20 Aralık 2012 Perşembe

“K.Karabekir Paşa, Atatürk’e saygı duyuyormuş!” -Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak, Karabekir, Cebesoy paşalar-Rauf Orbay’ın Kâzım Karabekir Paşa’ya mektubu- Kâzım Karabekir Paşadan korkanlar-Yavuz Bülent Bakiler


“K.Karabekir Paşa, Atatürk’e saygı duyuyormuş!”


Geçen hafta, bir TV programında, Kazım Karabekir Paşa’nın küçük kızı Timsal Hanımefendiyi dinledim.

Bir soruya çok açık, çok kesin bir tavırla cevap verdi: 

-“Babam, Atatürk’e saygı duyardı!” dedi. Doğrusu çok şaşırdım. Bugünkü genç neslin, acaba yüzde kaçı Karabekir Paşa’yı biliyor? Bilmeyenlere, kendi inancımı açıklamak istiyorum: Milli Mücadelemizin bir numaralı kahramanı, kayıtsız-şartsız lideri, elbette Mustafa Kemal Paşa’dır. Kimse bunu inkâr edemez.

Ben, Atatürk’ün NUTUK isimli eserini dikkatle okudum. Ayrıca Atatürk üzerine yazılan kitaplardan seksen yedisini elime aldım. Tabii, Kazım Karabekir Paşa’nın İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli çok önemli eserini de inceledim. Dün olduğu gibi bugün de, samimiyetle inanıyorum ki, Milli Mücadelemizin iki numaralı kahramanı Kazım Karabekir Paşa’dır.

Atatürk’ü, Şişli’de oturduğu evde ziyaret ederek, ona Milli Mücadelenin Doğu Anadolu’dan başlatılması gerektiğini anlatan ve M. Kemal Paşa’yı Anadolu’ya davet eden Karabekir Paşa’dır.
Ve İngilizlerin büyük baskısıyla, İstanbul Hükümetinin emirlerine itiraz eden, yani Erzurum’da M. Kemal Paşa’yı tutuklamayan, aksine “15. Kolordumla Emrinizdeyim Paşam!” diyerek ona kol-kanat geren Karabekir Paşa’dır. Kazım Karabekir Paşa, Erzurum’da, Mustafa Kemal Paşa’ya tam destek vermeseydi, Milli Mücadelemiz büyük çıkmazlara saplanabilirdi. Fakat Atatürk, Büyük NUTUK’ta, Karabekir Paşa’nın bu desteğinden bahsetmiyor. Niçin?

Cumhuriyetimiz 1923 yılında kuruldu. Padişahlık rejiminden ayrılmamıza rağmen, bir tek siyasi partimiz vardı. Olur mu? Karabekir Paşa, 1924 yılında, Milli Mücadelemizin diğer kahramanlarıyla birlikte yeni bir parti kurdu: TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASI. Bu partinin kurucuları arasında: Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar Eğilmez gibi Milli Mücadele tarihimizin yüz akı kahramanları da var. Terakkiperver Fırka 1925 yılında kapatıldı. Niçin?

Birtakım kimseler, 1925 yılında, İzmir’de, Atatürk’e bir suikast hazırladılar. Tevkifler oldu. İçeri alınanlar arasında, Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından: Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy... gibi paşalarımız da vardı. Bunlar, hiçbir suç işlemedikleri halde tevkif edildiler. Aylarca tutuklu kaldılar. İdam talebiyle yargılandılar. Az kalsın, siyasi sebepler yüzünden idam edileceklerdi. 1926 yılında serbest bırakıldılar. Ama Kazım Karabekir Paşa, 1938 yılına kadar yani tam 12 yıl evinde gözaltı hapsinde yaşadı. Kapısından 2-3 sivil polis hiç eksik olmadı. Bu süre içinde Karabekir Paşa, çok büyük sıkıntılarla yaşadı. Üç kızının ve eşinin geçiminde çok zorlandı. Eşinin mücevherlerini satmak zorunda kaldı.

Sonra, tamamen belgelere dayanarak İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli önemli eserini yazdı. Bir gece yarısı evini bastılar. İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli kitabının hepsine el koydular. Götürüp onları hamamların külhânlarında yaktılar. Ayrıca, Karabekir Paşa’nın elindeki bütün resmî belgeleri çuvallara doldurarak alıp gittiler. Paşa, ancak Atatürk’ün ölümünden sonra yeniden siyasete atılarak İstanbul Milletvekili seçildi ve TBMM Başkanı oldu. Sizi bilmem fakat bana, bütün bu baskılara rağmen, Karabekir Paşa’nın, Atatürk’e saygılı olması imkânsız gibi geliyor.

Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak, Karabekir, Cebesoy paşalar

Geçen hafta, Kazım Karabekir Paşa üzerine yazdıklarım, hem Türkiye içinden, hem de Türkiye dışından ses getirdi. Hiç şaşırmadım. Yazımın mutlaka bir münakaşa konusu olacağını biliyordum. İnanıyorum ki bu kabil münakaşalar daha elli yıl devam edecektir. Çünkü biz, çok yanlış bir devlet siyasetiyle, kahramanlarımızı bire indirmiş bir milletiz. Halbuki milletler kahramanlarıyla yaşarlar. Topluluklara şekil ve ruh veren, onların kahramanlarıdır. Bizim her alanda, ne kadar çok kahramanımız olursa, başımız o nisbette dik olur; toprağa o nisbette sağlam basarız. Halbuki biz, anlatılmaz bir cahalet veya korku veya gaflet ve ihanet yüzünden, milletimizi bir tek kahraman etrafında toplamaya çalışıyoruz. Mesela: Cumhuriyet devrindeki ordumuzun iki mareşali vardır. Mareşal Mustafa Kemal ve Mareşal Fevzi Çakmak. Birinci mareşalimiz için 1938 yılından 2010 yılına kadar bütün Türkiye’de belki bin defa anma merasimleri düzenlendi. İkinci mareşalimiz için, aynı yıllar arasında sadece iki program yapıldı. Birincisini 1976 yılında Ankara televizyonunda ben hazırladım ve sundum. Adeta küçük bir kıyamet koptu. 1976 yılında TRT Genel Müdürü Şaban Karataş şahidimdir. Zamanın paşaları arasından bile o programa ateş püskürenler oldu. “Niçin Mareşal programı hazırlıyorsunuz? Atatürk’ü unutturmaya mı çalışıyorsunuz?” diyenler, ölümünden 26 yıl sonra bir büyük Genelkurmay Başkanımızın, bir güzel mareşalimizin anılmasına tahammül edememişlerdi. Mareşalle ilgili ikinci program 2010 yılında Genelkurmay Başkanlığında yapıldı. Böyle mi olmalıydı? Böyle mi olmalıdır?
Birinci mareşalimizin BÜYÜK NUTUK isimli bir önemli eseri var. BÜYÜK NUTUK devlet yayınları arasında belki kırk defa basıldı. Basılmasın mı? Elbette basılsın. İsterim ki Büyük Nutuk’u okumayan kalmasın. Ama dikkat buyurun bu aziz devlet, Fevzi Çakmak Paşa’nın da, Milli Mücadelemizin diğer kumandanlarının da bir kitabını değil, bir tek sahifesini bile bastırmadı. Neden? Niçin? Olur mu? O paşalarımız Bulgar ordusunun mu, Yunan ordusunun mu paşalarıdırlar?
Bu anlatılmaz kayıtsızlığın, gafletin bir tek istisnası var. Ben 1977 yılında, Kültür Bakanlığında Müsteşar Yardımcısı idim. Atatürk’ün doğumunun 100. yıl çalışmaları Kültür Bakanlığına verilmişti. Bakanlık da 100. yıl çalışmalarının başına beni getirmişti. Bütçemiz 120 milyon lira idi. 1977 yılında, Ankara’da bir milyon liraya bir kaloriferli daire almak mümkündü. Bu bütçe Atatürk tüccarlarının gözlerini kamaştırdı. Atatürk’ün resmini, büstünü, heykelini yapan, Bakanlığı adeta ablukaya aldı. Ben onlara, devletin bir tek kuruşunu bile kaptırmadım. Ve milyonların önünde iddia ediyorum. O yüzüncü yıl çalışmalarında en ciddi, en doğru, en kalıcı programı ben yürüttüm!? Yani ben Atatürk’ü ve Milli Mücadelemizi anlatan 100 eserin basılmasını, bütün Milli Mücadele komutanlarımızın eserlerinin, devlet yayınları arasına alınmasını, şiirde, hikayede, romanda, ilmi araştırmada, tiyatroda, senaryoda, resimde, müzikte, heykelde olmak üzere 9 dalda yarışma açılmasını ve Türkiye çapında bir ağaçlandırma faaliyetine başlanmasını bakanlık oluruna bağladım.
Planladığım 100 eserden kırkının tashihlerini kendim yaparak bastırdım. Dokuz dalda açılan yarışmayı neticelendirdim. Beş milyon ağacın dikilmesini sağladım ve Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, ama ilk defa Ali Fuat Cebesoy paşanın MOSKOVA HATIRALARI isimli eserini, Bakanlık yayınları arasında bastırdım. O’nun MİLLİ MÜCADELE HATIRALARI’nı baskıya verdim. Tamamlanmasına beş forma kala, 12 Eylül darbesi oldu. Askeri idare derhal beni vazifemden aldı ve Ali Fuat paşanın da, Karabekir paşanın da eserlerinin basılmasını durdurdu. Yanlış yapıldı. Yanlış, yanlış, yanlış yapıldı. Yarın bu konuda yine yazacağım.


Rauf Orbay’ın Kâzım Karabekir Paşa’ya mektubu

Millî Mücadelemizin bir numaralı lideri, kahramanı Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu, kesinlikle doğru. O olmasaydı, bugün belki de yüz bin veya iki yüz bin km2’lik bir toprak üzerinde sıkışıp kalacaktık. Bulgaristan’da, Yugoslavya’da, Yunanistan’da olduğu gibi, mutlaka binlerce camimiz, hanımız, hamamımız, sebilimiz, kervansarayımız...yıkılmış gitmişti. Doğru! Doğru! Doğru! Yalnız, Kâzım Karabekir Paşa’mızın da diğer Millî Mücadele kahramanlarımızın da haklarını inkar etmemek lazım. Bana göre, Karabekir Paşa olmasaydı veya 1919 yıllarında, İstanbul hükümetinin tarafını tutsaydı, Mustafa Kemal Paşa da Atatürk olamazdı.
Peki! Kâzım Karabekir Paşa’yı, Rauf Orbay’ı, Ali Fuat Cebesoy Paşa’yı idam etmek talebiyle, neden İstiklâl Mahkemesine verdiler?
Ben de bu soruyu, eski İstanbul Milletvekili Tahsin Demiray’a, Ankara’daki evinde sordum. Bana dedi ki:
-”Millî Mücadele kahramanlarımızı mümkün olduğu kadar bire indirmek istediler. O şanlı mücadeleyi anlatan NUTUK‘tan başka bir kitap olsun istemediler. Nitekim Karabekir Paşa’nın 1.171 sayfalık İSTİKLÂL HARBİMİZ isimli meşhur kitabını bu düşüncelerle toplatıp yaktılar. Paşanın evindeki bütün tarihi belgeleri bunun için çuvallara doldurup götürdüler. Ama gerçekleri gizleyemediler. Yanlış yaptılar!”
Geçen yazılarımın birisinde belirtmiştim. Ben, Atatürk üzerine yazılan kitaplardan sadece 87’sini (seksen yedi) okuyabildim. Katiyyen bir ayıklama yapmadım. Mesela CHP Edirne Milletvekili Şeref Aykut’un KAMALİZM isimli kitabını okudum: Kamalizm, bütün dinlerin üstünde bir yaşamak dinidir!” diyor, 6 oku Kamalizm dininin 6 şartı olarak gösteriyordu. Osman Nuri Çerman’ın KEMALİZM kitabını okudum. “Kur’an’a, NUTUK’tan bölümler ilâve edelim!” diyordu. Eski bakanlarımızdan Rıza Nur’un 4 ciltlik HAYAT ve HATIRATIM isimli kitabını da utanarak, iğrenerek inceledim. vs. vs. 
Bana göre, Atatürk’ün hiçbir dini vasfı yoktur. O bir insandır ama bizim deha derecesinde kahramanlarımızdan biridir. İnsan olduğu için yanlışları da vardır. Nitekim Karabekir Paşa’ya tavrı, baştan sona kadar yanlıştır. Şimdi ben burada NUTUK’la İSTİKLÂL HARBİMİZ’in karşılaştırılmasını nasıl yapabilirim? Sadece bir konu üzerinde durmak istiyorum. Karabekir Paşa’nın 1.171 sayfalık kitabının sonunda Rauf Orbay’ın 4 Temmuz 1941 tarihli bir mektubu var. Rauf Orbay, Atatürk’le birlikte Samsun’a, Erzurum’a, Sivas’a giden çok faziletli devlet adamlarımızdan biri. Eski Bahriye ve Nafia Bakanımız. Eski Başbakanımız. TBMM Başkan vekilimiz. Rauf Orbay’ın o mektubundan anlıyoruz ki, “Mustafa Kemal Paşa’yı Millî Mücadele için şarka davet eden Karabekir Paşa’dır. Erzurum Kongresini, M. Kemal Paşa, daha Erzurum’a gelmeden Karabekir Paşa hazırlamıştır. Rauf Orbay’ı ve Mustafa Kemal’i Kongreye üye olarak kabul ettiren Karabekir Paşa’dır. Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey’in M. Kemal Paşa’ya “Kordonunu ve üniformanı çıkar da gel. Diktatörlükten korkarım” itirazını Karabekir Paşa önlemiştir. M. Kemal Paşa’yı ordudan istifaya Karabekir zorlamıştır. Ve İstanbul hükümeti M. Kemal Paşa’nın yakalanıp gönderilmesini istediği ve onu azlettiği halde K. Karabekir Paşa mevcut hükümetin emrini dinlememiştir. Çok üzgün ve çaresiz olan M. Kemal Paşa’nın huzuruna çıkarak:
-”Paşam demiştir. Bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de 15. Kolordumla birlikte emrinizdeyim!”
M. Kemal Paşa, sendeleyerek Karabekir Paşa’nın boynuna sarılmış yanaklarından tekrar tekrar öpmüştür!”
NUTUK’ta bunlardan tek satır bile yok. İşte bunun içindir ki, Sivas’ta avukatlık yazıhanemi, yıllarca 2 resim süsleyip durdu: Ergenekon’dan çıkışımızı temsil eden resimle, K. Karabekir Paşa’nın çerçeveli bir fotoğrafı.

Kâzım Karabekir Paşadan korkanlar


Bugün, Kâzım Karabekir Paşamızın vefatının 61. yıl dönümüdür. Bu akşam, saat 18:30’da, Bağdat Caddesi arkasında, Haldun Taner Sokağında, Caddebostan Kültür Merkezinde, bir anma toplantısı yapılacak. Aziz Paşamızı, önce sevgili kızları Hayat Karabekir Feyzioğlu ile Timsal Karabekir Yıldıran’dan dinleyeceğiz. Sonra, değerli yazarlarımızdan Taha Akyol ile Prof. Dr. Nevin Yurtsever konuşacaklar. 
Bana göre Kâzım Karabekir Paşa, İstiklâl Savaşımızda, Mustafa Kemal Paşadan sonra ikinci kumandanımızdır. Çünkü, Erzurum Kongresinden önce, Harbiye Nâzırımız Şevket Turgut Paşa, düşman devletlerin baskısı altında kalarak, Kâzım Karabekir Paşa’ya bir telgraf çekti. Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Orbay’ın faaliyetten men edilmesini istedi. Karabekir Paşa, Şark Cephesi Kumandanı olarak, bu emri dikkate almadı. Şevket Turgut Paşa istifa etti. Yerine gelen Ferid Paşa da Karabekir Paşaya söz geçiremedi. Aksine, Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşanın huzuruna çıkarak selâm durdu. Dedi ki: 
-Kumandam altındaki bütün kuvvetlerle emrinizdeyim Paşam! Siz bundan önce olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız! 
Bana göre, Mustafa Kemal’i zafere götüren yol, Karabekir Paşanın bu asil duruşu ve davranışıdır. Fakat ne kadar garip, aradan 90 yıl geçmesine rağmen, birtakım gerçekler hâlâ ortaya konulamıyor. Bazı kişiler ve çevreler, kahramanlarımızı bire indirmek ihanetindedirler. Atatürk’ten başka, bütün kahramanlarımızı unutturmaya çalışmaktadırlar. Kahramanlarımızdan korkmaktadırlar. Mesela: 
Karabekir Paşa, 1933 yılında İSTİKLÂL HARBİMİZİN ESASLARI isimli bir kitap yazdı. Devrin dalkavukları, derhal Sinan Matbaasını bastılar. Orada beş bin kitabın hepsine el koydular. O kitapların bir kısmını hamamların külhanlarında, bir kısmını da kireç ocaklarında yaktılar. 
Ayrıca Kâzım Karabekir Paşa’nın evini basarak 69 torba içindeki tarihî belgeleri alıp götürdüler. Karabekir Paşa’nın 1960 yılında basılan 1171 sayfalık büyük eserini de, aynı dalkavuklar kalabalığı, şehirlerimizden toplama, yok etme yarışına girdiler. Hatırlıyorum, o tarihte, en namuslu yazıyı Metin Toker yazmıştı. Demişti ki: “Eğer K. Karabekir Paşanın yazdıkları yanlış ise siz, doğrularını ortaya koyun. Yazdıkları doğru ise, onun kitaplarını toplatarak, yakarak gerçekleri saklayamazsınız!“ 
Kâzım Karabekir Paşadan hâlâ ödleri patlayanlar var. 
Niçin? Doğruları belgelere dayanarak yazdığı için. 

Hiç yorum yok: