Kur'an'da bildirildiği üzere nefisler kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır yaratılmıştır. İnsan ise, nefsindeki diğer tüm kötü özellikler gibi, kıskançlık duygusundan da arınmakla sorumludur. Kıskançlık, haset ve rekabet hırsı gibi kötü ahlâk özellikleriyle mücadele etmediği ve arınmadığı takdirde, Allah'ın emrettiği ahlâkı yaşayabilmesi ve O'nun hoşnutluğunu kazanabilmesi mümkün olmaz. Azgınlık ve haset duyguları öylesine tehlikelidir ki, insanları sapkınlığa kadar götürebilmektedir. Kur'an'da, kendilerine hak kitaplar ve apaçık ayetler geldiği halde, Allah'ın dosdoğru yolundan sapmış olan insanlardan söz edilir:
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir. (Bakara Suresi, 213)
Ayette haber verilen durum, kıskançlığın sebep olabileceği zararların boyutunu göstermesi yönünden çok önemlidir. Kıskançlık sebebiyle âdeta şuuru kapanan insan, doğru olan yolu bildiği halde yanlış yola sapabilmektedir. Kıskançlık ve rekabet duygularının esiri olan kişinin akılcı düşünebilmesi imkânsızlaşmakta, Kur'an'a ters düşen davranışlar sergilemektedir. Sonuçta; aklı ve vicdanı devreden çıkan kişi, şeytani özelliklere sahip nefsine yenik düşmüştür. Bu durum da onun samimiyetten uzaklaşmasına sebep olacaktır.
Kıskançlığın ve rekabet duygularının dünyevi değerlere dayandığı oldukça açıktır. Çoğu insan başkalarının sahip olduğu maddi ya da manevi değerleri kıskanır ve rekabete kalkışır. Müminler ise dünya hayatının metaına ve çıkarlarına asla değer vermezler. Çünkü maddi ya da manevi tüm nimetleri Allah vermektedir ve dilerse hepsini geri alabilir. Mümin, Allah'ın verdiği nimetlere şükreder, hiçbirine tutku duymaz ve tümünü yine O'nun yolunda kullanır. Çünkü iman eden insan, geçici ve yok olacak olan bu nimetlerin, kıskanılacak ve hırs yapılacak şeyler olmadığının bilincindedir. Allah bu nimetlerden herhangi birini, bir başkasına daha fazla verdiğinde ise, "Şüphesiz benim Rabbim rızkı dilediğine genişletir-yayar ve kısar da. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar." (Sebe' Suresi, 36) inancıyla, ardındaki hikmetleri görmeye çalışır. Ayette haber verildiği üzere, çoğunluk bu gerçeği bilmemektedir, bilen ise yine Allah'ın sünneti gereği, az sayıda olan müminlerdir.
İnsanlara verilen bütün nimetler birer imtihan vesilesidir. İnsan, bunları ne şekilde kullandığıyla ve nimetlere nankörlük ya da şükür edip etmediğiyle sınanmaktadır. Bu nedenle dünya hayatının geçici bir imtihan mekânı olarak yaratıldığının bilincinde olan insan, dünyanın bu yok olacak süslerine karşı kıskançlığa kapılmaz. Zenginliği, güzelliği ya da ailesi nedeniyle bir insana karşı kıskançlık duymak , "Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin…" (Tevbe Suresi, 55) ayetiyle belirtildiği üzere din ahlakına uygun değildir.
Zaten Kur'an ahlâkını yaşayan insan, ahirette dünyadakilerle kıyaslanamayacak kadar mükemmel nimetlerin kendisine verileceğini umut eder. Rabbimiz tüm güzellikleri, Kendisinden sakınan ve rızasını arayan kulları için hazırlamıştır. Ancak bütün nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğundan habersiz kimseler, kıskançlık ve rekabet gibi duyguları çok sıklıkla yaşarlar.
İman eden insan, bir başkasının sahip olduğu güzel ahlâk özelliklerini de kıskanmaz. Kıskançlıktan ve hasetten kaçınan müminin hissettiği, yalnızca 'gıpta'dır. Gıpta etmek, karşısındaki insanı rakip görmesini gerektirmez.
Bediüzzaman haset duygusunun öncelikle haset edeni ezdiğini, mahvettiğini, yaktığını söyler. Hasedin çaresini de şöyle ifade eder; Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün(güzellik) ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir(gelip geçicidir). Faidesi az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler(ahirete ait üstün özellikler) ise, zaten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyâkârdır(gösterişçi, ikiyüzlüdür); âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu(haset edileni) riyâkâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder. (Mektûbat, 22. Mektup)
Kur'an ayetindeki "hayırlarda yarışınız" hükmü gereğince, her mümin Allah'ın sevgisini ve rızasının en çoğunu kazanmak için çaba gösterir. Ancak bu Rahmanî bir yarıştır, dünya hayatındaki menfaat savaşıyla uzak- yakın hiçbir ilgisi yoktur. Bu yarışta amaçlanan hedef, Rabbimize yakınlaşmaktır. Ve samimi müminler bu yarışta diğer müminlerin de Allah'ın sevgisini kazanabilmeleri için dua ederler. Bilirler ki Allah yolunda aştıkları her vâdi, onları Rablerine daha da yaklaştıracaktır:
Küçük, büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe Suresi, 121)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder