11 Şubat 2012 Cumartesi

Atatürk Nutuk’ta kızdığı paşalarla sonradan barıştı- Cemil KOÇAK


Atatürk Nutuk’ta dönemin muhalif isimlerini şiddetle eleştirir ve yererken, 1927 yılındaki bu değerlendirmelerini hayatının sonuna kadar sürdürdü mü acaba? Nutuk’u kutsal metin olarak görmüyorsanız bu sorunun yanıtına da hazır olmalısınız.
Dönemin muhalif isimleri Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Kâzım Karabekir, Refet Bele ve diğerleri Nutuk’ta deyim yerindeyse ağızlarının payını aldılar. Atatürk’ün haklarındaki değerlendirmeleri sert ve iddialıdır. Bu metni okuyan herkes isimleri geçenlerin hain olarak algılanmaması için hiçbir neden göremez. 1924 yılına kadar siyasal alanda kader birliği yapmış olduğu arkadaşlarını aradan sadece üç yıl geçtikten sonra Atatürk neden bu denli haşin yargılamaktadır sorusunu bir yana bırakıp; Atatürk’ün hayatının geri kalanında aynı değerlendirmelerine sadık kalıp kalmadığı sorusuyla ilgilenmenin zamanıdır. Tıpkı gerçek olaylardan esinlenmiş Amerikan filmlerinin yaptığını yapmaya çalışacağım. Bu tür dramatik filmlerin sonunda filmde/gerçek hayatta rol alan kişilerin bu dramatik finalden sonra neler yaptığından da kısaca ve kare kare söz edilir. Ben de sözünü ettiğim bu kişilerin 1927 yılından sonra neler yaptığından söz edeceğim.  Atatürk’ün Nutuk’taki hükümleri sabit kalmamış ve zaman içinde değişmiştir. İsmail Arar, Atatürk’ün hükümlerinin tarih içinde hiç değişmediğini ve değişmeyeceğini ileri sürüyor. Bu iddiası doğru değildir. Çünkü tarihî olgularla uyuşmamaktadır. Bu bakımdan Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”daki hükmü, yani Atatürk’ün aradan zaman geçtikten sonra görüşlerini değiştireceğine ilişkin yorumu bana daha gerçekçi geliyor. Belki de aynı yorumu Falih Rıfkı Atay “Çankaya” kitabında Nutuk’un hiç okunmamış olmasını dilemekle paylaşıyor.
Atatürk’ün ‘etrafı’ Cebesoy’u istemedi
1926 yılında İzmir suikasti davası nedeniyle İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanarak beraat etmiş olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularından Ali Fuat Cebesoy, 1927’de askerlikten ayrılarak emekli de olmuştu. Kendisi “Sınıf Arkadaşım Atatürk” adlı anılarında belirttiğine göre, önce 1927 ve daha sonra da 1933 yılında Atatürk’le kendisinin Harbiye’den ortak eski bir hocasının aracılığıyla yeniden ilişki kurmuş ve 1933’te bir ara seçimde CHP listesinden Konya bağımsız milletvekili seçilmişti bile. Anılarında Atatürk’ün ölümüne yakın bir tarihte Savarona yatında da kendisiyle yakın temasta olduğunu anlatıyor. Ancak Dolmabahçe Sarayı’ndaki son günlerinde Atatürk’ü “etraf”ı nedeniyle ancak bir kez ziyaret edebilecektir. Bütün bu sürede aralarındaki ilişkinin eskisi gibi olduğunu da Cebesoy anılarında vurguluyor. Cebesoy, Millî Şef döneminde de 1939’da yapılan seçimde CHP listesinden Konya bağımsız milletvekili seçilecektir. 9 Ocak 1939’da bağımsız milletvekillerinden Cebesoy ile Refet Bele, CHP’ye katılacaktır. Cebesoy, milletvekilliği görevine 1943 ve 1946 yıllarında yapılan seçimlerde de devam edecektir. Millî Şef dönemindeki Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu Hükûmetlerinde de bayındırlık ve ulaştırma bakanı olarak görev yapacaktır. Kâzım Karabekir’in ölümünden sonra meclis başkanlığına da seçilen Cebesoy, 1950 seçimlerinden hemen önce CHP’den istifa eder ve DP’ye katılarak seçimlerde DP’den milletvekili seçilir. 1954-1960 döneminde de yine DP listesinden fakat bu kez bağımsız olarak bu görevini 27 Mayıs 1960 darbesine kadar sürdürür. Fakat Yassıada’da yargılanmaz.
Refet Bele’ye vekillik verildi
Ali Fuat Cebesoy’la tıpatıp aynı siyasal kaderi paylaşan Refet Bele, 1935 yılında yapılan seçimde CHP listesinden İstanbul bağımsız milletvekili olmuştur. Bu, Cebesoy’un anılarında belirttiğine göre, Bele’nin kişisel girişimi ve Atatürk’ün de desteğiyle mümkün olabilmişti. O da tıpkı Cebesoy gibi Atatürk hayattayken siyasal yaşama geri dönebilmişti. Millî Şef döneminde de bu görevine devam edecek; 1939 yılında yapılan seçimde yeniden milletvekili seçilecek ve Cebesoy gibi bağımsız olmaktan çıkarak CHP’ye katılacaktır. Bele, 1946 yılında da milletvekili seçilecek ve bu görevini 1950 yılına dek sürdürecektir. Nihayet DP iktidarında 1950-1961 yılları arasında Beyrut mülteciler komisyonunda Türk temsilcisi olarak bulunacaktır.
Kazım Karabekir’le sonuçsuz girişim
1936  yılında yani Nutuk’un okunmasından dokuz yıl sonra Atatürk, benzer siyasi kaderi paylaşmış olan Kazım Karabekir’le de yeniden temas kurmak ister ve bunun için de bu sırada kendisiyle çoktan barışmış olan Cebesoy’u görevlendirir. Cebesoy, Karabekir’i İstanbul’da Atatürk’le karşılaştırmak isterse de, anılarında yer aldığı şekliyle bazı yanlış anlamalar ve Atatürk’ün “etraf”ının bu ilişkinin kurulmasına karşı çıkması sonucunda Dolmabahçe’de öngörülen bu buluşma gerçekleşemez. Karabekir, bu tarihten sonra Atatürk ile temas kurmaz ve yeni bir buluşma da söz konusu olmaz. Cumhurbaşkanı olduğunda İsmet İnönü, zaman yitirmeksizin Karabekir’i CHP’den önce milletvekili ve daha sonra da 1946 yılında meclis başkanı yapacaktır.
Resmi alanda temize çıkarma girişimi
Atatürk, son derece ağır şekilde suçladığı Cebesoy’la Nutuk’un okunmasından sadece altı ve Bele ile de sekiz yıl sonra yeniden temas kurmuş ve onları resmî planda da temize çıkarmak istemişti. Sadece bu durum bile Atatürk’ün bu isimler için Nutuk’ta ortaya koyduğu değerlendirmelerinin geçici olduğunu ve bir süre sonra da değiştiğini açıkça ortaya koyuyor. Atatürk, diğer iki isim, Kâzım Karabekir ve Rauf Orbay ile de yeniden temas kurmak istemişti. Onları da yeniden siyasal hayat içine almak istiyordu. Bu mümkün olamamıştır. Ancak burada önemli olan Atatürk’ün niyeti ve girişimidir. Demek ki Atatürk, bu iki isim için de Nutuk’ta ortaya koyduğu değerlendirmelerini değiştirmiş olmalıdır.
Ya İsmet İnönü’nün başına gelenler?
İNÖNÜ, 1937 yılının sonbaharında başbakanlıktan ayrılmak zorunda kalmıştı. Her ne kadar Nutuk’ta adından her zaman övgüyle bahsedilen bir isim olsa da, bundan sonra adı siyaset sahnesinden tamamen silinecek; yeniden Cumhurbaşkanı oluncaya kadar ismi basında kesinlikle yer almayacaktır. İnönü’nün münzevî hayatı, onun geçmişteki siyasî yaşamını da etkileyecektir. İnönü günlüğünde “Lozan gününde kimseye bir kelime yazdırtmadılar” derken, siyasî mazideki başarılarının da resmî tarihten silinmek istendiğine işaret ediyordu. Yılların Lozan kahramanı İsmet Paşa, başbakanlıktan ayrılmak zorunda kaldığı içindir ki, geçmişteki siyasî başarılarından da koparılmak isteniyordu. Güncel politik konjonktür birdenbire geçmişi de kapsamıştı. Artık geçmiş hiç de eskisi gibi görünmüyordu. Bir de şöyle düşünelim: Eğer Nutuk, 1937 yılının sonbaharında okunsaydı, İnönü acaba Nutuk’ta nasıl değerlendirilirdi? Benim bu spekülatif gibi görünen tarih sorusuna vereceğim yanıt şöyledir: 1937 yılında meydana gelen bu dramatik gelişmeden sonra İnönü’nün siyasetin tamamen dışında kalması ve hatta yaşamının güvence altında dahi bulunmaması, bize açıkça gösteriyor ki, İnönü’nün ismi ve resmi, sadece günlük hayattan ve güncel politikadan değil, fakat muhtemelen resmî tarihin içinden de çıkarılacaktı. Görünen bütün eğilimler buna işaret ediyor. 1937 yılının sonbaharında kaleme alınmış olan bir Nutuk’ta, İsmet İnönü’nün Millî Mücadele ve sonrasındaki gelişmelerde hangi değerlendirmelerle yer alacağını sormanın yalnızca spekülatif bir soru olmadığını, fakat aksine Nutuk’a ilişkin yorum, saptama ve değerlendirmelerimizde bize yeni bir görüş açısı kazandıracak anlamlı ve önemli bir soru olduğunu düşünüyorum. Benim kişisel izlenimim, bu takdirde İnönü’nün Nutuk’ta en azından bugünkü hâli ile yer alamayacağı yönündedir.
Nutuktan
“Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programı en hain dimağların mahsûlüdür; bu fırka, memlekette suikastçilerin, mürtecilerin tahassungâhı, ümidi istinadı oldu; harici düşmanların, yeni Türk devletini, taze Türk Cumhuriyetini mahvetmeye matuf planlarının sühûleti tatbikatına hizmete çalıştı.” “Terakkiperver ve cumhuriyet kelimelerini kullanarak, bize ve münevveranı millete karşı din bayrağını gizlemek tedbirlerinde bulunanlar, memlekette umumî irtica ve isyan yapmak için dahil ve hariçte tertipler ve teşvikler yapmakla meşgul olanların mevcudiyetinden bihaber farz olunabilirler mi?”

Hiç yorum yok: