24 Ağustos 2013 Cumartesi

İSTİLA DEVİRLERİNİN KOLONİZATÖR TÜRK DERVİŞLERİ VE ZAVİYELER Prof. Dr. Ömer Lütfi BARKAN Barkan, Ömer Lütfi, Vakıflar Dergisi, s. II, Ankara, 1942, sf. 279-304.

Selçuk-Bizans hudutlarında yaşayan bir uç beyliğinin, diğer emsalinin mazhar olmadığı bir talihle, pek kısa bir zaman içinde tarihin seyrini asırlarca değiştirecek kuvvetli bir imparatorluk haline girivermesi hâdisesi, son zamanlara kadar birçok malûmları noksan bir muadele şeklinde vazedildiği veyahut Türk ırkının tarihî varlığı hakkında mevcut ve an’ane halinde müesses dar ve kısır noktai nazarlara esir kalındığı için, içinden çıkılmaz bir mesele teşkil etmekte idi.

Filhakika, koskoca bir imparatorluğun kuruluşu nev’inden muazzam bir hâdise, bizde uzun zaman, sadece Padişahların dirayet ve şecaati veya Allah’ın bu saltanatın kurucularına karşı gösterdiği lütuf ve inayet ile izah edilmek istenilmiştir. İlk Osmanlı membalarında kaydedilmiş görülen Sultan Osman’ın rüyası, mucize nevinden vukua gelen bu hâdisenin izahını ancak ilâhî takdir ile yapmak mümkün olduğuna inanışın bir ifadesidir.

Parola ortak: Demokrasi sandık değildir! Yiğit Bulut

Başbakan Erdoğan dün çok önemli bir gerçeği paylaştı ve şunları söyledi; “Mısır’da yaşanan gelişmelerin arkasında İsrail var... Elimizde belgesi mevcut... 2011 seçimleri öncesinde Fransa’da yapılan bir oturumda Adalet Bakanı ile bir entelektüel konuşuyor, O da Yahudi... ‘Mısır’da Müslüman Kardeşler seçimi kazansa da onlar kazanamayacaktır. Çünkü demokrasi sandık değildir’ diyor’’....
Sevgili dostlar, Erdoğan’ın ortaya koyduğu konuşmayı unutmayın ve lütfen Mayıs-Ağustos 2013 arasında Türkiye’de bazı yazarlar, akademisyenler ve sanatçılar tarafından ısrarla her ortamda ifade edilen şu cümleyi hatırlayın; DEMOKRASİ SANDIK DEĞİLDİR... Tesadüfe bakın cümle yani Türkiye ve Mısır’da icra edilecek “darbe denemeleri veya darbelerin” motto’su aynı!
Konuyu fazla uzatmadan Türk kamuoyunun, özellikle oynanan oyunu görmeye çalışan her Türk vatandaşının, dikkatini bu gerçeklere çekmek ve İsrail’den çıkan “motto’nun” nasıl sahaya indiğini herkesin sorgulamasını istiyorum... Bir noktanın daha altını çizeyim; Türkiye’de “411 el kaos’a kalktı” manşeti dahil birçok “karışıklık planının” arkasında parmağı olan bir Alman gazeteci (X gazetesi genel yayın yönetmeni) 2011-2013 arasında “demokrasi sandık değildir” motto’su ile “sandıkta yenilemeyecekse KAOS ile gider” başlıklı AK PARTİ’yi” devirme planı ile ilgili fikirlerini Türkiye’deki bazı arkadaşlarıyla sürekli paylaşıyor ve konu hakkında toplantılar yapıyorlar... Ne tesadüf ki; bu yayın grubu ve Türkiye’deki iştirakleri Başbakan Erdoğan’a son iki yıldır sürekli saldıran ve itibarsızlaştırma kampanyasını yöneten gruplardan biri!
Sonuç: Türkiye’deki “deneme” ile Mısır’da yaşananların “aynı senaryonun parçası” olduğu artık delilleri ile sabit! Türkiye’de başarılı olamadılar hatta “bütün işbirlikçileri” ile açığa çıktılar ama Mısır’da yollarına kan dökerek devam ediyorlar! Bu noktada önemli soru şu; İslam Dünyası’nın iki önemli direği olan Türkiye ve Mısır neden hedef seçildi, arkadaki makro oyun planı ne? Bu soruya cevap bulmamız, kıyıya vuran dalgaları atlatmaktan çok daha önemli!

“Darwin-rastgele varoluş” çizgisinde olmayan bilim insanı olamazmış ! Yiğit Bulut

Geçtiğimiz günlerde, fikirlerine saygı duyduğum ama asla katılmadığım bir biyoloji profesörü uzun tartışmamızın ardından eline aldığı yabancı bir derginin kapağını sallayarak, bana şu cümleyi söyledi. “rastgele varoluş-evrim kurgusunu sorgusuz, sualsiz kabul etmek ve bilim yapabilmek için bu ilk basamak üstünde biat etmek gerekiyormuş”!
Sevgili dostlar, bilim insanlarının “sorgusuz sualsiz bu tanımlamaları Kabul edeceksiniz” dayatmasını anlayamayan biri olarak bazı noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum...
“Random existence/rastgele varoluş/evrim”; toplumları bozmak, “çocukları küçük yaşlarda yoldan çıkarmak ve toplumun üst benliğini ortadan kaldırıp, inançsız, referanssız, yolunu kaybetmiş nesiller” yetiştirmek için yüzyıllardır uygulanan yöntemin adı! “Evrim-rastgele varoluş” masalını “kurduğu dünyanın” merkezi yapan “insan” için herşey “rastgele” ve bu “anlamsız kaos” içinde inancın, saygının, sevginin ve “ideal olanın” anlamı yok! Kısacası ilkn basamak “random varoluş” ise sonraki basamakların anlamı yok!
Sevgili  dostlarım, “evrimin” merkez aldığı canlı hücre yapısını bırakın bir kenara “sadece bir atom” alalım, birlikte içine bakalım ve “raslantı sonucu milyon yıllar sonucu oluştu” denilen “elektron” yapısını inceleyelim... Bir atom içinde en çok dikkat çeken nokta, çekirdeği elektrik yükünden oluşan bir zırh gibi kuşatan elektronların atomun içinde en ufak bir kazaya yol açmamaları! Olsa ne olur? Felaket olur! Madde olmaz! Biz olmayız! AMA olmuyor! Felaket

Türkiye ve Erdoğan neden kilit? Sözümüz bizleri bu topraklarda misafir sananlara-Yğit Bulut

Elimde bir kitap var, ismi “Dünyaya neden şimdilik Batı hükmediyor?”... Çok güzel bir çalışma, yazarı Ian Morris, özellikle 1800’lerin başından akışı ele alarak bugün neden kendine “BATI” diyen emperyal yapının dünyaya hükmettiğini analiz ediyor. Çok ilginç bir detayla başlıyor ve 1800’lerin başında Çin limanlarını yakıp yıkan İngiliz donanması ile zorla Çin ticaretinin İngiliz tacirlerin eline nasıl geçtiğini ortaya koyuyor, bir detay da ben ekleyeyim; 1839 Baltalimanı anlaşması ile Osmanlı da aynı sonuca katlanmak zorunda kalıyor ve Osmanlı ticareti ve yerli üretimi çökertiliyor... Sonrası zaten malum; BATI hayranı kafaların ürünü bir Osmanlı ve Çin-Osmanlı çizgisindeki çöküş ile ortaya çıkan Emperyalizm!

1699-1938-1854-1876-1908 serisi devam ediyor - Bu haksız ithamlara artık DUR demek gerekli-Petro’nun yaptıkları ve Cumhuriyet aydınlarımız-Ergenekon ile ilgili ne düşünüyorum?-Yiğit Bulut


1699-1938-1854-1876-1908 serisi devam ediyor

Bugün Türkiye’yi analiz ederken biraz geriye gitmek ve bazı “kareleri” sizlere aktarmak istiyorum. Bunlara dikkatli bakar ve özellikle “neler olduğunu” bir kez daha hatırlarsak “Türkiye’nin durumunu” riskler ve muhtemel yapabileceklerimiz ile birlikte daha iyi analiz edebiliriz...
Geçmişe dönelim ve “Dünya-Türkiye sorgulamasını” birlikte satırbaşları eşliğinde yapalım;
“... 1- Bill Clinton Mayıs 1997’de ‘Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi’ adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü ‘çıkarlara dayanan ekonomik milliyetçiliğin’, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede şu cümleler yer aldı “... 200 milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır... Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir...”
2- Bölgedeki dinamiklerin ve ABD’nin tavrının değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay’ı, 1997’de “Milli Askeri Strateji Konsepti’ni (MASK)” değiştirdi ve “aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK’nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların tespit ve iyileştirilmesi” gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı...

Bu soruya cevap verecek kadar cesur musunuz! Yiğit Bulut

Türkiye’de herşeyi kendi menfaatleri doğrultusunda 1945’lerden bugüne çarpıtmaya alışanlar ve onların kuşak kuşak yetişen elemanları, Türk Halkı ve kamuoyunun gerçekleri sorgulamasına, aynen bugün yaptıkları gibi, hiçbir zaman izin vermediler...Kendileri “menfaat boru hatlarını” döşeyip bunu “medya kartonu” ile saklarken, kavramların ve düşüncelerin birbirine karışması için ellerinden geleni yaptılar...
Sevgili dostlar, bu konuya en güzel örneklerden biri de 1960’tan beri dinlediğimiz aynı masal “bu ülkede imam kadrolaşması var, ülke nereye gidiyor”! Şimdi ben size başka bir soru sormak ve “medya-algılama yoluyla” üstü örtüleni bir daha düşünün demek istiyorum; bu ülkede “İmam kadrolaşması mı, yoksa Üstat yapılanması mı var”?
Dostlarım, Türkiye’de yıllardır aynı saçma tez ortaya atılır, basının bir bölümü tarafından pazarlanır ve “gerçek nedir” sorgulanmadan yola devam edilir...Kitaplar yazılır, raflar doldurulur, TV’lerde saatlerce konuşulur...”Net, elle tutulur” kanıtlar ortaya konmadan şarkı kaldığı yerden devam eder; Türkiye’de DEVLET belli kadroların eline geçti!

Çerkes halk destanları-Aziz Üstel

Kuzey Kafkasya Halk Destanlarının simgesi olmuştur Seteney Guaşe. Çok güzeldir her şeyden önce; bilgedir, Nart kurultaylarında tartışılan, çözümlenemeyen nice sorunu birkaç kelimeyle çözümleyiverir kimseyi kırmadan, incitmeden.

Yarı Tanrıça yarı insandır ve Yunan Mitolojisinde de karşılaştığımız Aşil ya da Hektor’dan bu özelliğiyle pek farklı sayılmaz. Nart destanlarında Seteney Guaşe tektir; Yunan Mitolojisindeyse Afrodit, Hera, Artemis gibi örnekleri vardır. Yunan Tanrıçalarının bütün özelliklerini toplamıştır Seteney. Güzelliğini Afrodit, cesareti ve bilgeliğini Atena Hera’yla kıyaslayabilirsiniz.

Seteney’in Nart kurultaylarında sorunlara çözüm getiren özelliğini inceleyen Batılı araştırmacılar, Kuzey Kafkasya boylarının anaerkil bir yapıya sahip olduklarını varsaymışlardır. Kanıt olarak da Sosrıkua’nın “Seteney oğlu Sosrıkua” olarak anılmasını göstermişlerdir. Ancak Nart kahramanları arasında, anasının adıyla anılan yalnız Sosrıkua vardır. Yani salt bu sava dayanarak Kuzey Kafkas boylarının, o dönemde, anaerkil bir yapıya sahip olduklarını söylemek doğru değildir.

‘Öteki’ güçlenince korku sarar dört bir yanını! Aziz Üstel

Çakma Ayşe Arman’ın “Aa Mescide girdim kimse yok” gibisinden, sabit kalemin ucunu tükürükleyerek karaladığı, güler misin ağlar mısın sınıfından yazıya ben gülmeyi tercih ettim.“Çocuğum, iftarda millet! Niye Mescid’de namaza dursun? Hem aptes değil abdest” bile demedim. Türkiye’de insanın kendi dinine bu denli yabancı olmasını yadırgamamak gerek diye düşündüm sadece. Çünkü insanımızın yarısının muhafazakarlık algısı anneannesi ya da babaannesiyle sınırlı kalmış yıllar yılı. Başını anneannesi ya da babaannesi örtmüş; orucu o tutmuş, namazı o kılmış. Ee buna bir de kendi dinini elinin tersiyle iten bir dikta ve adalet(sizlik) düzenini ekler, dinsel içerikli yazıları basından yasaklayan bir kafa yapısını, “Allah-u Ekber... Yatta da Geber” diye meclis kürsüsünden dindara söven örümcek kafalı, “moderen olmak için bizi geri kalmışlığın kucağına iten İslam’dan  kurtulmamız gerek” diye naralanan, Milli Şef’in getirip meclis koltuklarına oturttuğu tayfayı katarsanız, bu türden yazıları yadırgamamanız ve gülüp geçmeniz gerekir. Hatta niye daha çok yazılmıyor diye de düşünmelisiniz bence.

Bu ülkede birçok insan, Kılıçdaroğlu Kemal Beyin, sizi merdiven altından çıkaracağız” dediği hanımların merdiven altında kalmasından (!) mutluydu:

“Aman ortalıkta görünmesinler... Araba kullanmasınlar... Düzgün giyimli olmasınlar... Senin benim gittiğim mekanlara gitmesinler de ne halleri varsa görsünler!” düşüncesi de ortak paydaydı.

Ah Doğu Doğu’dur Batı da Batı-Aziz Üstel

İngiliz’in başta Hindistan ve Mısır, Doğuya, daha doğru bir deyimle Hıristiyan olmayan milletlere uygarlık getirdiğini bütün yapıtlarında vurgulayan yazar Rudyard Kipling’in 1889 yılında yayınlanan şiirsel anlatımlı destanı, Ah Doğu Doğu’dur/ Batı da Batı/ Bunların buluşmasıysa mümkün değildir asla/ diye başlar. Ve devam eder gider. Buraya bir nokta koyalım ve neredeyse otuz beş yıl öncesine gidelim. Rahmetli Bülent Ecevit, bir sohbet sırasında üç ozan sevdiğini bunların da Kipling, Tagor ve Ezra Pound olduğunu söylemişti. Bu sohbeti rahmetli Attila Ağabeye (İlhan) anlattığımda gülümseyerek “Ah şu tatlı su Frenkleri ah...uygarlığın salt batıdan gelebileceğini, bizimse cahil, geri kalmış olduğumuzu bellemişlerdir ki, iki yakamızın bir araya gelmemesi için ellerinden geleni ardlarına komazlar!” demiş sonra da devam etmişti:  “Ülkeyi yönetmeye soyunan bir adamın en sevdiği üç şairden başlıcası, yani Kipling, İngiliz sömürgeciliğinin borazancıbaşısı, Tagor Hindistan’da İngiliz’le iş birliğine soyunanların başını çekenlerden, Ezra Pound’sa Mussolini hayranı bir Faşist. Nazım’ı, Necip Fazıl’ı, Mehmet Akif’i, Sabahattin Ali’si dururken bizim Batı hayranları gider Kipling’e alkış tutar!”  Sonraları rahmetli Bülent Ecevit’de “gerçeği gördü” hele de 12 Eylül’den sonra ya, gelin bunu başka bir güne bırakalım.

Nuremberg toplantıları ve Nuremberg yasaları - Aziz Üstel

Bazı Amerikalı ve İngiliz oyuncu, yazar ve KKTC kökenli Türkiyelilerin yoğun olarak yaşadığı Kuzey Londra milletvekili Jeremy Corbin imzalı, Gezi Parkı’nda polisin şiddet uyguladığını öne sürerek Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ağır bir biçimde eleştiren bir ilan verildi London Times gazetesine. AK Parti açık hava toplantılarıyla Nazilerin Nuremberg toplantıları arasında benzerlik olduğunu vurgulayan ilanın ardından kimi sinemacı ve yazarlar Türkiye’de uygulanan Nuremberg Yasaları’ndan da söz etmişler!