18 Aralık 2012 Salı

Rumeli’ye elveda -Etnik milliyetçilik -Taha Akyol


Rumeli’ye elveda

BALKAN ve Anadolu yarımadalarının bugünkü siyasi coğrafyası yüzyıl önce Balkan savaşlarında oluşmaya başladı. Bunu değiştirmek için çok kan döküldü fakat pek az değişiklikle bugüne gelindi.

Tarihçi Richard Hall’ın dediği gibi, Çanakkale zaferini kazanan ruh, Kasım 1912’de İstanbul kapılarına dayanan Bulgar ordusuna karşı Çatalca cephesinde verilen direniş savaşında doğdu. Hatta, Misakı Milli ve Lozan’ın temellerini de oraya kadar götürmek mümkün.

Adriyatik Denizi’nden Edirne’ye kadar 170 bin km2 toprak kaybeden imparatorluk... Yanya, İşkodra, Selanik, Üsküp, Manastır, Priştina, Kırcaali, Serez, Kavala iki hafta içinde elden çıkmış... Çatalca da düşerse sıra İstanbul ve Anadolu’ya gelecektir.

Çanakkale de geçilseydi yine öyle olmayacak mıydı?

‘Hasta adam’

Balkan savaşlarındaki utanç verici bozgunumuz iki yıl sonra çıkacak olan Birinci Dünya Savaşı’ndaki kaderimizi tayin etti: İngiltere ve Fransa yük olacağını düşündükleri “hasta adam”ı değil, Rusya’yı müttefik olarak tercih etmişlerdi, bize Almanya ile ittifaktan başka seçenek kalmayacaktı. Sonuç malum!

Balkan Savaşı’nda topraklarını yaklaşık bir misli büyüterek Trakya’ya dayanan Yunanistan’ın ihtirasları kabaracaktı. Aşağıdaki Yunan posteri 1912 yılında çizilmiş: Selanik’i tek kurşun atmadan teslim alan Yunan ordusu, ufukta gözüken Ayasofya’ya yürüyor:

Evet, Sevr’in de kökleri Balkan savaşındadır!

Ulus devletler

Balkan Savaşı’nın hâkim özelliği etnik milliyetçiliktir. Kimliklerin iç içe yaşadığı Balkan coğrafyasında Sırp, Yunan ve Bulgar ulus devletleri etnik temizlik üzerine kuruldu. Anastasia Karakasidou buna “etnik homojenleştirme ideolojisi” diyor.

Bu ideolojiyi Osmanlı tebaası gayrimüslimler de benimsedi, Osmanlı’ya değil, kendi ulus devletlerine sadakat duydular, savaşlarda öyle davrandılar. Birinci Dünya Savaşı ufukta gözükünce Osmanlı, Yunanistan’la ve Bulgaristan’la nüfus mübadelesi anlaşmaları yaptı; Yunanistan’ın göz koyduğu Ege illerinden 200 bin Rum Yunanistan’a gönderildi... 1915’de Ermeni tehciri ve 1923’te Lozan mübadelesi...

Bu öyle bir “uzun yüzyıl”dır ki, Balkanlar ve Kafkaslar’daki ulus devletler Türkiye’ye bir asır içinde 5 milyon Müslüman’ı tehcir ettiler! 3 milyon Müslüman hayatını kaybetti!

Anadolu’dan uzaklaştırılan Hıristiyan sayısı 2 milyondur!

Herkes çok büyük facialar yaşadı; herkesin “öteki”ni suçlayacak nedenleri var!

‘Rumeli’ye elveda’

Bu akşam saat 20.00’de CNN Türk’te izlemeye başlayacağınız “Rumeli’ye Elveda” belgeselinde bunlar var. Osmanlı’nın niye bu kadar çabuk çöktüğünü de izleyeceksiniz: Siyasete batmış ordu, komiteleşmiş partiler, gece Bulgar projektörlerinden korkup kaçan eğitimsiz askerler, cinden korkup gece eğitimini reddeden redif alayları... Açlık, yılgınlık, bitkinlik...

Buna karşı, militarist modernleşme ve etnik milliyetçilikle motive olmuş güçlü Balkan orduları!

Etnik milliyetçilikler çatışmasında mahvolmuş milyonlarca insan ve dahası, geleceğe bıraktığı kin duyguları; son örneği Saraybosna faciası...

Bu belgeseli tarih tekerrür etmesin diye hazırladım.


Etnik milliyetçilik

BALKAN savaşı 1912’de oldu, 1913’te bitti, artık tarihte kalmış bir olay. Hatta Atatürk ve arkadaşları, bizim gibi yüzyıl sonra değil, Balkan Savaşı’ndan on yıl sonra bir ‘beyaz sayfa’ açmak istemişlerdi.

Bu amaçla Lozan’da bir ‘Umumi Af Beyannamesi’ imzalanmıştı.

Geçmişin acılarını geçmişte bırakmak istediklerini İsmet Paşa, Meclis’teki Lozan konuşmasında açıkça ifade etmişti. Aynı amaçla tarih kitaplarında Balkan savaşları sırf cephe savaşlarıymış gibi ve kısaca anlatıldı. Balkanlar’dan, Rumeli ve Kafkasya’dan Anadolu’ya yapılan tehcirlere de Ermeni tehcirine de yer verilmedi.

Bu, “Yurtta sulh ve cihanda sulh”un tarih kitaplarındaki bir uygulamasıydı. Aynı zamanda Osmanlı tarihinden de bir kopuştu. “Milli tarih”, kimseyi pek rahatsız etmeyecek arkeoloji ve antropolojiye dayandırılacaktı. Atatürk bunu Balkan delegelerine de söylemişti.

En büyük tehcir

Fakat tarih bırakıldığı yerde kalmadı. Bugün bir akım, son yüzyılın tarihindeki tehcir ve katliam facialarından dolayı sadece Türkleri suçluyor: Anadolu’daki Rumlar “binlerce yıl” buradaymış... Halbuki Rumeli’deki Osmanlı varlığı beş yüz seneymiş... Rumeli tehcirleri de üzücüymüş ama aynı şey değilmiş!

Bu bakış etik dışı olduğu gibi, tarihin gerçeklerine de aykırıdır. Kırım, Kazan ve Kafkasya’da Rus varlığı birkaç yüzyılı geçmezdi. Ama buralara hâkim olduklarında etnik temizlik yaptılar, Müslümanları Anadolu’ya tehcir ettiler.

Rumeli’de en büyük tehcir ve katliam Osmanlı Müslümanlarına uygulandı. Osmanlı hâkimiyeti altında geçen asırların yarattığı öfkeden mi? Fakat Yunanlılar ve Bulgarlar, Balkan savaşlarında ve sonrasında, Makedonya’nın işgal ettikleri bölgelerinde birbirlerini de tehcir ettiler... Birbirlerine de katliam ve tecavüz yaptılar.

Modern çağda Balkanlaşma

Tarihçi Richard Hall’a sordum: Roma’da, Bizans’ta, Osmanlı’da neden etnik temizlik yoktu da modern çağlarda yaşandı bunlar?!

Uzun cevabının özeti şöyle:

“Her bir Balkan kavmi Almanya, İtalya ve Fransa gibi, kendi modern ulus devletlerini kurmak istedi. Halbuki Alman, Fransız ve İtalyan coğrafyaları önemli ölçüde homojen olduğu halde, Makedonya’da Türkler, Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar iç içe yaşıyordu! Onun için korkunç facialar yaşandı...”

Geçmişte bırakmak istediğimiz tarihin zamanımızdaki en feci dönüşü budur: “Balkanlaşma” yani etnik ve dinsel kimliklerin şiddet yoluyla siyasi ayrışmaya yönelmeleri...

Balkanlaşma olmasın!

Benim büyük endişem, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Balkanlar’da yaşanmış olan etnik kimlikleşme, ayrışma, etnik milliyetçilik ve savaş sürecinin, şimdi 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’nin güneydoğusu dahil, Irak’ta, Suriye’de, yarın İran’da ve bütün Ortadoğu’da yaşanması ihtimalidir.

Bugün facialardan sakınmak için, yüzyıl önce olmayan bir imkân var: Demokrasi!

Demokrasi bu şiddet coğrafyasında ne ölçüde işlevsel olabilir diye sormak mümkün, lakin başka çaremiz yok.

Açlık grevi demokraside mesaj verme araçları içinde en ıstıraplı olanıdır. Fakat “ölüme yatırma”, böyle görülemez. “Ölüm” asla iyi bir metot olamaz. Açlık grevi sona ermeli, demokratik metotlarla konuşulmalı.

Kürt meselesi maksimalist taleplerle ve “ölüm” metotlarıyla böyle kendisini “çözülemez sorun” olarak dayatmaya devam ederse... Hükümet de demokrasinin ve parlamentarizmin müzakere ve uzlaşma imkânlarını kullanmada ayak sürürse... Korkarım, Balkanlar’da yaşanmış korkunç facialar bir gün solda sıfır kalabilir!

Hiç yorum yok: