Osmanlıların Balkanlar’ı Fetih Etmesi ve Yerleşmesi
Kasım BOLAT1
Küçük bir sınır beyliği olarak kurulan Osmanlıların kurucusu Osman Beydir. Oğuzların kayı boyuna mensup olan Osman Bey2, batı Anadolu’da kendi adında bir beylik kurmayı başarmış ve aynı başarıyı o öldükten sonra oğulları ve torunları da devam ettirmiştir. Osman Bey’in nereden geldiği ve beyliği nasıl kurduğu tartışma konusu olmuştur.3 Özellikle yabancı tarihçiler tarafından üretilen Osmanlıların tarih sahnesine çıkış serüvenleri, gerçeklerden uzak olduğu gibi daha çok önyargılı bir şekilde yazılmış olan tarih kitaplarından ibarettir. Ancak buna rağmen bu tezlere karşı Türk tarihçilerinden ön yargıları ve gerçek dışı tezleri çürütecek çalışmalar yapılmıştır4. Osman Bey, oğuzların kayı boyuna mensup olan bir Türkmen aşireti olarak, Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıfladığı bir dönemde Anadolu içlerine gelmişler ve Selçuklu sultanı tarafından Söğüt ve Domaniç yerleşke olarak verilmiş ve buralarda hayatlarını devam ettirmelerine izin verilmiştir. Ertuğrul Bey öldükten sonra onun yerine oğlu Osman Bey aşirete bey olması uygun görüldü. Amcası Dündar Bey olmasına rağmen, Osman bey kahramanlığı ve cesareti sayesinde aşirete bey olmayı hak kazandı.5
Osman Bey, aşiret beyliğine geldikten sonra; çevrede bulunan Bizans sınırlarına ve önem arz eden kalelerine akınlar düzenledi.6 Yapmış olduğu akınlar sonucunda Bizans tekfurları zor günler geçirmiştir. Zaman zaman Osman Bey ile anlaşma yapmaya kalksalar dahi anlaşmalara sadık kalmayıp her defasında anlaşmaları bozarak ihanet etmişlerdir. Hatta Osman bey’i düğüne davetli olarak çağırmışlar ve bir suikast ile Osman Beyi öldürmeyi planlamışlardır. Ancak Osman Bey durumdan daha önce haber almış ve kendisine yapılacak olan suikasti önlediği gibi Bizans’a da önemli bir darbe vurmuş oldu7. Osman Beyin kendisine yardımcı olan çok sayıda komutanı vardı. Yapmış olduğu akınları bu karizmatik komutanlar sayesinde gerçekleştiriyordu. Küçük birlikler halinde Bizans’a saldırmalarına rağmen önemli mücadeleleri kazanıyorlar ve çok sayıda ganimet elde edebiliyorlardı. Elde edilen bu ganimetler Osman Bey tarafından kendisine yardımcı olan komutanlara dağıtılıyordu. Aynı zamanda ele geçen yeni yerleri de kendilerine verilerek oralarda yerleşmelerini sağlıyordu. Osman beyin bu dönemde kurmuş olduğu düzenli bir ordusu yoktu. Ancak yapmış olduğu akınlar çok başarılı geçiyordu ve her defasında da Bizans’a ağır kayıplar verdirmekteydi. Osman Bey ve komutanları gerekli olan asker ihtiyacını doğuda Moğol istilasından kaçan Türkmenlerden sağlıyorlardı. Özellikle Osman beyin şöhretini duyan Alpler ve cengâverler Osman beyin himayesine giriyorlar ve hem cihat yaparak sevap kazanmayı umuyorlarken hem de mücadele sonunda elde edilen ganimetlerden faydalanmak istiyorlardı.8 Alplerin ve cengâverlerin Osman Bey himayesine girmelerinde iki önemli faktör vardı. Bunlardan birincisi gaza anlayışı ikincisi ise gaza sonucunda elde edilen ekonomik çıkardı. Çünkü ele geçen bölgeler faydalı olan Alplere ve cengâverlere bırakılıyor idi.
Osman Bey, askeri olarak almış olduğu desteği dini yönden de almayı çok iyi becermiştir. Şeyh Ede- Balı gibi hürmet gören kimselere yapmış olduğu ziyaretler sonucunda takdir toplamış, ahiler ve fakihlerden de destek almıştır.9 Osman Bey yapmış olduğu akınları İslam hukukuna göre düzenliyordu. Fakihlerden almış olduğu nasihatler sonunda feth ettiği bölge insanına gerektiği gibi davranıyordu. Çünkü Osman Bey yapmış olduğu mücadelenin İslam’a ters düşmesini istememekteydi. Ele gecen bölge insanı daha çok gayri Müslim olduğu için onların nasıl ve ne şekilde yönetileceği sorunu ahiler ve fakihler tarafından İslam hukukuna uygun bir şekilde belirleniyordu. Osman Bey, kurduğu beyliğin Anadolu Selçuklu devleti ve İlhani devlet teşkilatına benzemesini istiyordu.10 Bunun içinde gaza ideolojisine çok fazla önem verdi. Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra gazalara ve gaza yapmak isteyenlere geniş yetkiler ve fırsatlar verdi. Artık batı Anadolu’da kurulan bu beylik İslam’ın
yeni savaşçıları olarak göze çarpmakta idi. Yapmış oldukları mücadeleyi İslam’ı yaymak için
ve onu ulaşması gerektiği seviyeye getirmeye çalışıyorlardı. Bu dönemde hala Moğol istilasından kaçan Türkmen aşiretleri Batı Anadolu sınırlarına gelmekteydiler11. Bu gelen Türkmen beyleri sübaşılar tarafından organize edilerek Bizans’a karşı mücadele etmek için kullanmaya başladılar12. Marmara bölgesinde meydana gelen mücadeleler ilk defa Osman Bey zamanında Rumeli’ne de taşmış ve bir zaman Bizans ile mücadele o bölgede de devam
etmiştir. Bu geçiş ilk Osmanlı Beyliği için toprak elde etmek değil sadece yağma amaçlı yapılmış bir geçiştir.13 Bu mücadeleler Osmanlıların ilk defa Rumeli’ne geçmeleri kabul edilebilir. Ancak Osmanlı kaynakları böyle bir mücadeleden bahsetmemelerine rağmen Bizans kaynaklarında böyle bir mücadeleden bahsedilmiştir14. Ancak bizler Rumeli’ne ilk geçişi Orhan Bey zamanında olduğunu kabul etmekteyiz.
Osman Bey, 1324 yılında Bursa’nın feth edildiği haberini aldıktan sonra vefat etti. Yerine gelen Orhan Bey, babasının yanında savaş meydanlarında yetişmiş ve İslam’ın kutsal savaşçısı olmaya hak kazanmış bir kimseydi. Orhan Bey zamanında da Bizans ile mücadeleler devam etti ve her defasında da Bizans’a ağır kayıplar verdirilmekte idi. Ancak zaman içerisinde her ne kadar savaş mücadelesi oluyor olsa da Bizans’ın yardım tekliflerine de kayıtsız kalmıyorlardı.15 Artık Osmanlılar, Orhan bey zamanında kurulan müesseseler neticesinde devlet olma hüviyetlerini kazanmışlardı. Bizans’ın acizliğinden faydalanmak, onlar için kaçınılmaz bir şans olmaktaydı. Çünkü artık Anadolu’da Bizans ile mücadele edecek bir güç kalmadığı gibi Doğudan gelen Türkmen aşiretlerinin Batı Anadolu’da yapmış olduğu yığıntılar ve her zaman gazaya istekli Alplerin bulunması sonucunda Rumeli’ne geçiş mecburi bir hadise haline geldi.16 Orhan Bey bu geçişin nasıl olacağını düşüne dururken yanına oğlu Süleyman Paşa gelerek kendisinin Rumeli’ne geçmek istediğini ve bu konuda babasından izin alması gerektiğini bildirdi. Bu duruma çok sevinen Orhan Bey, oğlu Süleyman Paşa’ya Rumeli’ne geçmesine izin verdi. Aslında bu amaç Orhan Bey tarafından Rumeli’nde İslamiyet’in nasıl yayılacağı konusunda idi. Bizans imparatoru olan Kantekuzen o dönemde Rumeli’ndeki Bulgarlar, Sırplar ve kontrol altına alınamayan isyankâr Rumlar ile başı dertteydi. Bu isyanların bastırılması ve kontrol altına alınabilmesi için Orhan beyden yardım istedi. Orhan Bey, Kantekuzen’e elinde bulunan kuvvetlerden yardım gönderdi ve Rumeli’nde mevcut olan isyanların bastırılmasına katkıda bulunarak Kantekuzen’in sıkıntısını halletmiş oldu. Bu yardıma karşılık Bizans hükümdarı, Kantekuzen Gelibolu’da bulunan Çimpi kalesini Osmanlıların hizmetine verdi. Süleyman Paşa ilk defa hazırlamış olduğu kuvvetle birlikte Gelibolu’da bulunan ve Osmanlılara bırakılan Çimbi kalesine geçti (1353). Osmanlıların Çimbi kalesini alarak Rumeli’ye gelip ilk defa yerleşmelerini anlamak için dönemin siyasi durumunu çok iyi bilmek ve anlamak gerekmektedir.
Doğudan gelen Türkmen göçleri ile sıkışan ve Osmanlıların Bizans’a yakın bölgelerde başarılı akınlar yapmasının yanında Balkanlarda da Sırp ve Bulgarların Bizans’ın güçsüzlüğünden faydalanarak hak iddia etmelerinden dolayı Bizans Osmanlılar ile geçici bir süre de olsa anlaşmaya varmak zorunda kalmıştır. Sırp ve Bulgarların baskılarını önlemek için Bizans komutanı Kantakuzen Orhan Beyden yardım istemiş ve bu yardım karşılığında da Gelibolu’da bulunan Çimbi kalesi Osmanlılara bırakılmıştır.17 Ancak bu durum Osmanlılar ve Bizans için bir dönüm noktası olmuş ve bundan sonra Osmanlı fetihleri Rumeli de başlamıştır.(1353) Süleyman Paşa kaleye Osmanlı kuvvetlerini bırakarak Rumeli bölgesinde fetihlere kısacası gazaya devam etti. Böylelikle Osmanlıların Rumeli’ye ayak basmalarından sonra İslamiyet ve Türkler buralarda da yayılmaya başladı. Karesi beyliğinden kalan bölgelerden Türkleri alarak Rumeli’ye yerleşmelerden sonra bu düzenleme sürekli hale geldi ve balkanlar Osmanlılar ile birlikte İslamlaşmaya başladı. Çimbi kalesi Osmanlıların Rumeli’de ilk fethettikleri bölge olması bakımından çok önemli olmasının yanında bu kalenin alınması Bizans ve Osmanlı için bir dönem noktası olmuştur.18
Osmanlıların Anadolu topraklarında yapmış oldukları düzenli fetih ve iskân faaliyeti Rumeli topraklarında da aynı şekilde devam etti ve kısa bir zaman içerisinde Rumeli topraklarında teşkilatlanmış oldular. Rumeli’ye geçiş Osmanlı Devletinin işlerini çok kolaylaştırmış oldu. Osmanlı Devletinin uygulamış oldukları iskân politikası sayesinde Rumeli topraklarında hızlı bir Müslüman Türk nüfusu artmış oldu.19 İskân politikası neticesinde Rumeli’ye yerleştirilen Müslüman Türkler Rumeli topraklarına gelir gelmez hemen şehirleşmeye başladılar. Müslüman Türkler kendilerine önce Rumeli bölgesinde bulunan yol ve ticaret güzergâhları ile birlikte önemli stratejik yerlere yerleşmelere başladılar. Gelen Türkler bu bölgelere yerleştirildikleri gibi Osmanlılardan kaçan yerli halktan kalmış boş ev ve mekânlara da yerleşmişler ve hemen imar faaliyetlerine başlamışlardır.20 Gelibolu ve Rumeli’de büyük yıkıntı ve tahribata sebep olan 1354 depreminden sonra bu bölgelere hızlı bir Türk iskânı başladı. Süleyman Paşa Anadolu’dan getirmiş olduğu haneleri tahrip olan ve boşalan bölgelere yerleştirerek hem bu bölgelerin Türkleşmesini sağlarken hem de stratejik bölgelerin Türklerin eline geçmesine çalışıyordu21. Rumeli topraklarında her ne kadar silahlı direnişlerde karşılaşılmış olsa da bölgenin ele geçmesinden sonra Osmanlı yönetimine karşı her hangi bir ciddi isyan veya baş kaldırma görülmemiştir. Balkanlarda yaşayan gayri Müslimlerin Osmanlı yönetimini kabul etmelerinde Osmanlı fetih yöntemlerinin farklılığı gelmektedir. Osmanlı Hükümeti feth ettiği bölge halkına istimalet adı verilen bir uygulama ile yönetimleri altına almıştır. Bu uygulamanın asıl amacı feth edilen bölge halkının güvenini sağlamak ve ellerinde bulunan mülkleri ve dini inançlarını istedikleri şekilde kendilerine bırakmakta yatmaktadır. Osmanlı devletinde hiçbir zaman bölge halkına zorlama yapılmamıştır. Böyle olunca da Osmanlılara karşı herhangi bir direniş söz konusu olmamıştır. Osmanlı devleti erken dönemlerde başlatmış olduğu bu fetih metodunu klasik dönemde de sürdürmüş ve büyük başarılar elde etmiştir. Zaten Osmanlıların balkanlarda tutunmasında en büyük etken uygulamış oldukları bu yöntem olmuştur.22 Osmanlı Devleti bu şekilde balkanlarda hızlı bir şekilde yayılmaya ve yönetimi altına almaya başladı. Hiç şüphesiz bu durum Osmanlı Devletinin düzenli bir gücünün olduğunu gösterdiği gibi bu hızlı ilerleme coğrafi olduğu kadar siyasi olayların Osmanlı Devletinin yararına olduğunu göstermektedir. Çünkü eğer Balkanlar’da Osmanlı fetihlerini kabul eden bir vaziyet olmasaydı şüphesiz ki; Osmanlı Devleti balkanlarda tutunamaz ve kısa bir süre içerisinde de geri çekilmek zorunda kalırdı. Ancak durum böyle olmamış ve sürekli olarak balkanlarda bir yükseliş baş göstermiştir. Osmanlı fetihleri garazkâr olmadığı ve her şeyden önemlisi yerli halka iyi davrandığı için kabul gördü ve benimsendi. Kilisenin ve yerli yöneticilerin baskılarından sıkılan balkan milletleri kurtuluşu Osmanlının Balkanlar üzerinde uyguladığı siyasi düzende görmüşlerdir.
Fethedilen Balkan topraklarına iskân Anadolu’dan getirilen Müslüman- Türk nüfusu ile sağlanıyordu. Osmanlı Devleti, sürgün edeceği haneleri daha çok Yörüklerden seçiyordu. Çünkü Yörükler aşiret beylerine bağlı ve merkezi otoriteyi saymıyorlardı. Merkezi otoriteyi saymadıkları için Yörükleri kontrol etmek ve olabilecek bir isyan hadisesini önlemek için Rumeli taraflarına sürgün edilmekteydiler. Böylelikle Osmanlı devleti hem siyasi olarak avantaj sağlarken yerleştirdikleri Yörüklerin ekonomik faaliyetleri sayesinde de ekonomik olarak kazanç elde etmiş oluyorlardı. Rumeli’de yerleşmenin öncülüğünü fetihlerde başrol oynayan akıncılar sağlamıştır23. Bu akıncı beyleri fetihler sayesinde kahramanca ün kazanırken hem de ekonomik olarak kazanç sağlamaktaydılar. Balkanlar’da dini ve feodal baskılardan bıkmış olan köylüler Osmanlı Devleti’nin merkeziyetçi sistemini ve uygulamış olduğu siyasi rahatlığı benimsemişlerdir. Balkanlar’da dini baskı Katolik kilisesinden gelmekteydi. Katolik kilisesi Ortodoks balkanlara karşı dini baskı yapıyor ve mezhep değiştirmelerini istiyordu. Böyle bir durumda Osmanlı Devleti Ortodoks kilisesini kendi kontrolü altına almış ve onu baskılardan kurtarmıştır. Osmanlı Devleti Rumeli’ye yapılan iskânı üç şekilde sürdürmekteydi. Bunlardan birincisi; ordu ile birlikte gelenler, ikincisi; sürgün olarak gelenler, üçüncüsü ise Yörük teşkilatı içinde yer alanlarla birlikte yapılan iskân teşkilatlanmasıdır.24 Rumeli toprakları da yapılan bu iskânlar tamamen devlet kontrolü altında düzenli bir şekilde yapılmıştır. Düzenli olduğunu anlamak için tapu ve tahrir defterlerine bakmak yeterli olacaktır, çünkü Osmanlı devleti bu bölgelerde yapmış olduğu sürgünlerin hepsini defterlere kayıt etmiştir. Bu defterlerde Rumeli’ye gelenlerin nerelerden geldiği ve kimlerden olduğu açık bir şekilde yazmaktadır. Bu düzenleme erken dönem Osmanlı iskân siyasetinden beri var olan ve uygulanmış olan bir sistem olarak kalmıştır. Rumeli’de kurulan yerleşkelere daha çok Anadolu’dan geldikleri yerlerin isimleri verilmiştir. Özellikle 14 ve 15. Yüzyıllarda yapılan iskân tapu ve tahrir defterlerine bakılacak olursa bu konu daha açık bir şekilde görülecektir.25
Balkanlar’da Osmanlı Devleti’nin tutunabilmesini ve bu bölgelerin Türkleşmesine neden olan en büyük siyasi teşkilatlanma sürgünlerdir. Osmanlı Devleti sürgün usulünü benimsemiş ve bölgenin hem Türkleşmesi hem de İslamlaşması için mecburi bir uygulama olarak görmüşler ve uygulamışlardır. İlk başlarda sürgün uygulaması bir cezalandırma metodu olarak görülmüş olsa da daha sonraları demografik bir hareketlilik ve canlılık halini almıştır. Anadolu topraklarında yaşayan ve Osmanlı Devleti’ne isyan etme potansiyeline sahip olan isyan edebilecekler çıkarılan bir hüküm ile Rumeli taraflarına sürgün edilir ve orada yerleştirilirdi. Aslında bu tamamen Osmanlının uygulamış olduğu bir iskân siyaseti ve İslamlaştırma politikasıdır. Rumeli’de yerleşen Müslüman Türkler Hıristiyanlarla karışmamışlar ve ayrı bölgelere yerleşmişlerdir.26
Osmanlı Devleti, sürgünleri her zaman için Rumeli’de bir iskân ve kolonizasyon metodu olarak görmüş ve uygulamıştır. Çünkü Balkanlar’da fetih ettiği yerlerdeki yaşayan yerli halk her ne kadar iyi davranmış ve yönetimini kabul ettirmiş olsa da orada tamamen hâkimiyet kurmak için kendi ırk ve dininden insanların olması zorunlu görmüştür. Orada mevcut hayat tarzını değiştirmeden Devletin kontrolü altında yerleştirilen hanilerin de geçimlerini sağlamak için yardım etmiş ve yerleşimlerini kolaylaştırmıştır. Sürgünler, Osmanlı Devleti’nin Rumeli ve diğer bölgelerde tutunabilmesi için yapılmış programlı bir iskân siyasetidir.27 Diğer yandan Rumeli’ye iskânlar siyasi olarak gerçekleşiyor olsa da bu durum her zaman böyle olmamıştır. Anadolu’da zor şartlar altında yaşayan yâda fakir olan kimselerde Osmanlı Devleti’nin iskân siyasetinden faydalanarak orada yeni bir hayat kurmak istemişlerdir. Çünkü Osmanlı Devleti, iskâna tabi olanlara büyük avantajlar sağlıyor ve onları kendi kontrolü altına alarak devlet güvencesi veriyordu. Anadolu kültüründen gelen ve Selçuklularda olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de büyük nüfuz sahibi olan tarikatlar Rumeli iskânı için çok faydalı olmuşlardır. Özellikle boş yâda ticarete uygun yerlerde kurulan tarikatlar, zaviye yâda mescitler, Rumeli’ye iskân edenlerin oralarda dini ihtiyaçlarını karşılarken bir taraftan da gelenlerin yerleşik hayata geçmelerini sağlıyorlardı. Yani burada siyasetin iskânını gördüğümüz gibi dininde insanları yerleşik hayata geçirme gücünü görmüş oluyoruz. Çünkü yapılacak olan ibadet yerleşik hayatı gerektirirken, insanların geçimlerini sağladıkları en garantili işte yine yerleşik hayata geçmeyi mecbur kılan hayvancılık ve topraktır. Türk Dervişleri, Balkanlar’da Türk ve Müslüman yerleşmeciliğine çok büyük katkılar sağlamışlardır. Bu bölgelerde ön plana çıkan tarihi şahsiyetler ve onların takipçileri mürşitlerinin etrafında yerleşerek ona yakın olmayı amaçlamışlardır. Bunun için devlet desteği ile kontrollü bir şekilde planlı olarak yapılan sürgün siyaseti ve yerleştirmesi en önemli işlerin başında gelmektedir. Burada söylenmekte olan şeyh karakteri zihinlerdeki gibi elide asa saçı sakalı birbirine karışmış dünyadan bihaber dolaşan derviş karakteri olmayıp, bizzat devlet ve millet üzerinde nüfuzu olmakla birlikte yaptırım gücü olan kişilerdir.28
Rumeli bölgesine yerleştirilen tüm Türkmen aşiretleri ve sürgünler kendi başlarına bırakılmıyorlardı. Çünkü bu insanlar bu bölgede devlet ideolojisini yerleştirmek ve Osmanlıların Rumeli’ye topraklarında tutunabilmeleri için adeta görevlendirilmiş kimselerdi. Zaman içerisinde Rumeli yapılan iskânlar sonucunda bu bölgedeki Türk ve Müslüman sayısı artış gösterdi. Bu insanlar daha sonraları özel bir teşkilat altında toplandı ve genel olarak Evlad- Fatihan olarak adlandırıldılar. Kelime anlamı olarak fatihlerin evlatları anlamına gelmektedirler. Çünkü Rumeli’ye sürgünler padişahın çıkarmış olduğu bir hüküm ile gerçekleşirdi. Bu yüzden de bu isim ile teşkilatlanmışlardır. Daha sonraları bu teşkilat bazı düzenlemeler görmüş ve her zaman için Rumeli’ye göçmüş olan insanlara karşı ayrı bir muhabbet beslenmiştir.29 Osmanlı Devletinin balkanlarda tutulmasına fayda sağlayan sebeplerden biriside köylü ahalinin yükünün azaltılması olmuştur. Bizans hâkimiyeti altındaki köylü yılda beş-altı ay efendisinin tarlasında ücretsiz çalışmak zorunda kalıyordu. Ortodoks köylü, Osmanlının balkanlarda hâkimiyet elde etmesi ve toprak işlerinde yeni düzenlemeler yapmasını aynı zamanda da ekonomik alandaki serbestlikten dolayı Osmanlı yönetimi altına girmeyi bir kurtuluş olarak görmüştür. Balkanlarda yerleşen Müslüman Türk göçmenler o bölgelerde ekonomik hayatı da canlılığa kavuşturmuş ve boş bırakılan arazileri de kullanıma sokmuşlardır.30 Türk göçmenler genellikle ormanlık bölgelere veya buna benzer arazisi ziraatta kullanılmayan topraklar üzerinde yerleşmişlerdir. Ormanları keserek araziyi elverişli duruma getiren göçmenler kısa zaman içerisinde ziraat ve ticaretten kazandıkları maddi varlık sayesinde balkanlarda yeni bir medeniyet geliştirmişlerdir. Çünkü Osmanlı devleti her gittiği yerde kalıcı olmayı istemiş ve onun mücadelesini vermiştir.31
Zaman içerisinde balkanlar üzerinden Osmanlıya karşı haçlı seferleri yapılsa da, Osmanlı Devletinin balkanlarda sağlamış olduğu güçlü kontrol merkezleri ile bu haçlı seferleri her defasında engellenmiştir. Bunun en somut örneği 1402’de Ankara savaşında yenilen Osmanlı orduları Anadolu üzerindeki hâkimiyetlerini geçici olarak kaybetmiş olsalar da Rumeli’deki bütünlüğü ve siyasi iktidar bütünlüğünü sağlamıştır. Fetret döneminde yaşanan kardeşler arası taht kavgalarında her bir kardeş Anadolu’dan Rumeli’ye geçerek kendisine taraftar toplama siyaseti izlemiştir. Osmanlı devleti balkanları feth ettiği ilk zamanlardan itibaren o bölgede bir türk İslam medeniyeti oluşturmaya çalışmıştır. Üst düzey Osmanlı kumandanlarının yapmış oldukları yeni fetihler ile beraber balkanlar artık Türk-İslam medeniyetine bürünmüş bir hale gelmiştir. Ancak her ne kadar, Rumeli topraklarında Müslümanlar ve gayri Müslimler barış içerisinde yaşıyor olsa da bu duruma gölge düşürmek isteyenler de olmuştur. Bu gibi durumları engellemek içinde Osmanlı devleti nasıl Anadolu’dan Rumeli’ye Türkleri sürgün etmiş ise, Rumeli’den de isyan eden yâda isyan etme potansiyeli olan Rumlar Anadolu’ya sürgün edilerek yerleri değiştirilmiştir. Böylelikle balkanlarda olası bir isyan engellenmiş oluyordu.32
Balkanlara göçler, aktif olarak Fatih Sultan Mehmet’in ölümüne kadar sürmüştür. Çünkü İstanbul’un fethinden sonra yapılan balkan seferleri ile balkan milletlerinin otoritesi tamamen Osmanlı devleti hâkimiyeti altına geçmiş oldu.33 Bir bakıma balkanlar, sindirilmiş olmasına rağmen, Osmanlıya batıdan gelecek olan tehlikelere karşı her zaman kontrol altında tutması gereken bir bölge olmuştur. Balkanlar, Osmanlı devleti için Avrupa’ya açılan ve Türk İslam medeniyetini en batıya taşıyacakları yer olmuştur. Aynı zamanda balkanlar, Türklerin yerleştirilmesi ile birlikte yeni birde kimlik kazanmış oldu. Daha önceleri Slav ırkına mensup olan milletlerle dolu iken şimdi ise Türk İslam medeniyeti girmiş ve Slavlardan daha üstün bir duruma gelmiştir. Bu artış ile birlikte, Balkanlar’da tarıma dayalı üretim artmış ve ekonomi canlanmıştır. Balkanlarda bulunan, geniş ve verimli arazilerin işlenmesi, Osmanlı devleti için çok iyi bir sonuç oldu. Çünkü balkanlar, Osmanlı Devletinin tahıl ambarı durumuna geldi. Balkanlarda yaşayan gayrimüslimler, Osmanlı devleti için başka bir şeyi de ifade ediyordu, Osmanlı Devleti askeri güce dayalı bir imparatorluk idi. Askeriyede uygulamış olduğu sistem dünyada eşi benzeri görülmemiş bir sisteme dayanıyordu.34Osmanlı Devleti’nin uygulamış olduğu sistem, gayrimüslimlerden alınan vergi mucibince oğullarının devşirilerek Osmanlı’ya asker olarak kazandırılması ve saraya alınarak devlet adamı olarak hazırlanması idi. Yeniçeri sistemi35 ile birlikte Osmanlı ordusu kendisini haçlılara karşı yenilmez olarak ilan etti. Çünkü bu sistem kendi içerisinde sürekli olarak yenileniyor ve dinamik kalıyordu. Uygun yaş ve fizikteki Hıristiyan çocuklarının seçilerek asker ve devlet görevlisi olarak yetiştirilmesi; Balkanların önemini daha çok artırdı.36 Osmanlı devlet görevlileri tarafından yapılan balkan teftişlerinde Hıristiyanların vermesi gereken vergi haricinde birde ispence denilen vergi olarak çocukları alınmaktaydı. İstanbul’un fethinden sonra Türk olan Çandarlı Halil Paşa’nın Bizanslılara casusluk yaptığı ve Bizans imparatorundan rüşvet aldığı37 gerekçesi ile öldürülmesinden sonra, padişahtan sonra devlet kademesinde en yetkili kişi olan sadrazamlık makamına balkanlardan devşirilerek Müslüman olan kişiler getirilmiştir.38 Bu yapılanma devlet içerisinde padişaha alternatif bir güç yapılanmasını engellerken, balkanların İslamlaşmasına ve Türkleşmesine daha fazla hız kazandırmıştır. Aynı zamanda da buralarda yaşayan herhangi bir Hıristiyan ailenin çocuğu birden bire devlet kademesinde önemli bir görev almak gibi büyük bir şans elde etmiş olurdu.39
Balkanlarda en büyük siyasi tehdit her zaman Macarlar olmuştur. Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar balkan bölgelerinde bulunan bütün devletler ağır darbeler almış ve kendilerini toparlayamaz hale gelmişlerdi. Başka bir değişle Osmanlı ordusunu balkanlarda artık durduracak güçlü bir askeri yapılanma kalmamasına rağmen sürekli olarak Macarlar ile mücadele halinde oluyordu.40 Balkan devletlerinin özellikle Sırbistan, Bosna, Arnavutluk gibi yerlerin siyaseten zayıf bir şekilde olması, Fatih Sultan Mehmet’in işine yaradı ki; İstanbul’un fethinden sonra yönünü Batıya çevirdi. Fatih Sultan Mehmet, Balkanlar’ın kalesi ve stratejik açından en önemli yeri olan Sırbistan’a ilk balkan seferini düzenlemiş oldu. Daha önce Osmanlılara bağlı olan kalenin Sırbistan tarafından tekrar el konulması sonucunda Sırbistan seferi başlamış oldu. Fatih Sultan Mehmet, kendi ordusu ile birlikte sefer hazırlıkları yaptığı esnada öncü birlik olarak akıncılarını yolladı ve Sırbistan’ı yıpratma politikası izledi. Diğer taraftan da casusları aracılığı ile Sırp kralı Georges Brankovitch’in ikiyüzlü siyasetini öğrenmiş oluyordu. Sırbistan’ı feth ve devamını getirmek padişah Mehmet için bir saygınlık meselesi haline geldi.41 Fatih, balkanları tamamen kendi kontrolü altına alabilmek için kışı Edirne’de geçirdi (1454-1455). Çünkü Balkanlar’da, Osmanlı Devleti’ne karşı kendi çapında bazı hazırlıklar yapılmaktaydı. Fatih Sultan Mehmet, göndermiş olduğu casuslar aracılığı ile balkanlardaki bu yapılanmadan her zaman haberi oluyor ve son darbeyi vurmak istiyordu. Osmanlının balkanlar üzerinde fetihler yaptığını gören Macarlar fetihleri durdurmak için ordu hazırlamaya başlamışlardır. Nitekim öylede oldu. Macar kralı Hünyadi Yanoş’nin hazırlamış olduğu Macar ordusu ile Türk ordusu Belgrad önlerinde savaşmışlar, savaş çok çetin geçmesine rağmen Osmanlı ordusu kendini toparlamayı bilmiştir. Bu savaş o kadar çetin bir hale geldi ki, Fatih Sultan Mehmet dahi çatışmanın arasında kalarak alnından ve dizinden yaralanmıştır.42
Fatih Sultan Mehmet, Balkanlar’da bütün devletlerle mücadele etmiş ve onları tamamen hâkimiyeti altına almıştır.43 Ancak Bosna’nın fethi, padişah için ayrı bir önemesahip idi. Çünkü Fatih’in zihnindeki bir sonraki fetih edilecek yer bilinmiyordu. Ancak, Fatih’in kendisini Roma’nın hükümdarı olarak görüyor olması44 onun olası bir İtalya seferine gidecek olduğunu doğrulamaktaydı. Bunun için denizde harekât için Bosna, Osmanlılara karşı bir üs görevi görecekti. Bunun için hem Venedikliler ile denizde mücadele edebilmek için hem de İtalya’yı sıkıştırabilmek için Bosna, Fatih Sultan Mehmet tarafından fetih edildi.45 Balkan Devletleri ile olan mücadele bittikten sonra ancak Osmanlı padişahları yönlerini Avrupa merkezli fetihlere çevirmişlerdir. Ancak Avrupa’nın tam da ortasında Osmanlıları uğraştıran bir güç Macarlar bulunmaktaydı. Zaman zaman Macar ordularını yenmiş olsalar da Osmanlıların gidebildikleri en uç Avrupa şehri viyana olmuştur.46 Kanuni Sultan Süleyman zamanında balkanlar tamamen Osmanlı hâkimiyeti altında iken Avrupa konseyi henüz hâkimiyet altına alınamamıştı. Ancak buna rağmen Devlet gücünü her yerde hissettirmektedir. Bu bölgelerden Osmanlı Devleti muazzam ganimetler elde ederken diğer yandan da İslam’ın kutsal savaşçıları oldukları için gaza yapma fırsatları vardı. Aslında Avrupa konseyinin kontrol altına alınamamış olması Osmanlı devletini askeri olarak dinamik tutmuş ve sürekli olarak hareketli olmasına sebep olarak devlet için ganimetler elde etmesine neden olmuşlardır. Osmanlılar bu bölgelerdeki gaza ideolojilerini her bölgeye yansıtmışlardır. Özellikle tarikatlar etrafında toplanan insanlar, dini bilgileri aldıktan sonra Darulharb bölgesinde gaza yapmak ve Allahın rızasını kazanmak istemişlerdir. Fatih Sultan Mehmet ile balkan seferlerinin tamamlanması sonucunda bu bölgelerden boşalan Rum yerleşmelerine Anadolu’dan Türkler getirilerek yerleştirilmiştir. Anadolu’da Karamanlıları etkisiz hale getiren Fatih, onların arasında isyana kalkışabilecek olan ailelerden alarak Balkanlar’a iskân ettirmiştir. Öte taraftan, Sırbistan, Mora, gibi yerlerden de İstanbul civarına sürgünler yaptırmıştır. Bu sürgün hükmü tamamen Balkanların güvenliği için alınmış olan bir tedbirdi. Bazı aileler sürgün hükmünü riayet etmeyerek zorluk çıkarmışlardır. Ancak Sultan Mehmed sürgüne muhalefet edenlere karşı şiddet uygulamış ve sürgün hükmünün yerine getirilmesi için büyük uğraşlar vermiştir.47
Sirem sürgünleri sayesinde, balkanlarda bulunan unsurların yerleri değiştirilmek sureti ile de isyanlara karşı önlemler alınmaya çalışılmıştır.48 Bu gibi sürgünler hem isyanlara karşı önlem niteliğinde olduğu gibi hem de boş kalan yâda insan gücüne ihtiyaç duyulan yerlerin yeniden canlanmasında faydası olmaktaydı. Yani bu durum siyasi olduğu kadar ekonomik birde çıkar amaçlamaktaydı. Balkan topraklarında Müslüman Türkleştirmesi o kadar yoğun bir hale geldi ki, 16. Yüzyılda Bulgaristan’da bulunan Türk nüfusu Anadolu da bulunan Türk nüfusundan daha fazla hale gelmiştir.49 Kanuni Zamanında denizlerde de artık en büyük rakibi Venedikliler ile mücadele edebilir duruma gelen Osmanlılar artık cihat anlayışını sadece karada değil denizde de sürdürmeye başlamıştır. Denizlerde elde edilen güç ile birlikte Balkanlarda olabilecek isyan ve ordulara müdahale daha hızlı olacaktır. Kanuni Sultan Süleyman saltanatı boyunca Macarlar, Almanlar ve Fransızlar ile mücadeleler etmiş zaman içerisinde Fransızlara bazı imtiyazlarda bulunmuştur.50 Aslında bu bir denge ayarlaması idi. Olabilecek bir haçlı toplanmasını engellemek için böyle bir siyaset yapmak zorunda kalmıştır.51 Bu tür anlaşmalar sadece Fransızlar ile birlikte yapılmıyordu. Doğuda baş gösteren İran tehlikesini bertaraf etmek için Venedikliler ile de anlaşmalara gidiliyordu. Ancak Venedikliler anlaşmaların gerektirdiklerini yerine getirmiyorlar ve anlaşmayı bozuyorlardı.52 Osmanlı Padişahları görevlerini en iyi şekilde yerine getirerek, Balkanlarda tam manası ile bir Osmanlı barışı meydana getirmeyi başarmışlardır. Devletler tarafından toprak fetih etmek sorun değildir. Önemli olan fetih edilen topraklarda kendi hâkimiyetini tanıtmak ve sürdürebilirliğini sağlamaktır. Osmanlılar, Balkanlarda tam manasıyla Osmanlı hâkimiyetini kurarak oluşturmuş olduğu medeniyet anlayışını bu bölgede de yaygınlaştırmıştır. Her ne kadar Osmanlılar bu bölgelerde sürekli savaşıyor olarak görünse de aslında bu, ilahi Kelimetullahı yaymak istemenin siyasi bir sonucudur. Balkanlarda bulunan Sırplar tarih boyunca yaşadıkları topraklarda hem kendi dindaşlarına hem de Müslümanlara zulmetmişlerdir. Bunun içinde bazı Müslüman olmayan tarihçiler dahi Osmanlı Devleti’nin doğu Avrupa’da ve Balkanlar’da İslamlaştırma politikasını oldukça samimi bulmuşlar ve durumun balkanlar ve doğu Avrupa’ya barış getirdiğine ikna olmuşlardır.53
Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra başa gelen padişahlar atalarının mirasını yeteri derecede sahip çıkamadılar. II. Selim’e kadar padişahlar bizzat ordunun başında savaşa katılırlarken II. Selim bu uygulakamayı kaldırarak sarayda oturmayı ve savaşlara serdar-ı Ekrem olarak sadrazamı tayin etmeyi uygun gördü. Zaman içerisinde, yönetme kabiliyetine sahip olmayan padişahlar saltanata gelmiş ve ülke içerisindeki müesseselerde iş yapan insan yerine işlem hızını yavaşlatan kişiler gelmiştir. Bu durum böyle olunca Osmanlı imparatorluğunda, çözülmeler başlamış ve bu da ülke geneline yansımıştır. Balkanlarda da Osmanlı hâkimiyeti ancak Osmanlı devletinin güçlü ve sözünü geçirtebildiği zamanlarda sağlanmıştır. Her şeye rağmen artık balkanlar Türkleşmiş başka bir değişle de İslamlaşmış topluluklar haline gelmiştir. Osmanlı Devletinin balkanlarda sürekli olarak hareket halinde olması balkanlarda Osmanlı barışının sürekliliğini sağlamıştır. Ne zaman balkanlarda yabancı devletler görülmeye başlamışsa balkanların siyasi ve içtimai durumları bozulma göstermiştir. Bunun en somut örneği olarak, Rusya devletinin balkanlarda uygulamış olduğu panslavism politikası olmuştur.
Dipnotlar
1 kasimbolat@yahoo.com
2 Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, TTK Yayını, Ankara:2007,p.1.
3 Halil İnalcık, “Osmanlı Devleti’nin Doğuşu Meselesi”,trans. Mehmet Öz, Söğüt’ten İstanbul’a, İmge bookhome, Ankara:2005,pp.225-240.
4 M. Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, Akçağ Yayını, Ankara:2003, pp.22-66.
5 M. Tayyip Gökbilgin, Osman I, İA, cilt. 9, pp. 431-442.
6 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu klasik Çağ 1300-1600,trans, Ruşen Sezer, YKY, İstanbul:2003,pp.61-70.
7 Mehmet Neşri, Kitab-ı Cihan-Nüma, cilt. I. Trans. Faik Reşit Unat and Mehmed Altay Köymen, TTK Yayını, Ankara: 1995,pp. 90-110.
8 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, cilt.I, TTK Yayını, Ankara, pp.103-115.
9 Uzunçarşılı,İbid,p.106.
10 İbid.pp.124-128.
11 Feridun M. Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, Kitabevi, İstanbul:2003, 37-74. 12 Halil İnalcık, “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Beg”,Belleten, TTK Yayını, cilt. LXXI, no:261,Ankara;2008, pp. 479-537.
13 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, p.155.
14 M. Tayyip Gökbilgin. İbid. 441.
15 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, cilt. I,pp.129-142
16 Uzunçarşılı,İbid, pp.155-176.
17 Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, cilt. I, Ötüken Yayını, İstanbul:2004,pp.22-24.
18 M. Münir Aktepe, “Osmanlı’ların Rumeli’de ilk Fethettikleri Çimbi Kal’ası”,Tarih Dergisi, cilt.1,no:1-2, İstanbul:1949-1950,pp.283-307.
19 Yunus Koç, “Osmanlı’da Kent İskânı ve Demografisi (XV. XVIII. Yüzyıllar)”, Türkiye Araştırmaları Litaratür Dergisi, cilt. 3,no:6,İstanbul:2005,pp.161-210.
20 Havva Selçuk,” Rumeli’ye yapılan İskânlar Neticesinde Kurulan yeni Yerleşim Yerleri”, Türkler, cilt.4, ed. Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Yeni Türkiye Yayını, Ankara:2002,pp.177-186.
21 Mehmet İnbaşı, “Balkanlar’da Osmanlı hâkimiyeti ve iskan siyaseti”, Türkler, cilt. 4, ed. Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayını, Ankara:2002, pp.154-164
22 Halil İnalcık,” Ottoman Methods of conquest”, Studia Islamica,2, (1954), 103-129
23 Halil İnalcık,”Rumeli”,İA, Cilt.9,766-773.
24 Halime Doğru,” Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de fetih ve iskân siyaseti”,Türkler, cilt. 4, ed. Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayını, Ankara:2002,pp.165-176.
25 M. Münir Aktepe, “ XIV. ve XV. asırlarda Rumeli’nin Türkler Tarafından İskânına Dair”, Türkiyat Mecmuası, cilt. X, İstanbul: 1953, pp.299-312.
26 Hüdai Şentürk,” Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Devrinde Rumeli’de Uyguladığı İskân Siyaseti ve Neticeleri”, Belleten, TTK Yayını, cilt. LVII, no:218, Ankara:1993,pp.89-112.
27 Ömer Lütfü Barkan,” Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon metodu olarak sürgünler, İstanbul University İktisat Fakultesi Mecmuası, cilt. VI. No:1-4.İstanbul:1953,pp.524-569.
28 Ömer Lütfü Barkan,” Osmanlı İmparatorluğu’nda Kolonizatör Türk Dervişleri”,Türkler, cilt.9. Ed. Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayını, Ankara:2002,pp.133-153.
29 Yusuf Halaçoğlu,”Evlad-ı Fatihan”,DİA, cilt.11,p.225.
30 Ahmet Uzun, “Osmanlı Devleti’nde Şehir Ekonomisi ve İaşe”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, cilt.3,no:6,İstanbul:2005,pp.211-235.
31 Kemal Karpat,”Balkanlar”,DİA, cilt.5,pp.25-32.
32 İsmail Hakkı Uzunçarlışı, Osmanlı Tarihi, cilt. I,TTK Yayını, Ankara: pp.150-180.
33 Kenan İnan, “Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un Fethi ve Etkileri”, Türkler, cilt.9,ed. Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayını, Ankara:2002,pp.279-311; Feridun M. Emecen,”İstanbul’un Fethi”,Türkler, cilt.9, ed.Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Yayını, Ankara:2002,pp.312-321.
34 J.A.B. Palmer,”Yeniçerilerin Kökeni”Söğüt’ten İstanbul’a, trans. Mehmet Öz, İmge Kitabevi, Ankara:2005,pp.475-516.
35 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, cilt. I, TTK Yayını, Ankara:1988,p.144-150.
36 Mücteba İlgürel,”Yeniçeriler”,İA, cilt.13.pp.385-395.
37 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, cilt. II, TTK Yayını, Ankara, pp.9-11;İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Çandarlı Vezir Ailesi, TTK Yayını, Ankara:1988,pp.78-84.
38 Abdülkadir Özcan”Devşirme”,DİA, cilt.9,pp.254-257.
39 Yavuz Ercan,”Devşirme Sorunu, Devşirmenin Anadolu ve Balkanlardaki Türkleşme ve İslamlaşmaya Etkisi”,Belleten, TTK Yayını, cilt. L, no:198,pp.679-725.
40 M. Tayyip Gökbilgin, “Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan ve Avrupa Siyasetinin Sebep ve Amilleri, Geçirdiği Safhalar”, Kanuni Armağanı, TTK Yayını, Ankara:1970,pp.5-39.
41 Selahattin Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan Mehmed’in siyasi ve askeri faaliyetleri, TTK Yayını, Ankara:1999,114-120.
42 İbid.126.
43 Halil İnalcık,”The Rise of the Ottoman Empire” The Cambridge History of Islam, cilt.I, ed.Bernard Lewis,P.M.Holt,Cambridge at the University pres,1970,pp.295-308.
44 Halil İnalcık, Fatih Devri üzerine tetkikler ve vesikalar I,TTK Yayını, Ankara:1995,69-130.
45 İbid,113-229.
46 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, cilt. II, pp.323-344.
47 Halil İnalcık,”Mehmet II”,İA, cilt.7.pp.506-535.
48 Feridun M. Emecen,”XVI. Asır Başlarında bir Göçün Tarihçesi, Gelibolu’da Sirem Sürgünleri”,Osmanlı Araştırmaları, cilt. X,İstanbul: pp,161
49 bu durum Ömer Lütfi Barkan tarafından İstanbul üniversitesi İktisat Fakultesi Mecmuası, cilt. XI.’de harita şeklinde gösterilmiştir.
50 M. Tayyib Gökbilgin,”Süleyman I”,İA, cilt.11,pp.99-155.
51 Yaşar Yücel, Muhteşem Türk Kanuni ile 46 Yıl, TTK Yayını, Ankara:1991,pp.57.
52 İbid.61.
53 Ataullah Bogdan Koponski, Balkanlar’da Osmanlı Barışı ve “ Batı Meselesi”,TDV Yayını, Ankara:2000,30-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder