Tarih söylemimizin benimsediği izah Arapların 1. Dünya Savaşı'nda İngilizlerle işbirliği yapıp Şerif Hüseyin liderliğinde Osmanlı'ya karşı ayaklandığıdır... Şerif isyan etti etmesine, ama bu pek çok Arap kabilesinin Mondros'a kadar Osmanlı'nın yanında saf tuttuğu gerçeğini göz ardı etmeyi mazur göstermez...
Filistin meselesi, Gazze’nin kuşatılmışlığı, Mavi Marmara Gemisi’ni hedef alan İsrail saldırısı ve üzerine eklenen İran nükleer silah tartışmalarında Ankara’nın sergilediği tavrın gündeme taşıdığı ‘eksen kayması’ tartışması. Son birkaç haftanın tartışma konusu buydu.
Sözünü ettiğim süreçte tedirginlik yansıtan yorumların, Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında geliştirdiği yeni ilişkiler ağında kaydettiği baş döndürücü gelişmeye kuşkuyla bakan tahlillerin dayanağı malum: Araplarla bu denli içli- dışlılık, Ortadoğu meselesine bu seviyede müdahil olmak hayra alamet değil; Araplar bize ihanet etmişlerdi, Türkiye’nin ABD ve İsrail’le ilişkileri stratejik boyutta, hatta hayatidir!.
Bu yazıda meselenin siyasi tartışma boyutuna ilişkin bir değerlendirmeye girecek değilim. Ancak tahlilin yakın tarihe yaslanan yanı, yani kaba hattıyla Arapların 1. Dünya Savaşı’nda bize ihanet ettiği iddiası üzerinde durulmaya ve tashihe muhtaç.
Şerif Hüseyin kimdi?
Şerif Hüseyin imparatorluğun son döneminde ‘Mir-i Miran - Beylerbeyi- rütbesiyle Mekke Emiri’ydi. Şerif ailesinin diğer fertleri olan Haydar ve Cafer pasalar gibi Istanbul’da ikamet ediyor, Şûra-yı Devlet azalığı yapıyor, paşa rütbesine bağlı maaş alıyordu. Sultan 2.Abdülhamid’in fazla itimad etmemesinden dolayı kendisinin Mekke Emirliği’ne getirilmediği, bu göreve İttihat Terakki iktidarında Sultan Reşad’ın muvafakatiyle getirilebildiği de.
Şerif Hüseyin, savaşın Osmanlı aleyhine döndüğünün belli olduğu noktada İngilizlere yanaştı. Ünlü casus Lawrence’in girişimiyle de Arapları tek bir bayrak altında toplayacak Arap kralı, hatta imparatoru olacağına inandırıldı. Ondan istenen kaderini savaşı eninde sonunda kaybetmeye mahkum Osmanlı’ya değil Londra’ya bağlamasının hakkında hayırlı olacağını kabul etmesiydi. Bayrak açtığı takdirde kendisine para, silah, cephane, erzak dahil her türlü yardım yapılacaktı.
Şerif’in talepleri
Yayınlanmış İngiliz belgelerine göre İngilizlerle işbirliği yapmasına karşılık kendisinin talep ettiği coğrafya Mersin ve Adana’yı içine alacak şekilde İran sınırı ve Basra Körfezi’ne uzanan, doğuda Hint Denizi, batıda Kızıldeniz’le sınırlı bölgedir. Bilinen onun İngilizlerle pazarlığının 1916 senesi ortasında son bulduğu ve 27 Haziran 1916’da ünlü isyan bildirisini kaleme alıp açıkladığı. Askeri bakımdan Şerif’in etrafında topladığı gücün ciddiye alınacak yanı yoktur. Onun yanında isyana katılanlar Medine çevresinde parayla tutulmuş birkaç bedevi kabileden ibarettir. Mekke, Taif, Cidde bölgesindeki kabileler isyana katılmamışlardır. Daha önemlisi ne Bağdat ne de Şam’da Şam’da 40-50 kişilik bir grup dışında- isyan denilebilecek seviyede bir hareket olmamıştır.
Şerif Hüseyin’in hareketi askeri bakımdan ehemmiyetsizdir ancak İngilizlerin propaganda gücü sayesinde onun isyanın yol açtığı psikolojik tahribat büyük olmuştur. O kadar ki, kimi analizlerdeki hâkim görüş şudur: Balkan Harbi’nin Yemen isyanı yüzünden kaybedilmesine benzer şekilde Suriye’nin elden çıkmasına yol açan Filistin cephesinin çökmesi Hicaz isyanından kaynaklanmıştır.
Gerisi malum; Şerif Hüseyin, Osmanlı’nın Hicaz’ı boşaltmasından sonra Mekke’de emirligini ilan etti. Fakat bugün Suudi hanedanının kurucusu Abdülaziz b. Suud tarafından devrildi. Önce oğlu Şerif Ali lehine krallıktan feragat ettiyse de Abdülaziz b. Suud karşısında tutunamayıp oğlu Ali’yle birlikte İngilizlere sığınıp Kıbrıs’a kaçtı, orada öldü.
İngilizler Hüseyin’in Medine Emiri tayin ettiği oğlu Abdullah’ı da Suud’lardan kaçırıp Amman’a yerlestirdiler.. Ve Ürdün Kralı ilan ettiler. Ama Abdullah İngilizlerle bağını koparmaya kalkınca öldürüldü ve yerine oğlu Tallal geçti. Bir süre sonra akli dengesi bozulan Tallal tahtı oğlu Hüseyin’e bırakıp İstanbul’a geldi ve eski imparatorluk başkentinde tedavi gördü. Şerif Hüseyin’in küçük oğlu Faysal’ın Suriye Emiri olma hayali de Fransa engeline takıldı. İngilizler onu Bağdat’a götürüp Irak Kralı ilan ettilerse de Irak halkı peşpeşe birkaç darbede sonunda kendisini ve bütün ailesini öldürdüler.
Sonuç olarak Şerif Hüseyin’im büyük Arap imparatorluğu hayalinden bugüne Ürdün Krallığı kaldı.
Ve Cemal Paşa’nın öfkesi
İttihat Terakki’nin iktidara geldiği ilk sene Meclis-i Mebusan’ın 245 üyesinden 75’i Arap’tı. Ama Birinci Dünya Savaşı’na girdiğimizde bu sayı 5’e inmişti. İmparatorluk çatısı altında yaşayan diğer uluslar milliyetçilik derdine düştüğü halde o zaman kadar böyle bir düşünce taşımayan, daha ötesi dış dünyada kendilerini Türk olarak tanıtmakta beis görmeyen bir halktı Araplar. Örneğin yıllar sonra Arjantin devlet başkanı olan Karlos Menem’in ailesi Lübnan’dan göç ettiğinde el- Türko lakabını almıştı.
1. Dünya Savaşı içinde Filistin ve Çanakkale cephesinde savaşa katılan Araplar’ı soğutan Cemal Paşa’nın ‘tehcir’ siyaseti ve Arap milliyetçisi olarak belirlediği aydınları Şam’da idam ettirmesi oldu. Tehcir denildiğinde bizin aklımıza Ermeniler geliyor. Oysa ilk tehcir uygulamasına Suriye’de Araplar muhatap oldular. Binlerce insan zorunlu olarak Anadolu’ya göç ettirildi. Ve tarihi birlikteliğe son darbeyi 6 Mayıs 1916’da Şam’da 21 Arap aydınını idam ettirerek Cemal Paşa vurdu.
Son bir not olarak Mustafa kemal’in gerek milli mücadele süresince gerekse savaş bittikten sonra Araplara muhalif bir tavır içinde olmak bir yana mutasavver Türk- Arap federasyonu dahil ileriye matuf kimi düşünceleri kendisini ziyaret eden Arap heyetlerine ifade ettiğini de kaydedeyim. Kaldı ki Atatürk gelecekte İslam ülkelerinin hilafet makamına ihtiyaç olduğu fikrinde ittifak etmeleri halinde TBMM’nin manevi şahsiyetinde mündemiç olan İslam hilafetinin yeniden ihdas edilebileceği fikrindeydi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder