9 Ağustos 2013 Cuma

Osmanlı, kan kusan Ortadoğu’yu bir vali ile yönetti - Ahmet Anapalı

Türkiye’de tarih yazmak, tarihin kapsadığı saha ile ilgili söz söylemek hiç de kolay değildir. Çünkü bu saha her zaman “çok bileni” olan bir sahadır. Herkes, neye inanıyor ve neyin doğru olmasını istiyorsa o iddiayı temellendirmek için tarihe ve onun bitmek bilmeyen hafıza sandığına başvurur. Tarih, bugün yapılan ve yaşanan ne kadar günah ve ayıp varsa hepsinin geçmişten gelen bir sebebin sonucu olarak gösterilmek, bu şekilde meşrulaştırılmak için sürekli yine ve yeniden üretilen bir zihinsel geçmiş kurgusudur.  “Tarihi çarpıtarak başka bir süreç inşa etmek” işi ile meşgul olanlar, Osmanlı’nın yaklaşık 300 küsur sene süren Ortadoğu coğrafyasındaki varlığı ve misyonu ile “Tanrıyı kıyamete zorlama” senaryosu gereği İnsanları kan denizlerinde yüzdürmek pahasına Ortadoğu bölgesini işgal eden, Hıristiyan neo-conlar ve evangelistlistlerle, bölgenin tüm zenginlik kaynaklarını vicdansızca ve hayvani bir dürtüyle sömüren Siyonist emperyalistlerin varlık ve misyonunun aynı olduğunu ifade etmektedirler. Bu sömürgeci vahşi mel’unların bölgedeki varlıkları güya Osmanlı ile aynıymış; “bölgeye barışı götürmek, insan haklarını tesis etmek ve bölgeyi diktatörlerden temizlemek gibi”


İşte tarihi hiçbir mesnedi olmayan bu çarpıtma, ihanetin en büyüğü ve hatta ta kendisidir. Üstad Cemil Meriç; “Önce kaybolan hafızamızı yeniden inşa etmek zorundayız. Kimiz, neyiz, nasıl bir tarihin çocuklarıyız” der. Ve devam eder; “Türkiye Osmanlının varisidir. Ve hiçbir devletin ve ulusun sahip olamayacağı bir tarihi mirasa sahiptir. Ancak Türkiye, babasından kendisine kalan mirası çarçur eden mirasyedi evlat gibi tarihi misyonunu tüketiyor. Tam bir tarihyedi edasıyla…”

Peki bu sancılı bölgede Osmanlı’nın ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin misyonu nedir? Bu soruyu ve bölgedeki yabancı etkisini anlayabilmek için yakın tarihi ve bölgede yaşanan trajik hadiseleri çok iyi bilmek gerekir. Papa 2. Urbanlar, Papaz Piyer Lermitler, Çar Deli Petrolar, Yahudi Teodor Herzler dün neyse, o bölgede ne yapmak için varsalar bugün de aynı işi yapmak için torunları bulunmaktadır, “Bölgenin toprak ve insanına sahip olmak ve dünyadaki tüm Müslümanların kökünü kazımak…”

İşin vahim olan tarafı ise onlar öyle düşünürlerken biz senelerce bu fikrin aksini iddia etmedik ve onların ortaya attığı bu iddiayı destekler şekilde hareket ettik. 1996’lı yıllara kadar bu durum böyle devam ederken yani Türkiye açısından edilgen bir pozisyon söz konusu iken Türkiye’deki iç refleks, devlete ve sermayeye rağmen bir tepki gösterdi. Maneviyatçı ve Osmanlı’nın mirasına sahip çıkacağını tüm dünyaya deklare eden, Türkiye’yi AB önünde eli bağlı bir şekilde beklemekten kurtarıp Ortadoğu ile Asya’nın patronu rolüne hazırlayan bir hükümete idare hakkını verdi. Nitekim Financial Times Gazetesi yazarı David Gardner o senelerde kaleme aldığı bir makalede,  “Türkiye’nin Kuzey Irak ve bölge yönetimleriyle petrol ve doğalgaz anlaşması yapma planlarını “Osmanlı sonrası pasif düzeninin sona ermesinin işareti” olarak değerlendirdiğini tüm dünyaya ifade etti.

Osmanlı Ortadoğu’da neler yapmıştı? O İlay-ı Kelimetullah aşkına çağlar kapayıp, çağlar açan cihangir insanların yaptıklarını tek tek anlatmaya imkan var mı? Yalnız şu kadarla ifade etmek gerekirse eğer, Onlar her şeyden önce adildiler. Kapitalist Avrupa gibi herhangi bir bölgeye askerle, topla, silahla, gözyaşlarına ve akıtılan kanlara rağmen girmezdi, sadece selam verip girerdi. Nitekim Bosna savaşında bir Boşnak Milletvekili bölgeyi denetlemeye gelen Türk heyetine;

“Sizi neden seviyoruz biliyor musunuz? Siz bu bölgeye onlar gibi silahla bizleri öldürmek için girmediniz, Selam verip soframıza oturdunuz ve kardeşliğimize talip oldunuz. Sizi bu yüzden seviyoruz” demişti.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki varlığı, 16. yüzyılın başlarındaki Yavuz Sultan Selim’in bölge üzerinde sürdürdüğü “İslam Birliği” siyaseti ile başlamış, 20. yüzyılın başlarına kadar kesintisiz 400 sene devam etmiştir.

Osmanlı Devleti, Arabistan’ı 401 yıl, Suriye’yi 404 yıl, Irak’ı 386 yıl, Mısır’ı ise 365 yıl sadece birer vali ile idare etmeyi başarmıştır. Neydi Osmanlı’nın elde ettiği bu başarının sırrı? Nitekim asırlar boyu birer vali ile idare edilen bu sıkıntılı bölge bugün, kapitalist ve emperyalist Avrupa tarafından cetvelle bin parçaya bölünmüş, tarihi hiçbir dayanağı olmayan ve sonradan oluşturulan bir sürü yapay devletçiklerle doldurulmuştur. Bu sonradan oluşturulan devletçiklerle birlikte bölgede bulunan ve binlerce yıllık tarihe sahip olan, Mısır ve Suriye gibi devletlerin her birinin birer meclisleri, onlarca bakanları, komisyonları, başbakanları, cumhurbaşkanları bulunmaktadır. Fakat kan, gözyaşı, darbe, haksızlık, zulüm bölgeden eksik olmamaktadır. Bu yüzler ve hatta binlerle ifade edilen devlet adamları nasıl oluyor da, Osmanlı’nın bir tek vali ile bölgede tesis ettiği huzur ve güven ortamını sağlayamamaktadır. Bunun sırrı gayet açıktır. Osmanlı merkeze maddeyi ve parayı değil, insanı oturtmuş ve halka yapılan hizmeti hakka yapılan hizmet gibi görmüş, devleti yaşatmak için insanı yaşatmanın elzem olduğunu kabul etmiş ve politikalarını da bunun üzerine inşa etmiştir.

Osmanlı, hüküm sürdüğü bu dört asırlık zaman diliminde, uyguladığı millet sistemi çerçevesinde ırk ayrımı yapmamış, ve zekası nispetince herkesin yolunu açmıştır. Lübnan dağlarında koyun otlatan bir çoban çocuk eğer zeki ise, dünyaya hükmeden Osmanlı devlet mekanizmasında iki numaraya kadar yükselebiliyor ve sadrazamlık makamına oturabiliyordu. Bu durum insanlar içinde hak arama mücadelesini gereksiz hale getiriyordu. Lübnan bölgesi sadece Müslümanların yaşadığı bir bölge değildir. Ülkenin yarıya yakını Hıristiyanlardan oluşur. Dikkat edilirse Lübnan’daki bu Müslim- Hıristiyan nüfus dengesi bölgede 400 sene ordularının atlarını sulayan Müslümanlığın halifelik makamını uhdesinde bulunduran Osmanlıya rağmen değişmemiştir. Sanırım bu durum bile bölgedeki Osmanlı huzurunun bir göstergesi bir belgesi olma özelliğindedir. Nitekim bu barışı bizzat yaşamış bir Lübnanlı Maruni liderin şu açıklaması dikkat çekicidir. “Eğer Osmanlı Sultanının yarın bize bağımsızlık vereceğini öğrensem, diz üstü huzuruna çıkar bunu yapmaması ricasında bulunurum. Çünkü bizim güvenliğimiz ve hürriyetimiz onun himayesine bağlıdır.” Osmanlı Devleti, Ortadoğu’da; bölgenin hassasiyetini bilen, kendinden önce birbiri ile sürekli çatışma ve rekabet içindeki müslim ve gayri müslim bütün mezhep ve ırklara eşit mesafede hitap eden, anarşi ve karmaşaya meydan vermeden adil bir arabulucu olarak, bilumum meseleleri çözen ve kendinden başka hiçbir devletin başaramadığı “kerim ve tarafsız devlet” rüyasını tek başına yüzyıllar boyu gerçekleştiren bir devlet olmuştur. Bugün bu sıkıntılı bölgede yaşayan hiç kimse Osmanlı idaresinin nasıl bir şey olduğunu ve diğer idarelerden farkının ne olduğunu bilmiyor. Bölgeye Osmanlı idaresi ne getirmiş, bölge halkına nasıl davranılmış bilmiyor. Sadece büyüklerinden duyduğu kadarını televizyon programı için oralara kadar giden ve kendisine mikrofon uzatan Türk televizyon ekibinin gözlerinin içine bakarak üç kelime ile ifade ediyor. Üç kısa kelime…

“Sultan Abdülhâmid Han”

Nedir bu üç kelimenin sırrı?.. Sultan Abdülhamid Han, bölge halkı için ne ifade etmektedir? İşte bu sorunun cevabı esasında yazımızın özünü oluşturmaktadır. Abdülhamid, İslam kardeşliğini, ümmetlik duygusunu, yüzyıllar süren Osmanlı adaletini ve bölgesel hakimiyeti ifade etmektedir.

ABD’nin 1991’de körfezi işgali üzerine, dönemin Mısır Dışişleri Bakanı’nın; “Osmanlı gitti, Ortadoğu bitti” sözü aslında bölgede Osmanlı’ya duyulan özlem ve hasreti dile getiriyor. Hindistanlı eski liderlerden Ağa Han, Osmanlı’nın misyonunu şu şekilde ifade ediyor: “İstanbul’daki rejim, İslam’ın dünyevi yüceliğinin gözle görülür kalıntısını temsil etmekteydi. Osmanlılar Ortadoğu’nun çetrefilli siyasi gerçeklerini anlamış ve kavramış gerçek devlet adamlarıydı.” Osmanlı’nın çekilmesiyle birlikte bölgede bıraktığı boşluk, bugün doldurulamamıştır. Meşhur İngiliz ajanı Albay Lawrence, 20. yy. başında şu kehanette bulunmuştur: “Osmanlı’yı yıkacağız ama Ortadoğu’da O’nun boşluğunu asla dolduramayacağız.” 

Ortadoğu’da, hatıralarda saklı âsûde yılların yeniden yaşanması için yeni bir “Osmanlı misyonuna” ihtiyaç duyulmaktadır. Osmanlı Ortadoğu’da toprağı ve yüzlerce yıllık geçmişe sahip kan davalarını ıslah etmek için bulunuyordu. Fakat bugün maalesef ABD ve onun stratejik ortakları ise fesat çıkarmak için bölgede bulunuyorlar. Türkiye’nin, ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarına hizmet etmek için bölgedeki BM barış gücüne asker gönderme çabaları ise, Osmanlı misyonuna hizmet etmekten çok uzak bulunmaktadır. Osmanlı Lübnan’da, farklı kültürleri ve mezhepleri bir arada tutmanın sanatını ortaya koyarken bu gün bölgede hesaplar yapanlar, mahalli çatışmaları alevlendirmeye çalışıyorlar. Bu ayrımı yapamayanlar, ABD’yi, Siyonizm’i tanımayanlar, 34 günlük İsrail bombardımanında Birleşmiş Milletlerin ne kadar taraflı davrandığını görmezden gelenler ve ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına taşeronluk yapanlar, Osmanlının adını ağızlarına dahi almasınlar. 

Birleşmiş Milletleri kutsal bir barış örgütü olarak göstermeye çalışanlar, Lübnan’daki barış gücüne komuta edecek Fransa’nın, 40 savaş uçağı, helikopterler, keşif uçakları, 2800 asker, 15 bin askerin 90 günlük ihtiyacını karşılayacak mühimmatla ve 7 savaş gemisiyle bölgede görev almasını nasıl açıklayacaklar?   Evet, Fransa Ortadoğu’ya pastadan payını almak için geldi.

Sözün özü; Devlet-i Âli Osmanî nasıl mı bir tek vali ile 400 sene bugün binlerce devlet adamının idare edemediği bu sancılı bölgeyi idare etti? Cevap çok basit: “İnsana insan gibi davrandı. Bölgeye vahşi Avrupa’nın gittiği gibi askerle topla tüfekle değil, mimarla, mühendisle, hocayla, gitti. Askeri kışla yapmadı, han yaptı, köprü yaptı, hastane, medrese, cami, kervansaray, yol yaptı. Yaşlısına baktı, çocuğunu okuttu, bekârını evlendirdi, işsize iş, topraksıza toprak verdi. Yarın ruz-i mahşerde Allah hesap vereceğini bildiği için Müslim-gayri Müslim ayrımı yapmaksızın herkese tıpkı gözümüzün ve gönlümüzün nuru, Allahın resulu’nun davrandığı gibi eşit davrandı. Ve sadece bu yüzden; OSMANLI İMPARATORLUĞU BUGÜN KAN DERYASI OLAN ORTADOĞU COĞRAFYASINI MECLİSLER, PARLAMENTOLAR, BAKANLAR BAŞBAKANLAR, CUMHURBAŞKANLAR İLE DEĞİL SADECE BİR TEK VALİ İLE HUZUR İLE MUTLULUK İLE GÜZELLİK VE KARDEŞLİK İLE İDARE ETTİ.
Vesselâm.

Hiç yorum yok: