Osmanlı döneminde çocuk düşürme, yasak ve ceza kanununa göre suçtu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren savaşları kaybetmesinin önemli sebeplerinden biri de nüfusunun düşmanlarından daha az artmasıdır. Nüfusun azalması yüzünden hem ekilecek topraklar boş kalmış hem de orduya istenilen sayıda asker toplanamamıştır. Savaşlardan, hastalıklardan ve kaybedilen topraklardan dolayı azalan Osmanlı nüfusunu artırmak için Avrupa'dan göçmen getirilip, Türkiye'ye yerleştirilmesi bile düşünülmüştü.
Nüfusumuz azalmasın
Hem İslam hukukuna göre yasak olması hem de nüfusun azalacağına sebep olacağı için ıskat-ı cenin, yani çocuk düşürme Osmanlı döneminde yasaktı. Nüfusun azalmasının devletin gücünün azalmasına sebep olacağı düşünülüyordu. Ve son derece haklıydılar. Böyle bir eylemin ilahi iradeye karşı gelmek olduğuna inanılırdı. Ayrıca bu durum sadece Müslümanlar için değil Yahudi ve Hristiyanlar için de geçerliydi. Iskat-ı cenin üzerine Mustafa Öztürk, Ahmet Hezarfen, Akşin Somel, Belkıs Konan, Fatma Şimşek, Güven Dinç ve Haldun Eroğlu gibi birçok araştırmacı tarafından belgelere dayalı araştırmalar yapılmıştır.
Katil ebe
Tanzimat öncesinde padişahlar çıkardıkları fermanlarla çocuk düşürmeyi yasaklarken, Tanzimat'tan sonra mesele ceza hukukuna suç olarak girmiştir. Iskat-ı cenine yol açan ilaçların satışı da yasaktı. Çocuk düşürten ebeler "katil ebe" diye zikredilmiştir. Emirlerin hilafına çocuk düşürmeye yardımcı olanlara ise sürgün cezası verilirdi.
Eğer çocuk düşürten yabancı ise imparatorluk sınırları dışına çıkarılırdı.
İkinci Mahmud döneminde çocuk düşürmenin önüne geçmek için ciddi tedbirler alındı. 1838'de imparatorluğun dört bir tarafındaki kadılara fermanlar gönderilerek meselenin üzerinde ciddiyetle durmaları istendi. Kadılar da gelen fermanı halka duyurup, çocuk düşürmenin büyük günah olduğunu bulundukları bölgedeki insanlara anlatmışlardır.
Ceza hukukunda suç oldu
1858 tarihli ceza kanunnamesine ise çocuk düşürtme bir suç olarak girdi. Kanunnamede "Bir hamile hatunun gerek rızası olsun gerek olmasın ıskat-ı cenin ettirmek için ilaç içirip yahut esbab ve vesailini tarif edip de eseriyle çocuğu düşürülür ise buna sebep olan kimse 6 aydan 2 seneye kadar hapsolunur. Ve eğer buna sebep olan tabip ve cerrah ve eczacı ise muvakkaten (geçici) küreğe konulur" şeklindeki bir maddeyle çocuk düşürtmenin cezaları zikredilmişti. Bu yasakların yanı sıra çok çocuğu olanlar veya ikiz çocuk sahibi olanlar para verilerek teşvik edilirlerdi.
Çocuk düşürülmesine yardımcı olanlara para, hapis, sürgün ve küreğe konulma gibi cezalar verilmesine rağmen bu işi yapanlara da her zaman rastlanılmaktaydı. İkinci Abdülhamid döneminde 1904'te Rus asıllı Alman vatandaşı Zibold isimli bir kadının Beyoğlu'nda ıskat-ı cenine yardımcı olduğu anlaşılmıştı. Bu konudan bahseden belgede "Almanyalı madam Zibold'un ıskat-ı cenin gibi muâmelât-ı cinâîyesi mükerreren vâki ve sabit olup" denilerek çocuk düşürtmenin, yani kürtajın cinayet olarak ele alındığı görülmektedir.
Rusya artan nüfusuyla Osmanlı'yı yendi
Osmanlılar Ruslar'a karşı 1711'deki Prut Savaşı'ndan sonra yaptıkları savaşların biri haricinde hepsini kaybetmişlerdir. Bu durumun sebebinin üzerinde fazla durulmaz. Mağlubiyetlerde, teknolojik gelişmelerin yanı sıra Ruslar'ın artan nüfusunun önemli bir payı vardır. 1711'de Osmanlı nüfusunun yarısı kadar nüfusu olan Rusya'nın nüfusu 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Osmanlı'nın üç misline ulaşmıştır. 1700'de 15 milyonluk nüfusa sahip Rusya 32 bin asker çıkarırken, yaklaşık 28 milyon kişilik bir nüfusa sahip olan Osmanlı İmparatorluğu ise 180 bin kişilik bir orduya sahipti. 1871'de ise Osmanlı İmparatorluğu 29 milyonluk nüfusuyla 280 bin, Rusya ise 90 milyonluk nüfusuyla 750 bin kişilik bir ordu çıkarmıştı.
İlahi iradeye karşı gelmeyin
1838'de vilayetlere gönderilen fermanda çocuk düşürtmenin ilahi iradeye karşı gelmek, insan neslinin çoğalmasını önlemek ve düşük yapanların kendilerinin de ölmesiyle nüfusun iki yönlü azalmasına sebep olduğu halka anlatılmıştır.
Adem soyu azalmasın
İstanbul'dan gönderilen ferman üzerine bugün Yunanistan'da bulunan Serfice Kadısı İbrahim Hulusi, "bazı kadınların Ademoğlu soyunun azalmasına sebep olan çocuk düşürme gibi büyük bir günahı işledikleri için, insan katili oldukları" yönünde bir ilam yayınlamıştır.
Büyük acının hikâyesi
Ermeniler, sürekli Türkiye'den ayrılmalarını gündemde tutup, bizi suçluyorlar. Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun son 50-60 yılında yaşadığımız büyük faciaları hiç hatırlamıyoruz. Balkanlar'daki Türkler, Boşnaklar, Arnavutlar, Kafkaslar'daki Çerkesler, Kırım'daki Tatarlar katledilerek Türkiye'ye göç etmeye zorlandı. Türkiye ise gelenlerin etnik kimliğine bakmadan gelen her Müslüman topluluğa kucağını açtı.
Tarihimizde birçok büyük göç olmasına rağmen maalesef bu konudaki araştırmalar azdır. Osmanlı tarihçiliğinin önemli isimlerinden ve daha önce İran üzerine yaptığı araştırmalardan tanıdığımız Tufan Gündüz bu sefer imparatorluğun batısına yönelerek 1878'den sonra meydana gelen Boşnak göçünü araştırmış.
Yeditepe yayınları arasında "Alahimanet Bosna" adıyla çıkan kitap 1878'de Avusturya'nın işgaline giren Boşnaklar'ın hazin ve üzüntülü göçünü anlatıyor. Avusturya'nın İslami kurumları tasfiye edip, yeni bir idare kurmasıyla Boşnaklar arasında kendi vatanlarında mı kalacakları yoksa Türkiye'ye mi göç edecekleri yönünde bir tartışma başladı.
Zor durumda olan Boşnaklar için Osmanlı toprakları rahat yaşayacakları bir "hayal ülkesi" idi. Ancak Osmanlı yönetimi Boşnak göçünde iyi bir idare sergileyemedi. Gelen Boşnaklar, Rumeli topraklarına değil Anadolu'ya yerleştirildi.
100 binden fazla Boşnak, Bursa, İnegöl, Adapazarı, Aydın, İzmir ve Ankara gibi yerlere yerleştirildi. Boşnaklar, açlıkla, iklimle ve hastalıkla mücadele ettiler. Göçmenler üretime geçinceye kadar yük devletin üzerindeydi. Savaştan çıkan imparatorluğun ekonomik durumu kötü olduğu için de büyük sıkıntılar çekildi. "Alahimanet Bosna" bu büyük dramın hikâyesini dönemin arşiv belgelerine göre ve akıcı bir üslupla anlatıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder