24 Temmuz 1923’te (86. yıldönümü) imzalanan Lozan Antlaşması’nı Türkiye yıllardır tartışıyor. Net Tv’de bu konuyu işlediğim program yüzünden bir sürü tehdit aldım: Yani kavga sürüyor. Çünkü insanımız bu konularda tek kaynaktan besleniyor, “şartlanmış” kafalarla konuya bakıyor. Farklı şeyler duyduğu zaman ise tepki gösteriyor. Tepki o kadar derin oluyor ki, muhatabını yok ederek (zindana-hicrana atarak) ondan kurtulmaya çalışıyor.
Hâlbuki bu çare değil: Olsaydı, Adnan Menderes’ten Deniz Gezmiş’e kadar insan asa asa geldiğimize göre, çareyi çoktan bulmuş, bir “uzlaşma” atmosferinde çoktan uzlaşmış olurduk. Kaldı ki ideolojik ve siyasi mensubiyetimizden dolayı biz rakamlarda dahi uzlaşamayan bir millete dönüştük. Birbirimizi yok etmekle besleneceğimizi zannediyoruz. Çok yanlış.
Mesela, Lozan’a “Zafer mi, hezimet mi?” çerçevesinden bakmak yerine neler verip neler aldığımıza bakmak bence daha doğrudur. Öncelikle şunu hatırlamakta fayda var: İsmet Paşa (İnönü) önderliğinde Lozan’da masaya oturan Türk heyeti, Kurtuluş Mücadelesini zafere taşımış bir milletin temsilcileriydi. Yani galiptik.
Savaştığımız Yunanistan ise mağluptu. Ama Lozan’da karşımıza Yunanistan’ın yanı sıra, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri çıktı: İngiltere, Fransa ve İtalya. Bizimle en çetin pazarlıkları yapan, hattâ dişe diş dövüşen ise İngiliz Heyeti Başkanı Lord Cürzon’du.
George Nathaniel Marki Curzon ( Lord Cürzon)
İngilizler ülkemizi dört bir yandan işgal etmişlerdi, ancak hiçbir cephede aramızda düzenli bir savaş cereyan etmemişti. Fransızlar ve İtalyanlarla da öyle. İngilizlerle hiçbir cephede savaşmamıştık. Geldikleri gibi dönmüşlerdi. Bazı tarihçiler bu noktaya bir “mim” koyarak, soruyorlar:
“Türkiye ile İngiltere arasında, Milli Mücadele döneminde gizli bazı anlaşmalar mı yapıldı? Yapıldıysa bunların mahiyeti nedir? Türkiye’nin asla komünist olmayacağı, Sovyetler Birliği’ne yanaşmayacağı, saltanatı ve hilafeti kaldıracağı yolunda İngiltere’ye taahhütler mi verdik?”
Zira İngiltere, Fransa ve İtalya Yunanlıların arkasında dursalar ve Türkiye’ye farklı noktalardan cephe açsalardı, Türkiye’nin durumu çok zorlaşabilirdi.
Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı günlerde Lozan’dan dönen İsmet Paşa’yı yanına aldığı Konya tren yolculuğunda Mustafa Kemal’in gazetecilere söyledikleri ilginçtir. TBMM’deki gizli oturumu kastederek şöyle diyor:
“Gizli celselerde bir takım beyanatta bulunanlar oldu, nihayet ben Meclise gittim; dedim ki: ‘Efendiler! Ne istiyorsunuz? Karaağaç, Musul vesaire için harp mı edelim? Millet harpten usanmıştır. Takatı kalmamıştır. Harp edemeyiz. Milleti harbe sürüklemek için pek hayatî, son derece mühim meselelerin mevzubahis olması lâzımdır.’”
Demek ki Mustafa Kemal Musul Vilayeti’ni (Kerkük ve Süleymaniye de bunun içinde) “hayatî” ve “son derece mühim” bulmuyor. Bu durumda İngilizlere bırakılması çok da önemsenmemiş oluyor.
Şimdi Lozan’da kaybettiklerimize bir bakalım.
- Kıbrıs, İngiltere ile aramızda tartışmalı bir konuydu. Hak bizimdi. Lozan’da İngiltere’ye terk ediliyor. İngiltere de tutuyor Yunanistan’a armağan ediyor. (Adada yaşayan Türkler, ya İngiliz vatandaşlığına girecek, ya da Türkiye’ye göçeceklerdi.) [20. madde].
- Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere’ye sipariş edip parasını nakit ödediğimiz savaş gemilerine İngiltere haksız ve hukuksuz bir şekilde el koymuştu: Lozan’da bu gemilerin kurtarılması gerekiyordu, ama İngiltere’ye bırakılıyor. [Madde 58].
- Mısır, Sudan ve Libya üzerindeki tüm hak ve ayrıcalıklarımızdan Lozan’da vazgeçiyoruz. [Madde 17-22].
- Batı Trakya Yunanistan’a veriliyor. [Madde 1].
- Boğazların kullanım hakkının 5 devletin kontrolüne bırakılmasına razı olunuyor. Kıyıdan itibaren 8 kilometrelik alana asker sokmamayı bile taahhüt ediyoruz. [Boğazların kullanımına ait sözleşme Madde 1-6].
- Antlaşmaya göre, Rum-Yunan ve Türk azınlıklar karşılıklı olarak değiştirilecek, ancak İstanbul’da yaşayan Rumlarla Batı Trakya’da yaşayan Türkler bundan müstesna tutulacaktır. (Buna ilişkin sözleşmede belirtilen ince bir nokta var: Rumlardan “Rum” diye bahsedilirken Batı Trakya’lı Türkler “Müslüman” olarak anılıyor. Herhangi bir olumsuzlukta müdahale hakkımız böylece engelleniyor! [Bu konudaki sözleşmenin 1. ve 2. maddeleri].
- Ek protokolde, Türkiye ve Yunanistan karşılıklı olarak ülkelerinde Yunanlı, Rum ve Türkler için genel af ilan ediyor. Bu aftan az sayıdaki Türk faydalanırken, işgal sırasında Anadolu’da katliam yapan, Osmanlı vatandaşı iken Osmanlı Devleti’ne ihanet eden binlerce Rum ve Yunanlı affediliyor. [Madde 1-2-3-4].
- Kapitülasyonlar kalkıyor, ne var ki adalete ilişkin protokole, Türk adaletini 5 yıl için Avrupalı yargıçların denetleyeceği maddesi konuluyor. Avrupa bu süreçte Türk yargısına karışabiliyor. [Madde 1-6].
- İzmir ve havalisinde katliam yapan, İzmir’de taş taş üstünde bırakmayan Yunanistan’dan savaş tazminatı bile alınamıyor.
- Musul, Kerkük, Süleymaniye İngiltere’ye terk ediliyor.
- Hatay BM’ye kalıyor, alınamıyor.
- Ortodoks Patriği Ankara’nın arzusuna rağmen yurt dışına çıkarılamıyor.
- Türkiye, Fransız ve İngiliz şirketlerine bazı ticari avantajlar sağlamayı kabul ediyor. (Mesela, Türkiye, demiryolu yapımı için uluslararası bir ihale açmışsa, bunu bu şirketlere bildirmek zorunda olacak).
Lozan’da kazandıklarımıza gelince:
- Batı, Türkiye ile eşit şartlarda masaya oturmayı kabul ediyor.
- Türkiye’nin bağımsızlığı tanınıyor.
- Kapitülasyonların büyük bölümü kalkıyor.
- Dış borçların ödenmesinde kâğıt para kullanılması kabul ediliyor.
Yani bu konuda kavga etmemiz gerekmiyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder