki de en sıkı korunan sokağında canlı bomba eylemi gerçekleştirilmişti.

Patlamanın olduğu 2 no'lu kapının bulunduğu yer aynen muhafaza ediliyor. Camın çerçevenin parçalandığı, duvarın patladığı alan duruyor. Ancak çelik levhalardan bir kafes örülmüş etrafına.
Büyükelçiliğin tam karşısındaki işyerleri açık. Kahvehanedekiler hem okeye dönüyor hem de dünkü olayı tartışıyorlar aralarında. Kimi soğuğa rağmen kaldırıma sandalye atmış sohbet ediyor. Konuşulan tek konu var, patlama. Kimi, 'Deprem oldu zannettim' diye başlıyor anlatmaya, 'Kimi çok şiddetli bir patlamaydı' diye giriyor söze. Pastane ve lokanta tenha, turizm acentaları ise bomboştu.
Büyükelçilikte bayraklar yarıya inmiş, öyle olağanüstü bir güvenlik önlemi de dikkat çekmiyor. Bombacının kimliği belli oldu. Ama herkes bombacıdan çok, verilen mesajın kodlarını çözmekle meşgul.
Patlama haberini aldığımda, bir kez daha çözümün ne denli gerekli olduğuna olan inancım arttı hem de çözümün ne kadar zor olacağını bir kez daha anladım.
Benzer düşünceler Paris suikastı sırasında kafamdan geçmişti.
Bu tür olaylarda en sabit ama çok net sonuç almamıza yarayan bir analiz yöntemi var.
Bu olay kime yarar?
Her iki olayı birleştirerek soruyorum, bu olay kime yarar?
PKK'ya yarar mı?
Türkiye'ye yarar mı?
ABD'ye yarar mı?
Hepsine tek kelime ile yanıt verebiliriz.
Hayır?
Peki o zaman bu kime yarar?
Sorunun cevabını aramaya devam edelim.
Paris suikastı ile Amerikan Büyükelçiliği'ne saldırının birbirinden bağımsız olarak düşünülmesi mümkün değil.
Ömer Güney, Almanya'da yetiştirildi Fransa'ya gönderildi. PKK'nın silah bırakmasının tartışıldığı bir dönemde Paris suikastı işlendi.
Ecevit Şanlı; Türkiye'de yetiştirildi Almanya'ya kaçtı.
PKK'nın sahneden çekilmesinin tartışıldığı bir dönemde canlı bomba
eylemiyle DHKP-C sahneye sürüldü.
Ömer Güney'le, Ecevit Şanlı'yı kesiştiren nokta,'Almanya'ydı.
Ayrıca DHKP-C, Avrupa orijinli bir örgüt. Türkiye'nin 12 Mart'a sürüklendiği günlerde fırtına gibi esen bir örgüttü. Peki 12 Mart neydi?
İngiliz istihbaratının şekillendirip, 12 Mart gününe kadar yönettiği, askeri müdahale ile birlikte Amerika'ya devrettiği bir organizasyonun adıydı.
12 Mart öncesi sol örgütleri yöneten cuntacı paşaların daha sonra İngiliz şirketlerinde görev alıp, Almanya'da ticaret yapmaları süreç hakkında bir kanaat verir diye düşünüyorum.
DHKP, Mahir Çayan'ın, devremin kırsaldan başlaması tezine dayanıyordu. Ancak aynı zamanda süreç içinde 'evrilen ve yoğrulan' bir örgüt olma özelliğini korudu. Sık sık şekil verildi. Geçmişte Dev-Yol oldu, bölündü Dev-Sol'a dönüştü. 'derin devletin' suikastçısı olarak isimlendirildi. Derin devletin de desteğiyle örgüt içi tasfiyeler yaşandı. Daha sonra Türkiye'nin içine girdiği yeni çözüm süreci, 'Derin Avrupa'yı rahaatsız etmiş gözüküyor.
PKK, sahneden çekilirken, sefer görev emri alan eski yedekler yeniden sahneye sürülüyor.
Ama bu kez Seferberlik Tetkik Kurulu değil, onun da tepesinde bulunan irade yürütüyor bu operasyonu...
Derin Avrupa ya da Avrupa Gladiosu...

Hiç yorum yok: