"Demokrat Parti bir demokrasi mücadelesi vermişti. 14 Mayıs 1950'de seçimi kazanmıştı. Sıra kimin Cumhurbaşkanı olacağına gelmişti. Demokrasi mücadelesinin zirveye taşınması gerekiyordu. Celal Bayar hareketin lideriydi. Demokrasi mücadelesinin zirveye taşınması için, Celal Bey'in Cumhurbaşkanı olması gerekiyordu"
Cumhurbaşkanı adaylığını bu sözlerle açıklamıştı, Demirel.
12 Mart'ta muhtıra ile gönderilen 12 Eylül'de darbeyle indirilen Zincirbozan'a sürülüp, yasaklara karşı mücadele veren Demirel, Çankaya'ya, "Demokrasinin simgesi" olarak çıkmıştı. Ama oradan 28 Şubat'ın mimarı olarak indi.
Refahyol'un ilk günlerinde, "Asker rahatsız" haberleri üzerine, "Beni aşmadan bir şey yapamazlar" diye tavır koyan bir Demirel vardı. 28 Nisan 1996'da Genelkurmay'da verilen brifing bir dönüm noktası oldu.
Demirel orada askerin, "Dağınık" olduğunu, birlik ve bütünlük içinde olmadığını gördü. Bir yanda altına hakim olamayan Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı diğer yanda hırsıyla herkesi ürküten 2.Başkan Çevik Bir, perde gerisinde ise bir ideolojisi olan Çetin Doğan-Doğu Aktulga ve Güven Erkaya'dan oluşan Batı Çalışma Grubu vardı.
Basının ve siyasetin durumunu avucunun içi gibi bilen Demirel, 40 yılın tecrübesiyle, "Ben bunları yönetirim" sonucuna vardı. Ve süreci yönetmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na koşup, "İşte Çağdaş Türkiye" dedi.
12 Eylül'ün Cumhurbaşkanlığı Basın sözcüsü Ali Baransel, bu durumu "Demirel bu ortamda asker desteğini arkasına alarak kendi yetkilerini güçlendirmenin peşinde. Bulanık havada şimdi Demirel'in de oyunu var. Askerle arası çok iyi... Yetkilerini artırmak istiyor" diye tespit etmişti.
28 Şubat'ta Demirel'in rolü çok tartışıldı. Darbelere karşı gelen DP-AP ve DYP çizgisindeki demokratların bir kısmı körü körüne Demirel'i savunabilmek için,"28 Şubat'ın daha sert geçmesini önledi. Parlamentoyu açık tuttu" tezine sarıldılar. Gerçekte ise 28 Şubat'ı askerin elinden alıp, yönetmeye çalışan ve sürecin sonunda ikinci kez cumhurbaşkanı seçilmek için,"5 artı 5" konusunu liderlerin ortak imzasıyla Meclis'e getirmeyi başaran bir Demirel vardı.
Peki bu süreçte ne yaptı?
Osman Özbek isimli densiz paşa Başbakan Erbakan'a hakaret ettiğinde Cumhurbaşkanı olarak seçilmişlerin yanında değil, ona küfredenlerin yanında yer aldı.
"Paşa'nın öfkesi bir boşalmadır" dedi.
Millet iradesini temsil eden Refahyol'u devirmek isteyen BÇG cuntasının özlediği sürecin oluşması için gereken her işi yaptı. Gerilimi tırmandıran mesajlar verdi, Çankaya'yı bir kriz üretim merkezi gibi yönetti.
"Dini siyasete alet etmek isteyenler hem günah hem de suç işliyorlar" diye kendine alan açmaya çalıştı.
"Araya Ramazan girdi. Bayram girdi" diyerek Başbakan Erbakan'a 1 ay boyunca randevu vermedi.
Yıllarca, "Bir elinde Kur'an, kalbinde iman geliyor nurlu Süleyman" diye muhafazakar kitlelerden oy almasına rağmen; BÇG raporlarını hayata geçirmek için var gücüyle çalıştı, hükümete, belediyelerdeki köktendinci kadrolaşmanın araştırılması için muhtıra verdi. Hükümet, 8 yıllık kesintisiz eğitim konusunda ayak süremeye başlayınca Köşk'e çağırdığı gazetecilere ıslak imzalı MGK belgesini vererek, "Hoca, bu imza senin değil mi?" manşetlerinin atılmasına önayak oldu.
79 yılında hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Korutürk'ün, "Paşaların uyarı mektubunu" vermesiyle sarsılmıştı Demirel. Genelkurmay'da verilen brifinglerde," Gerekirse silah kullanırız" diye milli iradenin tehdit edilmesine ses çıkarmazken, gücünü koalisyon hükümetinin üzerinde "Demokles'in kılıcı" gibi kullanmaktan imtina etmedi.
Başbakan Erbakan'a ültimatom gibi mektuplar yazdı, mektuplar daha Başbakan'a ulaşmadan, kendisine yakın gazetecilere vererek, BÇG cuntasına göz kırptı.
Bir ayağı asker, bir ayağı apoletli medya üçüncü ayağında ise militarist Çankaya'nın olduğu bir sacayağı kuruldu. Üçünü bir arada yöneten irade Cumhurbaşkanı Demirel'di.
"Çankaya'dan uyarı" manşetleriyle, "Demirel kaygılı" haberleriyle çıktı gazeteler.
"Sokakta 'Bu hükümet olmasın, kim olursa olsun' deniliyorsa, darbe tartışılıyorsa bu bir hiddetin eseridir" sözleri de kendisine aitti.
"MGK kararlarını hasıraltı etmek devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz. 28 Şubat kararları bir süreçtir. Madem altında hükümetin imzası var. 8 yıllık kesintisiz eğitim dahil hepsi uygulanacaktır" demeçlerini yazdı Baba'ya yakın kalemler.
Asker içindeki cuntayı emekliye sevk etmek için bir kararname hazırlamıştı Tansu Çiller. Ama önce Genelkurmay Başkanı Karadayı'yı ziyaret edip, "Böyle giderse bazı paşaları emekli ederiz" demiş, "Elinizden geleni yapın" karşılığını almıştı. O da bir kararname hazırlayıp Köşk'e çıkarmıştı. Demirel ise, en yakın adamı olan Münif İslamoğlu'na verip Güven Erkaya'ya ulaştırmıştı. Erkaya da, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan'la, Çiller'e "Bizimki Yunan Silahlı Kuvvetleri'ne benzemez" diye haber salmıştı.
Refahyol'un yıkılması için her fırsatı kullandı Demirel. Öyle ki, demokrasinin yiğit bir sesi olan İçişleri Bakanı Meral Akşener'e, ayıplı mesaj gönderen Genelkurmay İstihbarat Başkanı Çetin Saner konusunda parmağını oynatmazken, Akşener'in görevden aldığı şimdinin Ankara Valisi o dönemin Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel'in arkasında kapı gibi durmuştu.
Asker namlusunun, 13 Haziran günü darbe yapılacak söylentisinin ve oluşturulan baskının sonucunda Erbakan istifa ederken, Demirel'in, hükümeti kurma görevini RP-DYP ve BBP milletvekillerinin imzasıyla güvenoyu alacak olan Çiller'e değil, Mesut Yılmaz'a vermesini hatırlatma gereği duymuyorum.
Aynı şekilde Zincirbozan'a sürgüne giderken yolda kurdurduğu DYP'yi parçalayıp içinden 28 Şubat'ın şemsiye partisi DTP'yi çıkarmasına da değinmeye bilmem gerek var mı?
Kara günlerdi 28 Şubat. Türkiye onu da aşmayı bildi ama yazık oldu Süleyman Efendi'ye...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder