* Abant İzzet Baysal Üni., Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, web:htlp://kara_a.web,ibu.edu.tr
ÖZET
Panslavizm akımının Osmanlı Devleti'nde yaratmış olduğu kısa
ve uzun vadedeki gelişmeler bugün için artık bilinendir. Bu çalışmanın
asıl amacı, Osmanlı Devleti'nin Rusya ile olan ilişkilerini başlangıcından
itibaren özetleyen bir girişin ardından, Devlet için önemli sonuçları
beraberinde getiren 1828-29 savaşının Anadolu'ya ve Antakya kazasına
yansımalarına değinebilmektir.
Bu amaçlarla ortaya koymaya çalıştığımız çalışma, Osmanlı-Rus
ilişkilerini anlatan eserlerin yanı sıra Antakya şer'iyye sicillerinde tesadüf
ettiğimiz belgelerden istifade edilerek ortaya konulmuştur.
1- GİRİŞ
Osmanlı Devleti, dünya tarihinde kurulmuş devletler içerisinde en
önemlilerinden biridir. Altı asır boyunca bölgesine hükmetmiş olan bu
devlette, hanedan değişimi söz konusu olmaksızın, çok geniş bir
coğrafyada birbirinden farklı dil, din ve kültürlere mensup kitleler aynı
idare altında toplanmıştır.
Bir başka önemli devlet olan Rusya ise; Türkistan'da, Timur'dan
sonra güçlü bir devlet kurulamamasından faydalanarak tarih sahnesinde
yerini almıştır. XIX. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Türkistan'da Hive,
Buhara ve Hokand Hanlıkları adında üç Türk Devleti mevcuttu. Ortaçağ
İslam Şark kültürü ve medrese zihniyeti ile taassubun hüküm sürdüğü,
istibdadın sınırsız olduğu bu devletlerin, askeri ve iktisadi kudretleri de
zayıftı. Bu üç devlet arasında eksik olmayan iç mücadele buradaki
Türklerin büsbütün zayıf düşmelerine sebep olmuştur(1). Rusya, Türkler
arasındaki bu dağınıklıktan istifade ederek, dağınık knezlikler halinde
yaşarken birliğini XVII. yüzyıl sonlarında tesis etmiş ve artık XVIII.
yüzyılda önemli bir güç haline gelmiştir. XVIII. yüzyıl Osmanlı tarihine
baktığımızda göze çarpan ilk olgu, artık çöküş dönemine girmiş olan
Osmanlı ile emelleri ayyuka çıkmış Rusya'nın mücadeleleridir. Rusların
emellerini en iyi ortaya koyan gelişme, 1700 İstanbul akdi ile Azak
kalesinin Ruslara bırakılmasıdır. Bu gelişme Kırım'da fena halde akis
yaptığı gibi İstanbul'da da iyi karşılanmamış bir hadisedir(2). Akdeniz'e,
sıcak denizlere ulaşmak Çarlık Rusya için geçici bir hedef değildir,
olamaz. Bu esaslı problemi onun karşısına her an çıkaran coğrafi
şartlardır. Çünkü boğazlara sahip olmayan bir Rusya, evinin anahtarına
sahip değil demektir(3)
.
Panslavizm, Avrupa'da 1789 Fransız ihtilali ve 1846
ihtilallerinden sonra oluşmuştur. Adı geçen ihtilaller Avrupa milletleri
arasında milliyetçilik cereyanının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.
Bu, zamanla siyasi bir nitelik kazanmış Balkanlarda yaşayan Sırp,
Hırvat, Sloven, Bulgar gibi kavimler, dil ve kültür gibi unsurlara
sarılarak bir milli birlik hareketine kalkışmışlardır. Rusya bu akımı
körüklemek suretiyle yaygınlaşmasını teşvik etmiştir. Böylece siyasi bir
yön kazanan Panslavizm, Türkleri Avrupa topraklarından atıp,
İstanbul'u merkez yaparak, büyük bir Slav Devleti kurmayı öngören
dava haline getirilmiştir(4).
Panslavizm tabiri ilk defa 1826 yılında Slovak yazarlardan J.
Herkel tarafından kullanılmıştır. Latince olarak kaleme aldığı ve umumi
Slav diline ait olan "Hakiki Panslavizm" (Verus Panslavismus) adlı
eserinde Panslavizm tabirini ilmi literatüre sokmuş ve dolayısıyla bu
sözün sonraları siyasi bir tabir olmasına yol açmıştır. Herkel edebi-ilmi
Panslavizm'le bütün Slav kavimlerinin kültür sahasında karşılıklı
alışverişini kastettiği gibi, siyasi sahada bütün Slav kavimlerinin büyük
bir devlet halinde birleşmelerini gaye olarak almıştı(5). Siyasi amaçlı bir
Slav birliği yaratmak fikri ise ilk defa kesin şekilde Slovak (Slavların
batı kısmına ait), katolik dinine mensup, Avusturya tebaasından biri
tarafından şekillendirilmiştir(6)
XVIII. ve XIX. yüzyıl başında Rus yayılması bir yandan tamamen Rusya'nın talepleri ve ihtiyaçları ile Ortodoks kiliseye kendini vakfediş, diğer taraftan
Rus olmayan Slavların yaklaşma arzusu, bir birlik içerisinde bütünleşmek isteğinden geliyordu(7). Panslavizmin siyasi bir hareket olması Rusya'nın bu cereyanı kendi emperyalist maksatlarına alet etmek istemesiyle mümkün olmuştur(8). 1848'de Rus İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan beyaz Ruslarda ve Osmanlı Devleti sınırlarında yaşayan Bulgarlarda milli denecek hiçbir uyanış söz konusu değildi(9). Rusya'da da önce bir kültür meselesi şeklinde gelişmiş, sonraları siyasi bir renk almıştır. Bu açıdan Rusya dışındaki
Rus olmayan Slavların yaklaşma arzusu, bir birlik içerisinde bütünleşmek isteğinden geliyordu(7). Panslavizmin siyasi bir hareket olması Rusya'nın bu cereyanı kendi emperyalist maksatlarına alet etmek istemesiyle mümkün olmuştur(8). 1848'de Rus İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan beyaz Ruslarda ve Osmanlı Devleti sınırlarında yaşayan Bulgarlarda milli denecek hiçbir uyanış söz konusu değildi(9). Rusya'da da önce bir kültür meselesi şeklinde gelişmiş, sonraları siyasi bir renk almıştır. Bu açıdan Rusya dışındaki
Slavlarla Ruslar arasında bir benzerlik olmakla beraber, Rus Panslavizminin bütün Slavları Rusya'nın hegemonyası altında ve Slavları Ruslaştırmak amacını gözönünde tuttuğu görülür. Yani Panslavizm = Panrussizm kalıbına girmiştir(10)
Rusya'nın egemenliği altında bütün Slavları birleştiren bir devlet kurulmasını amaç edinen panslavistler, bu akımın yardımı ile Rusya'yı düşündükleri seviyeye getirmek için de şu yönde çalışmasını istiyorlardı:
1- Doğuda yeni fetihler yaparak Rus emperyalizmini
geliştirmek,
2- Rusya'nın egemenliği altında bulunan bütün ırkları
Ruslaştırmak,
3- Rusya dışında bulunan Slav topluluklarını Rus egemenliği
altına almak(11)
.
Rusya'nın yayılmasını esas alan Panslavizm akımı öncelikli hedef olarak Osmanlı İmparatorluğunu, daha sonra da AvusturyaMacaristan İmparatorluğunu, yani Balkanları hedef almıştı. Nitekim Rusya, Kırım savaşı ve 1856 Paris antlaşması ile uğradığı yenilgi üzerine, bu bölgede uğradığı zararları, Panslavizm yardımıyla gidermek üzere harekete geçmiştir(12). Kohn Hans eserinde; "22 mayıs 1853 günü Kırım savaşı devam ederken Lord Palmertson, Dışişleri bakanı Lord Cladendon'a şöyle yazıyordu: "Rus
politikası daima zayıf ve gevşek hükümetlere istediğini kabul ettirmeyi dener, enerjik bir mukavemette karşılaştığı zaman yeniden sıçrama imkanı aramak üzere siner" şeklinde çok da net bir ifadeyle Rus politikası izah olunmaktaydı.(13)
2- 1828-29 OSMANLI RUS HARBÎ
Rusların, Türkler aleyhinde, ısrarlı olarak güneye doğru yayılmaya devam etmeleri sonucu, Türk- Rus münasebetleri XVII. asrm sonlarından XX. asrın başlarına kadar, devamlı mücadelelerle geçmiştir. 1830'lardaki Kavalalı Mehmet Ali Paşa krizi esnasındaki yakınlaşma haricinde, Türk-Rus münasebetlerini devamlı bir mücadele haline getiren taraf uluslararası hukuk kaidelerine uymayan Ruslar olmuştur(14).
Bu dönemde Balkanlarda yıllardan beri süregelen kargaşa ve huzursuzluk Rusya ve Avusturya'nın desteği ile ayaklanmaya dönüşmüştür. Sırp isyanı nedeniyle Rusya işe karışmış, bunun üzerine Osmanlı askerlerinin başarısız olmaları üzerine 1812 de Bükreş antlaşması imzalanmıştır. Toprak kaybına rağmen bölgedeki huzursuzluk devam etmiştir. Öte yandan Mora'da baş gösteren Yunan isyanı kısa sürede uluslararası nitelik kazanmış, Rusya yeniden işe karışarak Osmanlı topraklarına girmiştir. 1829 Edime antlaşması ile Yunanlılara bağımsızlık öngörülmüş ve 1830'da yüzyıllardan beridir
Osmanlı egemenliğinde olan Yunanlılar bağımsızlık kazanmışlardır(15). Bu suretle Panslavist politika eksenindeki politikalar meyvesini vermeye başlıyor, akabinde bağlı eyaletler tek tek Osmanlı Devletinden kopabilme mücadelesine giriyordu. Tüm bu gelişmelerde ise başrolü Rusya oynamaktaydı.
Savaş öncesine bakıldığında Osmanlı Devleti'nin böyle bir savaşa hazırlıklı olmadığı görülecektir. Osmanlı Devleti 1826 yılında tarihi bir sorununu çözmüş, Yeniçeri Ocağını kaldırılmıştı. Hemen arkasından 1827 yılında Navarin'de Osmanlı donanması yakılmıştır. Bir başka gerçekte, kaldırılan Yeniçeri Ocağı yerine teşekkül ettirilen Asakir-i Mansure'nin henüz tam anlamıyla eğitimlerinin tamamlanmamış olmasıdır. Daha önce ki yıllarda yaşanmış olanlardan dolayı, Fransa ve İngiltere ile olan ilişkilerin kesilmiş olması olası Rus harbinde gelebilecek bir yardımında olanaksızlığını gösteriyordu.
Tüm bu göz önündeki şartlara rağmen Pertev Paşa savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünmekte ve bunu şu şekilde ifade etmekteydi: "Eğerçi Moskoflu'ya galebe ümit olunmaz. Lakin bila muhabere Mora Krallığı kabul olunur ise yol olur ve pek çok mahallere sirayet eder. Binaenaleyh vüs'umuzu sarf ettikten sonra bil-mecburiye ihtiyar eylersek düşman her vakit bu kadar teklifi iltizam eylemez".(16)
Rusya ise, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu bu duruma ek olarak kendisi için savaşı kazanabilecek şartları olgunlaştırmıştı. Rusya'nın başında bulunan Çar Nikola, İngiltere, Fransa ve Avusturya'ya karşı bir fetih politikası gütmediğini, amacının Yunan sorununun çözülmesi için, Osmanlı Devleti'ne Londra'da imzalatılmış olan protokolün uygulatılmasını sağlamak olduğu yolunda teminat vererek, Osmanh-Rus Savaşı sırasında bu devletlerin tarafsız
kalmalarını sağlamıştır. İran'la yapılan savaşta da zafer kazanarak güney doğu sınırlarının güvenliğini de sağlamıştı(17).
Osmanlı-Rus Savaşı, Rusların saldırmaları ile başlamıştır. Savaş Anadolu ve Rumeli kıyılarında cereyan etmiş, Osmanlı kuvvetleri savunma savaşları yapmak üzere düzenlenmişlerdir. Rumeli'de, Ağa Hüseyin Paşa, Tuna Seraskeri, Kaptan-ı Derya İzzet Paşa, Varna Muhafızı; Anadolu'da ise Galip Paşa görevlendirilmişti. 1828'de başlayan Rus saldırılan sonunda İsakçı,
Tulçı, Maçin, İbrail ve Hırşova kaleleri kaybedildi. 1829 yılı içerisinde artan saldırılar sonucu sadrazam Mehmet Reşit Paşa'nın ordusu Kenleftsh'te ağır bir yenilgi almıştır. Devamında ise Silistre ve Edirne Rusların eline geçmiştir(18).
Anadolu'da devam eden mücadelelerde de durum batıdan farksızdır. Ruslar, Ahıska, Kars, Anapa ve Erzurum'u ele geçirmişlerdir. Alınan neticeler İstanbul'u doğu ve batıdan tehdit altına sokmuştu.
Ruslar açısından her şey yolunda giderken Rusya'da başlayan kargaşa, İngiltere ve Avusturya'nın ilerleyişten tedirgin olmaya başlayarak seslerini yükseltmeye başlaması Çarı, Osmanlı isteklerini kabul etmeye zorladı. Edirne'de başlayan görüşmeler neticesinde, 14 Eylül 1829'da Edirne Barış Antlaşması imzalandı.
Antlaşmadaki toprak konusundaki hükümler sert, ama beklenenden daha hafifti. Rus askerleri prenslikler, Dobruca ve Bulgaristan da işgal ettikleri yerlerden çekileceklerdi. Ruslar Tuna nehrinde ticaret edebilme hakkına kavuşuyorlar, Osmanlı Devleti Tuna ve Prut boyunca kale yapmamayı kabul ediyordu. Bu suretle daha sonra vuku bulacak harplerde Rusların Osmanlı sınırlarına girmesi kolaylaşıyordu. Osmanlı Devleti, Rusların Kafkaslar, Gürcistan ve İran'dan almış olduğu Nahcıvan ve Erivan'daki varlığını kabul ediyor, buna karşılık Ruslar da, Erzurum, Kars ve Bayezid'i geri veriyorlardı.
Ruslar diğer Avrupa devletlerine tanınmış olan salahiyetlerden yararlanacaktı. Sırbistan, Yunanistan ve prenslikler Rus koruması altında özerklik kazanmışlardır. Bir başka madde ile de Osmanlı Devleti, 10 yıl içinde ödenmek üzere 400 milyon kuruş savaş tazminatı ödemeye mahkûm ediliyordu(19).
Osmanlı Devleti için anlaşmanın ifadesi daha farklıdır. Denilebilir ki Küçük Kaynarca'dan sonra imzalanmış olan en ağır anlaşmadır. Ruslar bu antlaşma sonrasında Tuna ve Doğu Anadolu'ya hâkim olabilecek, denetim altında tutabilecek yerleri elde ettiler. Eflak -Boğdan ve Sırbistan'ın muhtariyetliklerini tanımış oluyordu. Ödeyeceği tazminat ise uzun yıllar ekonomik baskı ve sıkıntı manasına geliyordu. İmzalanan antlaşmadaki asıl nokta ise Yunanlıların bağımsızlığının kabul edilmesi idi. Bağımsız Yunan Devleti'nin kurulmuş olması
Osmanlı Devleti'nin bundan sonraki süreçteki çözülüşünü de ifade edecekti. Diğer uluslara örnek teşkil edecek bu durum Osmanlı Devletinin zaman içerisinde kayboluşunu da beraberinde getirecektir.
3- HARBİN ANTAKYA'YA YANSIMASI
İstanbul ve boğazların önemi bilinen bir gerçektir. Osmanlı
Devleti özellikle sahil kentlerinin korunması ve savunulması için
gerekli tedbirleri aldırmaya özen göstermiştir. Bu bölgelere hakim
olabilme ve sıcak denizlere ulaşabilme hülyası özellikle Rusların
rüyalarını süslemekte idi. 1828-29 savaşı öncesi 1770 ve 1827'de iki
kez Osmanlı donanması yakılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun güç kaybetmeye başlamasının, -daha
sonra özellikle Venedik donanmasının iki de bir Çanakkale Boğazını
kapamaları ve Osmanlı donanmasını dışarı bırakmamalarına karşı
Çeşme Limanı ayrı bir stratejik güvence oluşturmuştu. Çeşme'de
tutulan birkaç kalyon Boğaz ağzından Venedikleri kovalamakta etkili
oluyordu. Gene tahıl ve diğer zirai ürünlerin Avrupa ülkelerine
gönderilmesi de Çeşme limanı aracılığıyla ucuz ve emin şekilde
mümkün oluyordu. Osmanlı Devleti için bu derece stratejik öneme
sahip Çeşme'de 5 Temmuz 1770 günü yapılan ve İki gün süren savaşlar
sonucunda Osmanlı donanması yakılmıştır.
Yine aynı şekilde 20 Ekim 1827 tarihinde, Fransa, İngiltere ve
Rusya müttefik filoları, Navarin'deki Osmanh-Mısır donanmasına
baskın yapmış ve yakmışlardır. Sonrasında Osmanlı Devleti yerine
Bizans'ı diriltmek hayaliyle, Yunan isyanları başladı. Osmanlı Devleti,
içişlerindeki gelişmeleri kontrol etmek için, Yunanistan'daki
tedbirlerini arttırdı. 1821 yılında Mora'da, Rum isyanı çıktı. Devrin
Osmanlı Sultanı İkinci Mahmud Han, Mora İsyanını bastırmakla Mısır
Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı vazifelendirdi. Mehmed Ali
Paşanın oğlu İbrahim Paşa; Mora'daki Rum âsileri, Rus subay ve
askerleriyle, Avrupa devletlerinin gönüllü hümanistlerini mağlup edip,
bölgeden attı. Bu durum Fransa, İngiltere ile Rusya'nın birlik olarak
Osmanlı Devletine karşı cephe almalarına yol açtı. Mora'dan Osmanlı
askerinin çekilmesini isteyen notayı, Sultan Mahmud Han, hükümranlık
prensibiyle uyuşmadığı için reddetti. Zira bu durum, Osmanlıların bir iç
meselesiydi.
Baltık Denizine açılan Rus donanmasından bir filo, İngilizlerle
birleşip, Akdeniz'e girdi. Rus-fngiliz gemilerine Fransız filosu da
katıldı. İngiliz amirali Cangrington kumandasındaki Fransa, İngiltere,
Rusya müttefik donanması, Mısır'daki Kavalalı İbrahim Paşa
kuvvetlerine karşı deniz harekâtı başlattı. Mora İsyanında, Osmanlı ve
Mısır gemileri Navarin limanında bulunuyordu. Müttefik donanması,
Navarin Limanını kuşattı. Osmanlılar ile deniz muharebesi yapmaya
cesaret edemediler. Amiral Cangrington, müttefikler adına, Osmanlı ve
Mısır askerlerinin Yunanistan'dan çekilmesini istedi. Kabul edilmedi.
Navarin'in açıklarındaki müttefik donanması, gayelerinin savaş
olmadığını ileri sürerek, limana girmek istediler. 20 Ekimde dostane bir
havayla Navarin Limanına giren müttefik gemilerinin ani ateşi üç saat
devam etti. Elli yedi Osmanlı-Mısır gemisiyle altı bin asker kaybedildi.
Navarin Faciası neticesinde; Avrupa devletleri Osmanlı Devletini rahat
bırakmayarak, kısa zaman sonra Yunanistan'ın istiklâl kazanmasını
sağladılar.
Cebelitarık boğazının açılmasının ardından bölgenin artan önemi Antakya ve civar liman şehirlerinin önemini ve devletin bölge üzerinde aldığı tedbirleri de değiştirmiştir.
Önemli neticelerle dolu bu savaşın Osmanlı Devleti'ndeki
etkilerini Antakya örneğinde inceleyip, Antakya sicillerine yansımasını
vererek konunun merkez ve taşra örgütleri arasındaki gelişimini ortaya
koymaya çalışacağız.
1828-29 Osmanlı Rus savaşı nedeniyle merkezden ülkenin dört
bir yanına alınması gereken tedbirler ve ülkenin içinde bulunduğu
durumla ilgili yazışmalar yapılmıştır. Yirmi numaralı Antakya şer'iyye
sicillini incelediğimiz vakit, bu konu ile alakalı çok sayıda belge ile
karşılaşmaktayız. Antakya, bahsi geçen dönemde sahip olduğu
iskenderun ve Süveydiye limanlan ile Akdeniz hâkimiyeti için önemli
bir noktadadır.
Merkezden Şaban 1243'de (Şubat-Mart 1828) gönderilmiş olan
fermanda, Mora ve diğer Akdeniz adalarında yaşayan Rumların
çıkarmış olduğu isyanların, İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerinin
aralarında yapmış oldukları anlaşmalarla desteklendiği ve bu üç
devletin İstanbul'da ki elçilerinin, Dersa'adet'e gelerek Rumlar için
bağımsızlık talep ettikleri belirtilmektedir. Devletin bu talebi ret ettiği,
bu devletlerle yapılacak olan savaş için sınır boylarında bulunan
idarecilerin halkı konu ile alakalı olarak bilgilendirmesi ve savaş vuku
bulursa İslam milletinin tek vücut olarak harbe hazır olmasını
istemektedir(20)
.
İstanbul'dan taşra yöneticilerine gönderilen Zilkade 1243 (Mayıs 1828) tarihli Emr-i âli suretinde Rusya ile, Balkanlarda Tuna ve Silistre dolaylarında, Doğuda Erzurum ve Kars taraflarında yapılan savaşın gerekliliğini halka anlatmaları, savaşa ve gerektiğinde asker yardımına hazır olmaları istenmiştir(21). Eli silah tutan herkesin Allah rızası için savaşa katılmaları istenmiştir(22)
23 Şevval 1243 (8 Mayıs 1828)'de Antakya mütesellimi İbrahim Ağa'ya gönderilen buyruldu da, Rus birliklerinin Prusya nehrini geçerek Boğdan'ı işgal etmiş olduğu, Osmanlı Devletinin bunu savaş sebebi sayarak Rusya'ya harp ilan ettiği ifade edilmektedir. Mütesellimden, Antakya sınırlarında bulunan Süveydiye ve Keseb iskelelerinin muhafazası için görevli olan 30 askerin yeterli olmayacağı, iskelelerin korunması için gerekli tedbirleri alarak asker takviyesi
yapması ve çok dikkatli olması istenmiştir(23). Yine Halep valisi Mehmed
Emin Rauf Paşa'ya gönderilen fermanda, harp ilanı nedeniyle 12 yaşından 70 yaşına kadar herkesin hazır olması, doğu ve batı hudutlarına gönderilmiş olan askerin yeterli olmadığı ve Halep eyaletinin bu harpten zarar görmemesi için 500 kişilik bir asker şevkinin yapılması istenmektedir(24). Halep Valisi, kendisine gönderilmiş fermanda buyrulduğu gibi hareket ederek, derhal Divan-ı Eyalet-i Halebü'ş-Şehba'dan Çukadar Emin Ağa eliyle Antakya mütesellimi
Hüseyin Ağa'ya Rusya Devleti'nin Osmanlı'ya harp ilan ettiğini, bu
durumun basit bir sınır ihlali olmadığını, Rusya'nın İslam milletine olan
düşmanlığının çok eski tarihlere dayandığını ifade etmiştir. 12 yaşından
70 yaşma kadar herkese haber verilerek, hazırlıklı olmalarının tembihlenmesini istemiştir. Batı ve doğu cephelerine gönderilmiş olan askerlerin yetersiz kalması nedeniyle 500 asker istendiğini, bu sayıdan 75'inin Antakya kazasından karşılanacağı ve her süvari için yem ve yiyecek parası olarak 750 guruş tahsis edilmesi istenmiştir .(25)
Alman tedbirlerden biri de Süveydiye İskelesine Başbuğ tayinidir. Aşıkoğlu Ahmed Ağa 30 asker ile Muharrem 1244 (Temmuz 1828)'de Başbuğ tayin edilmiştir(26).
Dersa'adet'ten Halep Eyaletine gönderilen Emr-i âli suretinde,
Rusya'nın şark hudutlarından Osmanlı topraklarını işgale başlaması
yüzünden Şark Ordusu başkomutanı Mehmed Said Paşa'ntn emrine
verilmek üzere 1000 kişilik seçme askerin vakit kaybettirilmeden şevki
istenmektedir(27). Bunun üzerine, Halep eyaletinden Antakya mütesellimi
Hüseyin Ağaya gönderilen buyruldu da, Rusya ile yapılan savaş
nedeniyle istenmiş olan 1000 askerden 75'inin Antakya'dan
karşılanacağı, bu askerlerin Hasan Ağa marifetiyle bir dakika bile
geciktirilmeksizin eyalet merkezine gönderilmesi istenmiştir(28). 13
Zilkade 1244 (17 Mayıs 1829) tarihli divan tezkeresi ile 75 askerin bir
an önce eyalet merkezine gönderilmesi istenmiştir(29). Aralık 1828 tarihli
bir belgeden anlaşıldığı üzere istenmiş olan 1000 askerden sadece
500'ü bu göreve iştirak etmiştir. Devlette şark ordusuna katılmayan 500
askerin her birinden 250 guruş tahsil edilmesi toplam 125.000 guruşun
toplanması ile bu katılmayanların bu sorumluluklarından muaf
tutulacakları belirtilmektedir(30).
Halep'ten istenmiş olan 75 asker, Antakya Yüzbaşısı Yusuf
Ağa'nın emrinde Şark Ordusuna dâhil olmak üzere Erzurum'a hareket
ettiği, fakat bu yolculuğun bölgenin en soğuk dönemine denk geldiği
için askerlerinin hastalandığı anlaşılmaktadır .(31)
Ocak 1829'da Halep'te bulunan Süveydiye ve Keseb
İskelelerinin muhafazası için 5'er kıta top ve 5'er adet tabya'ya ihtiyaç
olduğu Halep ve Şam valisi Melımed Emin Rauf tarafından bizzat
yazılarak, İstanbul'a rapor edilmiştir. Bu ilerin yapılması için Halep'te
oturan Abdulbaki ve Ahmed adındaki kişilerin görevlendirilmiş
oldukları, maliyeden izin alındığı, buraların korunması için Halep valisi
kapıcı başlarından Mehmet Battal emrinde Antakya'dan 120 askerin
nöbetleşe olarak bir ay burada ikamet ettirilmesi istenmektedir(32).
Erzurum'da bulunan şark ordusunun ihtiyaçlarının karşılanması
için kişi başına 3'er kuruştan 5000 koyun ve her kile için nakliyesi ile
25 para fiyat ile 20.000 kile Arpa ve 150 deve'nin vakit geçirilmeksizin
bölgeye gönderilmesi istenmiştir(33). Ordunun ihtiyaçları için Halep'ten
istenenlerden Antakya'nın hissesine düşen 4150 kile Arpa, 1120
koyunun satın alınması hususunda Antakya mütesellimi Hüseyin Ağa
görevlendirilmiştir(34).
1828-29 Osmanlı-Rus Harbi'nin bitmesi üzerine yapılan
yazışmalarda ise, artık mevcut savaş halinin sona erdiği, Rus
askerlerinin İslam memleketlerini terklerine kadar cephelerde bulunan
askerlerin yerlerini terk etmemeleri, yapılan barışın tüm görevlilere ve
halka duyurulması istenmiştir. Devlet yayınladığı fermanda Rusya İle
savaş için hiçbir sebebin kalmadığını, savaş sonrasında artık asıl işin
fukaraların huzur ve güvenliğinin sağlanması olduğu, Rusya
Devletinden gelecek ya da gidecek kişilere, ziyaretçilere ve tüccarlara
düşmanca davranışlardan kaçınılması, onlara dostça yaklaşılması
istenmiştir(35).
Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti içinde bulunduğu durumu değerlendimıek suretiyle, halkın bilinçlenmesini sağlayacak tedbirler almanın yanı sıra mücadele halinde olduğu devletler ve onların halklarına karşıda bir dizi tedbirler alarak uygulanmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti için çok mühim neticelerle bitmiş olan bu harbin neticesinde bile vakit kaybedilmeksizin Anadolu'da tansiyonu düşürmeye yönelik gerekli tedbirler alınmış hayatın eskiden olduğu gibi devamına çalışılmıştır.
1.Halil İnalcık, (1948), "Osmanlı-Rus rekabetinin Menşei ve Don - Volga Kanalı
Teşebbüsü- 1596", Belleten, c. XII, Ankara, s.350.
2.Akdes Nimet Kurat, (1951), Prut Seferi ve Barışı - 1123(1711). TTK, s.79.
3.Hans Kohn, (1982), Panslavizm ve Rus Milliyetçiliği. Çeviren: Agah Oktay Güner,
Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, s. 12.
4.Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı, (1975), Tarihte Türk - Rus İlişkileri. Ank., s.91.
5.Hans Kohn, a.g.e.,s. 5 - Akdes Nimet Kurat, (1953), " Panslavizm", DTCF Dergisi c, XI, sa: 2-3-4, Ank., s. 242.
6.Kurat, "a.g.m", s.242.
7.Hans Kohn, a.g.e., s. 19.
8.Kurat, "a.g.m", s.249.
9.Kohn, a.g.e., s. 19.
10.Kurat, "a.g.m", s.249.
11.Rıfat Uçarol, (1985), Siyasî Tarih. İstanbul: Filiz Kitapevi, $.261.
12.Uçarol, a.g.e., s.261.
13.Kohn, a.g.e., s. 99.
14.Mehmet Saray, (1987), Atatürk'ün Sovyet Politikası, İstanbul: Acar Yayınları, s.7.
15.Musa Çadırcı, (1997), Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve
Ekonomik Yapısı, Ankara: TTK, s.5
16.Karal, a.g.e , s. 119.
17.Karal,a.g.e, s. 119.
18.Karal, a.g.e, s. 120.
19.Stanford J. Shaw- Ezel Kural Shavv, (2000), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye. İstanbul: E yayınları, s. 60-61.
20.Antakya Şer'iyye Sicil Defteri (daha sonraki dipnotlarda Antakya Şer'iyye Sicil Defteri, olarak belirtilecektir), Defter No: XX, Belge No: 13.
21.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:7l.
22.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:75.
23.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:29.
24.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No : 4 l, Zilkade 1243- Haziran 1828.
25.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:42, 23 Zilhicce 1243- 6 Temmuz 1828.
26.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:49.
27.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:55,Muharrem 1244- Temmuz 1828.
28.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:56, 4 Kylül İ828.
29.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:74.
30.A.Ş.S., Defter No;XX, Belge No:76.
31.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:79, 2 Rcccb 1244-9 Ocak 1829.
32.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:80.
33.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:84.
34.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:85.
35.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No: 138, 27 Rebiülahir 1245- 26 Ekim 1829.
KAYNAKLAR
ARŞİV BELGELERİ
Antakya Şer'iyye Sicil Defteri, Defter No: XX, Belge No: 13, 29, 41, 42, 49, 55,
56, 71, 74, 75, 76, 79, 80, 84, 85, 138.
MAKALELER
İnalcık, Halil (1948), " Osmanlı- Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga
Kanalı Teşebbüsü-1596", Belleten, c. XII, sa.46, s.349-402.
Kurat, Akdes Nimet (1953), "Panslavizm", DTCF Dergisi, c. XI, sa: 2-3-4,
s.241-278.
KİTAPLAR
Çadırcı, Musa (1997), Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve
Ekonomik Yapısı. Ankara: T.T.K.
Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı (1975), Tarihte Türk - Rus İlişkileri.
Ankara: Genel Kurmay Başkanlığı.
Karal, Enver Ziya (1988), Osmanlı Tarihi, c. V., Ankara: T.T.K.
Kohn, Hans (1982), Panslavizm ve Rus Milliyetçiliği, (çev: Agah Oktay Güner)
Ank.: T.D.A.V. Yayınlan.
Kohn, Hans (1991), Panslavizm ve Rus Milliyetçiliği, (çev: Agah Oktay
Güner), Ankara: T.D.A.V. Yayınları.
Kurat, Akdes Nimet (1948), Rusya Tarihi- Başlangıçtan 1917'e Kadar. Ank.:
TTK.
Kurat, Akdes Nimet (1951), Prut Seferi ve Barışı-1123(1711). Ank.: TTK.
Kurat, Akdes Nimet (1994), Türkiye ve Rusya. Ank: Kültür Bakanlığı.
Ortaylı İlber, (1981), ll.Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda
Alman Nüfuzu, Ankara: Ankara Üni. Yayınları.
Saray, Mehmet (1987), Atatürk'ün Sovyet Politikası. İstanbul: Acar Yayınları.
Shaw, Stanford J. - Shavv, Ezel Kural (2000), Osmanlı İmparatorluğu ve
Modern Türkiye. c.II, İstanbul: E yayınları.
Uçarol, Rıfat (1995), Siyasi Tarih. İst.: Filiz Kitabevi.
Blog için Hazırlayan : Süleyman Kaya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder