28 Ekim 2012 Pazar

BÜYÜK HUN HÜKÜMDARI ATTİLA - Ali AHMETBEYOĞLU

BÜYÜK HUN HÜKÜMDARI ATTİLA
Ali AHMETBEYOĞLU - İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü


Attila, amcası Rua'nın ölmesi üzerine kardeşi Bleda ile birlikte 434 yılında Hun
yönetimini üstlenmiştir (Vámbéry, 1885: 80; Szász, 1943: 175). Türk devlet teşkilâtında
daima büyük kardeşin tahta çıkması kesin olmayıp, şehzadeler arasında en liyakatlisinin
başa geçmesi geleneği var olmasına rağmen (Donuk, 1981: 29-56), Bleda Hun hükümdarı
olmuştur. Fakat üstün kabiliyetlerinden dolayı bütün işleri Attila yürütmüştür1.


Rua zamanında başlayan Doğu Roma ile barış görüşmeleri, onun ölümü üzerine
Attila tarafından neticelendirilmiştir. Attila, derhal yola çıkarak İllyria (Arnavutluk ve
Dalmaçya sahası)'da, Morava ile Tuna'nın birleştiği yerde, Tuna'nın diğer kıyısına tanzim
edilmiş olan Constantia surları karşısında kurulmuş olan Margus (Bugünkü Orasje-
Dobruca) şehrinde, bütün halkın gözleri önünde at üzerinde olduğu halde isteklerini elçi
Plinthas başkanlığındaki Doğu Roma heyetine barış şartları olarak kabul ettirdi (434)
(Priskos, s. 24; Thierry, 1865: 46-48).

Tarihte Margus barışı olarak bilinen antlaşmanın maddeleri şunlardır:

1- Esir edilmiş Romalılarla ve daha önce Roma'ya kaçmış olan bir çokları ile birlikte,
Hunlardan kaçacaklar Roma hududuna kabul edilmeyecekler.

2- Romalı mülteciler ve esir alınmış olanların her biri için 8 altın kurtarma ücreti
ödenecek. Ancak bu fidyeyi verdikden sonra esirler geri dönebilecekler.
3- Romalılar Hunların hâkimiyeti altında olan kabilelerle ortaklık yapmayacaklar.
4- Ticaret yapmak için eşit şartlar içinde biraraya gelinecek.
5- Romalılar ve Hunlar emniyet içerisinde olacaklar.
6- Yapılan antlaşma devamlı olacak ve bu antlaşmaya riayet edilecek.
7- Romalılar tarafından Hun kralına daha önce 300 altın libre ödenen vergi yerine
700 altın librae ödenecek (Priskos, s. 24) Antlaşma atalardan kalma bir yemin ve dini
merasim ile pekiştirildi (2. Bunun üzerine Doğu Roma iktidarı kendilerine kaçan Hunları
iade etti. Bunlar içerisinde bulunan Hun kral soyundan Mama ve Atakam'ı, Trakya'da
bir kale olan Carsus (Bulgaristan'da Hırsova)'da Attila halkın gözü önünde idam ettirdi
(Priskos, s. 24) Bu antlaşmanın yapılmasından sonra Hunların hareketleri hakkında
Roma kaynaklarında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Büyük ihtimalle bu zaman
içerisinde Kuzey ve Doğu Avrupa'da yerleşmiş olan çeşitli kavim ve kabileler üzerinde
hâkimiyet tesis ettirilmesi ve birçok fetihler olmuştur. Bu tarihte, bütün tarihî kaynaklar
son derece belirsiz olduğu için, Bleda ve Attila tarafından yönetilen imparatorluğun tam
büyüklüğü ve gücü hakkında birşey söylemek de oldukça zordur (Thierry, 1865: 52-
54; McGovern, 1939: 385-386; Altheim, 1948: 303-316). Bu arada Batı Roma ile, Rua
zamanında izlenen politikalar Attila zamanında da devam etmiştir. 434 / 435 yıllarında
Aetius, Roma'da bulunan Hun elçilerine Valeria ve Pannonia Prima (bugünkü
Macaristan Tuna ötesi) bölgelerini bıraktı. Bunun yanında oğlu Carpilio 'u da Hun
sarayına rehine olarak gönderdi. Bunun en büyük sebebi ise verilen sözlerden
dönülmesine mani olmaktı (Altheim, 1952: 168) Attila ile iyi ilişkilerine devam eden
Aetius (Jordanes, s. 42-43; Mommsen, 1906: 532-533; Twyman, 1970: 499), Galler
bölgesinin barbar kabilelerden temizlenmesi için çaba sarfetmeye devam etti. 435
yılında Ren nehrini geçerek Roma İmparatorluğu topraklarına girmeyi ve Burgund beyi
olmayı başaramayınca tekrar Hunların yanına döndü. Hunların yardımını temin ederek,
Burgundları, kralları Gendicharius (Gundaher, Gunther)'la beraber son ferdine kadar
katletti (Sidonius,1887: 322; Szász, 1943: 183-184; Altheim-Haussig, 1958: 40-41;
Maenchen-Helfen, 1978: 61-64) Yardıma gelen Hun ordusunun başında Attila'nın
amcası Oktar bulunuyordu. Nitekim bu müthiş mücadele Germen kavimlerinin
kafalarında silinmeyecek izler bıraktı. Bunun etrafında bir çok destanlar meydana geldi
(Homeyer,1951: 66-67; Altheim, 1952: 118-124; Gibbon, 1988: 206; Bóna, 1991:
51; Waitz,1862: 3-10). Hunlar, Galya bölgesinin ikinci askerî komutanı olan pagan
Litorius'un Vizigotlarla yaptığı mücadeleye de yardımcı kuvvetler gönderdiler. 437
yılında Litorius, atlı olan yardımcı Hun birliklerinin büyük desteği ile Vizigot kralı I.
Theodorik 'in kuşatma çemberini yardı ve Narbonne şehrini kurtardı. 438 yılında ise,
Vizigotları bir dizi başarılı savaşla başkentleri Tolusa / Toulouse'a kadar geri sürdüler.
Fakat 439 yılında Hunların büyük sayıda geri dönmeleri, Gal-Roma ordusunun
dağılması sonucu Vizigotlar bu zor durumdan kurtulmuş oldu (Jordanes, Romana et
Getica, s. 104; Sinor, 1990: 188-189; Bóna, 1991: 53).

Aetius, Batı Roma imparatorluğu içerisinde Hunların yardımı olmadan ne makam
elde edebiliyor, ne de iktidarı elinde tutabiliyordu. Aetius'u devirmek için harekete

geçen Augusta, eski düşmanları Vizigotlarla ittifak yapmaya hazırlandı Aetius'a karşı
harekete geçebilmek için Afrika şehirlerini başarıyla savunmuş birliklerini geri çekti.
Bunun sonucunda karşısında bir kuvvet kalmayan Vandallar Afrika'ya hakim oldular
(Jordanes, s. 101-103; Procopius, MDCCCXXXIII, s. 412-413; Malet-Isaac, 1925:
420) 439 yılında Kartaca düştükden sonra Doğu ve Batı Roma'nın birleşik orduları
Vandalları artık yenemedi(Prosper Tiro, 1840: 441; Courtois, 1955: 155; Maenchen-
Helfen, 1973: 108; Gibbon,1988: 189-192; Croke, 1981: 159-160). Augusta'nın
birlikleri ise Hunlar karşısında yok olmaktan kurtulamadılar. Galya'nın temizlenmesi ve
elde tutulması gayesini güden Aetius ise, İtalya'ya daimi dönüş tarihî olan 441 yılına
kadar batıda kazandığı başarılar karşısında Hunlara Tuna bölgesini terketmek zorunda
kaldı. Hunlar neredeyse Roma'nın sınır komşuları oluyordu. 425 yılından beri Hunların
askerî gücüne bağlı olan Batı Roma politikası sayesinde Hunlar para, yer, ganimet ve
tecrübe kazandılar ve sadece savaş sanatları değil, politika sanatlarındaki ustalıklarını da
gözler önüne serdiler (Premier, 1968: 319-323; Bóna, 1991: 54; Troplong, Revue
d’Histoire diplomatique, XXII, 1908: 540) Rua'nın ölümünden sonra kardeşi
Muncuk'un oğlu Bleda Hun tahtına çıktıysa da, Doğu ve Tuna'nın prensi olan genç
kardeşi Attila devletin esas işlerini yürütmekte idi. Nitekim Bleda'nın 10 yıllık
hükümdarlık zamanı, tarihî kaynaklarda hemen hemen hiçbir iz bırakmadan silinip gitti.
Bleda3, Rua'nın ordusunda Tisa'da kaldı ve hükümdarlık döneminde de büyük bir
ihtimalle onun yeniden yapılanması için uğraştı (Macartney, 1951: 182; Szász, 1943.
194-195; Screiber, 1978: 84 ) Attila'nın ordusu ise 454-464 yılları arasında bugünkü
Bükreş-Ploieşti arasındaki bir bölgede bulunuyordu. Buzau nehri boyunca yanyana
bulunan Hunlara ait kalıntılardan, Attila'nın ordusunun Buzau bölgesinde olduğu, çünkü
oradan Doğu imparatorluğundan Hunların yanına, Scythia Minor (Dobruca) üzerinden
çok kolay ulaşılabildiği anlaşıldı. Nitekim 441 yılında bir Doğu Romalı elçi Odessus
(Varna)'a kadar ki yolu gemiyle gelmiş ve oradan Attila'nın sarayına Tuna üzerinden
varmıştı (Maenchen-Helfen, 1978: 70) Bleda'nın zevk ve sefaya düşkünlüğünün
yanında (Priskos, s.54; Moravcsik, Phil. K.L., 1926: 195-202) Attila eğitimi ve
şahsiyetiyle sivrilerek Bleda’nın ölümüne kadar tüm işleri yürütmüş, sonra da mutlak
hâkim olmuştu (Thompson, 1048: 88; Pritsak, 1956: 404-419; Alföldi, Germania,
XXI, 1937: 95-100). Bazı tarihçiler 444 / 45 yılında Bleda'nın Attila tarafından
öldürüldüğünden bahsetmektedirler4. Oysa, Attila gibi büyük bir şahsiyet abisini

öldürerek Hun tahtına oturmak isteseydi, tüm güç elinde olduğu halde ona on yıl
katlanmazdı. Ayrıca Hun ülkesini ziyaret eden Priskos'un notlarında buna dair hiçbir
kayıt yoktur. Gerçi başta Jordanes olmak üzere bazıları bu iddialarını, Priskos'un
eserinin kaybolan kısımlarına dayandırıyorlarsa da mevcut fragmantlarda bunun aksini
ispat edecek notlar bulunmaktadır. Nitekim Priskos'da, Hun ülkesindeki gezilerinde
Bleda'nın dul eşinin sahibi olduğu yerleşim yerinde, kendisiyle görüşmesinin anlatıldığı
notlarda mağdurluğunu belirtecek hiçbir kayıt yoktur. Ayrıca Bleda'nın isminin geçtiği
yerlerde onun öldürüldüğüne dair bir bilgiye rastlanılmamaktadır (Priskos, s. 38) 441
yılına gelindiğinde, Hunlarla olacak bir savaşa mani olmak gayesiyle, kendisinin dikte
ettirdiği şartlarla doğu Romalıların antlaşma yaptığı Margus barışından sonra Attila,
yukarıda bahsedilen birçok kavmi itaat altına alarak sınırlarını Alpler'e, Ren ve Vistül
nehrine kadar uzatmış oluyordu. Ayrıca Burgundlar yok edilmiş ve Pannonia Prima da
istilâ edilmişti. Bu durumlar sayesinde Hunlar artık bir imparatorluk haline
dönüşüyordu (Premier, 1968: 290; Hambis, 1971: 62)

ATTİLA DÖNEMİ
DOĞU ROMA (BİZANS) -HUN MÜNASEBETLERİ:

Attila devrine gelindiğinde, Hun başkentinde Doğu Roma politikasında bir
değişiklik yoktu. Temelleri Uldız zamanında atılan politikaya göre, her fırsattan
yararlanılarak Doğu Roma baskı altında tutulacak ve nihayetinde kesin olarak Hun
hâkimiyeti altına alınacaktı. Uldız'ın "güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her
tarafı fethederim " diye Doğu Roma elçilerini tehdit eden bu söz, Hun politikasının
temelini oluşturmakta idi. Esas hedefi dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek olan Attila,
buna giden yollardan birisinin Doğu Roma olduğunu biliyordu. Bu sebeple ilk önce
büyük devletlerden birisi olarak Bizans hezimete uğratılacak ve başkent İstanbul'daki
politikalara kendisi yön verecekti. Büyük devlet adamı, asker olduğu kadar büyük bir
diplomat da olan Attila, şartlar uygun olduğu zaman her fırsatı değerlendirmek istiyordu
(Szász,1943: 187; Harmatta, AAH, I, 1951: 139) Margus barışı yapıldıktan sonra,
Slav, Fin, Germen, Türk asıllı birçok kavmi itaat altına alan Attila, arkasını sağlamlaştırdıktan
sonra, 440 yıllarına gelindiğinde yeniden ortalarda görünmeye başladı. 439
yılında Vandallar, Kartaca'yı, Afrika'nın birçok yerleşim bölgelerini ele geçirmişler ve
oradaki önemli bir Roma donanmasını da yağma etmişlerdi. Bunun üzerine Doğu ve
Batı orduları birlikte 440 yılı ilkbaharında, Vandalların saldırısına uğrayan Sicilya'yı
korumak için harekete geçti. Bu durumu öğrenen İranlılar da uzun süredir hevesli
oldukları Ermenilere saldırdı. İranlıların bu saldırılarına karşı Doğu Romalılar, elle

tutulabilir tüm askerlerini harekete geçirdi (Premier, 1968: 291; Bóna, 1991: 55-56)
Bütün bunlardan haberdar olan Attila, durumdan istifade ederek büyük bir hızla
birlikleriyle harekete geçti. Tuna'da bulunan en son Doğu Roma mevzisi Castra
Constantia'ya saldırdı. Bir pazar yeri olan burada Romalılara hücum etti ve birçok kişiyi
esir aldı. Bunun üzerine Romalılar derhal Hunlara elçiler gönderdi. Elçiler, yapılan
saldırının antlaşmalara aykırı olduğunu iddia ederek Hunlarla müzakerelere başladı.
Büyük bir diplomat olan Attila, hareketin niçin yapıldığını diplomatik manevralarla
Doğu Romalılara izah etti. Bu hareket savaş değil, bir uyarı idi. Çünkü Margus
Piskoposu Hun hudutlarına girerek, Hunlarca çok kutsal olan mezarları soymuştu
(Thierry, 1865: 54; Altheim, 1952: 146-147)

Bu sebeple piskoposu kaçaklarla birlikte, Margus antlaşmasına uygun bir şekilde
iade etmedikleri takdirde savaş ilan edilecekti. Ayrıca kaçakların sayısının fazla
miktarda olduğu da özellikle belirtilmişti (Priskos, s. 24-25). Bu görüşmeler neticesinde
Romalılar söylenenleri inkâr etti. Hunlar ise görüşlerinde israr ettiklerinden bir antlaşma
olmadı ve savaş çıktı. 440 sonbaharında harekete geçen Hun orduları Tuna'yı geçerek,
çevredeki bir çok yeri tahrip ettikden sonra Viminacium (Bugünkü Kostolaç)'u ele
geçirdi. Hunların bu hücumu üzerine birçok Doğu Romalı, bir kişi yüzünden devlet
savaş tehlikesine maruz kalmasın diye, piskoposun geri verilmesi gerektiğini belirttiler.
Bunun üzerine piskopos, kendisinin geri verileceğinden korkarak gizlice Hunlara kaçtı.
Eğer Attila kendisine iyi davranır ise Margus şehrini teslim etmeyi vaat etti. Bunun
üzerine Hunlar, sözünde duracak olursa her türlü yardımı yapacaklarına söz verdiler.
Antlaşma sağlanınca piskopos, pek çok Hunla birlikte Romalıların sınırına döndü ve
Tuna'nın kıyısında onları pusuya yatırdı. Geceleyin uygun bir anda işaret vererek,
Hunları harekete geçirdi ve şehri teslim etti. Bu harekete birlikte Hunlara artık Trakya
ve İstanbul'un yolu açılmış oluyordu (Priskos, s. 25; Szász, 1943: 190-191)

I. Balkan Seferi

Doğu Roma'nın siyasî, iktisadî olarak içinde bulunduğu güç durumdan, Vandal
kralı Geiserik'in Romalılara karşı kendisinden yardım istemesinden ve Hunlar
karşısındaki aczinden yararlanan Attila, Margus'un ele geçirilmesiyle başlayan
hareketine devam ederek Balkanlara doğru ilerlemeye başladı (441). Tuna nehrinin
güney tarafında, batı istikametine doğru saldırılarına devam etti. Bu hareketini İllyria
bölgesine kadar genişletti. Singidunum (Belgrad)'u kuşatarak ele geçirdi ve bütün ahalisini
esir aldı (441). Daha sonra Sirmium (Sermska Mitrovica)'u fethetti (Procopius,
MDCCCXXXIII, s. 26-27; Zachariae, 1881: 131; Alföldi, 1926: 6; Altheim, 1952:
150; Gordon, 1960: 63-65; Ireçek, 1990: 53-54).

Sirmium'un fethinden sonra Attila, güneyden başlayarak Pannonia Secunda
bölgesini ve Naissus (Niş)'u da hâkimiyeti altına aldı. Trakya'ya doğru hızlı gelişen Hun
hareketi, Hunlarla çok iyi ilişkiler içerisinde olan Batı Romalı Aetius'un araya
girmesiyle kesildi. Aetius; Doğu Romalıların Margus barışı şartlarını yerine getirerek
ödenmeyen vergileri ödeyeceklerine ve kendilerindeki tüm kaçakları iade edeceklerine
garanti verdi. Bunun teminatı olarak da oğlu Carpilio'nu Hun sarayına esir olarak
gönderdi. Böylece Tuna bölgesindeki stratejik bir çok kale Hunların eline geçti ve
Balkanlar'da Hunlara ciddi şekilde mukavemet edecek hiçbir kuvvet kalmadı5.


II. Balkan Seferi

447 yıllarına yaklaşıldığında, Attila'nın Doğu Roma politikasının daha sertleştiği
görülmekteydi. Çünkü I. Balkan seferinden beri İmparator II. Theodosios, Balkanlarda
Hunlara karşı bir müdafaa hattı teşkil etme teşebbüsünde bulunmuş ve Magister
Officorum olan Nomus'u görevlendirerek yeni bir limes tanzimine girişmişti. Ayrıca Doğu
Roma'nın ağır malî kriz içerisinde bulunması, 446'da ortaya çıkan salgın hastalık ve
447'deki büyük deprem İstanbul başta olmak üzere imparatorluğun birçok şehrinde
hasarlar meydana getirmiştir. Öyleki depremin tesiriyle İstanbul surlarında çok sayıda
burç da yıkılmıştı. Doğu Roma'nın askerî ve malî bakımdan içine düştüğü çok zor şartların
yanında, Attila'nın hareketinin altında yatan esas sebep ise, Bizansı kat'î surette hâkimiyet
altına alıp Batı Roma'ya yönelmekti. Yani alt yapısı oluşturulan cihan hâkimiyeti
ülküsünü gerçekleştirmekti (Gibbon, 1764: 270-71; Turan, 1981: 157; Schröder, LIX,
1922: 240-244) Bu arada II. Theodosios zamanında Attila, Romalı-lardan, daha önce
ödenmeyen borçların karşılığı olarak zorla vergi topladı. Kendisine elçilerin gelmesi,
kaçakların iade edilmesi ve vergiler hususunda mektup yazdı. Bu mektubu, isteklerini
bildirmek üzere Doğu Roma'ya gönderdiği elçiler ile yolladı. Kendi elçileri geri dönerken
de, Romalı elçilerin onlarla birlikte gelmesini istedi. Eğer bunlar yerine getirilmez ise,
Doğu Roma'ya savaş açacağını belirtti. İmparator, Attila'nın mektubunu okuyunca,
kendilerinde bulunan kaçakları iade etmeyeceğini, fakat derhal bir elçilik heyeti
göndereceğini söyledi. II. Theodosios, Attila'nın asıl isteklerini geri çevirince Attila
ordusuyla Tuna'yı geçti ve birkaç küçük kalenin alınmasından sonra çok kalabalık bir
şehir olan Ratiaria'ya başarılı bir saldırı yaptı. Burası Tuna Bölgesi'nin anahtar yeri idi
(Priskos, s. 26; Prosper Tiro, s. 479; Szász,1943: 191-192; Gordon, 1960: 70 vd.)
Ostrogot Kralı Valamir ile Gepidlerin Kralı Ardarik'in kuvvetlerinin de katıldığı Hun
ordusu, bu günkü Bulgaristan'a girerek Oescus (Gigen) kasabası yakınında Utus Irmağını
(Vidin Çayı) geçti. Burada, Moesia bölgesi Magister Militium'u olan ve Hunlardan
Bizanslılara firar eden Got asıllı Arnegisclus komutasındaki Doğu Roma ordusunu ağır bir
hezimete uğrattı. Arnegisclus da savaş meydanında hayatını kaybetti. Bu başarıdan sonra
Attila Hun ordusunun bir kolunu Nikopolis (Niğbolu) civarındaki Asemus (Osem)
kalesinin muhasarasına memur etti. Tuna boyundaki yerleri almak üzere de doğu
istikametine başka kuvvetler sevk etti. Kendisi ise esas Hun ordusu ile güneye doğru
ilerliyerek, Serdica (Sofya), Philippopolis (Filibe)'i zaptederek Adrianopolis (Edirne)'i
kuşattı. Kuvvetlerinin bir kısmını Edirne muhasarasına bırakarak, Durostorum (Silistre),
Marcianopolis (Preslav)'i ele geçirdikten sonra, İstanbul istikametine yöneldi. Arcadiopolis
(Lüleburgaz), Kallipolis (Gelibolu) ve Sestos (Akbas Limanı) şehirlerini de fethetti.
Bu sırada Attila, geride mukavemet edebilecek yerleri yok etmek gayesiyle ansızın geri
döndü. Trakya'dan geçerek Teselya'ya girdi ve Thermopylae (Termopil Geçidi) civarına
geldi (Theophanes, 1839: 102 vd.; Szász, 1948: 216-217; Obolensky, 1974: 64;
Kafesoğlu, 1957: 5) Artık Hun tehlikesi başkent İstanbul'u tehdit ediyordu. Doğu Roma,
Hunların başarıları karşısında tamamen ümitsizliğe düştü. Bu arada Vandallara karşı
Sicilya'da bulunan Doğu Roma birlikleri ile İran sınırındaki garnizonların geri dönmesi ve

Prens Aspar komutasındaki bu kuvvetlerin 447 yılında Chersones'de Hunlara mağlûp
olması Roma için herşeyin sonu oldu. İmparator II. Theodosios, Attila'dan barışı adeta
dilenmek mecburiyetinde kaldı. İmparatorluğun Doğu Ordusu komutanı Senatör
Anatolius vasıtasıyla, Athyra (Büyükçekmece)'da ordugâh kuran Hunlar ve Doğu Romalılar
arasında barış görüşmeleri yapıldı. 447'de imzalanan ve tarihte Anatolius Barışı diye
bilinen antlaşmanın maddeleri şöyle idi (Thompson, 1948: 90 vd.; Croke, s. 165 vd.;
Bornes, Phoenix, 24, 1975: 164)

1- Kaçaklar derhal Hunlara iade edilecek.
2- Geçmiş vergiler karşılığında 6000 libre altın Hunlara ödenecek.
3- Hunlara ödenen senelik vergi 2100 altına çıkarılacak.
4- Parasını ödemeden Romalıların ülkesine kaçmış olan her Romalı esir başına 12
altın ceza ödenecek ve bu ödenmediği takdirde esir sahibine iade edilecek.
5- Romalılar, Hun ülkesinden kendi tarafına kaçanları bir daha kabul etmeyecek
(Priskos, s. 26).

Doğu Romalılar, kendilerine kabul ettirilen bu ağır şartları zihinlerini sarmış bulunan
Hun korkusundan dolayı kabul etmek zorunda kalmışlardı. Çünkü imparatorluğun hazineleri
saçma gösterilere, boş, faydasız şan şöhret sefalarına ve ölçüsüz zevklere hasredilmişti.
Bu sebeple iktisadî olarak büyük bir felaketin içerisinde bulunuyorlar ve Hunlara
ödenmesi gereken paraları temin için tedbirler düşünüyorlardı. Bu sebeple halktan haksız
yere zorla vergi toplandı. Toprak vergisinden muaf tutulanlardan bile hakimlerin kararı ile
toprak vergisi alındı. Herkes üzerine düşen altını getiriyor ve vergiler imparator tarafından
vazifelendirilenlerce zorla toplanıyordu. Öyle ki, atadan kalma zenginliklerin sahibi olanlar,
eşlerinin süs eşyalarını ve kendi değerli şeylerini satıp ödenmesi mecburî paraları
temine çalışıyorlardı. Bu savaş, Romalıların o derece büyük felaketlere düşmesine sebep
oldu ki, açlıktan ve intihar ederek birçok insan canından oldu. Hazine tamamen boşaltılarak
Hunlara ödenecek para temin edildi. Bu sırada İstanbul'a bu iş için gelmiş olan Hun
elçisi Scotta vasıtasıyla da Hunlara gönderildi. Aynı zamanda para ile birlikte kaçaklar da
iade edildi (Priskos, s. 27; Altheim, 1952: 153). Attila devrinde Bizansa karşı gerçekleştirilen
iki Balkan seferi neticesinde, Tuna boyundaki Doğu Roma savunma mekanizması
çöktü. Artık, Hunlara mani olacak hiçbir engel kalmamış oldu. Zaten Bizans İmparatoru,
Attila'nın isteklerini bir efendinin emirleri olarak görüyor ve yerine getiriyordu (Priskos,
s. 29). Böylece Bizans ağır bir vergiye bağlanmış ve Hunların istekleri doğrultusunda
hareket etmeye zorlanmıştı. Bu da Türk devlet geleneğine göre bir devletin kesin olarak
hâkimiyet altına alınması için yeterli idi (Kafesoğlu, 1957: 80)

Yine bunun sonucunda Bizans'dan alınan altınlarla Hun hazinesi dolmuş ve Balkanlar'daki
sınırları da oldukça genişlemişti (Harmatta,1955:183 vd.; Mommsen, 1906:
539) Attila Doğu Roma'yı hâkimiyet altına alıp, Batı Roma politikasında yavaş yavaş
değişiklikler yapıp, cihan polititasına adım adım yaklaşırken ülkesinde güçlü bir devlet
yapısı meydana getirmişti. Devletin en tepesinden en altına kadar her kademede tam itaati
sağlamış, gerek Hunlar gerekse tâbi kavimlerden başarılı olanları devlet hizmetine almıştı
(Altheim, 1952: 158 vd.; Grousset, 1980: 91; Bóna, 1991: 107, 111 vd.). Attila'nın
hükümet merkezinin (başkenti) neresi olduğu meselesi oldukça ihtilaflıdır. Birçok tarihçi,
Attila'nın sarayının, Rua zamanında orduların bulunduğu Tisa çevresindeki aynı yer de
olduğunu, bazıları ise yerin tesbitinin mümkün olmadığını düşünmektedirler
(Thompson, 1948: 221; Bóna, 1991: 64-65). Hun hükümet merkezinin nerede
olduğunu söyleyebilmek mükün değilse de tarihi kaynaktaki bilgiler ışığında Attila'nın

Erdel'de ve Maros nehri vadisinde olduğu gibi değişik yerlerde büyük evleri ve sarayları
bulunduğu bilinmektedir (Priskos, s.38; Jordanes, s.104; Bóna, 1991: 71). Uldız'ın
temelini attığı Hun dış politikası gereği Batı Roma imparatorluğu ile başlangıçta iyi
ilişkiler içerisinde bulunan Attila, Doğu Roma'nın hâkimiyet altına alınmasından sonra,
politikasında belirgin bir değişikliğe gitti. Artık Batı Roma da boyunduruk altına alınacak
ve sıra Sasanilere gelecekti (Priskos, s.53; Jordanes, s.105 vd.). Bu anlayışla Hun
dış politikasının ağırlık noktası Batı Roma'ya kaymış oldu.

ATTİLA DÖNEMİ
HUN- BATI ROMA MÜNASEBETLERİ:

Hunların çağdaşı ve ondan sonraki kaynaklara göre, kısa süren fakat onlara sonsuz
görünen Attila'nın hükümranlığı, "Avrupa'yı yetim bırakan" bir savaşlar tarihi idi
(Bóna, 1991: 81). Binlerce insanı savaşa zorlamıştı. Fakat buna karşın gerçek olan,
Attila, hükümranlığının ilk iki yılı boyunca en azından Batı ve Doğu Roma'ya karşı
hiçbir savaşı kendisi başlatmamıştı(Bóna,1991: 8).Buna rağmen Batı Roma, Attila'nın
barış severliğine karşı hiç de iyi şeyler düşünmüyordu. Bleda'nın ölümünden sonra, Hun
meselesiyle uğraşan Carpilio ve Senatör Cassiodorus elçi olarak Attila'ya gönderildi.
Attila, elçiler ile yaptığı görüşmeler sonucunda aradaki barışın süreceğine dair söz
verdi. Bazı kaynakların söylediği gibi barış, Cassiodorus'un cesur ve parlak konuşması
sayesinde değil, Batı Roma'nın verdiği tavizler neticesinde gerçekleşti. Bunun neticesinde
Sava kıyısındaki Pannonia toprakları Hunlara bırakıldı. Diğer Pannonia bölgeleri
ise zaten daha önceleri Hunların eline geçmişti (Maenchen-Helfen, 1978: 74 vd.;
Tiçeloiu, Byzantinische Zeitschrift, XXIV, 1924: 84-87). Aynı zamanda Attila'ya
Magister Militium ünvanı tevcih edildi. Yeni ünvan, rütbeye uygun olarak yıllık düzenli
bir gelir anlamına geliyordu. Gerçekte ise, Batı Roma'dan alınan bir haraçtı (Priskos, s.
47; Altheim, 1952: 168-169). Bu esnada Batı Roma askerî savunma hattı, Norikum
Mediterraneum, Valeria Media, Poetovio (Ptuj / Pettau) ve Drava'dan geri çekildi.
Hunlar ile görüşmeler devam ederken, Brit (Britanya ahalisi)'lerden 446 yılında yardım
istendiğine dair Aetius'a uzun bir mektup geldi. Fakat Attila'nın gücü karşısında bir Hun
saldırısından korkan Roma yönetimi, yardım isteğini karşılıksız bıraktı. Bu arada
beklenmedik bir durum karşısında Attila'nın Doğu Roma'ya yönelmesi, Batı Romalıları
belirli bir süre rahatlattı (Szász, 1943: 263 vd.; Jones, 1973: 176-189; Bóna, 1991: 83)
Anatolius Barışı’ndan sonra Attila karşısında çaresiz kalan Doğu Roma için tek
kurtuluş yolu, Attila'nın ortadan kaldırılması idi. Bu sebeple bir suikast tasarlandı. Bu
sıralarda, Doğu Romalıların Hunların ele geçirdiği bazı bölgelerden uzak durmalarını,
kaçakların iade edilmesini ve bunların askerî kuvvet olarak kullanılmaması istekleriyle
dolu Attila'nın mektubunu getiren Hun elçileri Edekon ile Orestes İstanbul'a
gelmişlerdi. İmparatorun başvekili Hadım Chrysaphius, tercüman olan Bigila ile bir
plan hazırladı. Daha sonra imparatorun da onayladığı plana göre, çok para ile
aldattıklarını sandıkları Attila'nın yakın adamı ve muhafızlarının başı olan Edekon
ülkesine geri döndüğünde Attila'yı öldürecekti. Bunun için geri dönen Hun elçileri ile
birlikte Maximinos başkan-lığında, Priskos'un da dahil olduğu bir Doğu Roma elçilik
heyeti Attila'ya gönderildi. Heyetin başkanı Maximinos ile Priskos'un bu plandan haberi
yoktu. Bigila ise tercüman vazifesi ile bulunuyordu. Gerçekte ise suikast için gerekli
parayı ve rabıtayı sağlayacaktı. Fakat Edekon'un Attila'ya herşeyi anlatmasıyla suikast
planı açığa çıktı. Bunun üzerine Attila, üzerinde suikast için kullanılacak para ile
birlikte Bigila'yı yakalatarak tutuklattı. Romalıların Attila'dan kurtulmak için son

ümitleri de böylece tükendi (Priskos, s. 28-31; Schreiber, 1978: 167 vd.; Bόna, 1991:
87)

Bu sırada devamlı ittifak halinde bulunan Batı Roma'ya karşı Attila'nın tutumu
değişmeye başladı. Nitekim Doğu Roma ile yeniden antlaşma imzaladıktan sonra Batı
Roma'ya karşı girişmeyi düşündüğü seferi meşrulaştırmak için bahaneler aradı. 441
yılında Sirmium'un kuşatılması sırasında cereyan eden hadiseyi gündeme getirdi (Priskos,
s. 39-40; Altheim, 1952: 170-171).

Campus Mauriacus Savaşı

Attila, Batı Roma üzerine yapacağı sefer için hazırlanırken, bir yandan da
diplomatik ataklarını sürdürdü. Batı Roma İmparatoru III. Valentinianus'un kız kardeşi
Honoria, imparator tarafından tahta ortak olunmaması için bekar kalmaya zorlandı.
Fakat 449 yılında sarayda patlak veren bir skandaldan sonra İstanbul'a gönderildi ve
sarayda göz hapsinde tutuldu (Gordon, 1960: 104-105; Mommsen, 1906: 540-541).
Aşağılanan Honoria, 450 başlarında gizlice Attila'dan yardım istedi. Ayrıca ona altın bir
nişan yüzüğü de gönderdi. Bu teklifi kabul eden Attila, Valentinianus'dan nişanlısının
hissesine düşen Galya bölgesini başlık (drahoma) olarak istedi. Attila karşısında zor
durumda bulunan kuzeni II. Theodosios'un da bu talepleri desteklemesinden korkan
imparator, Honoria'yı 450 ilkbaharında Roma'ya geri çağırdı. Ardından göstermelik bir
evlilikle kardeşini gelin etti (Premier, 1968: 333-334; Szász, 1943: 270) Bunun üzerine
savaş tehdidinde bulunan Attila, Batı Roma imparatorluğunun yarı hükümdarı gibi
davrandı. Ordusunu harekete geçirirken hedef şaşırtmak ve Batı Roma'yı iyice hazırlıksız
yakalamak için, gayesinin Hun ülkesinin kuzeyinde oturan Germenler'in isyan
teşebbüslerini bastırmak olduğunu söyledi. Bu arada Batı Roma İmparatorluğuna da
haber göndererek Romalıların dostu olduğunu, ordusu ile de ihtiyaç duydukları anda
yardım edeceğini bildirdi. Ayrıca Frankları mağlûp ettikten sonra, Frank devletinin
dağılması ve kralın ölmesi üzerine kralın büyük oğlunun kendisinden yardım istediğini
de bahane etti. Halbuki Attila'nın esas hedefi Germenler ve Vizigotlar ile ittifak yapmak
idi (Maenchen-Helfen, 1978: 97-98).Bu arada Doğu Roma imparatoru II. Theodosios,
26 Temmuz 450 yılında av esnasında atından düşerek ağır şekilde yaralandı ve iki gün
sonra öldü. Bunun üzerine tahta Markianos geçti (450- 457). Kendisini kiliseye adamış
olan Theodosios'un kardeşi Pulcheria ile evlenerek, kendisine gerekli olan devlet
otoritesini tesis etti. Birçok bakımdan zor durumda olan yeni Doğu Roma ümparatoruna
da isteklerini kabul ettiren Attila, arkasını da böylece sağlama almış oldu (Jordanes, s.
106-107; Priskos, s.57-58; Thompson, 1948: 124,133; Altheim, 1952: 171; Bóna,
1991: 99). 451 yılı başlarında Attila, Hun ve müttefiklerinden oluşan oldukça büyük
sayıdaki gücü Galya'ya doğru harekete geçirdi. Bu arada sefere çıkmadan önce Doğu-
Batı Roma İmparatorlarına birer elçi göndererek, "Hem benim hakimim hem de senin
hakimin olan Attila, hiç vakit kaybetmeden bir saray yaptırmanı ve oraya kendisini
kabul etmeni emir buyurdu", mesajını iletti (Malalas, 1986: 195-196). Böylece daha
başlangıçta korku salarak, büyük bir psikolojik üstünlük elde etti. Zaten Jordanes'in
dediği gibi "Bu kurnaz adam harpte silah kullanmadan önce, yalan ve hileyi çok iyi
kullanıyordu"(Jordanes, s.110.). Esasını Hunların oluşturduğu orduda, en büyük
ağırlığı Germenler oluştururdu. Bunun dışında hayli kalabalık olarak kralları Ardarik ve
Valamir'in komutasındaki Gepidler ve Ostrogotlar ile, Rugi, Skir, Quad, Alaman, Herul,
Thüring, Burgund ve Franklar da Hun ordusunun diğer kısmını meydana getirdi
(Jordanes, s.108; Bóna, 1989: 82-84). Attila ordusunu iki kısma ayırdı. Bir kısmını
Tuna'nın sağ kıyılarındaki Roma kalelerinin ele geçirilmesine memur etti. Diğer kısım
ise Tuna'nın sol sahillerinden ilerleyerek güzergâhları üzerindeki kavimleri itaat altına

almakla yükümlü idi. Sonunda iki ordu Ren sahillerinde birleşti (Thierry, 1865: 121-
124; L. Hambis, 1971: 81) Attila Galya'ya doğru ilerlerken, Germenler'den bir kısmını
yedek olarak geride bıraktı. Ayrıca az sayıdaki bir Hun atlı birliğini, İranlılara karşı
ayaklanan Ermenilere destek gayesiyle gönderdi. Az sayıdaki Hun atlıları, Kafkas
geçidindeki İran sınır barikatlarını yaramadı. Bu sebeple 26 Mayıs 451'de Avrair bölgesindeki
trajik savaşta Ermeniler'in korkunç yenilgisine mani olamadı(Maenchen-
Helfen, 1978: 80-81; Baynes, 1910: 625-643) Galya'ya doğru harekâta başlayan Attila,
Ren nehrini geçerek Galya'nın kuzey-doğusundaki şehirleri ele geçirmeye başladı. Bu
arada, Galya'da Romalıların dostu olarak bulunduğunu, gayesinin hâkimiyeti altından
kaçan Vizigotları tedip etmek olduğunu ilan etti. Muazzam Hun ordusu karşısında
şehirler birer birer teslim oluyor, kaleler ele geçiriliyordu. Roma kuvvetleri bile ric’ata
mecbur olmuş ve Loire sahillerinde toplanmıştı. Hun ordusuna karşı koyacak hiçbir
kavim bulunmuyordu. Bazı Burgund ve Frank grupları mukavemet etmek istemişlerse
de, Hun ordusu tarafından mağlûp ve perişan edilmişlerdi. Galya bölgesindeki şehirlerden
sadece Paris ile Troyes Hun saldırısından kurtulabildi. Bunun üzerine halk arasında,
iki şehrin azizler tarafından korunması sayesinde kurtulduğu inancı doğdu (Homeyer,
1951: 145-147;. Macartney, 1951: 119-122). Attila ilerlemesine devam ederken,
arkasında kuvvetli bir kale olan Metz'i bırakmak istemediğinden şehri muhasara etti.
Fakat şehir müthiş bir mukavemet gösterdiğinden muhasarayı kaldırarak çekilmek isterken
kalenin bir tarafının yıkıldığı haberi gelmesi üzerine, şiddetli bir hücumla 7 Nisan
tarihinde şehri elegeçirdi (Prosper Tiro, s. 480; Altheim, 1952: 175-177; Ferrill,
1986: 148-149; Grégoire de Tours, bk., Monumenta Germania Historica Scriptores
Rerum Merovingicarum, I, 1885: 67-72). Metz şehrinin yanmış harabelerini arkasında
bırakarak ilerlemesine devam eden Attila, Reims şehri önlerine geldi. Bu muhteşem
ordunun hareketini öğrenen ahali şehri terk ederek civara kaçtı. Şehirde yalnız piskopos
Nicasius ile birkaç kişi kalmıştı. Hun ordusu bunun üzerine hiç mukavemetle karşılaşmadan
şehri ele geçirdi (Chronican Paschale, bk.Corpus Scriptorum Historiae
Byzantinae, 1832: 583; Malet- Isaac, 1925: 431-432; Gibbon, 1988: 235 vd.) Daha
sonra Attila ordusu ile güney-batıdaki Orleans şehrine geldi ve Loire taş köprüsü ile
korunan, çevresi yuvarlak kalelerle sağlamlaştırılmış şehri muhasara etti. Köprünün çok
büyük bir ehemmiyeti vardı. Çünkü oraya sahip olan, Vizigotların ülkesine giriş ve çıkışa
hakim oluyordu. Köprü başındaki muhkem şehir Orleans da önemliydi. Şehir yeteri
kadar ahalisi ve gücü olmasına rağmen böyle bir kuvvete daha fazla dayanamazdı.
Nitekim Alanların kralı ve şehrin sahibi Sangiban Hunlara katılarak şehri teslim etmeye
karar Verdi (Cassiodorus, Variae, bk. Monumenta Germaniae Historica1894: 157;
Jordanes, s. 108-109; Thierry, 1865: 155 vd.; Szász, 1943: 288-290; Bachrach,
1973: 65) Bu sırada Aetius da, Galya bölgesindeki barbarlardan oluşan Roma ordusuyla
Galya'ya geldi. İlk iş olarak Vizigot kralı I. Theodorik'in yardımını sağlamaya çalıştı.
Yaklaşan tehlikenin büyüklüğünü sezen Theodorik Aetius'a yardım etmeye söz verdi.
Vizigotların merkezi Toulouse'de dört oğlunu bırakıp, büyük oğlu Thorismund ile
Theodorik'i alarak Aetius'la buluşmak için yola çıktı (Homeyer, 1951: 150-152;
Altheim, 1952: 177-178; Jordanes, s.110; Sidonius , s.327-330; Prosper Tiro, s.481).
Gotların Aetius'la işbirliği yapması hususunda Sidonius şu bilgileri kaydetti: "Aetius
Alpleri terkeder etmez, Gotların can düşmanları olan Hunları ülkelerinde her an
beklediklerinin haberini aldı. Bunun üzerine cesaretini toplayarak Avitus'un yanına gitti
ve Hunlar karşısında Gotlar ile Romalıların birleşmesi için yardım istedi. Avitus bu
teklifi kabul edince, Aetius yola çıkarak Hunların izlerini takip etti. Gotlar, kendilerine
söylenen sözleri dinliyorlardı. Çünkü rezil olmak yerine her türlü kötülüğü göze
alıyorlardı"(Homeyer, 1951: 149-150). Bu arada Sangibus'ın verdiği kararı da haber
alan Aetius, şehrin müdafasına derhal askerî kuvvetler sevk etti. Attila şehri zaptetmek
istediyse de, mühim bir müdafaa ile karşılaştı. Ahalinin bu direnişi, Aetius ve

Theodorik'inde askerleriyle şehrin yardımına gelmesini sağladı (Eustathius
Epiphaniensis, bk.Fragmenta Historicorum Graecorum, IV, s. 140; Prosper Tiro,
s. 482; Bachrach, 1973:66-68) Vizigot kralı I. Theodorik, Attila ile hareket eden Alan,
Burgund, Frank, Sarmat, Saksonlar gibi Galya ordusunun büyük bölümüyle karşı
karşıya geldi. Attila, savaş için uygun bir yer aramak ve rakiplerini oraya çekmek için
geri çekildi (Jordanes, s. 112; Sidonius, s. 330 vd.) Bu sırada ordunun moral gücünü
arttırmak gayesiyle topladığı askerlere bir konuşma yaptı. Jordanes'in yazdıklarına göre
Attila şunları söylemiştir: "Ordusunun sendelemeye başladığını gören Attila, onları şu
sözleriyle cesaretlendirmeye çalıştı: Bu kadar çok kavim üzerinde kazandığınız
zaferlerden sonra, şimdi dünyayı istilâ etmek üzere olduğunuz sırada sizi gayrete
getirmeyi uygun bulmam. Çünkü bu ancak acemi komutanlara, tecrübesiz orduya karşı
söylenir. Zaten savaştan başka bir şey tanır mısınız ki siz. Bir erkek için, elinde silâhı ile
intikamını alması kadar güzel bir şey var mıdır? Tabiatın, kalbi intikam hırsıyla
doldurması en büyük bir lütuftur. Bunun için her halükarda düşmana hücum edelim.
Çünkü daima ilk hücum eden daha cesurdur. Bu birleşmiş çeşitli kavimleri önemsemeyiniz.
Zaten müdafaa için birleşme de korku alametidir. Görüyor musunuz? Daha
hücumdan evvel onları korku sardı. Tepelere çıkmak istiyorlar. Fakat buraları da onları
kurtaramıyacak. Düz yerlerde sığınacak yer arayacaklar. Bunu da başaramayacaklar.
Romalıların pek beceriksiz silâh kullandıklarını biliyoruz. Bunun onlar için ilk
başarısızlık belirtisi olduğunu söyleyemem. Fakat toz tabakası onların aleyhindedir.
Disiplinsiz bir surette birleşerek kalkanlarıyla savunma yapmak istiyorlar. Bunlara asla
önem vermeyerek Alanlar ve Vizigotların üzerine hücum ediniz. Burası savaşın en çetin
olacağı yöndür. Sinirler kesilince, uzuvlar düşer ve kemikler çökerse vücut kendini tutamaz.
Kalpleriniz heyecanlansın, adetiniz üzere heyecanla hücum ediniz. Silâhlarınızın
kuvvetini, Hunların azametini gösteriniz. Eceli gelen rahat yatağında da ölür. Savaş
olmamış olsa idi bu kadar kavim üzerinde Hunlar hakim olarak kalabilir miydi? Maeotis
kapalı, gizli yollarını asırlardan beri atalarımıza niçin açtı? Başarıdan eminim. Bu savaş
meydanı Hunlara iyi gelecek, talih vadetmektedir. Düşmana ilk oku ben atıyorum ki,
okumun değdiği adam ölmüş insan demektir. Zira Attila savaş yapmaktadır"(Jordanes,
s.110-111) Ayrıca Attila bu sırada civarda askerlerin bulduğu kâhinden, bu savaştan
kimin galip geleceğini sordu. Ayrıca bir koyun kesilerek, kürek kemiği ateşte yakılmış,
kemiğin ateşte aldığı şekille harbin neticesi öğrenilmeye çalışılmıştı. Çıkan falın neticesine
göre düşman komutanı ölecekti. Fakat Hunlar'da mağlûp olacaktı (Orkun, 1933:
71) Her ne kadar Türkler'de kürek kemiğini yakarak fala bakmak adeti biliniyorsa da
(İnan, 1986: 154-156), kaynaklarda Attila için verilen bilgilerin teferruatı tam olarak
anlaşılmamaktadır. Günümüze kadar ulaşan bilgilere, özellikle Galya kaynaklarına göre
iki ordu, Maurica veya Mauriacum bölgesini çeviren ve antik şehir Trecas (Tricassis-
Tricassira- Troyes)'den 5 Roma mili (yaklaşık 7,5 km.) uzakta bulunan düzlükte karşılaştılar.
Yani Campus Mauriacus veya Mauriacum Campanum'da karşı karşıya geldiler.
Diğer coğrafî anlamda Campania denen düzlükte, Seine (Sen) nehrinin sol kıyısında ve
Galya'lı olmayan yazarlar tarafından söylenen Catalaunum'da savaş olmamıştır
(Jordanes, s. 113-114; Gibbon, 1988: 242 vd.; Echkardt, 1928: 105-107; Alföldi,
VI/1928: 108-111; Váczy,.114; Bóna,1991: .94) Harbin zamanı tam olarak
bilinmemekteydi. Aureliani 14 Haziran'da Attila'nın kuşatmasından kurtuldu. Yaklaşık
180- 200 km. uzunluğundaki bir alandan geri çekilme hazırlıkları en az iki hafta sürdü.
Bu açıdan savaş Haziran ayının son günlerinde olmuş olmalıydı6. Tricassis önündeki 5.


mili gösteren tâcın çevresindeki bölge, tahminen Sen nehrinin geçiş yerinden yararlanılarak
Aureliani- Tricassis ana çizgisi boyunca yapılan şiddetli çarpışmanın bir
yeriydi. Düzlükteki savaş kuzey, kuzeybatı yönünde ağırlık kazandı (Johannes De
Thurocz, 1985: 40-44; Fischer, 1896: 107-109) Tricassis'in kuzey-batısında Sen
kıyısının solunda kurulmuş küçük Antik kent Brolium'un 18 km. yakınında, Attila'ya
tabi Germen savaşçıları, savaştan önce veya hemen sonra Tricassis Başpiskoposu aziz
Lupus'un emriyle kralın önüne çıkmak isteyen Maximianus'u ve onun yol arkadaşlarını
öldürdü. Bu durum Hunların sağ kanadının Brolium'un yanında bulunan Sen nehrinin
diğer önemli geçiş yerini savunduklarını veya savaştan sonra oradan, Pouan-sur-Aube
yönüne doğru çekildiklerini gösterdi. Brolium, Orta Çağın ilk zamanlarından beri, Hun
devrinde ölen birisinin adını taşıdı (Saint Mesmin). Olaylar bu isimle hiçbir zaman var
olmamış olan kutsal Memorius ile ilgili efsanelerde farklı anlatıldı (Bóna, 1991: 96-97)
30 ile 50 bin arasında olduğu kabul edilen Hun askerlerin sayısı (o devre göre hayli
fazla bir sayı idi), eski ve yeni tarihçiler tarafından oldukça çarpıtıldı (Démougeot,
1958: 7-42; V. De Caen, 1990: 24-26)

Öğleden sonra üçten, akşam karanlığı çökene kadar süren dehşet verici savaş hiçbir
galip taraf getirmedi. Attila, karanlık çökerken karargâhına döndü, tahta araba ve
eyerlerden bir set oluşturdu. Vizigot-Roma ordusu, Hunların yoğun ok yağmuru sebebiyle,
karargaha saldıramadı ve karanlığın çökmesi sebebiyle onlar da karargahına geri
döndü. Aetius ise geceyi kalkanların koruması altında geçirdi (Adreoli, 1927: 146-152;
Váczy, 114-115; Schreiber, 1978: 219 vd.) Hun karargahının yahut savaş yerinin
yakınlarında son zamanlarda bir Hun kazanına ait kırık parça bulundu. Bunun Attila'nın
akrabası olduğu iddia edilen ve savaşta ölen Laudarik'in gömülmesiyle ilgili olup
olmadığı kesin olarak saptanamadı7.

Vizigot kuvvetleri atından düşen ve o sırada Ostrogot soyundan Andagis tarafından
mızrakla öldürülen kralları I. Theodorik'in cesedini de yanlarına alarak, savaşta başından
yaralanan tahtın varisi Thorismund'un krallığını emniyet altına almak için hızla
yurtlarına döndü (Thompson, 1948: 141-142; Stein, 1968: 317-337; Maenchen-
Helfen, 1978: 104-106) Diğer müttefikler dağıldı. Aetius ise, fazla önemi olmayan
kendi askerleri ile bir süre karargahta kaldı. Daha sonra Tricasis Başpiskoposu Lupus'un
Ren nehrine kadar yol gösterdiği Attila'yı takip etmek istedi. Fakat perişanlığından bunu
başaramadı (Jordanes, s.108-114; Alföldi, 1934: 53-57; Jones, 1973: 192-201).
Ülkesine geri dönen Attila, bu sırada Tuna üzerinden kendisine gönderilen ve görüşmek
isteyen askerî üst komutanı Apollonius başkanlığındaki Doğu Roma elçilik heyetini
kabul etmedi. Vergilerin ödenmesini isteyerek, onları yeni bir harple tehdit etti8.

Bu arada savaşa katılanların sayısı, verilen kayıplar ve harbin neticesi mevzuları
oldukça ihtilaflıdır. Batı Roma üzerine yürüyen Hun ordusunun miktarını bazı yazarlar

500.000'e kadar çıkarmışlardır. Ayrıca savaş alanında her iki tarafın ölü sayısının 300
ila 500 bin arasında olabileceğini de söylemişlerdir. Savaşan her iki tarafında, müttefikleriyle
beraber kalabalık bir ordu teşkil ettikleri, harbin neticesinde çok sayıda kayıp
verdikleri biliniyorsa da, verilen rakamların hepsi mübalağalıdır. Nitekim, devrin şartları
ve nüfus hareketlerine göre, Attila'nın harb meydanındaki ordusunun 20-30 bin
arasında olduğu, her iki tarafın kayıplarının sayısınında, Jordanes'in bahsettiği 165'in en
fazla 1/5'i kadar olduğu tahmin edilmiştir (Maenchen-Helfen, 1944-45: 239). Savaşı
kimin kazandığı meselesinde de tam bir fikir birliği bulunmamaktadır. Umumiyetle
Roma kaynaklarına, kilise tarihlerine ve destanlara atfen Attila'nın mağlûp olduğu kabul
edilmektedir. Fakat batı kaynaklarının kendileri dışındakiler için verdiği bilgilerin ne
ölçüde güvenilir olduğu göz önüne alınırsa, neticenin öyle olmadığı görülebilmektedir.
Çünkü çok üstün gördükleri medeniyetlerinin, nereden geldiklerini bilmedikleri bir
kavim tarafından mağlûp edilebileceğini kabul etmek istememişlerdir. Bu arada harbin
feci sonuçlarına bakarak, harbin galibi ve mağlubu olmadığı da düşünülmektedir. Bütün
bunların yanında Attila'nın, açlığa, salgın hastalıklara rağmen ordusunu ülkesine sağsalim
döndürebilmesi, aradan bir yıl geçmeden yine güçlü bir şekilde Roma önlerinde
görünerek büyük bir dehşet, korku verebilmesi, Roma hükümeti ile perişan ve az
sayıdaki ordunun aczi göz önüne alındığında, zafer ve başarının Attila'ya ait olduğu
anlaşılacaktır (Szász, 1943: 296-298; Altheim1952: 183-186; Várady, 1969: 42 vd.)

Roma Seferi

452 yılının ilkbahar sonlarında Attila, ordusu ile Pannonia'dan hareketle ve Aetius
tarafından çok az müdafaa edilen Juli Alpleri'nin dağ boğazını geçti (Historia Nova,
MDCCCLXXXVII, s. 26-27;. Ferrill, 1986: 150-151; Thompson, 1948: 144vd.) Dahilî
karışıklıklar ve saray entrikaları sebebiyle Aetius, Attila'nın ilerlemesine karşı tedbir
alamadı. Attila, surlarla çevrili, ileri harekâtına mani olan Aquileia şehrinin önlerine kadar
kolayca ulaştı. Bu şehir, imparatorluğun doğu sınırlarını müdafaa eden bir konumda idi. Bu
yüzden çok iyi tahkim edilmiş bir vaziyette idi. Burayı koruyan askerler, Alarik ile Antala'
nın komutası altındaki Gotlar idi. Şehir Hunların hücumlarına karşı üç ay direndi ve hiçbir
zaman teslim olmayacak intibaı uyandırdı. Çevredeki meskûn yerleri ele geçirmiş olan
Hunlar arasında, erzak azlığı nedeniyle huzursuzluk baş gösterdi. Attila ise stratejik önemi
çok büyük olan böyle bir yeri ele geçirmeden ilerlemeyi uygun bulmadı. Bu sırada bir
leyleğin yavruları ile birlikte Aquileia'yı terketmekte olduğunu gördü. Attila, bundan faydalanarak
askerlerinin cesaretini arttırmak gayesiyle onlara hitap etti. Jordanes'in anlattıklarına
göre şunları söyledi: "Üstün bir önseziyle yaratılmış olan bu kuş, bu şehrin kendisini
koruyamayacağı, orada emniyette olamayacağına kanaat getirerek yuvasını bırakıp gitmektedir.
Bu, kaleyi koruyanların artık şehri müdafaa edecek güç ve imkândan mahrum olduklarının
kati işaretidir. Demek oluyor ki, artık muhasaramıza uzun süre dayanamayacaklardır".
Bu konuşma Hun askerî arasında müthiş bir tesir yaptı ve Attila, üç aylık sıkı bir
kuşatmadan sonra deniz, nehir ve bataklıklarla korunan, şiddetle hiçbir zaman ele geçirilememiş,bütün imparatorluğun 9. büyük şehri Aquileia'yı ele geçirerek tahrip etti (Jordanes,s. 114; V. De Caen, 1990:28-29; Altheim, 1952:189; Becker, 1915:75-77) Bu şehir
düştükten sonra Attila İtalya'ya girdi. Altinum, Padua yahut Concordia gibi şehirleri de
harabeye çevirdi (Szász, 1943: 348-349; Hutton, 1915: 65 vd.;Thompson, 1948: 145-146).
Buradan Vicentia (Vicenza), Verona, Brexia (Brescia), Pergamo ve Mediolanum (Milona)
üzerinden Ticinum (Pavia)'a kadar uzandı. Kendisine kapılarını gönüllü olarak açmayan
kentleri ateşe verdi. Bu durumda ise çoğu teslim olmayı tercih etti9. Hunların ilerlemeleri

İtalya'yı korkuttu ve dehşete boğdu. İmparator Valentinianus, Ravenna'deki saraydan kaçtı.
Bu arada Aetius, Doğu Roma imparatoru Marcianus'dan yardım istedi. Fakat onun askerleri
ile yardıma gelmesi çok uzun zaman alacaktı (Bury, .... 290 vd.; Hutton, 1915: 55 vd.;
Sinor, 1990: 195) Bu durum karşısında Batı Roma imparatoru III. Valentinianus Roma
hükümetini topladı. Doğu Roma'nın yaşadığı tecrübelerden de yararlanarak bir çözüm yolu
bulmaya çalıştı. 450 yılının konsülü ve gözde senatörlerden biri olan Avienus'un önderliği
altında, Roma şehrinin valisi Trigetius ve Papa I. Leo (Büyük Leo) Attila'ya elçi olarak
gönderildi. Umutlarını, 435'de Hippo Regius şehrinde Vandalların şeytanî kralı Geiserik ile
antlaşmayı başaran Trigetius'a bağlamışlardı. Elçilik heyeti, Po ve Mincio ırmaklarının
birleştiği yerde bulunan Attila ile görüştüler. Ateşkes istediler ve sonunda başarı elde ettiler
(Jordanes, s.115; Thompson, 1948: 147-148; Padányi, 1989: 60) Hıristiyanlık âleminin en
büyük ruhani şahsiyeti olan Papa Leo, Attila'nın ayağına gitmeden evvel, özel merasimlerde
giyilen muhteşem papalık elbisesini giymiş ve büyük Hun imparatorunun huzuruna böyle
çıkmıştı. Attila Papa'ya gayet nazik muamelede bulunmasına rağmen, aralarında geçen
konuşma bilinmemekteydi. Fakat aralarında ne geçmiş olursa olsun, neticede Romalılar
bağışlanmak için yalvarmışlardı (Thierry, 1865: 207-214; Bierbach, 1906: 48 vd.)

Yanlarında getirdikleri esirler Hunlara teslim edildi. Bunun yanında Attila'nın
hâkimiyetinin göstergesi olarak fazla miktarda altın da verildi. Bundan sonra Attila, Batı
Roma'yı da hâkimiyeti altına aldığına inanarak İtalya'yı terketti ve Tuna nehri gerisine
geri döndü. Aquilaea'nın kuşatması sırasında ordu epey kayıp verdi. Daha sonraları
gömülmeyen ölüler yüzünden Kuzey İtalya'da, yaz sıcağında salgın hastalık başgösterdi.
Bu sebeple Attila geri dönüşünü geciktirmedi. Yorgun olan ordunun yolda özellikle
Doğu Roma ordusu ile karşılaşmaması için dönüş yolunu ayrı bir güzergâhtan, Adise
ırmağı tarafından seçti10.

Attila, ordusu ile Kuzey İtalya'da bulunurken, Doğu Romalılar Tuna'yı geçti ve
Hun sınır birliklerine saldırdı. Ayrıca Aetius'a da yardımcı birlikler gönderdi. Bu sebeple
merkezine dönen Attila, İmparator Theodosios zamanından kalma vergi paralarının
derhal ödenmesini istedi ve Doğu Roma'yı savaşla tehdit etti. Ayrıca kendisinin Roma
önlerinde bulunmasını fırsat bilerek isyana teşvik eden Kafkasya Alanları üzerine de
ordu göndererek, onları te‘dib etti (Orkun,1933: 79) Attila, Doğu Roma'nın yeni
imparatoru Marcianus'a karşı te‘dib seferi düşündüğü ve önündeki son güç Sasaniler
üzerine büyük bir harekata hazırlandığı sırada, yeni yaptığı evliliğin zifaf gecesinde
ağzından, burnundan kan boşalması suretiyle öldü (453 ilkbaharı)11.


Büyük Hun hükümdarı, halkını fetihci bir kitle haline getirerek, dünya fatihi
(hakimi) olma idealini gerçekleştirmek istemiştir. Bunun için ilk önce, ikiye bölünmüş
olan, Doğu ve Batı Roma imparatorluklarını yıkmak istemiştir. İstanbul kuşatmasıyla
Doğu'yu, Campus Mauriacus savaşıyla da Batı'yı etkisiz hale getirmiştir. Daha sonra
ordusunu Tuna ile Tisa arasına çekerek, Sasanilere karşı yeni savaş planları tasarlamıştır.
İktidarının ve kuvvetinin zirvesinde iken beklenmedik şekilde ölüvermiştir (Priskos,
s.47; Fischer1896: 112-113; Herzfeld, 1947: 78; Schreiber,1978: 270 vd.) Jordanes
Attila’nın ölümü ve cenaze merasimi hakkında şu enteresan bilgileri vermektedir:
"Attila, tarihçi Priskos'un anlattığına göre, öldüğü sırada Ildico adlı çok güzel bir kızı, o
soyun geleneği uyarınca, sayısız eşlerinin ardından kendine eş olarak alıyordu ve düğün
sırasında çok fazla neşelenerek gevşeyip şarap ve uykunun verdiği ağırlıkla sırtüstü
uzandığında, her zaman başına geldiği üzere, burnundan oluk oluk kan akmaya başladı.
Kanın normal akış yolları engellenince de, öldürücü yoldan boğazına inerek hayatına
son verdi. Ertesi gün, güneş gökyüzünün tepesine yükseldiğinde, hakanın adamları
kuşku içerisindeydiler. Kapıyı açıp içeriye girdiklerinde Attila'yı, ağlayıp sızlayan kızın
kollarında yarası beresi olmadığı halde ölü durumda, kızı da yüzünü peçesinin altına
gömmüş, ağlarken buldular" (Jordanes, s.123-124; Maenchen-Helfen, 1945: 244-
245). Bu arada Jordanes, Attila'nın ölümü üzerine Doğu Roma İmparatoru Markianos'un
rüyasını Priskos'a dayanarak nakleder: "O zaman şu hayrete şayan şey vukuû bulmuştur.
Bu kadar vahşi düşman hususunda endişeli olan Doğu'nun kralı Markianos'a rüyasında,
Tanrının kendi yanında oturduğu görülmüş ve tanrı ona Attila'nın yayının aynı
gecede kırılmış olduğunu göstermiştir. Sanki bununla soyun kendisi bir çok şey elde
ediyormuş. Sanki bu silâhta çok anlam varmış gibi. Tarihçi Priskos bunu gerçekten ispat
edebileceğini (yani buna gerçekten tanık olduğunu) söylemektedir"(Priskos, s.61).
Bundan sonra Jordanes Attila'nın cenaze törenini tasvir ederek: "Ordugâhın ortasındaki
ipek çadırın içerisinde Attila'nın naaşı duruyordu. Bunun etrafında Hun askerlerinden
seçilmiş süvariler savaş oyunları oynuyorlardı. Erkekler halk geleneğine uygun olarak
saçlarını kestiler. Korku uyandıran yüzlerini derin yaralarla çirkinleştirdiler. Aynı
zamanda ozanlar ve savaşçılar Hun dilinde ağıtlar söylerler. Muncuk'un oğlu Attila, en
kahraman milletlerin efendisi. Sen İskitya ve Germenya'ya sahip olduğun gibi, sayısız
şehirleri de zaptettin. Her iki Roma İmparatorluğunu da korkutarak kendine diz çöktürdün.
Onlardan yıllık vergi aldın. Kaderin bütün bunları yaptıktan sonra, düşmanların
hıyanetinden yahut yarasından değil, halkının arasında hiçbir acı duymadan öldün.
Priskos'un anlattığına göre daha sonra Attila'nın mezarının başında strava denilen
cenaze yemeği yenmiş ve defin törenine başlanmıştır. Attila'nın cesedi birbiri ardına üç
tabuta kondu. Bunlardan birincisi altın, ikincisi gümüş, üçüncüsü ise demirdendi. Bu,
güçlü kralın üçüne de değdiğini göstermek içindi. Demir, kavimleri yendiğinin, altın ve
gümüş ise her iki Roma imparatorluğunda kazandığı mevkinin işareti idi. Gömme işi
geceleyin ve gizlice oldu. Savaşta düşmandan alınan silâhlar, değişik taşlarla süslü altın
işlemeli at koşum takımları ve krallığını gösteren değişik şeyler onunla birlikte mezara
kondu. Bunlar onun sarayını süslüyorlardı. İnsana has aç gözlülüğü, bir büyük ve değerli
hazineden uzak tutmak, kabrin yerini hiç kimsenin bilmemesi için mezarı kazanlar da
öldürüldü"12. Attila'nın nereye gömüldüğü bilinmemektedir. Fakat mezarının Tuna ve

Tisa arasındaki bölgenin doğu yarısında olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca Jordanes'in
mezarı kazanların öldürülerek Attila ile gömüldüğü haberinin ise hiçbir işareti bulunmamaktadır.
Mezarın, mecrası değiştirilen bir nehire gömüldüğü söylenmişse de bunu
destekleyecek deliller mevcut değildir. Yalnız çok kıymetli eşyaların bulunduğu Attila'
nın kabri, o zamanki şartlar altında yağma ve soygunlara karşı gizli tutulmuştur (Mócsy,
1987-88: 243-244) Allah’ın kamçısı (Flagellum Dei) ve günaha batan hristiyanları
cezalandırmak gayesi ile Allah’ın göndermiş olduğuna inanılan Attila’nın fiziksek
özelliklerine, şahsiyetine dair Jordanes ve Priskos’da şu bilgiler verilmiştir: "Kavimlerin
sarsılması, bütün dünyanın korkması için doğmuş bir adam; hakkında yayılan
korkunç haberler nedeniyle herkesin kendisinden korktuğu kişi idi. Kibirle iki kat yürür,
gözleri ışık saçar, gururlu gücünü vücudunun hareketleriyle de hissettirirdi. Savaşı
herşeyden çok sevmesine rağmen düşünerek hareket eder, bir çok şeyi aklıyla başarırdı.
Kendisinden aman dileyenlere merhamet gösterir ve kendine sadık olanlara karşı çok
lütuf gösterirdi. Kısa boylu, geniş omuzlu idi. Büyük başına nisbetle gözleri küçüktü.
Seyrek sakalı beyazlamıştı. Yassı burnu ve biçimsiz yüzü, köklerinin damgasını taşıyordu.
Akıllı ve kurnazdı. Tehdit ettiği yerin dışında başka bir yerden saldırırdı"(Jordanes,
s.105-106)."...bize ve diğer barbarlara çok tatlı ve leziz yemekler getirildi. Diğer İskitlere
ve bize gümüş tabaklarda, Attila'ya ise tahta tabakta et getirmişlerdi. Her cihette
mutedil ve kanaatkâr idi. Misafirlere altın ve gümüş kadehler verdiği halde onun kadehi
tahtadan idi. Sırtındaki elbiseleri, ayakkabıları, kılıcının kabzası ve atının takımları
askerlerininkinden hiç de farklı değildi. Buna karşı diğer İskit komutanlarının bu
eşyaları altın ve kıymetli taşlarla süslü, göz kamaştırıcı idi. Kendisininki böyle değildi.
Yalnız diğerlerinden daha temiz idi"(Priskos, s.48-49).

Dipnotlar 


1 Attila’nın doğum tarihi, yeri, gençlik yılları ve yetişmesi hakkında malumat bulunmamaktadır.
Yalnız isminden dolayı Hunların Itil (Volga) nehri kıyılarında bulunduğu zamanlarda dünyaya
geldiği (390- 395 yılları), babası Muncuk ile, onun ölümünden sonra amcası Rua’nın yanında
yetiştiği tahmin edilmektedir.
Attila isminin ne manaya geldiği Türkçe olup olmadığı meselesi her zaman tartışma mevzuu
olmuştur. Kimi ismin Gotca (G. Doerfer, Z. Moor gibi) kimi ise Türkçe olduğunu ileri sürmüştür
(Gy. Németh, O. Pritsak gibi). Attila adının Gotça "Babacık, Atacık, Sevimli, Ağabey"
manalarına geldiği söylenerek, Hun dönemi Türkçe bir kelimenin Germence yorumu olarak
gösterilmiştir. Ayrıca Klaproth ve Inostroncev Macarca; Venelin Slavca; Poucha Tokarca olarak
kabul etmişlerdir. Genellikle Attila isminin Volga nehrinin bir diğer adı olan İtil-Etil’den geldiği
düşünülmüştür. Ayrıca Göktürk Türkçesindeki Attay= "şöhretli İmparator" ile de bağlantı
kurulmuştur. F. Altheim, Attila kelimesinin aslının Ata-la olduğunu ve "benim atam, atacık"
manalarına geldiğini söylemiştir.
Bunların yanında Gy. Németh ayrı bir bakış açısı getirerek Attila’nın olgunluk çağı ismi
olduğunu, gençliğinde ise başka bir ad taşımış olabileceğini ifade etmiştir ki, bu eski Türk ad
verme geleneğine de uygundur. Attila, şahıs isminin ötesinde belki de Hun hükümdarının
unvanıdır. En son olarak O. Pritsak ise ismin Türkçe olduğunu ve Es-til-ä ~ As-til-ä ~ At-til-a =
Attila şekliyle "Büyük deniz, okyanus" veya "her şeye gücü yeten hükümdar" manalarına
geldiğini söylemiştir.
Menander Protector bk. Fragmenta Historic orum Graecorum, neşr. C. Müller, Paris,
MDCCCLXVIII, s.229; A. Ipolyi, Magyar Mytholgia , Pest, 1884, s.146; J. Marquart, Die
Chronologie Der Altturkischen Inschriften, Leipzig, 1898, s.77; G. Kuun, Relationum
Hungarorum, Claudiopoli, MDCCCXCII, s.40-41; Gy. Németh, A Hunfoglaló Magyarság
Kialakulása, Budapest, 1930, s.132; F. Altheim, Geschichte Der Hunnen, I, Berlin, 1959, s.144
n.8; Gy. Németh, Hunlar’ın Dili, bk. Attila ve Hunları, Ankara, 1982, s.110-111; M. János, A
Magyar Hún-Monda Néhang Tulajdonnevéröl, Magyar Nyelv, 2, 1906, s. 159; G. Doerfer, Zur
Sprache Der Hunnen, CAJ, 17, 1973, s. 29-34; O. Pritsak, The Hunnic Language of the Attila
Clan, Harvard Ukrainian Studies, VI, 4, 1982, s. 444.
2 Anlaşmanın bozulmaması ile devamlılığı için edilen bu yemin ve yapılan dinî merasimin ne
şekilde gerçekleştirildiği bilinmemektedir. Eski Türk topluluklarındaki bu merasimler için bk. A.
İnan, Eski Türklerde ve Folklarda"ANT", bk. Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1987, s. 317-330.
3 Attila ile birlikte Hun tahtını paylaşan Bleda’nın ölüm tarihi olan 445 yılına kadarki siyasi
faaliyetleri hakkında pek bilgi bulunmamaktadır. Zevk ü sefadan hoşlandığını bildiğimiz
şahsiyeti, Attila’nın karizması yanında silik kalmış olmalıdır. Yalnız bazı modern tarihçiler, I.
Balkan seferi olarak bildiğimiz ve Viminacium, Sirmium gibi Dogu Roma şehirlerinin ele
geçirildiği harekatı gerçekleştiren kişinin Attila değil, Bleda’nın başında bulunduğu birlikler
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunlar iddiadan öte gitmese de, Bleda, Margus barışından sonra
Sorosguslar gibi bazı kavimlerin itaat altına alınması gayesiyle gerçekleştirilen seferlere bizzat
iştirak etmiştir. Bleda / Blidas şeklinde geçen isim, bildä- blidä ~ bil-gä haliyle eski Türkçe’de de
görülmekte ve "akıllı, bilgili idareci" manasına gelmektedir. Priskos, s. 24, 49, 54; E.A.
Thompson, A History of Attila and the Huns, Oxford, 1948, s. 74-75; I. Bóna, Das Hunnenreich,
s. 56-57; O. Pritsak, The Hunnic Language of the Attila Clan, s. 443 vd.
4 Attila’nın kardeşi Bleda’yı öldürdüğünden bahseden tarihî kaynaklarda, bu olay genelde su cümlelerle
belirtilmiştir: "Kardeşinin cinayetinden sonra Attila binlerce insanı savaşa zorlamıştır" (Jordanes). "Hun
kralı kardeşini öldürdü ve onun halkını kendi hâkimiyeti altına aldı" (Prosper Tiro kroniği).
Genelde ortaya atılan görüşler, Priskos’un kayıp eserine istinâden bilgi verdiğini iddia eden
Jordanes’in yukarıdaki bilgilerine dayandırılmıştır. Nitekim bu malumattan yola çıkan modern
devir tarihçileri umumiyetle şu görüşleri ileri sürmüşlerdir: Rua’nın ölümünden sonra Bleda tek
başına ve güçlü olarak Hun tahtına çıkmıştır. Attila ise, 10 yıllık bir planın neticesinde darbeyle
Kardeşini öldürmüş ve hâkimiyeti ele geçirmiştir. Nitekim daha Bleda’nin tahta geçtiği ilk
yıllarda Attila, Bleda’dan sonra tahta geçebilecek Hun prenslerini öldürerek veya ülkeden
kaçmaya mecbur ederek vâris olarak tek kalmıştır. Bunun en güzel örneğini ise Doğu Romalılara
kaçan ve Margus barışı ile iade edilen Hun hanedanından Mama ile Attakam’ın idam
edilmeleridir. Bunlar Oktar veya Rua’nın oğulları olabilirler. Daha sonraları hâkimiyetlerini
kaybeden bazı kavimleri de etrafına alarak güçlenen Attila, 445 yılına gelindiğinde Bleda’yı
tuzağa düşürerek kendi eliyle öldürmüş ve ona bağlı olanları da kendisine itaat etmeye mecbur
bırakmıştır. Jordanes, s. 123; Prosper Tiro, s. 480; Marcellinus Comes, Chronicon, Chronico
Minora, II, s. 81; A. Thierry, aynı eser, s. 52 vd.; E.A. Thompson, A History of Attila and the
Huns, s. 88; H. Homeyer, Attila, Berlin, 1951, s. 78-79; C.D.Gordon, The Age of Attila, Newyork,
1960, s. 61; C.A. Macartney, Studies on the Earliest Hungarian Historical Sources, s. 102; I.
Bóna, Das Hunnenreich, s. 61-63; K. Enoki, Sogdiana and the Hsiung-nu, CAJ, 7, 1, 1968, s. 60;
J. Deguignes, Büyük Türk tarihi, 2, İstanbul, 1976, s. 479; E. Gibbon, Roma İmparatorluğu’nun
İlerleyiş ve Çöküş Tarihi, II, s. 206
5 441 yılı olayları hakkında Marcellinus Comes şunları yazmıştır: "Hun kralları sayısız savaşçılarla
Illeria’ya saldırdılar. Belgrad ve başka şehirler ile Illeria’nın bir çok yerini yerle bir ettiler".
Cladıus Claudianus ise şöyle demiştir: "Hunlar ortalığı kasıp kavursa da, Sarmatlar kapının önüne
dikilse de, onlar (Romalılar) sadece artistliği düşünürler".
Hunlar ile Doğu Roma arasında imzalanan bu anlaşmanın tarihi 442’dir. Anlaşmayı Romalılar
adına konsül Nomuş imzalamıştır. Bu sırada Asya taraflarında seyahatte bulunan imparator da,
dönüşte 443 yılı baslarında onaylayarak şartlarını yerine getirmeye çalışmıştır. A. Vasiliev,
Bizans İmparatorluğu Tarihi, I, Ankara, 1943, s. 121; E.A. Thompson, A History of Attila and the
Huns, s. 73 vd.; H.Homeyer, Attila, s. 77-78.; İ. Kafesoğlu, XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler
Tarafından Muhasaraları, IED, III, 1957, s. 3 vd.; B. Croke, Anatolius and Nomuş: Envoys to
Attila, s. 162-164.
6 Savaş sırasında iki ordunun dizilişi şu şekilde idi: Hunlar, Attila’nın kumandasındaki ordunun
merkezini teşkil ediyordu. Sol cenahta üç Kardeş Valamir, Theodemir ve Videmir’in idaresindeki
Ostrogotlar; sağda ise Ardarik’in yönetimindeki Gepidler ve diğer kavimler bulunuyordu. Karşı
tarafta ise Aetius Romali kuvvetlerin başında olarak sol kısımda, sağ yanda Ostrogotların
kuvvetler yer tutuyordu. Jordanes, s. 113; B. Szász, A Hunok Története Attila Nagykirály, s. 291-
296; H.N. Orkun, aynı eser, s. 70; Th. Mommsen, aynı eser, s. 542-544; C.D. Gordon, aynı eser,
s. 105-108; F. Altheim, Attila et Les Huns, s. 179 vd.
7 Attila’nın akrabası olduğu söylenen Laudarik’in, onun kayınbiraderi olabileceği de ileri
sürülmüştür. Th. Mommsen, Gesammelte Schriften, IV, s. 542-543; I. Bóna, Das Hunnenreich, s. 97
8 Damaskius, Hunlarla Bati Roma arasında vukû bulan Campus Mauricius savaşını oldukça
değiştirerek anlatmıştır. Nitekim Attila’yı Roma’ya kadar ilerletmiş, savaş yeri olarak da Roma
önlerini göstermiştir. Oysa bunların hiç biri gerçek durumla ilgili değildir. Buna rağmen verdiği
bilgiler, savaşla alakalı insanların şuurunda oluşan değişik duyguları yansıtması bakımından
önemlidir. A. Westermann, Damişcii Vita Isidori, Paris, 1862,s125-126;E.A.Thompson, aynı
eser,s.143.
9 Attila’nın Mediolonum (Milan)’daki saraya girdiği zaman; imparatorun tahtına oturup, tâbi
kralların imparatora ezik bir vaziyette hediyeler sunduklarını tasvir eden bir fresk gördüğü, bunun
üzerine, yanına bir ressam çağırtarak kendisini tahtında oturur ve Doğu ile Batı Roma
imparatorlarını Küçülmüş, yere kapanacak şekilde bükülmüş, yıllık ödedikleri vergileri sembolize
eden paraları çuvallardan ayaklarının ucuna boşaltır halde resim yapmasını emrettiği
anlatılmaktadır. A. Thierry, aynı eser, s. 189-205; E. Babelan, Attila dans la Numişmatique,
Revue Numişmatique, 1914, s. 300-312.
10 Attila’nın yakın çevresi, onun istikbalinden korkarak, bir zamanlar Vizigot kralı Alarik’in
Roma’ya girmesinden sonra yok olmasını misal göstererek, onu bu seferden vazgeçirmeye
çalışmışlardır. Priskos, s. 58.
11 Attila’nın Roma seferi dönüsünde evlendiği Ildico’nun menşei belirsizdir. En çok Germen yahut
Got asilli olduğu üzerinde durulmuşsa da, kimliği kesin olarak tespit edilememiştir. Özellikle daha
sonraki destan ve efsanelerde ismi ve asli iyice karışmıştır. Bu arada Attila’nın o devir için
bilinmeyen bir hastalıktan mı öldüğü, yoksa gerdeğe girdiği eşi tarafından mı öldürüldüğü meselesi
de bilinmemektedir. Yalnız eğer eşi tarafından bir cinayete kurban gitseydi bunun tesirleri çok daha
farklı olur ve planlı olması gereken hadise değişik tarihi kaynaklarda mutlaka akis bulurdu. Bu olay
sonraları sadece destanlara yansımıştır. Çünkü tarihî ana kaynaklar vakada maalesef suskun ve
yetersiz kalmaktadır. B. Szász, A Húnok Története Attila Nagykirály, s. 362-363; E.A. Thompson, A
History of Attila and the Huns, s. 148-151; B. Spuler, Geschichte Asiens, Münih, 1950, s. 321; Z.
Gombocz, Die Bulgarische Frage und Die Ungarische Hunnensage, Ungarische Jahrbücher, I,
1921, s. 173 vd.; Fr. Klaeber, Attila’s and Beowulf’s Funeral, Publications of the Modern Language
Association of America, XLII, 2, 1927, s. 257-258.
12 Jordanes, s.124-126; B. Von Arnim, Bemerkungen Zum Hunnischen, Zeitschr. F. Slav.
Philologie, 1936, s.100 vd.I.Bóna,Attila’nın defininde üç ayrı tabut kullanıldığına dâir Jordanes’in
kaydının,Yunanca’dan Latince’ye hatalı tercüme ve yanlış tefsir edilmeden kaynaklandığını
söylemiştir. Das Hunnenreich,s.204vd..


KAYNAKLAR

ADREOLİ E., (1927) Contributo topografico alla battaglia dei catalaunici, Historia.
ALFÖLDİ A., (1926) Der Untergang der Römerherrschaft in Pannonien, II, Berlin.
ALFÖLDİ A., (1928) Les Champs Catalauniques, REH, VI.
ALFÖLDİ A., (1934) Magyarország népei és a Római birodalom, Budapest.
ALFÖLDİ A., (1937) Die Germania als Sinnbild der Kriegerischen Tugend des
römişchen Heeres, Germania, XXI.
ALTHEİM F. - H. V.Haussig., (1958) Die Hunnen in Osteuropa, Baden-Baden.
ALTHEİM F., (1948) Europa und die Hunnen, Literatur und Gesellschaft im
ausgehenden Altertum, Halle-Saale.
ALTHEİM F., (1952) Attila et Les Huns, Paris.
ALTHEİM F., (1952) Geschichte Der Hunnen, I, Berlin.
ALTHEİM F., (1959) Geschichte Der Hunnen, I, Berlin.
BABELAN E., (1914) Attila dans la Numişmatique, Revue Numişmatique.
BACHRACH B.S., (1973) A History of the Alans in the West, Minneapolis.
BASTAV S., (1962) Attila’nın Hayati ve Ölümü, Türk Kültürü, Sayı 1.
BAYNES N.H., (1910) Roma and Armenia in the fourt Century, English Historial
Rewiew, 25.
BECKER J., (1915) LiudprandiOpera, Leipzig.
BİERBACH K., (1906) Die Letzten Jahre Attilas, Bon.
BÓNA I., (1991) Das Hunnenreich, Stuttgart.
BÓNA I., De la Dacie Jusqu’a Erdöelve L’époque de la Migration des Peuples en
Transylvania (271-895), bk. Histoire De La Transylvanie ,(1989) ed.
B. Köpeczi, Budapest.
BORNES T.D., (1975) Patricii Under Valentinian III, Phoenix, 24.
BROON M., (1931) Hunların Hayatı, İstanbul
CAFEROĞLU A., (1984) Eski Türk Dili Tarihi, İstanbul.
Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae, (1832) neşr. L. Dindorf, Bon.
Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae,(1839) II, neşr. I. Classen-I. Bekker, Bon.
COURTOİS C., (1955) Les Vandales et L’Afrique, Paris
CZEGLÉDY K., (1971) Pseudo-Zacharias Rhetor on the Nomads, Studia Turcica.
DE CAEN V., (1990) Attila, Normandie.
DE THUROCZ Johannes., (1985) Chronica Hungarorum, Budapest.
PDF
DEGUİGNES J., (1976) Büyük Türk tarihi, 2, İstanbul.
DÉMOUGEOT E., (1958) Attila et Les Gaulois, Mémoires de la Société d’agriculture
du département de la Marne, 73, Paris
DOERFER G., (1973) Zur Sprache Der Hunnen, CAJ, 17.
DONUK A.,(1981) Türk Devletinde Hâkimiyet Anlayışı, TED, X-XI.
ECHKARDT A., (1928) Notes et Documents, Revue des Etudes Hongroises, VI.
ENOKİ K., (1968) Sogdiana and the Hsiung-nu, CAJ, 7, 1.
FERRİLL A., (1986) The Fall of the Roman Empire, Londra.
FİSCHER K., (1896) Die Hunnen im Schweizerischen Eifischthale, Zürih.
GİBBON A., (1988) Roma Imparatorlugu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, III,
İstanbul.
GİBBON E., (1764) Roman Empire.
GOMBOCZ Z., (1921) Die Bulgarische Frage und Die Ungarische Hunnensage,
Ungarische Jahrbücher, I.
GORDON C.D., (1960) The Age of Attila, Newyork.
GROUSSET R., (1980) Bozkır İmparatorluğu, İstanbul.
HAMBİS L., (1971) Attila Les Huns, Paris.
HARMATTA J., (1951) The Bogs of the Huns, AAH, I.
HERZFELD E., (1947) Zoroaster and his World, Princebon.
HİRTH F., (1901) Hunnenforschungen, KSZ, II.
HOMEYER H., (1951) Attila, Berlin.
HOMEYER H., (1951) Attila, Berlin.
HUTTON E., (1915) Attila and the Huns, Londra.
IPOLYİ A., (1884 ) Magyar Mytholgia , Pest.
IREÇEK K.S., (1990) Belgrad İstanbul Askeri Yolu, Ankara.
İNAN A., (1986) Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara.
İNAN A., (1987) Eski Türklerde ve Folklarda"ANT", bk. Makaleler ve İncelemeler,
Ankara.
JÁNOS M., (1906) A Magyar Hún-Monda Néhang Tulajdonnevéröl, Magyar Nyelv.
JONES A.H.M., (1973) The Later Roman Empire 284-602, Oxford.
KAFESOĞLU İ., (1957) XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler Tarafından
Muhasaraları, IED, III,
KLAEBER Fr., (1927) Attila’s and Beowulf’s Funeral, Publications of the Modern
Language Association of America, XLII, 2
KUUN, Relationum Hungarorum, Claudiopoli, MDCCCXCII.
MACARTNEY, (1951) Studies on the Earliest Hungarian Historical Sources, VIVII,
Oxford.
MAENCHEN-HELFEN O., (1944-45) Huns and Hsiung-nu, Byzantion, 17.
MAENCHEN-HELFEN O., (1945) The Legend of the Origin of the Huns, Byzantion,
XVII.
MAENCHEN-HELFEN O.J., (1966) Akatir, CAJ, XI, 4.
MAENCHEN-HELFEN O.J., (1973) The World of the Huns, Berkeley.
MAENCHEN-HELFEN O.J., (1978) Die Welt Der Hunnen, Köln.
Malalas J., (1986) A Translation by Elizabeth Jeffreys, Michael Jeffreys and Roger
Scott, Melbourne.
MALET A. - Isaac J., (1925) Histoire Romaine, Paris.
MALET A. - ISAAC J., (1925) Histoire Romaine, Paris.
MARQUART J., (1898) Die Chronologie Der Altturkischen Inschriften, Leipzig.
MCGOVERN W.M., (1939) The Early Empires of Central Asia, Chapel Hill.
MÓCSY A., (1987-88) Még egyszer Attila Sirjáról, Arch. Ért., 114-115.
MOMMSEN T., (1906) Gesammelte Schriften, IV, Berlin.
Monumenta Germania Historica Scriptores Rerum Merovingicarum, (1885) I,
neşr. W. Arndt.
Monumenta Germania Historica, (1840) neşr. Th. Mommsen, Berlin.
Monumenta Germaniae Historica, (1894) neşr. Th. Mommsen, XII, Berlin.
Monumenta Germaniae Historica, neşr. Leutjohenn, VII, Berlin, 1887
MORAVCSİK Gy., (1926) Attila és Buda, Egy. Phil. K.L.
NÉMETH Gy., (1930) A Hunfoglaló Magyarság Kialakulása, Budapest.
NÉMETH Gy., (1982) Hunlar’ın Dili, bk. Attila ve Hunları, Ankara.
OBOLENSKY D., (1974) The Byzantine Commonwealth, Londra.
ORKUN H.N., (1933) Attila ve Oğulları, İstanbul.
PADÁNYİ V., (1989) Dentu-Magyaria, Veszprém.
PAULER Gy., (1900) A Magar Nemzet Története Szent Istvánig, Budapest.
PREMİER T., (1968) Histoire Du Bas Empire.
PREMİER T., (1968) Histoire Du Bas Empire.
PRİTSAK O., (1956) Der Titel Attila, Festschrift für Max Vasmer, Berlin
PRİTSAK O., (1982) The Hunnic Language of the Attila Clan, Harvard Ukrainian
Studies, VI, 4.
PROCOPİUS, Corpus Scriptarum Historiae Byzantinae, I, neşr. G. Dindorf, Bonn,
MDCCCXXXIII.
SCHRÖDER E., (1922) Die Leichenfeier für Attila, Zeitschrift für Deutsches
Altertum, LIX.
SCREİBER H., (1978) Die Hunnen, Münih.
SİNOR D., (1990) The Cambridge History of Early Inner Asia, Cambridge.
STEİN E., (1968) Histoire du Bas Empire, I, Amsterdam.
SZÁSZ B., (1943) A Hunók Története Attila Nagykirály, Budapest.
SZÁSZ B., (1943) A Húnok Története, Attila Nagykiraly, Budapest.
THİERRY A., (1865) Histoire D’Attila, I, Paris.
THOMPSON E.A., (1945) The Camp of Attila, JHS, 65.
THOMPSON E.A., (1948) A History of Attila and the Huns, Oxford.
TİÇELOİU I., (1924) Über die Nationalität und Zahl der Von Kaiser Theodosius
dem Hunnenkhan Attila Ausgelicferten flüchtlinge, Byzantinische
Zeitschrift, XXIV.
TROPLONG E., (1908) La diplomatie d’Attila, Revue d’Histoire diplomatique, XXII.
TURAN O., (1981) Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul.
TWYMAN B., (1970) Aetius and the Aristocracy, Historia, 19.
VÁMBÉRY A., (1885) A Török Faj, Budapest.
VÁRADY L., (1969) Das Letzte Jahrbundert Pannoniens 376-476, Budapest.
VASİLİEV A., (1943) Bizans İmparatorluğu Tarihi, I, Ankara.
VON ARNİM B., (1936) Bemerkungen Zum Hunnischen, Zeitschr. F. Slav. Philologie.
WAİTZ G., (1862) Der Kampf der Burgunder und Hunnen, Forschungen zur
Deutschen Geschichte, 1.
WESTERMANN A., (1862) Damişcii Vita Isidori, Paris.
YUSUFOĞLU, (1995)Macarlarda Hun-Macar Akrabalığı Geleneği, Türk Kültürü, 387.
ZACHARİAE C.E., (1881) von Lingenthal, I, Lipsiae.






























Hiç yorum yok: