2 Ekim 2012 Salı

1828-29 OSMANLI - RUS SAVAŞI VE ANADOLU'DA ALINAN TEDBİRLER Yrd.Doç.Dr. Adem KARA*




















* Abant İzzet Baysal Üni., Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, web:htlp://kara_a.web,ibu.edu.tr


ÖZET

Panslavizm akımının Osmanlı Devleti'nde yaratmış olduğu kısa 
ve uzun vadedeki gelişmeler bugün için artık bilinendir. Bu çalışmanın 
asıl amacı, Osmanlı Devleti'nin Rusya ile olan ilişkilerini başlangıcından 
itibaren özetleyen bir girişin ardından, Devlet için önemli sonuçları 
beraberinde getiren 1828-29 savaşının Anadolu'ya ve Antakya kazasına 
yansımalarına değinebilmektir. 


Bu amaçlarla ortaya koymaya çalıştığımız çalışma, Osmanlı-Rus 
ilişkilerini anlatan eserlerin yanı sıra Antakya şer'iyye sicillerinde tesadüf 
ettiğimiz belgelerden istifade edilerek ortaya konulmuştur. 


1- GİRİŞ 

Osmanlı Devleti, dünya tarihinde kurulmuş devletler içerisinde en 
önemlilerinden biridir. Altı asır boyunca bölgesine hükmetmiş olan bu 
devlette, hanedan değişimi söz konusu olmaksızın, çok geniş bir 
coğrafyada birbirinden farklı dil, din ve kültürlere mensup kitleler aynı 
idare altında toplanmıştır. 

Bir başka önemli devlet olan Rusya ise; Türkistan'da, Timur'dan 
sonra güçlü bir devlet kurulamamasından faydalanarak tarih sahnesinde 
yerini almıştır. XIX. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Türkistan'da Hive, 
Buhara ve Hokand Hanlıkları adında üç Türk Devleti mevcuttu. Ortaçağ 
İslam Şark kültürü ve medrese zihniyeti ile taassubun hüküm sürdüğü, 
istibdadın sınırsız olduğu bu devletlerin, askeri ve iktisadi kudretleri de 
zayıftı. Bu üç devlet arasında eksik olmayan iç mücadele buradaki 
Türklerin büsbütün zayıf düşmelerine sebep olmuştur(1). Rusya, Türkler 
arasındaki bu dağınıklıktan istifade ederek, dağınık knezlikler halinde 
yaşarken birliğini XVII. yüzyıl sonlarında tesis etmiş ve artık XVIII. 


yüzyılda önemli bir güç haline gelmiştir. XVIII. yüzyıl Osmanlı tarihine 
baktığımızda göze çarpan ilk olgu, artık çöküş dönemine girmiş olan 
Osmanlı ile emelleri ayyuka çıkmış Rusya'nın mücadeleleridir. Rusların 
emellerini en iyi ortaya koyan gelişme, 1700 İstanbul akdi ile Azak 
kalesinin Ruslara bırakılmasıdır. Bu gelişme Kırım'da fena halde akis 
yaptığı gibi İstanbul'da da iyi karşılanmamış bir hadisedir(2). Akdeniz'e, 
sıcak denizlere ulaşmak Çarlık Rusya için geçici bir hedef değildir, 
olamaz. Bu esaslı problemi onun karşısına her an çıkaran coğrafi 
şartlardır. Çünkü boğazlara sahip olmayan bir Rusya, evinin anahtarına 
sahip değil demektir(3)
Panslavizm, Avrupa'da 1789 Fransız ihtilali ve 1846 
ihtilallerinden sonra oluşmuştur. Adı geçen ihtilaller Avrupa milletleri 
arasında milliyetçilik cereyanının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. 
Bu, zamanla siyasi bir nitelik kazanmış Balkanlarda yaşayan Sırp, 
Hırvat, Sloven, Bulgar gibi kavimler, dil ve kültür gibi unsurlara 
sarılarak bir milli birlik hareketine kalkışmışlardır. Rusya bu akımı 
körüklemek suretiyle yaygınlaşmasını teşvik etmiştir. Böylece siyasi bir 
yön kazanan Panslavizm, Türkleri Avrupa topraklarından atıp, 
İstanbul'u merkez yaparak, büyük bir Slav Devleti kurmayı öngören 
dava haline getirilmiştir(4).
Panslavizm tabiri ilk defa 1826 yılında Slovak yazarlardan J. 
Herkel tarafından kullanılmıştır. Latince olarak kaleme aldığı ve umumi 
Slav diline ait olan "Hakiki Panslavizm" (Verus Panslavismus) adlı 
eserinde Panslavizm tabirini ilmi literatüre sokmuş ve dolayısıyla bu 
sözün sonraları siyasi bir tabir olmasına yol açmıştır. Herkel edebi-ilmi 
Panslavizm'le bütün Slav kavimlerinin kültür sahasında karşılıklı 
alışverişini kastettiği gibi, siyasi sahada bütün Slav kavimlerinin büyük 
bir devlet halinde birleşmelerini gaye olarak almıştı(5). Siyasi amaçlı bir 
Slav birliği yaratmak fikri ise ilk defa kesin şekilde Slovak (Slavların 
batı kısmına ait), katolik dinine mensup, Avusturya tebaasından biri 
tarafından şekillendirilmiştir(6)

XVIII. ve XIX. yüzyıl başında Rus yayılması bir yandan tamamen Rusya'nın talepleri ve ihtiyaçları ile Ortodoks kiliseye kendini vakfediş, diğer taraftan 
Rus olmayan Slavların yaklaşma arzusu, bir birlik içerisinde bütünleşmek isteğinden geliyordu(7). Panslavizmin siyasi bir hareket olması Rusya'nın bu cereyanı kendi emperyalist maksatlarına alet etmek istemesiyle mümkün olmuştur(8). 1848'de Rus İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan beyaz Ruslarda ve Osmanlı Devleti sınırlarında yaşayan Bulgarlarda milli denecek hiçbir uyanış söz konusu değildi(9). Rusya'da da önce bir kültür meselesi şeklinde gelişmiş, sonraları siyasi bir renk almıştır. Bu açıdan Rusya dışındaki 
Slavlarla Ruslar arasında bir benzerlik olmakla beraber, Rus Panslavizminin bütün Slavları Rusya'nın hegemonyası altında ve Slavları Ruslaştırmak amacını gözönünde tuttuğu görülür. Yani Panslavizm = Panrussizm kalıbına girmiştir(10)

Rusya'nın egemenliği altında bütün Slavları birleştiren bir  devlet kurulmasını amaç edinen panslavistler, bu akımın yardımı ile  Rusya'yı düşündükleri seviyeye getirmek için de şu yönde çalışmasını istiyorlardı: 

1- Doğuda yeni fetihler yaparak Rus emperyalizmini 
geliştirmek, 

2- Rusya'nın egemenliği altında bulunan bütün ırkları 
Ruslaştırmak, 

3- Rusya dışında bulunan Slav topluluklarını Rus egemenliği 
altına almak(11)
Rusya'nın yayılmasını esas alan Panslavizm akımı öncelikli hedef olarak Osmanlı İmparatorluğunu, daha sonra da AvusturyaMacaristan  İmparatorluğunu, yani Balkanları hedef almıştı. Nitekim  Rusya, Kırım savaşı ve 1856 Paris antlaşması ile uğradığı yenilgi  üzerine, bu bölgede uğradığı zararları, Panslavizm yardımıyla  gidermek üzere harekete geçmiştir(12). Kohn Hans eserinde; "22 mayıs 1853 günü Kırım savaşı devam ederken Lord Palmertson, Dışişleri bakanı Lord Cladendon'a şöyle yazıyordu: "Rus 
politikası daima zayıf ve gevşek hükümetlere istediğini kabul  ettirmeyi dener, enerjik bir mukavemette karşılaştığı zaman yeniden sıçrama imkanı aramak üzere siner" şeklinde çok da net  bir ifadeyle Rus politikası izah olunmaktaydı.(13) 


2- 1828-29 OSMANLI RUS HARBΠ

Rusların, Türkler aleyhinde, ısrarlı olarak güneye doğru  yayılmaya devam etmeleri sonucu, Türk- Rus münasebetleri XVII.  asrm sonlarından XX. asrın başlarına kadar, devamlı mücadelelerle  geçmiştir. 1830'lardaki Kavalalı Mehmet Ali Paşa krizi esnasındaki  yakınlaşma haricinde, Türk-Rus münasebetlerini devamlı bir mücadele  haline getiren taraf uluslararası hukuk kaidelerine uymayan Ruslar  olmuştur(14).
Bu dönemde Balkanlarda yıllardan beri süregelen kargaşa ve  huzursuzluk Rusya ve Avusturya'nın desteği ile ayaklanmaya dönüşmüştür. Sırp isyanı nedeniyle Rusya işe karışmış, bunun üzerine  Osmanlı askerlerinin başarısız olmaları üzerine 1812 de Bükreş  antlaşması imzalanmıştır. Toprak kaybına rağmen bölgedeki huzursuzluk devam etmiştir. Öte yandan Mora'da baş gösteren Yunan isyanı kısa sürede uluslararası nitelik kazanmış, Rusya yeniden işe karışarak Osmanlı topraklarına girmiştir. 1829 Edime antlaşması ile Yunanlılara bağımsızlık öngörülmüş ve 1830'da yüzyıllardan beridir 
Osmanlı egemenliğinde olan Yunanlılar bağımsızlık kazanmışlardır(15).  Bu suretle Panslavist politika eksenindeki politikalar meyvesini vermeye başlıyor, akabinde bağlı eyaletler tek tek Osmanlı Devletinden kopabilme mücadelesine giriyordu. Tüm bu gelişmelerde ise başrolü Rusya oynamaktaydı. 

Savaş öncesine bakıldığında Osmanlı Devleti'nin böyle bir savaşa hazırlıklı olmadığı görülecektir. Osmanlı Devleti 1826 yılında tarihi bir sorununu çözmüş, Yeniçeri Ocağını kaldırılmıştı. Hemen arkasından 1827 yılında Navarin'de Osmanlı donanması yakılmıştır. Bir başka gerçekte, kaldırılan Yeniçeri Ocağı yerine teşekkül ettirilen Asakir-i Mansure'nin henüz tam anlamıyla eğitimlerinin tamamlanmamış olmasıdır. Daha önce ki yıllarda yaşanmış olanlardan  dolayı, Fransa ve İngiltere ile olan ilişkilerin kesilmiş olması olası Rus harbinde gelebilecek  bir yardımında olanaksızlığını gösteriyordu.


Tüm bu göz önündeki şartlara rağmen Pertev Paşa savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünmekte ve bunu şu şekilde ifade etmekteydi:  "Eğerçi Moskoflu'ya galebe ümit olunmaz. Lakin bila muhabere Mora  Krallığı kabul olunur ise yol olur ve pek çok mahallere sirayet eder. Binaenaleyh vüs'umuzu sarf ettikten sonra bil-mecburiye ihtiyar eylersek düşman her vakit bu kadar teklifi iltizam eylemez".(16)


Rusya ise, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu bu duruma ek olarak kendisi için savaşı kazanabilecek şartları olgunlaştırmıştı. Rusya'nın başında bulunan Çar Nikola, İngiltere, Fransa ve Avusturya'ya karşı bir fetih politikası gütmediğini, amacının Yunan sorununun çözülmesi için, Osmanlı Devleti'ne Londra'da imzalatılmış olan protokolün uygulatılmasını sağlamak olduğu yolunda teminat vererek, Osmanh-Rus Savaşı sırasında bu devletlerin tarafsız 
kalmalarını sağlamıştır. İran'la yapılan savaşta da zafer kazanarak güney doğu sınırlarının güvenliğini de sağlamıştı(17).


Osmanlı-Rus Savaşı, Rusların saldırmaları ile başlamıştır. Savaş Anadolu ve Rumeli kıyılarında cereyan etmiş, Osmanlı kuvvetleri savunma savaşları yapmak üzere düzenlenmişlerdir. Rumeli'de, Ağa Hüseyin Paşa, Tuna Seraskeri, Kaptan-ı Derya İzzet Paşa, Varna Muhafızı; Anadolu'da ise Galip Paşa görevlendirilmişti. 1828'de başlayan Rus saldırılan sonunda İsakçı, 
Tulçı, Maçin, İbrail ve Hırşova kaleleri kaybedildi. 1829 yılı içerisinde artan saldırılar sonucu sadrazam Mehmet Reşit Paşa'nın ordusu Kenleftsh'te ağır bir yenilgi almıştır. Devamında ise Silistre ve Edirne Rusların eline geçmiştir(18).


Anadolu'da devam eden mücadelelerde de durum batıdan farksızdır. Ruslar, Ahıska, Kars, Anapa ve Erzurum'u ele geçirmişlerdir. Alınan neticeler İstanbul'u doğu ve batıdan tehdit altına sokmuştu. 

Ruslar açısından her şey yolunda giderken Rusya'da başlayan kargaşa, İngiltere ve Avusturya'nın ilerleyişten tedirgin olmaya başlayarak seslerini yükseltmeye başlaması Çarı, Osmanlı isteklerini kabul etmeye zorladı. Edirne'de başlayan görüşmeler neticesinde, 14 Eylül 1829'da Edirne Barış Antlaşması imzalandı. 

Antlaşmadaki toprak konusundaki hükümler sert, ama beklenenden daha hafifti. Rus askerleri prenslikler, Dobruca ve Bulgaristan da işgal ettikleri yerlerden çekileceklerdi. Ruslar Tuna nehrinde ticaret edebilme hakkına kavuşuyorlar, Osmanlı Devleti Tuna ve Prut boyunca kale yapmamayı kabul ediyordu. Bu suretle daha sonra vuku bulacak harplerde Rusların Osmanlı sınırlarına girmesi kolaylaşıyordu. Osmanlı Devleti, Rusların Kafkaslar, Gürcistan ve İran'dan almış olduğu Nahcıvan ve Erivan'daki varlığını kabul ediyor, buna karşılık Ruslar da, Erzurum, Kars ve Bayezid'i geri veriyorlardı. 
Ruslar diğer Avrupa devletlerine tanınmış olan salahiyetlerden yararlanacaktı. Sırbistan, Yunanistan ve prenslikler Rus koruması altında özerklik kazanmışlardır. Bir başka madde ile de Osmanlı Devleti, 10 yıl içinde ödenmek üzere 400 milyon kuruş savaş tazminatı ödemeye mahkûm ediliyordu(19).


Osmanlı Devleti için anlaşmanın ifadesi daha farklıdır. Denilebilir ki Küçük Kaynarca'dan sonra imzalanmış olan en ağır anlaşmadır. Ruslar bu antlaşma sonrasında Tuna ve Doğu Anadolu'ya hâkim olabilecek, denetim altında tutabilecek yerleri elde ettiler. Eflak -Boğdan ve Sırbistan'ın muhtariyetliklerini tanımış oluyordu. Ödeyeceği tazminat ise uzun yıllar ekonomik baskı ve sıkıntı manasına geliyordu. İmzalanan antlaşmadaki asıl nokta ise Yunanlıların bağımsızlığının kabul edilmesi idi. Bağımsız Yunan Devleti'nin kurulmuş olması 
Osmanlı Devleti'nin bundan sonraki süreçteki çözülüşünü de ifade edecekti. Diğer uluslara örnek teşkil edecek bu durum Osmanlı Devletinin zaman içerisinde kayboluşunu da beraberinde getirecektir. 


3- HARBİN ANTAKYA'YA YANSIMASI 

İstanbul ve boğazların önemi bilinen bir gerçektir. Osmanlı 
Devleti özellikle sahil kentlerinin korunması ve savunulması için 
gerekli tedbirleri aldırmaya özen göstermiştir. Bu bölgelere hakim 
olabilme ve sıcak denizlere ulaşabilme hülyası özellikle Rusların 
rüyalarını süslemekte idi. 1828-29 savaşı öncesi 1770 ve 1827'de iki 
kez Osmanlı donanması yakılmıştır. 

Osmanlı İmparatorluğunun güç kaybetmeye başlamasının, -daha 
sonra özellikle Venedik donanmasının iki de bir Çanakkale Boğazını 
kapamaları ve Osmanlı donanmasını dışarı bırakmamalarına karşı 
Çeşme Limanı ayrı bir stratejik güvence oluşturmuştu. Çeşme'de 
tutulan birkaç kalyon Boğaz ağzından Venedikleri kovalamakta etkili 
oluyordu. Gene tahıl ve diğer zirai ürünlerin Avrupa ülkelerine 
gönderilmesi de Çeşme limanı aracılığıyla ucuz ve emin şekilde 
mümkün oluyordu. Osmanlı Devleti için bu derece stratejik öneme 
sahip Çeşme'de 5 Temmuz 1770 günü yapılan ve İki gün süren savaşlar 
sonucunda Osmanlı donanması yakılmıştır. 

Yine aynı şekilde 20 Ekim 1827 tarihinde, Fransa, İngiltere ve 
Rusya müttefik filoları, Navarin'deki Osmanh-Mısır donanmasına 
baskın yapmış ve yakmışlardır. Sonrasında Osmanlı Devleti yerine 
Bizans'ı diriltmek hayaliyle, Yunan isyanları başladı. Osmanlı Devleti, 
içişlerindeki gelişmeleri kontrol etmek için, Yunanistan'daki 
tedbirlerini arttırdı. 1821 yılında Mora'da, Rum isyanı çıktı. Devrin 
Osmanlı Sultanı İkinci Mahmud Han, Mora İsyanını bastırmakla Mısır 
Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı vazifelendirdi. Mehmed Ali

Paşanın oğlu İbrahim Paşa; Mora'daki Rum âsileri, Rus subay ve 
askerleriyle, Avrupa devletlerinin gönüllü hümanistlerini mağlup edip, 
bölgeden attı. Bu durum Fransa, İngiltere ile Rusya'nın birlik olarak 
Osmanlı Devletine karşı cephe almalarına yol açtı. Mora'dan Osmanlı 
askerinin çekilmesini isteyen notayı, Sultan Mahmud Han, hükümranlık 
prensibiyle uyuşmadığı için reddetti. Zira bu durum, Osmanlıların bir iç 
meselesiydi. 

Baltık Denizine açılan Rus donanmasından bir filo, İngilizlerle 
birleşip, Akdeniz'e girdi. Rus-fngiliz gemilerine Fransız filosu da 
katıldı. İngiliz amirali Cangrington kumandasındaki Fransa, İngiltere, 
Rusya müttefik donanması, Mısır'daki Kavalalı İbrahim Paşa 
kuvvetlerine karşı deniz harekâtı başlattı. Mora İsyanında, Osmanlı ve 
Mısır gemileri Navarin limanında bulunuyordu. Müttefik donanması, 
Navarin Limanını kuşattı. Osmanlılar ile deniz muharebesi yapmaya 
cesaret edemediler. Amiral Cangrington, müttefikler adına, Osmanlı ve 
Mısır askerlerinin Yunanistan'dan çekilmesini istedi. Kabul edilmedi. 
Navarin'in açıklarındaki müttefik donanması, gayelerinin savaş 
olmadığını ileri sürerek, limana girmek istediler. 20 Ekimde dostane bir 
havayla Navarin Limanına giren müttefik gemilerinin ani ateşi üç saat 
devam etti. Elli yedi Osmanlı-Mısır gemisiyle altı bin asker kaybedildi. 
Navarin Faciası neticesinde; Avrupa devletleri Osmanlı Devletini rahat 
bırakmayarak, kısa zaman sonra Yunanistan'ın istiklâl kazanmasını 
sağladılar. 

Cebelitarık boğazının açılmasının ardından bölgenin artan önemi Antakya ve civar liman şehirlerinin önemini ve devletin bölge üzerinde aldığı tedbirleri de değiştirmiştir.


Önemli neticelerle dolu bu savaşın Osmanlı Devleti'ndeki 
etkilerini Antakya örneğinde inceleyip, Antakya sicillerine yansımasını 
vererek konunun merkez ve taşra örgütleri arasındaki gelişimini ortaya 
koymaya çalışacağız. 

1828-29 Osmanlı Rus savaşı nedeniyle merkezden ülkenin dört 
bir yanına alınması gereken tedbirler ve ülkenin içinde bulunduğu 
durumla ilgili yazışmalar yapılmıştır. Yirmi numaralı Antakya şer'iyye 
sicillini incelediğimiz vakit, bu konu ile alakalı çok sayıda belge ile 
karşılaşmaktayız. Antakya, bahsi geçen dönemde sahip olduğu 
iskenderun ve Süveydiye limanlan ile Akdeniz hâkimiyeti için önemli 
bir noktadadır. 

Merkezden Şaban 1243'de (Şubat-Mart 1828) gönderilmiş olan 
fermanda, Mora ve diğer Akdeniz adalarında yaşayan Rumların 
çıkarmış olduğu isyanların, İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerinin 
aralarında yapmış oldukları anlaşmalarla desteklendiği ve bu üç 
devletin İstanbul'da ki elçilerinin, Dersa'adet'e gelerek Rumlar için 
bağımsızlık talep ettikleri belirtilmektedir. Devletin bu talebi ret ettiği, 
bu devletlerle yapılacak olan savaş için sınır boylarında bulunan 
idarecilerin halkı konu ile alakalı olarak bilgilendirmesi ve savaş vuku 
bulursa İslam milletinin tek vücut olarak harbe hazır olmasını 
istemektedir(20)
İstanbul'dan taşra yöneticilerine gönderilen Zilkade 1243 (Mayıs 1828) tarihli Emr-i âli suretinde Rusya ile, Balkanlarda Tuna ve Silistre dolaylarında, Doğuda Erzurum ve Kars taraflarında yapılan savaşın gerekliliğini halka anlatmaları, savaşa ve gerektiğinde asker  yardımına hazır olmaları istenmiştir(21). Eli silah tutan herkesin Allah rızası için savaşa katılmaları istenmiştir(22)

23 Şevval 1243 (8 Mayıs 1828)'de Antakya mütesellimi İbrahim Ağa'ya gönderilen buyruldu da, Rus birliklerinin Prusya nehrini geçerek Boğdan'ı işgal etmiş olduğu, Osmanlı Devletinin bunu savaş sebebi sayarak Rusya'ya harp ilan ettiği ifade edilmektedir. Mütesellimden, Antakya sınırlarında bulunan Süveydiye ve Keseb iskelelerinin muhafazası için görevli olan 30 askerin yeterli olmayacağı, iskelelerin korunması için gerekli tedbirleri alarak asker takviyesi 
yapması ve çok dikkatli olması istenmiştir(23). Yine Halep valisi Mehmed 
Emin Rauf Paşa'ya gönderilen fermanda, harp ilanı nedeniyle 12 yaşından 70 yaşına kadar herkesin hazır olması, doğu ve batı hudutlarına gönderilmiş olan askerin yeterli olmadığı ve Halep eyaletinin bu harpten zarar görmemesi için 500 kişilik bir asker şevkinin yapılması istenmektedir(24). Halep Valisi, kendisine gönderilmiş fermanda buyrulduğu gibi hareket ederek, derhal Divan-ı Eyalet-i Halebü'ş-Şehba'dan Çukadar Emin Ağa eliyle Antakya mütesellimi 
Hüseyin Ağa'ya Rusya Devleti'nin Osmanlı'ya harp ilan ettiğini, bu 
durumun basit bir sınır ihlali olmadığını, Rusya'nın İslam milletine olan 
düşmanlığının çok eski tarihlere dayandığını ifade etmiştir. 12 yaşından 
70 yaşma kadar herkese haber verilerek, hazırlıklı olmalarının tembihlenmesini istemiştir. Batı ve doğu cephelerine gönderilmiş olan askerlerin yetersiz kalması nedeniyle 500 asker istendiğini, bu sayıdan 75'inin Antakya kazasından karşılanacağı ve her süvari için yem ve yiyecek parası olarak 750 guruş tahsis edilmesi istenmiştir .(25) 

Alman tedbirlerden biri de Süveydiye İskelesine Başbuğ  tayinidir. Aşıkoğlu Ahmed Ağa 30 asker ile Muharrem 1244 (Temmuz 1828)'de Başbuğ tayin edilmiştir(26).


Dersa'adet'ten Halep Eyaletine gönderilen Emr-i âli suretinde, 
Rusya'nın şark hudutlarından Osmanlı topraklarını işgale başlaması 
yüzünden Şark Ordusu başkomutanı Mehmed Said Paşa'ntn emrine 
verilmek üzere 1000 kişilik seçme askerin vakit kaybettirilmeden şevki 
istenmektedir(27). Bunun üzerine, Halep eyaletinden Antakya mütesellimi 
Hüseyin Ağaya gönderilen buyruldu da, Rusya ile yapılan savaş 
nedeniyle istenmiş olan 1000 askerden 75'inin Antakya'dan 
karşılanacağı, bu askerlerin Hasan Ağa marifetiyle bir dakika bile 
geciktirilmeksizin eyalet merkezine gönderilmesi istenmiştir(28). 13 
Zilkade 1244 (17 Mayıs 1829) tarihli divan tezkeresi ile 75 askerin bir 
an önce eyalet merkezine gönderilmesi istenmiştir(29). Aralık 1828 tarihli 
bir belgeden anlaşıldığı üzere istenmiş olan 1000 askerden sadece 
500'ü bu göreve iştirak etmiştir. Devlette şark ordusuna katılmayan 500 
askerin her birinden 250 guruş tahsil edilmesi toplam 125.000 guruşun 
toplanması ile bu katılmayanların bu sorumluluklarından muaf 
tutulacakları belirtilmektedir(30).


Halep'ten istenmiş olan 75 asker, Antakya Yüzbaşısı Yusuf 
Ağa'nın emrinde Şark Ordusuna dâhil olmak üzere Erzurum'a hareket 
ettiği, fakat bu yolculuğun bölgenin en soğuk dönemine denk geldiği 
için askerlerinin hastalandığı anlaşılmaktadır .(31)

Ocak 1829'da Halep'te bulunan Süveydiye ve Keseb 
İskelelerinin muhafazası için 5'er kıta top ve 5'er adet tabya'ya ihtiyaç 
olduğu Halep ve Şam valisi Melımed Emin Rauf tarafından bizzat 
yazılarak, İstanbul'a rapor edilmiştir. Bu ilerin yapılması için Halep'te 
oturan Abdulbaki ve Ahmed adındaki kişilerin görevlendirilmiş 
oldukları, maliyeden izin alındığı, buraların korunması için Halep valisi 
kapıcı başlarından Mehmet Battal emrinde Antakya'dan 120 askerin 
nöbetleşe olarak bir ay burada ikamet ettirilmesi istenmektedir(32).


Erzurum'da bulunan şark ordusunun ihtiyaçlarının karşılanması 
için kişi başına 3'er kuruştan 5000 koyun ve her kile için nakliyesi ile 
25 para fiyat ile 20.000 kile Arpa ve 150 deve'nin vakit geçirilmeksizin 
bölgeye gönderilmesi istenmiştir(33). Ordunun ihtiyaçları için Halep'ten 
istenenlerden Antakya'nın hissesine düşen 4150 kile Arpa, 1120 
koyunun satın alınması hususunda Antakya mütesellimi Hüseyin Ağa 
görevlendirilmiştir(34).

1828-29 Osmanlı-Rus Harbi'nin bitmesi üzerine yapılan 
yazışmalarda ise, artık mevcut savaş halinin sona erdiği, Rus 
askerlerinin İslam memleketlerini terklerine kadar cephelerde bulunan 
askerlerin yerlerini terk etmemeleri, yapılan barışın tüm görevlilere ve
halka duyurulması istenmiştir. Devlet yayınladığı fermanda Rusya İle 
savaş için hiçbir sebebin kalmadığını, savaş sonrasında artık asıl işin 
fukaraların huzur ve güvenliğinin sağlanması olduğu, Rusya 
Devletinden gelecek ya da gidecek kişilere, ziyaretçilere ve tüccarlara 
düşmanca davranışlardan kaçınılması, onlara dostça yaklaşılması 
istenmiştir(35).

Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti içinde bulunduğu durumu  değerlendimıek suretiyle, halkın bilinçlenmesini sağlayacak tedbirler  almanın yanı sıra mücadele halinde olduğu devletler ve onların halklarına karşıda bir dizi tedbirler alarak uygulanmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti için çok mühim neticelerle bitmiş olan bu harbin neticesinde bile vakit kaybedilmeksizin Anadolu'da tansiyonu düşürmeye yönelik gerekli tedbirler alınmış hayatın eskiden olduğu gibi devamına çalışılmıştır. 


1.Halil İnalcık, (1948), "Osmanlı-Rus rekabetinin Menşei ve Don - Volga Kanalı 
Teşebbüsü- 1596", Belleten, c. XII, Ankara, s.350. 

2.Akdes Nimet Kurat, (1951), Prut Seferi ve Barışı - 1123(1711). TTK, s.79. 
3.Hans Kohn, (1982), Panslavizm ve Rus Milliyetçiliği. Çeviren: Agah Oktay Güner, 
Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, s. 12. 
4.Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı, (1975), Tarihte Türk - Rus İlişkileri. Ank., s.91. 

5.Hans Kohn, a.g.e.,s. 5 - Akdes Nimet Kurat, (1953), " Panslavizm", DTCF Dergisi c, XI, sa: 2-3-4, Ank., s. 242. 
6.Kurat, "a.g.m", s.242. 
7.Hans Kohn, a.g.e., s. 19. 
8.Kurat, "a.g.m", s.249. 
9.Kohn, a.g.e., s. 19.

10.Kurat, "a.g.m", s.249. 
11.Rıfat Uçarol, (1985), Siyasî Tarih. İstanbul: Filiz Kitapevi, $.261. 
12.Uçarol, a.g.e., s.261. 

13.Kohn, a.g.e., s. 99. 
14.Mehmet Saray, (1987), Atatürk'ün Sovyet Politikası, İstanbul: Acar Yayınları, s.7. 
15.Musa Çadırcı, (1997), Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve 
Ekonomik Yapısı, Ankara: TTK, s.5
16.Karal, a.g.e , s. 119. 

17.Karal,a.g.e, s. 119. 
18.Karal, a.g.e, s. 120. 
19.Stanford J. Shaw- Ezel Kural Shavv, (2000), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye. İstanbul: E yayınları, s. 60-61. 
20.Antakya Şer'iyye Sicil Defteri (daha sonraki dipnotlarda Antakya Şer'iyye Sicil Defteri, olarak belirtilecektir), Defter No: XX, Belge No: 13.

21.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:7l. 
22.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:75. 
23.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:29. 
24.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No : 4 l, Zilkade 1243- Haziran 1828.

25.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:42, 23 Zilhicce 1243- 6 Temmuz 1828. 
26.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:49. 
27.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:55,Muharrem 1244- Temmuz 1828. 
28.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:56, 4 Kylül İ828. 
29.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:74. 
30.A.Ş.S., Defter No;XX, Belge No:76. 

31.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:79, 2 Rcccb 1244-9 Ocak 1829. 
32.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:80. 
33.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:84. 
34.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No:85.
35.A.Ş.S., Defter No:XX, Belge No: 138, 27 Rebiülahir 1245- 26 Ekim 1829. 


KAYNAKLAR 

ARŞİV BELGELERİ 

Antakya Şer'iyye Sicil Defteri, Defter No: XX, Belge No: 13, 29, 41, 42, 49, 55, 
56, 71, 74, 75, 76, 79, 80, 84, 85, 138. 

MAKALELER 

İnalcık, Halil (1948), " Osmanlı- Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga 
Kanalı Teşebbüsü-1596", Belleten, c. XII, sa.46, s.349-402. 
Kurat, Akdes Nimet (1953), "Panslavizm", DTCF Dergisi, c. XI, sa: 2-3-4, 
s.241-278. 


KİTAPLAR 

Çadırcı, Musa (1997), Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve 
Ekonomik Yapısı. Ankara: T.T.K. 

Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı (1975), Tarihte Türk - Rus İlişkileri. 
Ankara: Genel Kurmay Başkanlığı. 

Karal, Enver Ziya (1988), Osmanlı Tarihi, c. V., Ankara: T.T.K. 

Kohn, Hans (1982), Panslavizm ve Rus Milliyetçiliği, (çev: Agah Oktay Güner) 
Ank.: T.D.A.V. Yayınlan. 

Kohn, Hans (1991), Panslavizm ve Rus Milliyetçiliği, (çev: Agah Oktay 
Güner), Ankara: T.D.A.V. Yayınları. 

Kurat, Akdes Nimet (1948), Rusya Tarihi- Başlangıçtan 1917'e Kadar. Ank.: 
TTK. 

Kurat, Akdes Nimet (1951), Prut Seferi ve Barışı-1123(1711). Ank.: TTK. 
Kurat, Akdes Nimet (1994), Türkiye ve Rusya. Ank: Kültür Bakanlığı. 

Ortaylı İlber, (1981), ll.Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda 
Alman Nüfuzu, Ankara: Ankara Üni. Yayınları. 

Saray, Mehmet (1987), Atatürk'ün Sovyet Politikası. İstanbul: Acar Yayınları. 

Shaw, Stanford J. - Shavv, Ezel Kural (2000), Osmanlı İmparatorluğu ve 
Modern Türkiye. c.II, İstanbul: E yayınları. 

Uçarol, Rıfat (1995), Siyasi Tarih. İst.: Filiz Kitabevi. 

Blog için Hazırlayan : Süleyman Kaya






















Hiç yorum yok: