20 Aralık 2012 Perşembe

Dinleme işinin büyük ustaları bir zamanların haremağaları idi -Murat Bardakçı


Bugünün gelişmiş teknolojisi ile etrafı dinlemek de bir şey mi? Haremağaları bu işin çok daha âlâsını yapar, hükümdarın mahrem konuşmalarını bile etrafa yayarlardı.

Konuşmaları kapıdan, bacadan yahut pencereden dinleyip işimize geldiği anda kullanmak, teknolojinin gelişmediği devirlerde bile vârolmuş eski bir âdetimizdir, tarihimiz böyle bir hayli örnekle doludur ve bu işin en büyük ustaları da haremağaları olmuştur. Hadım ağaların kulakları padişahların özel hayatlarına, âşık oldukları kadınlarla mahrem konuşmalara kadar uzanmış ve rezaletlere sebep olmuştur. İşte bu rezaletlerden biri: Sultan Abdülmecid'in haremağası Tahsin Ağa'nın dinleme öyküsü...

EN sonunda bu da oldu ve Genelkurmay Başkanı'nın konuşmaları internete düştü.

Orgeneral İlker Başbuğ'un bir toplantıdaki konuşması, gazetelerde ve internet sitelerinde iki gün boyunca yayınlandı, söyledikleri hakkında türlü türlü yorumlar yapıldı ve Genelkurmay manidar bir dille de olsa, konuşmanın gerçek olduğunu duyurdu.

Kapalı yerlerde yapılan önemli konuşmaları kapıdan, pencereden, çatıdan yahut işitilebilmesi mümkün olan her yerden dinlemeye çalışmak, bizde teknolojinin bugünkü gibi gelişmediği devirlerde bile vârolmuş eski bir gelenektir.

Zamanın kudretli hükümdarları bile, etraflarındakilerin dinleme merakı yüzünden mahrem meseleleri konuştukları yerlerde söylenenlerin işitilmesini önleyecek tedbirler almaya çalışmışlardır. Meselâ, Topkapı Sarayı'nın hükümdara ait mekânlarında şırıl şırıl sular akıtan koskoca muslukların bulunmasının hikmeti de budur, yani su sesinin konuşmaların anlaşılmasını önleme özelliğinden medet umulmuştur...

Tarihimiz, dinleme ile ilgili bir hayli örnekle doludur ama bu kulak kabartmalar içerisinde öyle bir hadise vardır ki, padişahın özel hayatına, âşık olduğu bir cariye ile arasındaki mahrem konuşmaya kadar uzanmış, konuşma dinleyen kişinin çenesini tutamaması yüzünden herkesin mâlumu olmuş, neticede tam bir rezalet çıkmış ve kabak çenesini tutamayan meraklı köstebeğin başına patlamıştır.
İşte, bu dinleme öyküsünün ayrıntıları:

1855 senesidir, Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecid vardır ve genç hükümdar, gönlünü "Serfiraz" adındaki çok güzel bir cariyeye kaptırmıştır.

Abdülmecid, o günlerde sarayın gittikçe artan masraflarını kısmanın peşindedir ve bazı tasarruf tedbirleri almıştır. Saray kadınlarına birkaç atın çektiği arabalarla artık dolaşmamaları emredilmiş, en az on kürekçiye ihtiyaç gösteren büyük kayıklara binmeleri engellenmiş ve saraya mal getiren tüccarlardan alışveriş etmeleri de yasaklanmıştır.

Padişah, paşalarıyla bir sabah bu tasarruf tedbirlerinin neticelerini görüştüğü sırada söz dönüp dolaşıp saray dedikodularına gelmiş, Sultan Abdülmecid haremdeki hanımların, özellikle de Serfiraz'ın aşırı masraflarından bıktığını söylemiş ve ağzından "Edepsiz karı, çok para harcıyor" diye bir söz çıkmıştır.

Sarayın dedikodu çarkları hemen o anda dönmeye başlamış ve Serfiraz, Abdülmecid'in sözlerinden birkaç dakika sonra haberdar olmuştur.

Devlet işlerini tamamlayan hükümdar, akşam saatlerinde yanında haremağası Tahsin ile beraber hareme geçmiştir. Serfiraz'ın yanına gidecek, o gece âşık olduğu cariyesi ile beraber kalacaktır.

Cariyenin dairesine haremin salonlarından birinden, ardarda iki kapıdan girilebilmektedir. Salondaki ilk kapı antreyi andıran bir başka mekâna açılmakta, Serfiraz'ın dairesinin kapısı, bu girişin ilerisinde bulunmaktadır.

Sultan Abdülmecid, Tahsin Ağa'yı ilk kapının gerisinde bırakıp içeriye süzülür, ikinci kapının altın tokmağını açmak için çevirir, açamayınca kurcalar, kilitli olduğunu anlayınca da "Açsana!" diye fısıldar.

İçeriden, genç bir kadının hırçın sesi gelir:

- Açmıyorum işte, açmıyorum, açmıycaaammm!

- Ama neden nûr-ı aynım?

- Sen bana edepsiz demişsin. Edepsizler, işte böyle yaparlar. Üstelik saray arabalarına binmemi de yasaklamışsın. Bu gece benim odama giremezsin. Girmek istiyorsan, paşalarından ruhsat tezkeresi (izin kâğıdı) getir, getiremezsen git tek başına uyu!

Genç hükümdar, ısrar eder ama huysuz cariye inad etmiştir bir kere... Sultan Abdülmecid sinirlendiğini belli etmemeye çalışır, ayaklarının ucuna basarak kapının önünden ayrılır, kendi yatak odasına döner, geceyi yatak irisi döşeğinde yalnız geçirir. Kaderinde, o gece tek başına yatmak vardır.

Ama asıl rezalet, ertesi sabah çıkar. Bütün İstanbul, cariyenin padişahı nasıl reddettiğini konuşmaktadır. Zira, hükümdarı Serfiraz'ın odasının önündeki girişin kapısına kadar getiren haremağası artık oradan ayrılması gerektiği halde ayrılmamış, usulca araladığı kapıdan Abdülmecid'in yalvarmalarını dinlemiş ve Serfiraz'ın bütün hırçın sözlerini duymuştur. Padişahın tek başına odasına dönmesinden hemen önce sıvışmış, kendi dairesine gitmiş, işittiklerini önüne gelene anlatmış ve olup bitenler hemen o gece bütün İstanbul'un diline pelesenk olmuştur!

Dedikodulardan ancak ertesi sabah haberdar olan Sultan Abdülmecid, Tahsin Ağa'yı haremağalığından azleder, palas pandıras bir gemiye koyup Kıbrıs'a sürgüne gönderir, yerine de Hayrettin Ağa'yı getirir.

Hadisenin ayrıntılarını "Tezâkir" isimli eserinde nakleden 19. asrın büyük hukuk âlimi ve tarihçisi Cevdet Paşa, "İki kişi arasında konuşulan şey sır değildir sözünü unutmayın. Serfiraz'ın dairesinin kapısında olup bitenler, bu sözü doğrulamaktadır" diye yazacaktır.

Padişahı 'Aşkı için kiralık katil tuttu' diye suçladılar

SULTAN Abdülmecid ile cariyesi Serfiraz arasında yaşananları nakleden Cevdet Paşa, "Tezâkir" isimli eserinde Serfiraz'ın başka maceralarından da bahseder, hattâ hükümdarın kiralık katil tuttuğu yolundaki iddiaları bile yazar.

Cevdet Paşa, günümüzün Türkçesi ile şöyle demektedir:

"...İstanbul'un seçkin semtlerinden olan Beşiktaş'tan Ihlamur Sarayı'na uzanan iki yanı ağaçlıklı yolda yürüyen feraceli hanımlarla onları belli etmeden izlemeye çalışan feslerini yana devirmiş, ince bıyıklı ve redingotlu beyler, canhıraş bir feryatla irkildiler.

Yolun iki yanındaki ahşap evlerin, konak yavrularının cumbaları gıcırdayarak açıldı, meraklı yüzler caddede ne olup bittiğini anlamaya çalıştılar.

Bir genç yerde kanlar içerisinde yatmakta, ellerindeki kanlı bıçakları bir yana atarak koşmaya başlayan hırpani kılıklı iki kişi, ara sokaklarda gözden kaybolmaktaydı.

Padişahı odasının kapısından geri çevirmekle isim yapmış olan Serfiraz, Beşiktaş'ta oturan ve Küçük Fesli denen bir Ermeni gencine gönlünü kaptırmış ama sevgisine karşılık alamayınca intikama kalkışmış, önce Beyoğlu'ndaki bir kahvede öldürtmek istemiş, sonuç alamayınca da Beşiktaş Çarşısı'nda bıçaklatmıştı.

Sevgili, Küçük Fesli diye anılan genç bir Ermeni müzisyen idi. Beşiktaş'ta, Çarşıiçi Caddesi'nde oturmakta ve Yıldız Köşkü'nde kalan Serfiraz'la haftada birkaç kez buluşmaktaydı. Bir gün, Beyoğlu'ndaki müzisyenler kahvesinde arkadaşlarıyla çene çalarken içeri giren bir Hırvat tarafından yaylım ateşine tutuldu ve hafif yaralandı. Ailesi, Küçük Fesli'yi adalardan birine kaçırdı. Ama, Serfiraz 'İlle de Feslimi isterim' diye tutturunca, yeniden Beşiktaş'a döndü. Ancak, aşkları bu defa kısa sürdü ve padişaha ortaklık eden Ermeni genci, bir gece Çarşıiçi'nde iki kişi tarafından bıçaklandı, ertesi gün de öldü.

Ailesi, işin peşini bırakmadı. Ermeni cemaati, İstanbul'da bir soruşturma başlattı, üstelik birkaç gün içinde katillerin kimliği ortaya çıkartıldı. Asıl rezalet, o zaman yaşandı. Dedikodular, katillerin bizzat saray tarafından kiralandıklarını itiraf ettikleri yolunda idi.

Ermeni gencinin ailesi, dedikodulardan yola çıkıp İstanbul'daki İngiltere, Fransa ve Rusya büyükelçiliklerine dilekçeler verdiler ve 'Oğlumuzu padişah öldürtmüştür' iddiasında bulundular. Dilekçede, 'Serfiraz'ın aşkını kıskanan padişah, kiralık katiller tutup oğlumuzun canına kıydırdı. Aslında oğlumuz cariyeye başını çevirip bakmazdı ama Serfiraz adamlarını eve gönderip Feslimizi rahatsız eder, saraya çağırırdı. Evladımız boş yere canından oldu. Saray bize tazminat versin' demekte idiler.

Neyse ki, devletimiz ile Avrupa'nın üç büyük devleti arasındaki siyasî ilişkiler o günlerde iyi seyretmekteydi, elçilikler, Küçük Fesli'nin ailesinin taleplerinin üzerinde durmadılar ve mesele kapandı."

Hiç yorum yok: