Kapitalist sistem, bir ülkenin gelişmişliğini kişi başına düşen milli gelir ile ölçer. Bilmem nerede kişi başına milli gelir bin dolar, bizde on bin dolar. Demek ki biz o ülkeden çok daha refah içinde yaşıyoruz diye övünür siyasetçiler. Oysa bu büyük bir kandırmacadır! Daha açık yazayım: Topluma karşı söylenen yalandır. Çünkü bu durumda yoksul vatandaşlar çıkıp, O zaman o on bin dolarımı istiyorum kardeşim deme hakkına sahip olur!
Toplumların gelişmişliğini ölçecek başka kıstaslar vardır oysa. Bunlardan biri ve belki de en önemlisi; açların, yoksulların nüfusa oranıdır. Barem Research ve global ortağı WIN/Gallup International, 57 ülkede 50 bini aşkın kişiyi kapsayan bir araştırma yapmış. Dünya nüfusunun yüzde 12’sinin açlık çektiğini açıklamış. Bizim ülkemizde bu oran yüzde 16’ymış. Bir başka deyişle, kapitalizm hızla küreselleşiyor; dünyanın her yerinde Coca Cola satan bir büfeye rastlayabiliyorsunuz ama tam 840 milyon kişi, sunulan mal ve hizmetlere parasızlık yüzünden ulaşamıyor! Türkiye’de ise bu sayı 12 milyon kişiyi buluyor. Üstelik bunların 3 milyon 300 bini sürekli açlık çekiyor. Bırakın eti, sütü; ekmeği, yağı, tuzu bile alamıyor!
Diyeceksiniz ki: Türkiye son 10 yılda dünyanın sayılı büyük ekonomileri arasına girdi. Hâl böyleyken senin yazdıkların ne kadar doğru olabilir? Doğru. Çünkü sorun büyümeyle çözülseydi; aynı araştırmaya göre, kişi başına milli geliri 45 bin doların üzerinde olan 322 milyon nüfuslu ABD’de açların sayısı 68 milyon kişiye ulaşmazdı! Türkiye ekonomisi borçla da olsa büyüdü. Kapitalist sistem; parasız ve hatta işsiz olanlarımızın cebine bile üçer beşer kredi kartı koydu. Böyle olunca geleceğimizi ipotek ederek harcadık ve tükettik. Biz harcayıp tükettikçe firmalar iyi paralar kazandı, bankalar kâr rekorları kırdı. Ama bizim gelirimiz değişmedi. Sadece, borçlanarak geleceğimizi sattığımız için, zenginlerin daha zengin olmasını sağladık!
Sırf bu iktidar değil; bugüne kadar hiçbir iktidar, gelirin adil paylaşımını sağlayacak önlemler almadı. Pasta büyürken; kimin o pastadan ne kadar nasiplendiği, iktidarları ilgilendirmedi! Hepsi sadece ve sadece büyümeye odaklandı. Pasta büyüsün, yeter dediler. Tercihlerini de hep pastaya yakın duranlardan yana kullandılar. Hiçbir zaman onlara, Siz çok yediniz, çekilin biraz da arkadakiler yesin demediler! İşte bu yüzden gelir dağılımındaki uçurum akıl almaz şekilde büyüdü. Özel jetlerine atlayıp öğle yemeğini İtalya’da, akşam yemeğini İngiltere’de yiyenler de bu ülkede yaşıyor; evine hâlâ bir kilo kuru soğan götüremeyen babalar da. Ve devlet yoksul evladını korumuyor. Korumayı bırakın, vergi politikasının tamamını dolaylı vergiler aracılığıyla dar ve orta gelirlilerin üzerine yıkıyor. Ayda bin lira kazanan vatandaştan şakır şakır gelir vergisi tahsil ederken, ayda yüz milyon kazananın birçok gelir kalemini vergi dışı bırakıyor. Yani zenginden alıp, yoksula vermiyor. Aç insan, dünyanın her tarafında saatli bomba olarak görülür. Çünkü her şeyi yapabilir.
Tam on iki milyon insanın açlık çektiği ülkemizde, devletin kendisini nerede gördüğünü de anlamamız gerekiyor. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, bir soru önergesini yanıtlarken bakanlığının bütçesinden geçen yıl ağırlama gideri olarak 162 bin lira harcandığını söylemiş. 71 bin lira etli ekmeğe. 67 bin lira çaya. 13 bin lira kebaba. 3 bin lira da pastaya gitmiş! Çayın bardağı devlet dairelerinde 50 kuruş. Demek ki Bakan Bey geçen yıl tam 134 bin bardak çay ikram etmiş! Tatil günlerini çıkarırsanız, günde 446 bardak çay! Bir günlük mesai, 480 dakika olduğuna göre, bakan bey her dakika, bir misafirine çay içirmiş. Etli ekmek hesabına ise hiç girmeyeceğim! 162 bin lirayla İstanbul’un orta hâlli semtlerinde daire alınır. Bakan Bey, bir daireyi bir yılda misafirlerine içirip, yedirmiş!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder