1920 yılı sonu ile 1921 yılı başlarında yaşanan bu hazin gaile, Çerkez Ethem'in vatanını terk etmesi ve hudut haricine gitmesiyle neticelendi.
Ethem Bey, gitmeden evvel kendi komutasındaki Kuvvâ–i Seyyâre birliklerinin Millî Kuvvetlerle çatışmamasını tembihledi, hatta gidip onlara iltihak etmesini istedi.
Bu da, aslında Ethem Beyin ne kadar vatanperver, milletperver olduğunu gösteriyor. Buna rağmen, ne yazık ki, ona "vatan haini" damgasını vurmaktan çekinmeyen kimseler var.
* * *
Yakın tarihimizde yaşanan bu çekişmenin asıl sebebi hâlâ bilinemiyor. Zira, resmî tarihin anlattıklarının çoğu yalan ve düzmece bilgilerden ibarettir. Serbest tarihçiliğin yolu ise, maalesef henüz açık değil.
Bununla beraber, o döneme ait sürpriz mahiyetteki bazı gelişmeleri nazar–ı itibara alarak, sağlıklı ve istikametli bir fikir yürütmek yine de mümkün.
Bilinmelidir ki, birinci ve en büyük zıtlaşma hadisesi, Çerkez Ethem ile İsmet Bey arasında cereyan etti. Ethem Beyin "Çerkezliği"ni özellikle İsmet Bey ilân ve ifşa etti. Ethem Bey, şimdi "Türk, Kürt, Çerkez" gibi lâkapları bırakalım da, Müslümanlık ve Osmanlılık ruhuyla hep birlikte mücadele edelim diyordu. Ancak, onu kendine rakip gören İsmet Bey, adım adım Ethem Beyi köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu.
Ethem Bey, Millî Mücadele saflarına daha önce katılmasına, İsmet Bey ise daha sonraları geldiği halde, rütbe ve makan itibariyle en ön safa geçmesine rağmen, ilk başlarda ortada yine de bir zıtlaşma görünmüyordu.
Ne var ki, iç isyanların, özellikle Yozgat'taki isyanların bastırılmasından sonra Ethem Beyin gerek Meclis'te ve gerekse bütün Anadolu sathında "Millî Kahraman" olarak yâdedilmesiyle, İsmet Bey ve onunla aynı zihniyeti paylaşanların kıskançlık damarını depreştirmeye başladı.
Bir süre sonra, ordu içinde—asker neferatının çok sevdiği—Ethem Bey aleyhinde dedikodular üretilmeye ve kast–ı mahsuslar yayılmaya başlandı.
Ethem Bey, askerdi ve sadece askerlik mesleğini düşünüyordu; dedikodulardan şiddetli rahatsızlık duydu. Bu rahatsızlığını Eskişehir'de İsmet Beye iletti. Görünürde hiçbir problem yokmuş gibiydi. Ancak, asıl çekişme alttan alttan kaynıyordu.
Ethem Beyin rakipleri ise, sadece asker değil, aynı zamanda siyasetçiydiler. Onun gölgesinde kalmaktan endişe ediyorlardı. Savaşın bitmesiyle birlikte, Ethem Beyin "Millî Kahraman" olarak tescil edileceği muhakkaktı.
Ne var ki, Anadolu'nun içlerine doğru taarruza geçen Yunan birliklerine karşı yapılan mücadelenin en nazik zamanında, Çerkez Ethem meselesi büyütüldükçe büyütüldü ve bu büyük insan hem orduyla, hem de Meclis'le karşı karşıya getildi. Yani, bir nev'î oyuna getirilmiş oldu.
* * *
Ethem Beye yeni rütbe, yeni makam–mevki verilmez iken, onun muarızı olan İsmet Bey ise, başdöndürücü bir hızla makamdan makama, mevkiden mevkiye atlıyordu.
İşte, bu tarihî gerçekliğin kısa bir çetelesi...
* İsmet Bey, henüz Albay iken, İstanbul'dan Ankara'ya ilk kez 8 Ocak 1920'de geldi. M. Kemal'e en yakın kişi görünerek, bir müddet birlikte çalıştılar.
* İstanbul hükümetinde Harbiye Nazırı olarak çalışan Fevzi Paşanın dâveti üzerine, Şubat ayı sonlarında İstanbul'a gitti.
* M. Kemal'in dâveti üzerine, 9 Nisan'da tekrar Ankara'ya döndü ve İstanbul'la bağlarını kopardı.
* 23 Nisan'da, paraşütle (seçimsiz) Edirne milletvekili oldu, Meclis'te kendine yer edindi.
* İki hafta sonra, yani 3 Mayıs'ta Bakanlar Kuruluna girdi ve Genelkurmay Başkanı Sıfatıyla, orada en gözde mevkiye oturdu. Dikkat! Rütbece hâlâ albaydır. Albay iken, birden Serâsker oluvermiştir.
* Aynı yılın 10 Kasım'ında 10 Kasım milletvekilliği ve bakanlık görevi saklı kalmak üzere, ayrıca Garp Cephesi Komutanlığına getirilen albay İsmet Bey, rütbe ve tecrübe itibariyle kendinden çok daha üstün olan Ali Fuat Paşa'nın makamını da elinden almış oldu. Ali Fuat Paşa, Moskova'ya elçi olarak gönderildi.
* Ocak 1921'deki I. İnönü Muharebesinden sonra Mirliva (Tuğgeneral) rütbesine yükseltilen İsmet Bey, Mart'ta cereyan eden II. İnönü Savaşından sonra ise, basamakları hızla tırmanarak paşa oldu ve M. Kemal'den sonra "İkinci Adam" makamına oturmuş bulundu.
* Görüldüğü gibi, İsmet Beyin yıldızı başdöndürücü bir hızla parlatılırken, aynı hızla Ethem Beyin yıldızı söndürülmeye çalışıldı.
Peki, en kritik bir zamanda yaşanan bunca çekişme ve ayak oyunlarının arka planında yatan asıl sebep neydi?
İşte, tarih bu sorunun tatminkâr bir cevabını hâlâ bulabilmiş değil.
Millî Mücadele günlerinin gözüpek kahramanlarından Kuvâ–yı Seyyare Kumandanı Ethem (Çerkez) Bey, 1880'de Bandırma'nın Emereköy'ünde doğdu.
Bakırköy Süvari Küçük Zabit Mektebini bitirdikten sonra ordu saflarında, uzak–yakın demeden muhtelif savaşlara, muharebelere katıldı: Balkan Savaşı, Teşkilât–ı Mahsusa bünyesinde İran, Afganistan ve Irak'a yapılan akınlar gibi...
Muharebelerde defalarca yaralandı. Gazilik madalyası, kahramanlık beratları aldı.
Dünya Harbinin bitmesiyle, yara–bere içinde olduğunda köyüne çekilmişti.
Ne var ki, 1919 yılı Mayısında Yunanlıların İzmir'i işgal etmesi karşısında yeniden gayrete geldi ve Kuvâ–yı Seyyare birliğini kurarak, Anadolu'yu işgal ve istilâya girişen Yunan ve İngiliz kuvvetlerinin karşısına dikildi.
Yapmış olduğu gerilla tarzı muharebeyle, düşman kuvvetlere adeta kök söktürdü ve çoğu yerde geri çekilmeye onları mecbur etti.
Otorite boşluğu ve daha başka fitne–fesat çabaları sebebiyle sergerde hareket eden Anadolu'nun muhtelif bölgelerindeki isyancıları da tedip etmeyi başaran Ethem Bey, ne yazık ki gizli ve sinsice yürütülen, sunturlu yalanlarla süslenen bir tertibe kurban edilerek, öz vatanını terk etmeye zorlandı.
Tahminen kırk kadar yakın arkadaşıyla birlikte Yunanistan üzerinden Almanya'ya giti. Orada tedavi olduktan sonra da Ürdün'e geçti ve vefat etti.
Gitti ve bir daha da gelemedi
Evet, 1948 yılı Eylül'ünde vefat eden Ethem Beyin mezarı halen Ürdün Amman'da bulunuyor.
Gerçek ve sahte kahramanların büyük çapta yer değiştirdiği 1920'li yılların Türkiye'sinde, bu cesur kahramana "hain" damgası vurularak ne yazık ki hudut haricine çıkmaya mecbur edildi.
1921 yılı başlarında uğrunda seve seve ölmeyi arzuladığı vatanından ayrılmak mecburiyetinde kalan Ethem Bey, ömrünün geri kalan 28 yılını gurbet ellerde geçirdi.
Yalan yanlış propagandalarla "vatan haini" damgası vurulan 150'likler listesine dahil edilen Çerkez Ethem'in Türkiye topraklarına ayak basması yasaklandı. Şayet gelecek olursa, derhal yakalanacak ve idam edilecekti.
Daha sonraki yıllarda genel aflar çıktı. En ağır cezaya çarptırılanların da bir kısmı Türkiye'de döndü. Sağlığında gelemeyen bazılarının ise, naaşları Türkiye'ye getirildi. Çoğunun mezarı Şişli'deki Hürriyet–i Ebediye Tepesinde bulunuyor.
Ethem Bey ise, 150'likler arasında bir istisna olarak kaldı. O, ne sağlığında gelebildi Türkiye'ye, ne de naaşının getirilmesi için ciddî bir teşebbüste bulunuldu, şimdiye kadar.
Neden acaba? Mithat Paşadan Talât Paşaya, Prens Sabahaddin Beyden Enver Paşaya kadar, birçok muhalif şahsiyetin naaşı başka diyarlardan Türkiye'ye getirildiği halde, Ethem Beye yapılan bu muamelenin sebebi nedir acaba?
Üzerinde düşünmeye değer bir husus.
Haydi diyelim ki, bu vatanperverin mezarını vatanına getirtmek için bir çaba gösterilmiyor. Aslında, uhrevî noktadan bakınca, bu çok da gerekli bir mesele değil. Hani, "Bırakalım da ebedî istirahatgâhında rahat uyusun" denilebilir.
Ancak, ona haksız yere yapıştırılan şu "hain" yaftasına ne demeli? Bu damgalama, bu kara çalma haksızlığı ne zaman giderilecek? Ülkemizde yıllardır hemen her meselede "açılım" yapılıyor da, Ethem Bey hakkında niçin bu kapalılık hali devam edip gidiyor?
Bir kere, Ethem Beye hain diyebilmek için vicdanını satmak, ya da meselenin cahili olmak gerektir.
Bu şahsiyet, haşa ki eğer hain olsaydı, Millî Mücadelenin en çetin döneminde, en zor işleri halletmeye yönelmezdi.
Kaldı ki, onun tâ 1921 yılı başlarına kadar çok yararlı işler yaptığını azılı muhalifleri dahi söylüyor, yahut bu hakkı teslim etmek mecburiyetinde kalıyor.
1921 öncesindeki haline, hizmetine kimseden şikâyet, itiraz falan yok yani...
O halde neden hain olsun?
Bir kere, içinde ihanet duygusu olan bir kimse, ihanetini en zor, en kritik bir zamanda gösterir... Halbuki, Ethem Beyin hareketlerinde böyle bir durum söz konusu değil. Kuva–yı Seyyarenin başında yaptığı hizmetler, Millet Meclisi tarafından da takdir ve alkışla karşılandı. Hatta "millî kahraman" olarak ilân edildi.
Esasında, Ethem Beye karşı geliştirilen cephenin en büyük korkusu, onun ihaneti, yahut ülkeye zararı dokunacağı hususundan kaynaklanmıyordu.
O mâlum cephenin en büyük korkusu, onun bütün bir milletin gönlünde taht kurması, cesaret ve kahramanlıkta zirveye çıkmış olmasıydı.
Ethem Beyin gölgesinde kalmaktan sıkılan şan–şöhret zebunları, ne yapıp edip onu diskalifiye etmenin yolunu bulmaya koyuldular. Bir taraftan da, halkı inandırmak için birtakım kılıflar uydurmanın gayretine düştüler.
Ne yazık ki, bu emellerinde önemli ölçüde muvaffak da oldular. Uzun yıllar, Ethem Beyin hain olduğunu millete, bilhassa yeni nesillere yutturdular.
Dehşet verici bir propaganda bombardımanıyla bütün muhalifler, fakat en başta Ethem Bey karalanmaya çalışıldı.
Jakobenler ve kahramanlar
Jakobenlerin hedefindeki kahraman sadece Ethem Bey değildi. Zaman içinde, kara listeye daha başka vatanperverler de eklendi.
Meselâ, Kâzım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar Paşa, Erzurumlu Rüştü Paşa, Rauf Orbay gibi, Millî Mücadele için hazırlanan beyannâmelerinin altına imza koyarak hayatını hiçe sayan muvaffakiyetli kumandanlar da diskalifiye edildi.
Bu vatanperver kimseler, önce askeriyenin, ardından siyasetin ve bilâhare yönetim merkezi Ankara'nın dışına itildiler. Hatta, türlü bahanelerle bu kahramanların idam edilmesi dahi istendi.
Dolayısıyla, şayet Ethem Bey hain ise, yukarıda isimlerini sıraladığımız şahsiyetleri de aynı listeye dahil etmek gerekecektir. Zira, bu kimseler, aynı dâvâ uğrunda birlikte yola çıktılar ve birlikte hareket ettiler.
Bilhassa, Albay İsmet Beyin Millî Mücadele saflarına iştirak etmesi ve albaylıktan kısa sürede generalliğe terfi etmesi, aynı zamanda siyasette de en aktif göreve getirilmesi ile birlikte, o büyük kahramanların yıldızı birer birer sönmeye, daha doğrusu söndürülmeye başlandı.
* * *
Şüphesiz, İsmet Paşa tek başına hareket etmiyordu. Onun kuvvet aldığı daha başka kirli ve karanlık noktalar vardı. Yoksa, kendisinden daha eski, daha rütbeli ve daha tecrübeli olan silâh arkadaşlarını dışlaması, hatta herbir bahane ile onları cezalandırma cihetine gitmesi mümkün olmazdı.
Başta Ethem Bey olmak üzere, Millî Mücadelenin diğer kahramanları üzerindeki sis perdesi henüz dağılmış değil. Esasında, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk çeyrek asrının hemen tamamı hâlâ sis perdesi altında bulunuyor.
Resmî tarih kaynaklarında ve bilhasa "Kemalist rejim" anlayışıyla hazırlanan kitaplarda yalanın, yanlışın bini bir para.
Ne var ki, bu vaziyet ilelebed devam edip gidecek değil. Günün birinde yakın tarihimiz üzerindeki kalın perdeler inşallah kalkacak ve gizlenmiş hakikatler birer birer gün yüzüne çıkarılacak.
O aydınlık günleri görecek olanlara ne mutlu.
Gurbet elde bir vatanperver: Ethem Bey |
Millî Mücadele günlerinin gözüpek kahramanlarından Kuvâ–yı Seyyare Kumandanı Ethem (Çerkez) Bey, 1880'de Bandırma'nın Emereköy'ünde doğdu.
Bakırköy Süvari Küçük Zabit Mektebini bitirdikten sonra ordu saflarında, uzak–yakın demeden muhtelif savaşlara, muharebelere katıldı: Balkan Savaşı, Teşkilât–ı Mahsusa bünyesinde İran, Afganistan ve Irak'a yapılan akınlar gibi...
Muharebelerde defalarca yaralandı. Gazilik madalyası, kahramanlık beratları aldı.
Dünya Harbinin bitmesiyle, yara–bere içinde olduğunda köyüne çekilmişti.
Ne var ki, 1919 yılı Mayısında Yunanlıların İzmir'i işgal etmesi karşısında yeniden gayrete geldi ve Kuvâ–yı Seyyare birliğini kurarak, Anadolu'yu işgal ve istilâya girişen Yunan ve İngiliz kuvvetlerinin karşısına dikildi.
Yapmış olduğu gerilla tarzı muharebeyle, düşman kuvvetlere adeta kök söktürdü ve çoğu yerde geri çekilmeye onları mecbur etti.
Otorite boşluğu ve daha başka fitne–fesat çabaları sebebiyle sergerde hareket eden Anadolu'nun muhtelif bölgelerindeki isyancıları da tedip etmeyi başaran Ethem Bey, ne yazık ki gizli ve sinsice yürütülen, sunturlu yalanlarla süslenen bir tertibe kurban edilerek, öz vatanını terk etmeye zorlandı.
Tahminen kırk kadar yakın arkadaşıyla birlikte Yunanistan üzerinden Almanya'ya giti. Orada tedavi olduktan sonra da Ürdün'e geçti ve vefat etti.
Gitti ve bir daha da gelemedi
Evet, 1948 yılı Eylül'ünde vefat eden Ethem Beyin mezarı halen Ürdün Amman'da bulunuyor.
Gerçek ve sahte kahramanların büyük çapta yer değiştirdiği 1920'li yılların Türkiye'sinde, bu cesur kahramana "hain" damgası vurularak ne yazık ki hudut haricine çıkmaya mecbur edildi.
1921 yılı başlarında uğrunda seve seve ölmeyi arzuladığı vatanından ayrılmak mecburiyetinde kalan Ethem Bey, ömrünün geri kalan 28 yılını gurbet ellerde geçirdi.
Yalan yanlış propagandalarla "vatan haini" damgası vurulan 150'likler listesine dahil edilen Çerkez Ethem'in Türkiye topraklarına ayak basması yasaklandı. Şayet gelecek olursa, derhal yakalanacak ve idam edilecekti.
Daha sonraki yıllarda genel aflar çıktı. En ağır cezaya çarptırılanların da bir kısmı Türkiye'de döndü. Sağlığında gelemeyen bazılarının ise, naaşları Türkiye'ye getirildi. Çoğunun mezarı Şişli'deki Hürriyet–i Ebediye Tepesinde bulunuyor.
Ethem Bey ise, 150'likler arasında bir istisna olarak kaldı. O, ne sağlığında gelebildi Türkiye'ye, ne de naaşının getirilmesi için ciddî bir teşebbüste bulunuldu, şimdiye kadar.
Neden acaba? Mithat Paşadan Talât Paşaya, Prens Sabahaddin Beyden Enver Paşaya kadar, birçok muhalif şahsiyetin naaşı başka diyarlardan Türkiye'ye getirildiği halde, Ethem Beye yapılan bu muamelenin sebebi nedir acaba?
Üzerinde düşünmeye değer bir husus.
Haydi diyelim ki, bu vatanperverin mezarını vatanına getirtmek için bir çaba gösterilmiyor. Aslında, uhrevî noktadan bakınca, bu çok da gerekli bir mesele değil. Hani, "Bırakalım da ebedî istirahatgâhında rahat uyusun" denilebilir.
Ancak, ona haksız yere yapıştırılan şu "hain" yaftasına ne demeli? Bu damgalama, bu kara çalma haksızlığı ne zaman giderilecek? Ülkemizde yıllardır hemen her meselede "açılım" yapılıyor da, Ethem Bey hakkında niçin bu kapalılık hali devam edip gidiyor?
Bir kere, Ethem Beye hain diyebilmek için vicdanını satmak, ya da meselenin cahili olmak gerektir.
Bu şahsiyet, haşa ki eğer hain olsaydı, Millî Mücadelenin en çetin döneminde, en zor işleri halletmeye yönelmezdi.
Kaldı ki, onun tâ 1921 yılı başlarına kadar çok yararlı işler yaptığını azılı muhalifleri dahi söylüyor, yahut bu hakkı teslim etmek mecburiyetinde kalıyor.
1921 öncesindeki haline, hizmetine kimseden şikâyet, itiraz falan yok yani...
O halde neden hain olsun?
Bir kere, içinde ihanet duygusu olan bir kimse, ihanetini en zor, en kritik bir zamanda gösterir... Halbuki, Ethem Beyin hareketlerinde böyle bir durum söz konusu değil. Kuva–yı Seyyarenin başında yaptığı hizmetler, Millet Meclisi tarafından da takdir ve alkışla karşılandı. Hatta "millî kahraman" olarak ilân edildi.
Esasında, Ethem Beye karşı geliştirilen cephenin en büyük korkusu, onun ihaneti, yahut ülkeye zararı dokunacağı hususundan kaynaklanmıyordu.
O mâlum cephenin en büyük korkusu, onun bütün bir milletin gönlünde taht kurması, cesaret ve kahramanlıkta zirveye çıkmış olmasıydı.
Ethem Beyin gölgesinde kalmaktan sıkılan şan–şöhret zebunları, ne yapıp edip onu diskalifiye etmenin yolunu bulmaya koyuldular. Bir taraftan da, halkı inandırmak için birtakım kılıflar uydurmanın gayretine düştüler.
Ne yazık ki, bu emellerinde önemli ölçüde muvaffak da oldular. Uzun yıllar, Ethem Beyin hain olduğunu millete, bilhassa yeni nesillere yutturdular.
Dehşet verici bir propaganda bombardımanıyla bütün muhalifler, fakat en başta Ethem Bey karalanmaya çalışıldı.
Jakobenler ve kahramanlar
Jakobenlerin hedefindeki kahraman sadece Ethem Bey değildi. Zaman içinde, kara listeye daha başka vatanperverler de eklendi.
Meselâ, Kâzım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar Paşa, Erzurumlu Rüştü Paşa, Rauf Orbay gibi, Millî Mücadele için hazırlanan beyannâmelerinin altına imza koyarak hayatını hiçe sayan muvaffakiyetli kumandanlar da diskalifiye edildi.
Bu vatanperver kimseler, önce askeriyenin, ardından siyasetin ve bilâhare yönetim merkezi Ankara'nın dışına itildiler. Hatta, türlü bahanelerle bu kahramanların idam edilmesi dahi istendi.
Dolayısıyla, şayet Ethem Bey hain ise, yukarıda isimlerini sıraladığımız şahsiyetleri de aynı listeye dahil etmek gerekecektir. Zira, bu kimseler, aynı dâvâ uğrunda birlikte yola çıktılar ve birlikte hareket ettiler.
Bilhassa, Albay İsmet Beyin Millî Mücadele saflarına iştirak etmesi ve albaylıktan kısa sürede generalliğe terfi etmesi, aynı zamanda siyasette de en aktif göreve getirilmesi ile birlikte, o büyük kahramanların yıldızı birer birer sönmeye, daha doğrusu söndürülmeye başlandı.
* * *
Şüphesiz, İsmet Paşa tek başına hareket etmiyordu. Onun kuvvet aldığı daha başka kirli ve karanlık noktalar vardı. Yoksa, kendisinden daha eski, daha rütbeli ve daha tecrübeli olan silâh arkadaşlarını dışlaması, hatta herbir bahane ile onları cezalandırma cihetine gitmesi mümkün olmazdı.
Başta Ethem Bey olmak üzere, Millî Mücadelenin diğer kahramanları üzerindeki sis perdesi henüz dağılmış değil. Esasında, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk çeyrek asrının hemen tamamı hâlâ sis perdesi altında bulunuyor.
Resmî tarih kaynaklarında ve bilhasa "Kemalist rejim" anlayışıyla hazırlanan kitaplarda yalanın, yanlışın bini bir para.
Ne var ki, bu vaziyet ilelebed devam edip gidecek değil. Günün birinde yakın tarihimiz üzerindeki kalın perdeler inşallah kalkacak ve gizlenmiş hakikatler birer birer gün yüzüne çıkarılacak.
O aydınlık günleri görecek olanlara ne mutlu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder