Taksim olaylarının asıl nedeni ne?
Dünyada genç işsizlik oranı hızla yükseliyor. Hafta sonu açıklanan Euro bölgesi nisan ayı verilerine göre ortalama işsizlik oranı yüzde 12.2 olurken, 16-24 yaş aralığındaki genç işsizlerin oranı yüzde 24.4'e yükseldi. Peki niye genç işsizlik önemli? Çünkü genç işsizler sosyal barışı hızla bozabilecek güce sahipler.
Gelelim çeşitli ülkelerdeki genç işsizlik oranlarına... Genç işsizlik oranı Yunanistan'da yüzde 62.5, İspanya'da yüze 56.4, Portekiz'de yüzde 42.5, İtalya'da yüzde 40.5, Hollanda'da yüzde 10.6, Almanya'da yüzde 7.5 olarak açıklandı. ABD'de ise genç işsizlik oranı nisanda yüzde 24.1 oldu. Arap ülkelerinde de genç işsizlik oranları sırasıyla Ürdün, Fas, Lübnan ve Tunus'ta yüzde 40, Suriye ve Mısır'da yüzde 60'a ulaştı.
Türkiye'ye gelince... Şubat 2013'te genel işsizlik oranı yüzde 10.5 olurken, genç işsizlik yüzde 20.4 düzeyine yükseldi. Hatırlatmakta fayda var, Türkiye'de genel işsizlik oranı Haziran 2012'de yüzde 8.0 düzeyindeyken genç işsizlik yüzde 15.7'ye gerilemişti.
Niye anlattık bütün bunları? Çünkü gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde genç işsizlik farklı nedenlerle çoğaldı. Gelişmiş ülkelerde 2008 krizinde batan bankalara aktarılan kamu kaynakları nedeniyle artan bütçe açıklarını kapatmak için uygulanan kemer sıkma politikaları genç işsizliği çoğalttı. Arap ülkelerinde ise krizin ardından yabancı sermaye çıkışı olması ve sorunların tanımlanmasını sağlayacak demokratik iletişimin kurulamaması genç işsizliği hızla artırdı.
Peki Türkiye'de genç işsizlik son bir yılda niçin çoğaldı? 2008 dünya krizinden Türkiye, disiplinli maliye politikası ve sermaye yeterliliği şoklara dayanıklı bankacılık sektörüne sahip olduğu için fazla hasar almadan çıktı. Ve ardından Türkiye ekonomisi 2010 ve 2011'de sırasıyla yüzde 9 ve yüzde 8.8 büyüdü. Hatta Türkiye, Çin'den sonra dünyada en hızlı büyüyen ülke oldu. Ama gelin görün ki 2012 büyüme hızı yüzde 4 olarak hedeflenmesine rağmen yüzde 2.2 olarak gerçekleşti. Büyüme hızı, Merkez Bankası'nın, gereksiz sıkı para politikası ve zamanında indirmediği yüksek faizler nedeniyle beklenenin altında kaldı. Büyüme hızı bir anda yüzde 8.8'den yüzde 2.2'ye geriledi. İşte bu nedenle genç işsizlik oranı son bir yıl içinde yüzde 15.7'den yüzde 20.4'e yükseldi. Hangi gözleme dayanarak yapıyoruz bu tespiti? Çünkü yüksek okul mezunu gençlerden çok sayıda elektronik posta geliyor. Özellikle iktisadi ve idari bilimler fakültesi mezunları, genç öğretmen adayları arasında işsizlik yoğun. Yine pek çok meslek grubu tekelci tavırlar içinde olduğundan yeni mezun mimarlar, mühendisler, muhasebeciler, aşırı meslek odası giriş aidatı ve zorlu sınavlar nedeniyle iş kuramıyor. Bir de yüksek kredi faizleri gençlerin iş kurmasının önünde en büyük engel oluyor.
İşte Taksim'de Gezi Parkı'nda başlayıp 48 ile yayılan protestonun asıl nedeni, aniden düşürülen büyüme hızı nedeniyle artan genç işsizlik oluyor.
Oysa Merkez Bankası, Başbakan Erdoğan'ı dinleyip faizleri geçen yıl hazirandan itibaren geriletseydi durum böyle olmayabilirdi. Anlayacağınız atanmışlar, seçilmişleri dinlemeyip, adeta kendi iktidarlarını kurup faiz lobisinin yanında yer alınca temel ekonomik göstergeler tutarlıyken birdenbire sosyal sorunlar yaratabiliyorlar.
Bazıları borçlarını vatandaşın sırtına yüklemek mi istiyor?
Bazıları borçlarını vatandaşın sırtına yüklemek mi istiyor?
Gelelim Taksim'de başlayan olaylara... Taksim'de başlayıp yaygınlaşan olaylar bazılarına yine eskiye dönme fırsatını verebilir. Bu olayları kullanarak ekonomideki olumlu beklentileri olumsuza çevirip yine bu ülkeyi IMF vesayetine sokup, eskiden olduğu gibi devleti borçlandırıp kendi borçlarını bu paralarla ödetmeyi deneyebilirler. Çünkü yakın dönemde benzeri bir olayı yaşadık. Turgut Özal, dış ticareti serbestleştirip, Türk parasını konvertible yapınca pek çok kaçakçı ve rantçının haksız kazançları kesildi. Böylece devlet bütçe gelirleri çoğalarak bu gelirlerle pek çok altyapı yatırımı ve toplu konut inşa edildi.
Yine o dönemde orta direk adı verilen orta gelir seviyesinin refahı yükseldi. Halkın refahı yükselirken, kaçakçı ve rantçıların haksız kazançları kesilince, çıkarları zedelenenler Özal'a suikast düzenledi. Ardından Türkiye ekonomisini yatırım yapılabilir kredi derecesi olan BBB'ye yükselten Özal, aniden öldü. Özal'ın zehirlendiği iddiası kuvvetli delilleri olan bir iddia olarak hâlâ ortada duruyor.
Peki niye anlattık bütün bunları? Çünkü Türkiye'de devlet bütçesine çeki düzen verenler pek yaşatılmıyor. İlk defa Osmanlı'da 1652'de bütçe hazırlayıp devlet harcama ve gelirine çeki düzen veren Sadrazam Tarhuncu Ahmet Paşa'nın o dönemin elitleri, saray ve çevresince hayatına kıyıldı. Yakın dönemde ekonomiyi düzelten, kaçakçıların haksız kazançlarına son veren Turgut Özal zehirlendi. Çünkü elitler Özal'ı istemedi. Şimdi devletin iki yakasını bir araya getiren, bütçe açığını kapatıp devlet borçlarını azaltan, IMF vesayetini bitiren, kamu harcamalarını fakirlerden yana tasarlayan Başbakan Erdoğan'a karşı bir girişim başladı. Anlayacağınız bu filmi daha önce gördük.
Bütçeyi eskiden olduğu gibi yine soymaya hazırlananlara bu ortamı sağlamamak gerekiyor.
Taksim olaylarının ekonomik nedenleri
Taksim Gezi Parkı'nda başlayan olayların bir ekonomik nedeni var. Ekonomiden bağımsız değil bu olaylar. Peki nedir yaşanan bu olayların ekonomik nedenleri? Hemen belirtelim Başbakan Erdoğan ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın karşı çıkmalarına rağmen, ısındığı ileri sürülen ekonomide toplam talebin bilinçli olarak sınırlandırılması son bir yılda büyüme hızını yüzde 8.8'den yüzde 2.2'ye geriletti. Tabii ekonomide risk azaltmak amacıyla yapılan soğutma ya da toplam talep düzenlenmesi beraberinde 16-24 yaş arası olarak tanımlanan genç işsizliği sekiz ayda tam 5 puan artırarak yüzde 20.4 düzeyine yükseltti.
Özellikle yüksek okul mezunu gençler arasında işsizlik çoğaldı. Kredi faizlerinin, küresel kredi faizlerinden reel olarak yüzde 10 yüksek olması gençlerin iş kurmasını engelleyen bir unsur olarak gözlerden uzak tutulmamalı. Kısaca Merkez Bankası'nın faizleri geriletmemesi ve küresel reel faizleri dikkate almaması hem dalgalı kur rejiminde döviz kurunun dalgalanmasını engelledi hem de ihracatta rekabet gücünü azalttı.
Gelelim diğer ekonomik soruna... Bu sorunu dün Ankara MÜSİAD Başkanı Ziya Kahraman dile getirdi. Basına yansıyan açıklamasında
Kahraman, çek kanununda yapılan değişikliğin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın söylediği gibi olmadığını, çekte hapis cezasının kalktığını ama şeffaf kara listenin tam bir yıl sonra devreye girdiğini bu nedenle pek çok işletmenin mağdur olduğunu ileri sürdü. Çünkü çekte hapis cezasının kalkmasıyla çekle mal alanların pek çoğu malları başka bir kişinin üzerine geçirerek özellikle buzdolabı, çamaşır makinesi türü beyaz eşya satıcıları ve ev eşyası satanları büyük zarara uğrattı. Böylece küçük ve orta işletmeler ödenmeyen çekler ve geri alamadıkları malları nedeniyle büyük maddi kayıplara uğradılar. Tabii çekte hapis cezasının kalkması çekle yürüyen ticareti adeta yok etti. İşte bu nedenle MÜSİAD'lı Kahraman kanun tasarılarının TÜSİAD ve TOBB'a gittiğini kendilerine gelmediğini, yasal düzenlemelerde söz sahibi olamadıklarını söylüyor.
Yine Kahraman "AK Parti'nin ilk döneminde siyasi değişim fikri vardı. Bürokratlar bu değişime uymak zorunda kalıyorlardı. Ama şimdi AK Parti kendi bürokratlarını atayınca bürokrasi siyaseti kendine benzetti. Şimdi bürokratlar bize zulmediyor" diyerek küçük işletmelerin sorunlarını dile getiriyor. Ve Ankara OSTİM ve Siteler'de pek çok işletmenin kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ileri sürüyor. Anlayacağınız, Başbakan Erdoğan ve Bakan Çağlayan'ın bütün ısrarına rağmen zamanında düşürülmeyen faizler, Babacan ve Çağlayan arasında çıkan kavgaya rağmen ısındı gerekçesiyle haddinden fazla soğutulan ekonomi, Taksim olaylarının önemli ekonomik nedenlerini oluşturuyor.
Yine ekonomi yönetiminin yoğun oy aldığı küçük işletmelerin sesine kulak vermemesi, TÜSİAD ve TOBB yönetimleriyle iş birliği yapması olayları tetikliyor. Ekonomide bütün göstergeler iyi olsa bile beklentiler bozulursa işler kötüye gidebilir.
İşte bu nedenle ekonomi yönetiminin küçük işletmelere ve gençlere kulak vermesi gerekiyor. Aslında TÜSİAD ve TOBB borcunu devlete yüklemek isteyenlerin çoğunluk olduğu örgütler. Bunlardan uzak durmakta fayda var
Tut ki Erdoğan 'Köşeme çekildim, ne haliniz varsa görün' dedi o zaman ne olacak?
Taksim olaylarının ardından beyaz Türklerin Başbakan Erdoğan'ı hedef aldığı görülüyor. Daha önce de aynı şekilde beyaz Türkler Turgut Özal'ı hedef almıştı.
Kamyonlara bindirdikleri eli sopalı kişileri Çankaya'ya çıkartıp "Çankaya'nın şişmanı, işçi düşmanı" diye bağırtmışlardı.
Sonra ne oldu? Özal öldürüldü. Yerine gelen Demirel-İnönü Hükümeti "kim ne veriyorsa beş lira fazlasını" verdi. Kadınları 38, erkekleri 42 yaşında emekli etti. Böylece bütçe açığı milli gelirin yüzde 24'üne ulaştı, kamu borç yükü milli gelirin yüzde 94'üne yükseldi, enflasyon yüzde 125 oldu. Hazinenin iki aylık borçlanması yüzde 200 faiz oranıyla yapılabildi. Kamu bankaları yağma edildi. Kredi karşılığı kamu bankalarına teminat olarak verilen arsa tapularının Türkiye yüzölçümünün üç katı olduğu görüldü. Hatta kredi kartı alamayacak kişilere banka kurma izinleri verildi. Bu kişiler kendi bankalarını soydular. Kısaca Özal'ın disiplinli maliye politikasının ardından, uygulanan popülist politikalar kimin işçi düşmanı olduğunu gösterdi. Özal'ı devirmek için iki anahtar vereceklerini söyleyenler, bırakın anahtar vermeyi işçinin elindeki anahtarları aldı. Çünkü uygulanan popülizm sonucu çıkan 2001 kriziyle 2 milyon işçi işinden oldu. İşçiler geçinebilmek için elinde ne var ne yok hepsini sattı.
İşte Özal'ın ölümünün ardından yapılan yağma tüm emekçileri zora sokunca bu defa siyaset 2002'de tümüyle yenilendi, AK Parti hükümet görevini üstlendi. Ve krizin Hazine'ye maliyeti olan 382 milyar lirayı kuruşuna kadar ödedi. Özellikle emekçiler devletten alamadıkları 13.5 milyar liralık tasarruf teşvik hesabında bekleyen alacaklarını aldılar. Ödenmeyen 3.5 milyar liralık konut edindirme yardımlarını tahsil ettiler. Kapılarında sabahın beşinde tek kol hizaya girdikleri hastanelere saygı gösterilerek kabul edildiler. 18 yaş altındaki tüm çocuklar bedelsiz sağlık hizmetine erişti. Fakir çocuklar için okul parası verildi. Kız çocuklarının okullaşma oranı yüzde yüze yükseldi. Her ile üniversite kuruldu. Evde hastası olana ayda 730 lira bakım parası ödenmeye başlandı. Ayda 100 lira taksitle emekçiler konut sahibi oldu. Alay konusu olan Türk parasındaki sıfırlar atıldı. Devletin net borç yükü yüzde 16'ya geriledi. Son on yılda fert başına gelir üç kat çoğaldı. Milli gelir 180 milyar dolardan 786 milyar dolara yükseldi. Dünya yolsuzluk algılama sıralamasında on yıl önce bu ülke 77'ncü sıradaydı şimdi 54'e geriledi. Son on yılda herkesin malının değeri arttı, özellikle beyaz Türklerin hisse senedi varlıkları çoğaldı. Tüpraş'ın değeri 2 milyar dolardan 6 milyar dolara, Akbank'ın değeri 2.3 milyar dolardan 17 milyar dolara yükseldi.
Peki bütün bunların ardından şimdi ne isteniyor? "Üslubu sert Erdoğan gitsin" diyorlar. Varsayalım, Başbakan Erdoğan "madem benden rahatsızsınız, köşeme çekiliyorum, ne haliniz varsa görün" dedi. İşte kriz o zaman çıkar. Çünkü ekonomi her ne kadar şoklara karşı dayanıklı hale gelse bile popülist politikalar devreye gireceğinden bir yıl içinde vatandaşın Erdoğan'a gidip "aman gel bizi kurtar battık" diyeceği kesin. Kısaca herkesin sağlıklı düşünmesinde fayda var
Nedir faiz lobisi? Erdoğan niye lobiyi işaret etti?
Bildiğiniz gibi paranın fiyatına faiz denir. Ve paranın fiyatı küresel olarak belirlenir. Nasıl bilgisayar ya da otomobilin fiyatı küresel olarak belirleniyorsa sermaye hareketlerinin serbest olduğu açık ekonomilerde paranın fiyatı da benzeri şekilde belirlenir. İşte <b>dünyada nominal faizler sıfıra yakın düzeydeyken parayı yüksek fiyattan satıp haksız kazanç elde etmeye çalışanlara faiz lobisi deniliyor.
Nedir bu lobinin görevi? Bu lobinin görevi, faizleri serbest piyasada belirleniyor gibi gösterip halkın alın terine el konulmasına yardım etmektir. Bu konu teknik olarak iktisat yazınında rant kollama başlığı altında inceleniyor. Dolayısıyla faiz lobisi haksız faiz kazancı elde etmek için rant kollayanlara yardım ediyor. Örneğin faiz lobisi bürokratik mevkilere kendi isteklerini yerine getirecek elemanların atanmasını istiyor. Böylece bürokrasiyi ele geçiriyor. Hatırlayacaksınız Hükümet, 2006'da kendi istediği adayı merkez bankasına başkan olarak atayamamıştı. Çünkü lobi medyada büyük bir gürültü çıkartmıştı. Ama bütün bunlara rağmen "Türkiye'de faiz lobisi var, rant kollayanlara hizmet ediyor" denildiğinde hemen bu lobinin elemanları "faiz lobisi yoktur. Faizler rekabet içinde piyasalarda belirleniyor" diyerek karşı çıkarlar. Bütün bu ört pas etmelere rağmen, Londra bankalar arası faiz oranlarını kendi aralarında anlaşarak belirledikleri gerekçesiyle başta Barclays bankası olmak üzere faiz rantı kollayanlar yurtdışında yakalandı. Şimdi yargılanıyorlar. Vatandaşların alın terini çalanların binde 4 faiz manipülasyonu yoluyla yaptıkları soygun tutarının küresel düzeyde 176 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Ve bu parayı emekliden, işçiden, öğrenciye kadar pek çok kesime verilen tüketici kredileri ve yine bu kesimin tasarruflarından çalındığı ortaya çıkartıldı. İşte yurtdışında yakalanan bu faiz lobicilerinin ardından Türkiye'de de faiz lobisi yakalandı. Rekabet Kurulu 12 bankanın mevduat, kredi ve kredi kartı faizlerini kendi aralarında anlaşarak belirlediğini tespit etti. Bunun üzerine yakalanan bu kişiler "verecekseniz bari kiraz kadar ceza verin" dediler.
Niye anlattık bütün bunları? Taksim'de yaşanan olayların ardından Türkiye ekonomisinin temel göstergeleri sağlam olduğu halde İstanbul hisse senedi borsasında bir çöküş (crash) yaşandı. Bu çöküşün olması için yani bir günde hisse senedi endeksinin yüzde 10.5 gerilemesi için ortada bir neden yoktu. Bu çöküşün ardından Türkiye'de düşük düzeyde seyreden faizler yükseldi. İşte Başbakan Erdoğan bu nedenle borsada yaşanan çöküşün ardında faiz lobisinin olduğunu söyledi. Çünkü bu lobinin görevi küresel düzeyde fiyatı çok düşük olan parayı Türkiye'ye daha yüksek fiyattan satmak oluyor. Bu oyunu aynı biçimde pek çok kez yenilediler. Ve Türkiye hazinesi manipüle edilen faizler nedeniyle 2011'de 14 milyar lira, 2012'de 13 milyar lira fazladan faiz ödemesi yaptı. Hatta Erdoğan, dünyada yaşanan negatif reel faiz koşullarında Türkiye'de de reel faizler yani enflasyondan arındırılmış faizlerin sıfır olmasını önerince bu sözlerinin ardından konvoyuna suikast düzenlendi. Demek ki bu tatlı kazançtan vazgeçmek istemeyenler pek çok yolu deneyebiliyor
Tut ki Erdoğan 'Köşeme çekildim, ne haliniz varsa görün' dedi o zaman ne olacak?
Kamyonlara bindirdikleri eli sopalı kişileri Çankaya'ya çıkartıp "Çankaya'nın şişmanı, işçi düşmanı" diye bağırtmışlardı.
Sonra ne oldu? Özal öldürüldü. Yerine gelen Demirel-İnönü Hükümeti "kim ne veriyorsa beş lira fazlasını" verdi. Kadınları 38, erkekleri 42 yaşında emekli etti. Böylece bütçe açığı milli gelirin yüzde 24'üne ulaştı, kamu borç yükü milli gelirin yüzde 94'üne yükseldi, enflasyon yüzde 125 oldu. Hazinenin iki aylık borçlanması yüzde 200 faiz oranıyla yapılabildi. Kamu bankaları yağma edildi. Kredi karşılığı kamu bankalarına teminat olarak verilen arsa tapularının Türkiye yüzölçümünün üç katı olduğu görüldü. Hatta kredi kartı alamayacak kişilere banka kurma izinleri verildi. Bu kişiler kendi bankalarını soydular. Kısaca Özal'ın disiplinli maliye politikasının ardından, uygulanan popülist politikalar kimin işçi düşmanı olduğunu gösterdi. Özal'ı devirmek için iki anahtar vereceklerini söyleyenler, bırakın anahtar vermeyi işçinin elindeki anahtarları aldı. Çünkü uygulanan popülizm sonucu çıkan 2001 kriziyle 2 milyon işçi işinden oldu. İşçiler geçinebilmek için elinde ne var ne yok hepsini sattı.
İşte Özal'ın ölümünün ardından yapılan yağma tüm emekçileri zora sokunca bu defa siyaset 2002'de tümüyle yenilendi, AK Parti hükümet görevini üstlendi. Ve krizin Hazine'ye maliyeti olan 382 milyar lirayı kuruşuna kadar ödedi. Özellikle emekçiler devletten alamadıkları 13.5 milyar liralık tasarruf teşvik hesabında bekleyen alacaklarını aldılar. Ödenmeyen 3.5 milyar liralık konut edindirme yardımlarını tahsil ettiler. Kapılarında sabahın beşinde tek kol hizaya girdikleri hastanelere saygı gösterilerek kabul edildiler. 18 yaş altındaki tüm çocuklar bedelsiz sağlık hizmetine erişti. Fakir çocuklar için okul parası verildi. Kız çocuklarının okullaşma oranı yüzde yüze yükseldi. Her ile üniversite kuruldu. Evde hastası olana ayda 730 lira bakım parası ödenmeye başlandı. Ayda 100 lira taksitle emekçiler konut sahibi oldu. Alay konusu olan Türk parasındaki sıfırlar atıldı. Devletin net borç yükü yüzde 16'ya geriledi. Son on yılda fert başına gelir üç kat çoğaldı. Milli gelir 180 milyar dolardan 786 milyar dolara yükseldi. Dünya yolsuzluk algılama sıralamasında on yıl önce bu ülke 77'ncü sıradaydı şimdi 54'e geriledi. Son on yılda herkesin malının değeri arttı, özellikle beyaz Türklerin hisse senedi varlıkları çoğaldı. Tüpraş'ın değeri 2 milyar dolardan 6 milyar dolara, Akbank'ın değeri 2.3 milyar dolardan 17 milyar dolara yükseldi.
Peki bütün bunların ardından şimdi ne isteniyor? "Üslubu sert Erdoğan gitsin" diyorlar. Varsayalım, Başbakan Erdoğan "madem benden rahatsızsınız, köşeme çekiliyorum, ne haliniz varsa görün" dedi. İşte kriz o zaman çıkar. Çünkü ekonomi her ne kadar şoklara karşı dayanıklı hale gelse bile popülist politikalar devreye gireceğinden bir yıl içinde vatandaşın Erdoğan'a gidip "aman gel bizi kurtar battık" diyeceği kesin. Kısaca herkesin sağlıklı düşünmesinde fayda var
Nedir faiz lobisi? Erdoğan niye lobiyi işaret etti?
Bildiğiniz gibi paranın fiyatına faiz denir. Ve paranın fiyatı küresel olarak belirlenir. Nasıl bilgisayar ya da otomobilin fiyatı küresel olarak belirleniyorsa sermaye hareketlerinin serbest olduğu açık ekonomilerde paranın fiyatı da benzeri şekilde belirlenir. İşte <b>dünyada nominal faizler sıfıra yakın düzeydeyken parayı yüksek fiyattan satıp haksız kazanç elde etmeye çalışanlara faiz lobisi deniliyor.
Nedir bu lobinin görevi? Bu lobinin görevi, faizleri serbest piyasada belirleniyor gibi gösterip halkın alın terine el konulmasına yardım etmektir. Bu konu teknik olarak iktisat yazınında rant kollama başlığı altında inceleniyor. Dolayısıyla faiz lobisi haksız faiz kazancı elde etmek için rant kollayanlara yardım ediyor. Örneğin faiz lobisi bürokratik mevkilere kendi isteklerini yerine getirecek elemanların atanmasını istiyor. Böylece bürokrasiyi ele geçiriyor. Hatırlayacaksınız Hükümet, 2006'da kendi istediği adayı merkez bankasına başkan olarak atayamamıştı. Çünkü lobi medyada büyük bir gürültü çıkartmıştı. Ama bütün bunlara rağmen "Türkiye'de faiz lobisi var, rant kollayanlara hizmet ediyor" denildiğinde hemen bu lobinin elemanları "faiz lobisi yoktur. Faizler rekabet içinde piyasalarda belirleniyor" diyerek karşı çıkarlar. Bütün bu ört pas etmelere rağmen, Londra bankalar arası faiz oranlarını kendi aralarında anlaşarak belirledikleri gerekçesiyle başta Barclays bankası olmak üzere faiz rantı kollayanlar yurtdışında yakalandı. Şimdi yargılanıyorlar. Vatandaşların alın terini çalanların binde 4 faiz manipülasyonu yoluyla yaptıkları soygun tutarının küresel düzeyde 176 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Ve bu parayı emekliden, işçiden, öğrenciye kadar pek çok kesime verilen tüketici kredileri ve yine bu kesimin tasarruflarından çalındığı ortaya çıkartıldı. İşte yurtdışında yakalanan bu faiz lobicilerinin ardından Türkiye'de de faiz lobisi yakalandı. Rekabet Kurulu 12 bankanın mevduat, kredi ve kredi kartı faizlerini kendi aralarında anlaşarak belirlediğini tespit etti. Bunun üzerine yakalanan bu kişiler "verecekseniz bari kiraz kadar ceza verin" dediler.
Niye anlattık bütün bunları? Taksim'de yaşanan olayların ardından Türkiye ekonomisinin temel göstergeleri sağlam olduğu halde İstanbul hisse senedi borsasında bir çöküş (crash) yaşandı. Bu çöküşün olması için yani bir günde hisse senedi endeksinin yüzde 10.5 gerilemesi için ortada bir neden yoktu. Bu çöküşün ardından Türkiye'de düşük düzeyde seyreden faizler yükseldi. İşte Başbakan Erdoğan bu nedenle borsada yaşanan çöküşün ardında faiz lobisinin olduğunu söyledi. Çünkü bu lobinin görevi küresel düzeyde fiyatı çok düşük olan parayı Türkiye'ye daha yüksek fiyattan satmak oluyor. Bu oyunu aynı biçimde pek çok kez yenilediler. Ve Türkiye hazinesi manipüle edilen faizler nedeniyle 2011'de 14 milyar lira, 2012'de 13 milyar lira fazladan faiz ödemesi yaptı. Hatta Erdoğan, dünyada yaşanan negatif reel faiz koşullarında Türkiye'de de reel faizler yani enflasyondan arındırılmış faizlerin sıfır olmasını önerince bu sözlerinin ardından konvoyuna suikast düzenlendi. Demek ki bu tatlı kazançtan vazgeçmek istemeyenler pek çok yolu deneyebiliyor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder