22 Mart 2013 Cuma

İnsan tamircisi aranıyor!-Gökhan Özcan


Dünyada pek çok şey bozuk… Ama hepsi, insan bozulduğu için bozuk… Her şeyi insan bozuyor. İyi güzel de, insanı kim, nasıl ve hangi şaşmaz doğrulukla tamir edecek? Hiç denemeyin, bu sorunun cevabı google’da yok!
Kime sorsanız dünyadan şikayetçi. Kimi sokaklarda hiç huzur kalmadığından dem vuruyor, kimi paranın hiç bereketi kalmadığından. Büyükler kendilerine saygı duyulmamasından rahatsız, küçükler yeterince sevilmemekten. Kadınlar erkeklerden, erkekler kadınlardan… Çalışanlar işverenlerinden, işverenler çalışanlarından… ‘Dünyada o kadar kavga gürültü var ki, kendimize gelemiyoruz’ diyen de var, ‘Aile ocağı derinden sarsılıyor’ diye kara kara düşünen de.

Haksızlar mı peki?
Hayır, neredeyse hepsi kendince haklı.
Hem bu kadar da değil şikayet edilecek şeyler, daha pek çok rahatsız eden şey var bizi. Şehirler kalabalık, gürültülü, pis ve tehlikeli. Trafik berbat. Herkes gergin ve tedirgin. İnsanlar birbirinin hukukuna riayet etmiyor. Kimsenin bir diğerinin derdiyle ilgilendiği yok. Yan yana iki dairede senelerce oturan insanlar birbirini tanımıyor, selam sabah bile etmiyor. Aynı dairede mesai yapan çalışanların birbirinin ahvalinden haberi yok. Herkes menfaatlerinin peşine düşmüş, dünyaya kazık kakma peşinde.
Yaşlılar kendi haline terkedilmiş, bayram seyran olmasa hiç arayanları olmayacak. Çocuklar çocuk olamadan, gençler dersten sınavdan başlarını kaldıramadan büyüyüp gidiyor. Hayatı, sokağı, bağı, bahçeyi hiç bilmiyorlar. Çiçeği, böceği, dağı, ırmağı, güneşi, ayı, yıldızları hiç farketmeden en güzel vakitlerini tüketiyorlar. Tabiidir ki öfkeliler, neden olduğunu bilmiyorlar ama öfkeliler. Haklılar öfkelenmekte, çünkü hayatın en güzel demlerini büyüklerinin başarı ihtiraslarına kurban verdiler. Büyükleri onların kendileri gibi olmaktan başka bir şey olmalarına izin vermedi. İşin kötüsü ‘kendileri’ de hiçbir şey değildi. Gayrı ihtiyari uzaklaşıyorlar ve kendilerine sanal alemler kuruyor, içinde kilitli kalıyorlar.
Her şey kâr etmeye ayarlanmış. Bu yüzden hormonlu domates, tatsız çilek, GDO’su değiştirilmiş mısır yemeye mecbur ediliyoruz. Ne yediğimiz etten, ne içtiğimiz sudan, ne atıştırdığımız ekmekten eminiz. Neye elimizi atsak orada bir tehdit. Her yanımız kanserojen etkilerle, canavar virüslerle çevrili. Şekerimiz, kolestrolümüz, ne kadar can sıkıcı şeyimiz varsa tavan yaptı. Ağzımızın tadı, soframızın huzuru kaçtı.
Ocağımızın bereketi de kalmadı hiç. Her gün yeni ihtiyaçlara, olmazsa olmazlara susayarak uyanıyoruz. Haliyle ne zengine yetiyor parası, ne yoksula. Bir taraftan alıp diğer tarafa yatırıyoruz. Elimizde ne kalıyor derseniz; hiç, hiçbir şey! Öyle abuk sabuk bir koşuşturma, tükete tükete tükenen, hayat öğüten bir insanlık döngüsü…
Nelerin kötü gittiğini sıralamaya başlayınca sütun filan yetmiyor. Daha uzun uzun yazmak mümkün ama faydası yok. Fayda üretmeye çalışan az sayıdaki kahraman insan da yazık ki bu kötü gidişatın bir parçası ile ömür tüketiyor. Şehirleri daha yaşanabilir, çilekleri daha yenebilir, suları daha içilebilir, insanları daha yüzüne bakılabilir, insanlıkları daha içe sinebilir hale getirmeye gayret ediyorlar. Hepsinden Allah razı olsun, bunca yanlışı birkaç doğruyla değiştirmek için direniyorlar. Ama işleri zor, bütün kötüye çalışıyor çünkü, düzelen parçayı kısa zamanda yeniden kara düzenine katıyor.
Dünyada pek çok şey bozuk… Ama hepsi insan bozulduğu için bozuk… Her şeyi insan bozuyor.
Tek tek bozduklarıyla uğraşırken insanı unutuyoruz. İnsanı tamir edebilsek, insanı yeniden insan edebilsek, ötekilerle uğraşmamız belki de hiç gerekmeyecek. Kısa zamanda her şey olması gerektiği gibi oluverecek.
İyi güzel de, insanı kim, nasıl ve hangi şaşmaz doğrulukla tamir edecek?
Hiç denemeyin, bu sorunun cevabı google’da yok!

Hiç yorum yok: