9 Nisan 2012 Pazartesi

Devletin temeli toprağa atılmaz-Mehmed Niyazi


Tarihi olayları kültür ve medeniyetle birlikte değerlendiren rahmetli Ziya Nur Aksun, "Bir Osmanlı padişahının hayatını hakkıyla anlatabilsek, meselelerimiz çözümlenir." derdi. Bu söz bana, duyulan özlemin abartısı olarak gelirdi. Tarihi olaylar mercek altına alınıp incelenince insan Aksun'a hak vermeden edemiyor. Bir devlet adamının durumu değerlendirilirken mutlaka zamanın şartlarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Mesela III. Selim döneminde medrese eski özelliğini yitirmiş, dünyadaki bilim kurumları arasında çok gerilere düşmüştü. Buradan yetişenler dağarcıklarında bulunanlara, hak duygularına göre görevlerini yerine getiriyorlardı. Bunun için de III. Selim denince akla müzisyen, bestekar, yenilikçi bir devlet adamı gelir; başarılarından fazla söz edilemez.

Fakat hayatını yakından incelediğimizde farklı, ciddi bir devlet adamıyla karşılaşırız. Onun döneminde Amerika Birleşik Devletleri, İngiliz boyunduruğundan yeni kurtulmuştu. Avrupa'dan göçmüş maceraperestlerin oluşturduğu bir toplumdu; meçhuller diyarıydı; kitle iletişim araçları gelişmemişti. Ancak yakından bakanlar emeklemek durumunda olduğunu müşahede edebilirdi. Bu sırada III. Selim, sadrazamına gönderdiği hatt-ı hümayunda ise bakınız ne diyor:
"Amerika'da bir başka alem doğuyor. Orada tulu eden (doğan) cihan devleti, şöhretini Avrupa'ya yakında aksettirecek ve mevcudiyetini tasdik ettirecektir. Dikkatinizi çevremizden daha uzaklara da çeviriniz." Ciddi devlet adamları gözlerini sadece kendi meselelerine dikmez; komşularında, hatta dünyada ne olup bittiğini dikkatlerinden kaçırmamaya da gayret eder.
Bir milletin hayatında devlet adamlığı, siyaset mutlaka önemlidir; fakat her şey değildir.

Üniversitelere, caddelere siyasilerin adının verildiğine şahit oldukça, karamsarlığa kapılmamak imkansızlaşıyor. Onlar milletin gözü önündeki önderlerdir; gittikleri yerlerde itibar görürler, ister istemez gençleri etkiler, onları siyaset sahnesine çekerler. Bir siyasetçi ne kadar donanımlı, gayretli olursa olsun, o devletin bünyesindeki elemanlar dünyadaki emsallerinden geri kalmışlarsa, o devlet adamının yapabileceği fazla bir şey yoktur. Nice üstün vasıflı devlet adamları toplumun seviyesinin düşük olmasından, yetişmiş insanlardan mahrum bulunmasından dolayı milletlerinin dramatik olaylara sürüklenmesine mani olamamışlardır. Bunun için gençlerimizi en az siyaset kadar ilim, kültür vadisine de çekmeye özen göstermeliyiz. Genel olarak ilim adamları gözlerden ırak, uzlette yaşarlar; ilgi alanına giren konularla boğuşurlar; komşularının bile onların varlığından haberi yoktur. Fakat İbn-i Sina'nın, Biruni'nin, Akşemseddin'in adları üniversitelere, caddelere verilirse, yetişen gençlerimiz; "Bilim adamlarımızın adları öne çıkarılıyor, ben de onlardan biri olayım" diye özenseler daha iyi olmaz mı? Dolaşın Almanya'yı, Avrupa'yı, bir siyasinin adının üniversiteye verildiğini görebilir misiniz? "Kissinger", "Kohl" üniversiteleriyle karşılaşamazsınız; ama "Johann Wolfgang Goethe", "Immanuel Kant" üniversitesinden mezun olmakla öğünen çok insana rastlarsınız.

Yaşadığımız dramatik olayların önüne geçmek için ordumuzu güçlendirmek ihtiyacı duyulur. Fransa'dan toplar satın alınır; onları kullanacak elemanlar da gelince devletin bürokratları, paşaları sevinirken III. Selim şunu söyler: "Bu topları biz yapmadıkça ve onları biz kullanmadıkça nasıl emniyette olabiliriz?" Bunlar da ancak bilimle, bilgiyle mümkündür. Sultan III. Selim'in bu sözleri hayatın özünü ifade ediyordu. Hiçbir devlet imha edemeyeceği silahı satmaz; yedek parça, mermi bakımından da ona bağımlısınız. İstemediği bir yerde kullanmaya kalkınca, onun yaptırımıyla karşı karşıya gelirsiniz. Nitekim yakın geçmişte Almanya'dan satın aldığımız tankları 'şuralarda kullanamazsınız' diye uyarılarıyla karşılaşmadık mı?

Milletlerin kahramanlığının ortaya çıkmasında teknik üstünlük rol oynar. Napolyon'u zaferden zafere koşturan şarapnel mermisiydi; o zamana dek mermi, vurduğu yere gömülüyor, çevreyi tahrip etmiyordu. Şarapnel adında mühendisin icat ettiği mermi, çevreyi de yakıp yıkıyordu. Bu üstünlük Napolyon'a göz kamaştırıcı zaferler sağlıyordu. Almanlar, Krupp'un icadıyla topu ağzından değil, aşağıdan doldurmak imkanına kavuştular. Bu üstünlükle Sedan'da Fransa'yı perişan ettiler.

Bilim nasıl bir millete güç verirse, kültür de şahsiyet kazandırır. Devletin temeli toprağa değil, milletin karakterine, toplumun vicdanına atılır. Hak duygusuna sahip aydınların görev aldığı devletin çarkları farklı işler. Aydınının şahsiyetli olduğu toplumda yabancılar istediklerini yapamazlar. Son dönem tarihimize dikkatli bakan nice ibretli olaylar görür. Bunlar da bizi eğitimimizi sigaya çekmeye götürür.

Hiç yorum yok: