19 Haziran 2012 Salı

Menderes: Halkımız insan olduğunu bizimle anladı! -Aziz Üstel,


Tek parti döneminde, TBMM’nin duvarına çakılmış “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazısı lafta kalmıştı. Çünkü hakimiyet bu süreçte hep tek partinin, Milli Şef’in yani CHP’nindi. Hemen bütün devlet memurları da halk partiliydi, tıpkı Anadolu’daki büyük toprak ağaları gibi. Hakimiyetin millet eline geçmesi kavramı Demokrat Parti’yle başlar. İstanbul’la Ankara’da olmasa da diğer il ve ilçelerde yaşayanlar, tek partinin uzantısı atanmışların birer derebeyi gibi at koşturmasından rahatsız olmuşlardı. Bu rahatsızlığı en iyi algılayan, hissedenlerin başında rahmetli Adnan Menderes geliyordu. Menderes’e“ne yapacağız?” diye soranlara o, “kendi kendinizi yöneteceksiniz; yani kimi seçerseniz o, sizin adınıza, ülkemizi yönetecek,” deyince hayretten dona kalmıştı meydanları dolduran kalabalıklar. Sonra da gidip oylarını ona vermişlerdi.
İktidar elden gider gitmez, hele de Anadolu’daki kadrolar yeniden dizginlere yapışabilmek için kolları sıvamıştı.Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarında köydeki çobandan şehirdeki işçiyle küçük memura değin herkes insanolduğunu öğrendi. Yani tek partinin posası kadrolar ne kadar çabalarsa çabalasın, su barajı aşmış ovalara yayılmıştı.
Ama o suyu tekrar eski mecrasına döndürüp barajlara hapsedeceklerdi gün yaklaşıyor, dış güçlerin desteğini de arkalarına alarak, milleti “mutsuzluğun kışına doğru sürükleyecek” sona doğru adım adım ilerliyorlardı.
Osman Çetin hukukçuydu, askerliğini yapıyordu, DP’li olarak damgalanmıştı. Ama darbeciler de tıpkı İttihatçılar gibi, “ya devlet başa ya kuzgun leşe” anlayışıyla, yani doğru düzgün bir kadro kurmadan, üsteğmenden, albaya uzanan, devlet yönetiminin “d”sini bilmeyenlerden oluştuğu için sivil mürekkep yalamış birine ihtiyaç vardı. Çetin’i bu yüzden yanlarından ayırmadılar.
Gün geldi Çetin zoraki hizmetinin karşılığı olarak bir ricada bulundu Albay Suat Aktulga’dan: “Mümkünse Menderes’i Yassıada’ya kadar götürmeme izin verin.”
“Tamam Osman!”
“Menderes geldi. Perişandı. Hakaret edenler, bağıranlar. Ben, Şefik Soyuyüce ve Kurmay Binbaşı Muzaffer Özdağ, uzun namlulu silahlar... Rahmetli Menderes oturuyordu karşımızda: ‘Senin silahın yok teğmen.’ dedi bana. Ardından da , ‘ beni niye götürüyorlar?’ diye sordu. ‘Ne yaptım ben?’ “ Verecek yanıtı yoktu Osman Çetin’in. Sustu.
“Sonra Menderes şunları söyledi: “Ama biz bir şey yaptık Türkiye’de.”
“Nedir başvekilim?”
“Türkiye’de Türk insanına bir istikamet verdik. Biz Türk insanına demokrat olmanın, kendi hakkına sahip çıkmanın önemini ve ciddiyetini anlattık...Allah yardım etsin!”
Osman Çetin şöyle tamamlıyor sözlerini:
“Kalktık 1960’dan günümüze geldik. İnsanımız bu noktaya nasıl geldiğimizi bilmiyor hala. AK Partili değilim ama Tayyip Bey’i de Abdullah Gül Bey’i de destekliyorum. Yakınlarım benin aleyhimde. Çocuklarım da eşim de. “ Ama Osman Çetin yılmadan, pes etmeden 78 yaşına rağmen hiç yorulmadan anlatmaya çalışıyor gerçekleri. Atanmışlar, seçilmişleri alaşağı ediverdiklerinde silah gücüyle, ülkenin nasıl o saat nice yıl geriye yuvarlandığını örnekleriyle döküyor ortaya. Kulak veren olmalı ki, bu gün milletin yüzde yetmiş beşi bir darbe olursa direneceğini, karşı koyacağını söylüyor açık açık! Osman Çetin’ler arttıkça yarınlara daha bir güven içinde bakabileceğiz.
“Kaynak: Derin Tarih Sayı 2—Mustafa Armağan, Genel Yayın Yönetmeni)

Hiç yorum yok: