3 Kasım 2012 Cumartesi

ESKİ ÇİN KÜLTÜRÜ VE TÜRKLER-Dr. W. EBERHARD-Sinoloji Profesörü



ESKİ ÇİN KÜLTÜRÜ VE TÜRKLER-Dr. W. EBERHARD-Sinoloji Profesörü

Türkçeye Çeviren İkbal BERK -Sinoloji Enstitüsünde Mütercim



"Çin,, denildiği zaman birçok insanlar, memleketi düşman taarruzlarından ve dışardan gelen bütün kültür tesirlerinden ayıran Çin seddini hatırlarlar. Çin, bizim için kendi içinde ve kendi kendine tekâmül eden kapalı bir kültürün timsalidir. Çin kültürünün bu tasviri artık bugün için doğru değildir. Çin hakkında düşündüklerimiz son on sene zarfında temamiyle değişmiştir. Bu yazımızın gayesi, Çin hakkındaki yeni ilmî mütalealar üzerinde konuşmak 1, en mühim noktaları tebarüz ettirmek, ve bilhassa Çin'in aydınlanması için Türklerin bu sahada oynadıkları rolün ehemmiyeti ile ilgili olan problemleri izah etmektir. Bununla aynı zamanda Türklerin en eski tarihlerine de temas etmek zorunda kalıyoruz. Bunu söylediğim zaman anlaşmazlığa sebebiyet vermemek için biraz izahat vermem lâzımdır. Ben Türklerin ilk yurtlarının doğu Asya olduğunu iddia etmek istemiyorum. Fakat bugün Türklerin ve Türklerle akraba kavimlerin, M. E. 3 üncü bin yılda, hatta neolitik devirde Orta Asya'nın doğu kısımlarında yaşadıkları bir hakikattir. Bu Türkler de tıpkı Türk ırkına mensup diğer kavimlerle Anadolu'da yaşayan ve Asya'nın diğer kısımlarından Anadolu'ya hicret eden Türkler gibi bugünkü Türklerin ecdadlarıdır. Bunların tarih ve kültürlerinin incelenmesi, Türk tarih ve kültürlerinin incelenmesi demektir ve bu ulusal bir ödevdir. Orta Asya Türkleri hakkında elde ettiğimiz en eski malûmat ve zaten Türkler hakkında mevcut en eski bilgiler Çin kaynaklarından alınabilir. Bunu yapmak bu memlekette Sinolojinin vazifesidir. Bunun nasıl yapıldığından yazımızın sonunda bahsedeceğim.
* *
Çinlilerin dünyanın en eski kültür milleti oldukları ve arkalarında 5000 senelik bir kültür devri bulunduğu birçok defalar söylenmiştir. Bu fikir bu şekilde artık doğru değildir. Tabii Çin, haritalarımızda gösterilen coğrafî bir mıntaka olarak ele alınacak olursa Akadlar ve Sümerler kadar olmasa bile yine, çok eski bir kültüre sahiptir. Fakat 4000 sene evvel orada mevcut olan kültür, bizim bugün gördüğümüz Çin kültürü değildir. Tıpkı bugünkü İtalya ile eski Roma İmparatorluğunun aynı olmadığı gibi. Bugünkü İtalya, eski Roma İmparatorluğunun da üzerinde bulunduğu coğrafî mıntakadır, fakat insanları aynı değildir, ve kültürleri de eski Roma kültürünün devamı değildir. Memlekete yeni kavimler gelmiş, yeni kültürler nüfuz etmiş ve netice temamiyle yeni ve kendisine has bir şekil almıştır.


Çinliler bize, tarihî devirler için umumiyetle iyi ve kullanılabilen birçok tarihî eserler bırakmışlardır. Eski tarihleri için uğraşmışlar ve hatta M. E. I. inci yüz yılda en eski devirleri tasvire çalışmışlardır. Bu tasvirin üzerinde zamanla uğraşılmış ve nihayet birçok muahhar tarihlerde, ve Avrupa dillerindeki tercümelerde görüldüğü üzere tesbit edilmiştir.

Tasvir, Çin tarihinin başlangıcında halka, kültürü öğreten birçok akıl ve âhlaklı İmparatorlar gösteriyor. Bu İmparatorlar evlenmeyi, giyimi, yazıyı vesaireyi, yani kısaca yüksek bir kültür için lâzım olan her şeyi icat ettiler; ekseriya 100 yıldan fazla icrayı hükmettiler. Bu devirlerde harp yoktur ve mes'ut bir devir hüküm sürmektedir. Ancak sonradan, bizde şimdi mevcut olan kötülükler, harplar, ahlâksızlıklar, cinayetler, kıtlık ve sefalet yavaş yavaş baş göstermiştir.

Bütün bu İmparatorların saltanat sürdükleri tarihler de veriliyor ve yeni icatlarda bulundukları zaman bundan bahsediliyor. Her şey gayet mantıkî ve sarihtir.

Yeni araştırmalar bu güzel hayali tamamiyle bozmuştur. Bugün artık bunların hiç birine inanmıyoruz. Kazılar bize yazının M. E. 3 üncü bin yılın başlangıcında icat edilmeyip ancak M. E. 15 inci yüz yılda icat edildiğini gösteriyor. Çünkü M. E. 15-10 uncu yüz yıllar arasındaki yazı daha çok iptidaidir ve bu kadar uzun bir tekâmül devresi geçirmiş olamaz. Eski masal araştırmaları ve din tarihi bize eski İmparatorların hakikî İmparator olmayıp, ancak sonraları Çin âlimleri tarafından insan ve İmparator şekline sokulan tanrılar olduklarını göstermiştir.

Biz bugün katî olarak tanrı olan bu İmparatorlara hangi bölgelerde tapıldığını biliyoruz; bu tanrılar hakkında mufassal malûmat veren birçok eski kaynaklar bulduk. Etnoloji bize "evlenme,,, "giyim,, gibi şeylerin bir İmparator tarafından icat edilmediğini, fakat, insanlığın, pek çok devirler evvel bunları icat ettiğini göstermiştir; sonra Etnoloji bize yine en eski devirlerde, başlarında bir hükümdarla memurların bulunduğu bir devletin hiç bir yerde bulunmadığını, bunun bugün bildiğimiz ve o zaman Çin'de mevcut olduğunu gördüğümüz ilk merhaleler üzerine kurulmuş
olan muahhar bir gelişme olduğunu öğretmiştir. Astronomi riyazî hesaplarla takriben M. E. 1000 yılına kadar Çin kaynaklarında verilen tarihlerin yanlış olduklarını isbat etmiştir 2. Burada bahis mevzuu olan tarihler, tarihî devirlere ait olmayup İsa'nın doğduğu yıllarda ve hatta daha sonraları yaşamış olan Çinli âlimlerin hesaplarının neticeleridir. Astronomik bilgileri çok olan bu bilginler, eldeki pek az malûmatla ve kendi bazı fikirleri ile bu pek eski zamanlarda yaşamış olan kıralların ne zaman yaşadıklarını hesaplamağa çalıştılar. Fakat astronominin bugünkü kadar tekâmül etmemiş olmasından hesaplarında bazı hatalar mevcuttur.Büyüklüğü hesap edilebilen bu hatalar tarihlerde göze çarpmaktadır. Ben burada bunlardan fazla bahsedemiyeceğim, fakat bugün tarihen doğru olmadıkları her hususta görülüyor.


Fakat, tarihi devir ne zaman başlar? M. E. 1400-1050 arasındaki zamanı teşkil eden ve "Shang-devri,, denilen çağla başlar. Çünkü bu devri hem kazılardan ve kazılarda bulunan vesikalardan ve hem de klâsik Çin edebiyatından biliyoruz. 1927 yılından beri Shang sülâlesinin hükümet merkezinde kazılar yapıldı ve bunların evvelce nasıl yaşadıkları hakkında bugün, oldukca kati malûmat elde edilmiştir. Bundan öncekilerinden emin değiliz ve çoğu da yarı efsanevidir. Shang devrinden önceki çağlar neolitik devre aittir. Shang'ların hükümet merkezinde yapılan kazılar bize vakıa Shang kültürünün sonraki Çin kültürü ile birçok noktalarda aynı olduğunu, fakat Çin kültürünün basit bir ilk merhalesi olmayıp başka karakterde bir kültür olduğunu göstermiştir.

Arkeoloji tetkiklerinden elde edilen neticeler ile ve Etnolojinin de yardımı sayesinde en eski Çin kültürü meselesine temas edilmiş; bu suretle Çin kültürünün teşekkülü hakkındaki yeni görüşler vücude gelmiştir.
***
Bu yeni mütaleaya göre bir "Çin,, kültüründen ancak M. E. 1050 yılından itibaren bahsedebiliriz. Bundan öncekilerin hepsine "proto-Çin„yahut buna benzer bir isim verilir.

M. E. 3 üncü yüz yılda coğrafyada Çin adını alan bölgede ne bir birlik teşkil eden Çin kültürü ne de bir vahdeti olan bir Çin nüfuzu vardı. Fakat bunun yerine muhtelif Çin kültürleri ile muhtelif kavimler bulunuyordu. Bugün bu bölgede 20 büyük halk gurubu tefrik edilebiliyor, fakat bunlar büyükce guruplardan müteşekkil bir sıra halinde toplanabilir. En mühimleri aşağıdakilerdir: Bölgenin doğu şimalinde bizim bugün Çin dediğimiz yerde bugünkü Mançuların ecdadı olan Tunguz'lar yaşıyordu. Bunlar iptidaî kültür kavmi idiler. Kısmen avcı, fakat kısmen de ehlî hayvan ve bilhassa domuz beslerler. (Tunguz kelimesinin Türkçesi domuz kelimesi ile karabeti hiç bir suretle tesadüfî değildir.

Tunguzlar için domuz tipik bir hayvandır; halbuki Türkler bütün tarihleri boyunca, hattâ İslâmiyetten evvel hiçbir zaman domuz beslememişlerdir). Tunguzların batısında bugünkü Moğolların ecdadı olan Moğollar yaşarlardı ve bunlar bilhassa sığır beslerlerdi. Fakat bugünkü Moğollar gibi yalnız Moğolistan'da değil, ta Çin'in içlerine, Sarı mağa kadar yayılmış olarak yaşarlardı.

Bunların da batısında, bugünkü Türklerin ecdadı oturuyordu. Büyük Huangho dirseğinin içinde bizim bugün Ordos dediğimiz bölgenin batısında olan Kansu eyaletinde ve cenupta Wei nehrine kadar uzanan yerlerde yaşarlardı. Onları ilk tanıdığımız en eski zamanlarda bile bilhassa at yetiştirirler ve insanlarla hayvanların kışlık yiyimlerini temin için ziraatla meşgul olurlardı. "Göçebe,, kavimlerin yalnız hayvan besledikleri gibi fikirlerden ayrılmamız lâzımdır. Hemen bütün göçebeler kışlık yiyeceklerini temin maksadı ile ziraat ile de meşgul olmak zorundadırlar,ve bunu yapmıyan kavimlerde istisna teşkil ederler. Bu en eski Türklerden ilerde tekrar bahsedeceğiz.

Çin'in batısında en eski zamanlardan beri Tibetliler otururlardı, Yalnız bugün yaşadıkları bölgelerde değil, fakat Çin'in içlerine kadar uzanırlardı. Bu Tibetliler bilhassa koyun beslerler ve koyunları için dağları tercih ederlerdi. Türkler ise ovalarda yaşamağı sevdiklerinden Türklerle Tibetlilerin bir arada oturdukları büyük sahalar vardı; yani ovalarda Türkler, dağlarda da Tibetliler yaşarlardı. Bazan bunların karıştıkları da vaki olmuştur ve İsa'nın doğum yıllarında birçok Türk-Tibet melez kavimlerine tesadüf ediliyor. Muhtelif kültürlere sahip olan kavimlerin
karışmalar™ araştırmak modern Etnolojinin en mühim problemterinden biridir ve böyle araştırmaların neticeleri bizim meselelerimiz işin çok ehemmiyetlidir.

Bugünkü Çin'in cenubundaki bölgede muhtelif kültürler taşıyan muhtelif kavimler yaşıyorlardı. Bu cenup kavimleri şimal kavimlerinden bariz bir şekilde ayrılmaktadırlar. Şimal kavimlerinin ekonomisinde hayvan beslemek en mühim rolü oynar; cenup kavimlerinde ise bilhassa ziraat ehemmiyetlidir, fakat ziraatin de iptidaî bir şekli olan yakma suretiyle yapılan ziraattir.Bu nevi ziraate dağların yamaçlarındaki ağaçlarla çalılar yakılır ve geri kalan küle nebatlar, bilhassa kökünde yumru bulunan nedatlar ekilir cenup kültürüne ait olan Tai'lar çok sulak ovalarda nebatlar ekmeğe başlamışlardır. Bu Tai'lar ilk defa olarak pirinç ekmeği icat etmişlerdir Pirinç ziraatinin cenup Çin'den Hindistan'a ve oradan da batı Asya ve cenup Avrupa'ya yayılmış olması ihtimal dışında değildir. Pirinç eken Tai'lar bugünkü Siyamlıların ecdadıdırlar. (bu memlekete onun için bu gün de Tailand deniliyor). Fakat aynı zamanda bugünkü Çin'lilerin de en mühim cedleridirler. Sizi şaşırtmak için canup kültürlerinden fazla bahsetmeyeceğim. Yanlız Yine cenup kültürlerinden biri olan ve Çin'in doğu cenup kabilelerinde bulunan yüen kültürünü zikredeceğim Bu yüen kültürü bir gemici kültürü idi ve oldukça yüksekti. Yüen'lerin gemicileri yanlız cenup Çin ile Hindiçini'nin bütün sahillerinde değil, aynı zamanda cenup Japonya ile- Kora'da da müstemleke teşkil etmişlerdir. Kora, Çin ile Japonya arasında bir bağdır ve Japonya ve cenup Çin arasındaki dış benzerlikler gibi iki taraf kültürlerinin müşabeheti Yüen'lerin müstemleke teşkil etme lerinin neticeleridir. Diğer taraftan Hindiçini'ye hicret etmiş olan Yüehler değişerek Hollanda adalarındaki yerlileri teşkil eden Malayenler olmuşlardır. Böylece cenup Çin'deki vaziyet yalnız Japonya ve Hindiçini'deki etnik vaziyet değil, Avustralya'ya kadar bütün adalardaki etnik vaziyeti de izah etti. Ben burada fazla tafsilâta girişemiyeceğim fakat size bu araştırmaların pek çok neticeler verdiğini göstermek istedim.


Demek ki takriben M. E. 2500 de bugünkü Çin'in bulunduğu bölgelerde
halkın vaziyeti böyle idi. Şimdi siz, o halde Çin'lilerin kendileri
nerede idiler, diye soracaksınız. Bugün buna şöyle cevap veriyoruz:
Onlar henüz mevcut değildiler, tıpkı bundan 1400 sene evvel
Fransızların henüz mevcut olmayıp onların yerine bilâhare Fransız olan
bir çok kabile ve kavimlerin bulunduğu gibi. Mevcut olan bütün yüksek
kültürlerin üzerinde yapılan araştırmalar, bunların hiç birinin kendiliğinden
vücuda gelmediğini göstermiştir. Dünya yüzünde gördüğümüz ve yakından
tetkik ettiğimiz bütün yüksek kültürler, muhtelif kültürlerin birbirlerinin
üzerine olan tesirlerinin mahsulüdür. Eğer bu böyle olmasaydı
o zaman yüksek kültüre sahip olan kavimlerin diğerlerinden daha kabiliyetli
bir ırka mensup olduklarını kabul etmek lâzımdı. Bu vakıa
müteaddit defalar iddia edilmiştir, fakat şimdiye kadar hiç bir suretle
ispat edilmemiştir. Hattâ modern psikolojinin verdiği neticeler bunun
aleyhindedir3.

O halde bu gün, M. E. 2500 de şimdiki manâda Çinlilerin henüz
mevcut olmadıklarını söyliyor ve buna mukabil Çinlilerin yaşadıkları
bölgelerde yukarda kısaca bahsettiğimiz muhtelif kavimlerin yaşadıklarını
iddia ve isbat edebiliyoruz. Umumiyetle kavimler yalnız ve ayrı
olarak yaşamazlar. İptidaî kavimler bile sulh halinde iken veya harp
dolayısiyle birbirlerile münasebette bulunurlar. Bu münasebetlerdeki
karşılıklı tesirler sathi kalmaz, birbirlerinin kültürlerine müessir olurlar.
Eskiden kavimlerin arasındaki bu münasebetlerin yalnız harple
temin edilebildikleri zannolunurdu. Böylece bir kavim diğerine hücum
ederek onu ezerdi. Fakat bunun her4 zaman böyle olması icap ettiği
ve iyi şartlar altında da temaslar yapıldığı hatta bu temasların ötekiler
kadar ehemmiyetli olduklarını gösteren bir çok misâller vardır. Çin
tarihinde bu misâllere çok tesadüf ediyoruz.

O halde başlangıçta anlatılan ayrı ayrı kültürler, zamanla münasebetlerini
gittikçe daha fazla arttırmışlardır. Bu bilhassa bütün kabilelere
ait müstemleke yahut bir geçit bölgesi olan yerlerde daha şiddetli olmuştur.

Eski Çindeki müstemleke bölgeleri sarı ırmak ile Yang-tse'nin mansabı
idi. Bu mansap bölgeleri suların çekilmesi ile hasıl olan yerlerdir

ve tarihî devirlerde bile Hopei eyaletinin yani bugünkü Pekin'in bulunduğu
eyalet temamiyle bataklık ve gayrı meskûndu. Nehirden kazanılan
arazi gittikçe büyümekte ve etraftaki kavimler orada müstemleke
teşkil etmekte idiler. Bunun etrafında yaşayan kavimlerin bir kısmı
ile muhtelif muhacirler en yakın münasebetlerde bulunuyorlar. Şimal
Çin ovalarının kenarında cereyan eden bu hal Yang-tse'nin deltasında
cereyan etmiştir; burada sarı ırmakta olduğu gibi yeni bir kültür
teşekkül etmiştir. Diğer taraftan Kansu eyaletinden çıkıp doğuya akarak
Shensi eyaletinden sarı İrmağa dökülen sarı ırmağın talî kolunu
teşkil eden Wei nehrinin vadisi de bir geçit bölgesi idi. Nehir vadisinin
cenubu geçilemiyen dağlarla örtülüdür, bunun şimalinde istep ile
çöl vardır. Vadi çok zengindir. Doğu Asya ile Ortaasya arasındaki
yegâne geçidi teşkil eder. Onun için bu nehir vadisi en eski zamanlardan
beri kavimlerin doğudan batıya ve batıdan doğuya akmalarına
bir geçit teşkil etmiştir. Bu geçit bölgelerinde halk arasında en yakın
temasları temin eden "etnik geçitler bulunmaktadır. O halde Çinde bugünkü
bilgimize nazaran yüksek kültürün teşekkülüne yarayacak 3
bölge vardır. Her 3 bölgede de hakikaten böyle yüksek kültürler teşekkül
etmiştir. Yang-tse'nin deltasında teşekkül eden kültür bizim için
çok mühim olmadığından bundan fazla bahsetmiyeceğim. Çünkü bu
yukarda bahsedilen Yüeh kültürü bilhassa Japonya ve Hindiçini için
ehemmiyetlidir fakat Çin için böyle değildir.

Huangho'nun deltasında vücuda gelen kültür daha mühimdir. Çünkü
ziraatları için çok elverişli olan ve yeni teşekkül eden vadilere cenuptan
Tai'lar muhaceret etmişlerdir. Bu yeni vadilerin kenarlarındaki ormanlara
yine bir cenup kavmi olan avcı ve toplayıcı Yao'lar yerleşmişlerdir.

Domuzları için rutubetli vadilerle ormanları ideal bir yer addeden
Tunguzlar da şimalden gelmişlerdir. Böylece her 3 unsurun ve bunları
meydana getiren cüzülerin vazih bir şekilde görüldüğü bir kültür meydana
gelmiştir. Bulunduğu yerin adile ilgili olarak buna Lungshan kültürü
deniyor. Bu takriben M. E. 2000 ile M. E. 1600 yılları arasında
mevcut olmalıdır. Bu ziraatcı bir kültürdü ve iskân şekilleri Eski Anadolu
yerlilerininkine benzerdi. Höyükler üzerinde otururlardı. Çamurdan
ve kerpiçten yapılmış olan evleri vardı. Fakat köylerinin etrafını duvarla
çevirmek zorunda idiler, çünkü iki büyük düşmanları vardı: birisi
yeni teşekkül eden arazinin kenarındaki dağlarda yaşayan dağ kavimleri
ve bilhassa yukarda bahsedilen ve cenuptan gelen Yao'lar ki bunlar
Çin'in cenubunda bu gün el'an yaptıkları gibi soygunculuk akınları
yaparlardı; diğeri ise şimalden gelen Türk-Moğol atlıları idi. Bunlar
suvari ve harp arabaları için bu büyük vadilerde iyi bir saha bulmuşlardı.
Böylece tarih boyunca şimali Çin'de bu güne kadar yaptıkları
gibi atlarıyle süratli taarruzlarda bulunabiliyorlar.

Bu Türk-Moğol kavimlerinin (bunların ikisinden, ayni olmadıkları
ve yalnız kültürleri benzediği halde ayni imişler gibi bahsediyorum;

şimdiye kadar mevcut kaynaklarımız bunları kat'i olarak ayırmamız
için henüz müsait değildirler) temasları menfi neticeler vermemiştir.
Göçebeler çiftçilerle kolayca beraber yaşayabilirler ve böylece ideal
bir birlik teşkil ederler. Göçebeler çiftçilerden kışın kullandıkları ziraî
mahsulleri alırlar ve bunların yerine ziraatçılara hayvanlardan elde ettiklerini,
bilhassa deri, yün ve bazan süt ile sütten yapılmış maddeler
verirler. Bu temas şu neticeyi verebilir ve bu bölgede de böyle olduğu
zannediliyor. Göçebeler çiftçilerin efendileri olur ve idareyi ele alırlar;
orduyu vucuda getirirler; çiftciler ise memleketin ziraî mahsullerini istihsal
eden sınıfı teşkil ederler. "Tabakalanma,, dediğimiz bir hal için misâller
muahhar Çin tarihinde çok boldur. Böylece yukarda bahsedilen
Lung-shan kültüründen bir az sonra içinde sarih olarak Türk-Moğol
unsurlarının görüldüğü yeni bir kültür meydana geliyor. Bu Shang
adını alan ve doğu Asya'da yaşadıkları ispat edilebilen ve M. E. 1500-
1050 arasında mevcut olan ilk yüksek kültürdür. Lung-shan kültürü
için elimizde yalnız arkeolojik deliller mevcut olduğu halde Shang kültürü
için bundan başka yazılı deliller de vardır. Bu deliller hem klâsik
Çin edebiyatında hem de sonraki Çin yazısının iptidaî şeklini teşkil
eden bir yazı icat etmiş olmaları dolayısile, kendi yazılarında mevcuttur.
Shang'lar doğu Asya'da ilk devleti kurmuşlardır ve biz-çok mühim
olan bu devlet kurma işini Türklerin yaptıklarını kabul etmek zorundayız.
Diğer taraftan Türk-Moğol kültürünün tesirinin halâ bu devlette
ve bu kültürde çok kuvvetli olmadığı da aşikârdır.

Doğu Çin'de yeni elde edilen "müstemleke bölgesi,, nde demin bahsettiğimiz
hadiseler cereyan ederken, batıda Wei nehri vadisindeki
geçit bölgesinde en az doğudakiler kadar mühim vakalar cereyan etmekte
idi. Bu bölgeye de Tai kabileleri girdiler ve orada şimalden gelüp
geçit bölgesindeki nehir vadisinin zengin otlaklarına girmiş olan
Türk kabileleri ile karşılaştılar. Bundan maada etraftaki bütün dağlarda
koyun sürüleri ile Tibet kavimleri bulunuyorlardı. Burada yine bir çok
kültürlerin karıştıklarını görüyoruz. Fakat bu sefer karışan unsurlar
başka olduklarından bundan tamamiyle başka bir netice çıktı. Bu sefer
Tunguzlar değil, daha fazla Türkler iştirak ettiler. Moğollar mevcut
olsalar bile, tesirleri çok az olmuştur. Bunların arasına Tibetliler de
girmişlerdir. En son olarak Türk kavimlerinin getirdikleri bir Önasya
tesiri de hissediliyor. Burada meydana gelen ve başlanğıcı takriben
M. E. 2200 yılında olup en parlak devrine bu zamanda erişen kültür,
başlıca bulunduğu yerin adına göre Yang-shao kültürü adını almıştır.
Bu kültür Avrupa literatüründe güzel ve boyalı keramiği ile meşhurdur
ki bu da Önasya ile Avrupanın cenup doğusunda boyalı keramiği ile
akrabadır. Fakat bu akrabalığı çok mübalağa etmişler ve bu kültüre
sahip olanların cenup doğu Avrupadan buraya muhaceret etmiş olmalarında
kabil olacağını söylemişlerdir. Çin müdekkiklerinin yaptıkları

son araştırmalara göre artık bu mevzu bahs olamaz5. Bilâkis bu karabetin
ne şekilde olduğundan ve nasıl tasavvur edilebileceğinden emin
değiliz. Yalnız hakikat olan, bu keramikin Tai'lara ait olmadığıdır. Türklerle
münasebeti olduğu bir az daha muhtemeldir.

Bu Yang-shao kültürünün yayıldığı bölge oldukca geniştir. Yalnız
bugünkü Çin'in bütün şimal batısında değil fakat muayyen farklarla kısmen
iç Moğolistan, ile Mançurya'da, sonra Çin'in en batısı yani Türkistan'ın
hudut bölgesinde bulunur. Demek ki bugünkü malûmatımıza nazaran
boyalı keramik kültürü mühtelif farklarla o zamanlar Türk kavimlerinin
oturdukları yerlerde yayılmış bulunuyordu.

Takriben M. E. 1600 dan itibaren bu kültür doğu kültürü ile sıkı
münasebetler temin etmiştir, ve bu kültürün kuvvetli tesiri altında kalarak
değişmiştir. Böylece doğudan yazı da nufuz etmeğe başlamış ve
yabancı yazı ile kendi dillerini yazmağa çalışmışlardır. Siyaset bakımından
1500 ile 1100 yılları arasında batıda kuvvetli ve büyük devletlere tesadüf
edilmemektedir. Bunun yerine muharip olan birçok küçük devletler bulunmaktadır.
Bunlar devamlı surette doğu devleti ile harp halindedirler.

Doğu devleti de gittikce daha fazla Türk kavimlerinin tesiri altında kalmağa
başlamış ve bunun neticesinde din gibi devlet de değişmeğe başlamıştır.
Muharip batı devletleri için devlet teşkilâtı ile aynı olan askerî
teşkilât tipik ve mühimdir. Bu cihetten - Türk kavimlerinin kuvvetli
tefevvukları dolayısiyle - doğu devletinden üstündürler. M. E. 1100 sıralarında
diğerlerinden daha kuvvetli ve başkalarını ilhak eden ve batıda
büyük bir birlik teşkil eden bir askerî devlet kurmuşlardır. Bu yeni
devlette, Türk olduğu sanılan bir hükümdar tabakasından maada oldukca
muharip ve kuvvetli Tibet tesiri altında olan kavimler de bulunuyordu.
Halbuki Tai'lar yalnız ziraatla meşgul olan gayrı muharip geçimli
kavimler idiler. Tai'lar hâlâ doğu devletinde hükümdar tabakasını teşkil
ediyorlardı. Böylece, vakıa doğu devleti maddeten daha zengin ve kültür
bakımından farklı idi ise de askerî bakımdan batı devletinden daha
zayıf idiler6. Takriben M. E. 1050 yılında kendisine "Chou devleti,, adını
veren kuvvetli batı devleti ile doğu devleti olan Shang'lar arasında bir
çarpışma oldu. Bu suretle doğu devleti temamiyle parçalandı ve Chou'lar
her iki devlete ve bununla bütün şimal Çin'e hâkim olmuşlardır. Her iki
kültür birbiri ile karışmış ve bunu müteakip 200 yıl devam eden ve kökünün
artık değişmediği ve bizim asıl "Çin kültürü,, dediğimiz bir kültür
meydana gelmiştir. M. E. 1050 dan itibaren ilk hakikî Çin devleti
olan Chou devletinde Türk-Moğol tesiri hâlâ kuvvetli ve aşikârdır.

Ancak Tai unsurunun karşısında yavaş yavaş azalmaktadır. O halde
bizim bugünkü telâkkimize göre Çin kültürünün hakikî doğum tarihi

M. E. 1050 yılıdır. Ancak bu devirden itibaren muayyen tarzlarda birbirleriyle
akraba olan fakat yine esas itibariyle birbirlerinden çok
farklı olan doğunun ve batının bu iki büyük kültürü birbirleriyle kaynaşmışlardır.
Ancak M. E. 1050 den itibaren kendilerini bir birlik hissederek
komşularına tahkir makamında barbar diyenler, Çinli adını
almışlar ve bu suretle bir birlik kurmuşlardır. Bu devirden sonra aksi
istikamette bir hareket başlamıştır: Bu devre kadar ayrı ayrı kültürler
birbirleri üzerine akmağa ve karışmağa devam etmişlerdir. Şimdi karışma
mahsulü olan Çinli meydana gelince, münferit kültürlerden geri
kalanların üzerine Çin kültürü geçerek, kalıntıları kendine mezcetmeğe
çalıştı. Bundan sonra M. E. 10 uncu yüzyılın sonlarında ilk önce hafif
bir surette kendini gösteren ve gelişmesi bu güne kadar devam eden
Çinliliğin yayılması başlamıştır.

Bundan daha mufassal bahsetmemize yer müsaade etmiyor. Doğu
Asyada cereyan eden tekâmülün ana hatlarını, teferrüata girişmeden
gösterebildiğimi ümit ediyorum. Şimdi bizi bu memlekette en çok ilgilendiren
meselelere de biraz temas etmek istiyorum.
** *
M. E. 2500 de Doğu Asya'da müteakip devirlerde hakikî "Çin,, kültürünün
teşekkülünde büyük bir tesiri olan bir ilk Türk kültürünün
mevcudiyetinden bahsedilebileceğini söylemiştik. Türklerin Çin kültürünü
vücude getirdiklerini söylemek yanlış olacaktır. Fakat Türklerin
ve kültürlerinin tesiri olmadan hiç bir zaman bir Çin kültürünün meydana
gelemiyeceğini söylemek doğru olabilir 7. Türk kültürünün, teşekkül
etmekte olan Çin kültürünün üzerine çok müessir olduğunu tebarüz
ettirmek zorundayız. Çinlilerin bir Türk kavmi olduklarını veya eskiden
Türk olduklarını söylemek yanlıştır. Çünkü Çinliler Moğol ırkına mensupturlar,
halbuki Türkler ise hiç bir zaman bu ırka mensup değildirler.
Bugün antropologlar tarafından tasdik edildiği üzere vahdeti olmıyan
bir ırka mensup bu insanlara pek çok Türk kanı karıştığını söylemek
de doğrudur.

Şimdi başlıca iki sorğuya cevap vermek zorundayız:

 1 — Elimizde yazılı vesikalar olmıyan bir zamana ait bir kültürün bir Türk kültürü
olduğu nereden biliniyor?

 2 — Bu Türk kültürü nasıldı ve ona has
olan şeyler nelerdi ve Çin kültürünün teşekkülüne neler tesir etmiştir?

Önce birinci soruya cevap vereceğim. Bizden bu kadar uzak olan
zamanlar hakkındaki malûmat için tabii ilk kaynak arkeolojidir. Son
20 sene zarfında Çin, Japon ve İsveçli müdekkikler tarafından yapılan
kazılar sayesinde bugün tarihten önceki devirlerde doğu Asya'nın muhtelif
kültürleri hakkında oldukça mükemmel bir fikir edinebiliyoruz. Fakat
arkeolojinin bize verebildiği her şeyde, büyük gedikler kalmıştır.


Çanak çömlek, kemik, kaplar, taş ve metal aletler gibi muhafaza edilebilen
eşyalar bahis mevzuu olduğu kadar arkeoloji bize kıymetli yardımlarda
bulunabilir. Fakat kumaş, örme eşya, tahta üzerine işlemeler gibi
bozulabilen eşyalarda arkeoloji çok yanılır. Çünkü kazı esnasında bu
gibi şeyler ancak tesadüfi olarak bulunur. Hattâ din, devlet teşkilâtı,
sosyal bünye hakkında arkeoloji bizi tatmin edecek bir cevap verecek
bir durumda değildir. Bundan maada ekseriya bulunan eşyanın sahiplerinin
hangi kavme ait olduklarını nadiren söyliyebilmektedir 8. Burada
etnoloji ile kültür tarihi karışıyor ve bu iki ilmin sinoloji ile iş birliği
yapması suretiyle bu gedik kapatılabilir. Neticelerinden demin kısaca
bahsettiğim araştırmaların çalışma tarzları aşağıda gösterilmektedir. İlk
önce, kabil olduğu kadar, Çinlilerin komşuları hakkında yazdıkları eserlerin
hepsi toplanmıştır. Bu eserler takriben M. E. 700 de başlar ve bugüne
kadar devam eder. Burada muazzam bir malzeme mevzuu bahstır.

2000 den fazla kabîle ve kavim zikredilir ve hepsi aşağı yukarı tasvir
edilir. Yalnız Çin kaynaklarında bulunan bu malzemeyi gözden geçirmek
ve tanzim etmek zoru vardı. Bu tasnifi yaparken Çinlilerin ayrı
ayrı kabileleri büyük guruplar halinde topladıkları ve bizim modern
ilimlerde yaptığımız gibi, onlara aynı adı vermedikleri halde, aşağı yukarı
modern tasnife hemen tamamiyle uyduklarını görüyoruz. Çin'in
sınırlarında bir çok komşu kavimler kültürlerinin varlığı görülmüş ve
bundan bu kültürler için tipik şeyler tesbit edilmiştir. 2500 yıldan fazla
bir zamanı ihtiva eden kaynaklar sayesinde ayrı ayrı kültürlerin bulundukları
muhtelif tarihî devirlerle münasebetlerinin ne olduğu, ve zamanla
bu iskân bölgelerinin nasıl değiştiklerini, önceki devirlerde kavimlerin
yayılışını gösteren bir harita çizmek ve aynı zamanda ayrı ayrı
kavimlerin kültürlerini tasvir etmek kabil olmuştur. Bundan bile bazı
çok enteresan şeyler elde edilmiştir. Meselâ tarihî devirlerde bile, Türkler,
Tibetliler ve daha başkaları yabancı kavimlerin arasında yaşamağa
devam ettikleri ve ancak zamanla ya tamamen imha olundukları yahut
temessül edildikleri anlaşılmıştır.

Bu araştırmadan sonra bizzat Çin kültürü tetkik edilmiştir. Kültürden
bazı münferit şeyler alınmıştır. Misâl olarak geyiği alalım. Geyiğin
Çin kültüründe oynadığı rol tetkik edilmiştir, yani ne zaman ve nerede
en mühim rolü oynadığı araştırılmıştır. Bunun neticesinde geyiğin yalnız
şimal Çin'in bazı bölgelerinde bulunan kültürlerde büyük bir ehemmiyeti
olduğu görülmüştür. Şimdi bütün bu münakaşalara ilâveten Çin kültüründe
geyik derisinden yapıldığı için pantalon tetkik edilmiştir. Burada
yine pantalonun yalnız şimalde ve hattâ şimal Çin'in muayyen bir
bölgesinden neş'et etmiş olabileceği gösterilmiştir; sonra geyik derisinden
yapılmış olan bazı başlık şekilleri, sonra geyikle ilgili olan efsaneler
v. s. tetkik edilmiştir. Bu ayrı ayrı araştırmalardan bunların şimalde
ve hattâ şimalin muayyen bir bölgesi ile ilgili oldukları anlaşılmıştır.

Bu tarzda yüzlerce muhtelif araştırmalarda bulunulmuştur. Bunlardan
şimal Çin'de, diğer bölgelerden farklı bir kültürü bulunan, bir bölgenin
mevcut olduğu meydana çıkmıştır. Tabii ayni araştırmalar başka şeyler
üzerinde de yapıldı. Meselâ ev ve ocak şekilleri, v. s. cenubu hatırlatırlar.
Bu "mahallî kültürler,, tesbit edildikten sonra evvelce tesbit edilen kenar
kavimlerinin kültürleri ile ne şekilde münasebettar oldukları araştırılmıştır,
ve mahallî kültürlerin kenar kavimleri kültürleri ile ayni,

sadece daha eski şekilleri olduğu meydana çıkmıştır. Şimdi kaynaklar
vasıtasile bir çok şeylerin tarihleri tesbit edilebilmiştir. Bu tarih verme ile
Shang devrine yani M. E, 15 inci yüzyıla kadar gidebiliyoruz. Fakat bir
çoklarının Shang devrinden de eski oldukları anlaşılıyor, ve bunların da tarihleri
arkeolojiden elde edilen neticelerin mukayesesi ile meydana çıkıyor.
Böylece şimal Çin'in muayyen bölgesinde bulunanların tamamiyle
Türk oldukları, tesbit edilen muahhar kültürle aynı olduğunu gösterecek
durumdayız, ve bununla Çin topraklarında bulunan bir Türk kültürünün
bahis mevzu olabileceğini söyliyebiliriz. Bu Türk kültürünün
eskiliği anlattığımız şekilde tesbit edilmiştir.

Bu eski Türk kültürü nasıldı? Esas itibarile daha sonraki zamanların
Türk kültüründen çok farklı değildi. Bu adamlar bilhassa at beslerler,
biraz ziraatla meşgul olurlar, buna mukabil av (bazı eski müdekkiklerin
iddialarına muhalif olarak) bunlarda hemen hiç bir rol oynamamıştır.
Bunlarda güneş tarafından temsil edilen, ve en büyük ehemmiyeti
haiz olan; gök tanrısı kültünü ihtiva eden gök dini vardı. Bütün
din mütekâmil bir yıldız dini idi. Bundan maada bir de ateş kültü vardı.
Mütekâmil bir hükümet mevcuttu ve muhtelif sınıflar, yani asilzadelerden
müteşekkil bir yüksek tabaka ile kölelerden ibaret bir aşağı tabaka
vardı. Zahiren erkek evin efendisi olduğu halde cemiyette kadın oldukça
büyük bir rol oynardı. Bunlar hakkında bildiğimiz bütün teferruattan
bahsetmek fazla vaktimizi alacaktır.

Bütün göçebelerde bilhassa ekonomi şekillerinden dolayı fazla
tekâmül eden siyasî teşkilât kabiliyeti, Türklerin Çin kültürünün teşekkülünde,
getirdikleri mühim unsurdur; buna din, felsefe ve aile teşkilâtı
karışmıştır. Bunlar meydana gelmekte olan Çin kültürünün esasını teşkil
etmişler ve bunların sayesinde Çin kültürü tekâmülüne devam etmiş
ve bugüne kadar ortadan kaybolmamıştır. Bu eski Türk kültüründen daha
birçok şeyler nakledilmiştir, fakat hiç biri saydıklarımız kadar mühim değildir.
Bunlarda Türklerin dünya tarihindeki ehemmiyetleri görülmektedir.
O halde Çin'in doğuşu ve en eski tarihi hakkındaki Sinolojik araştırmaların
en eski Türk kültürünü aydınlattığını9 ve bize artık başka
kaynaklardan öğrenemiyeceğimiz devirlerdeki şeyler hakkında malûmat
Verdiğini görüyoruz.

Dipnotlar


1 Literatür için aşağıdaki kitaplarıma işaret ediyorum: «Çin'in şimal komşuları
(T. Tarih Kurumu, Ankara 1942)», «Lokalkulturen im alten China (cilt 1 Leiden,
T'oung-Pao-Supplement, 1942, cilt 2 Pekin, Catholic University 1942); son kısım için
Türk dilinde hazırlanmış olan bir kitabımı işaret ediyorum (En eski Türk kültürü hak. *
araştırmalar). Nazariyenin eski şekli «Early Chinese cultures» (Smithsonian Report
1937; Washington 1937) adlı makalemde gösterilmiştir. Adlara aşağıda geçen sinoloslar
buna karşı müspet cephe almışlardır Prof. E. Rousselle (Sinica 1941), E. Erkes,
W- Koppers ve C. Hentze. Nazarî esaslardan «Zur ethonologischen untersuchungen von
Hochkulturen» (Zeitsch. f. Ethnologie 1941) adlı makalemde bahsettim.
2 Bk. benim «Der Beginn der Chou - Zeit» (Sinica 8, s. 182-188; 1933).

3 Muk. et: Muzaffer Ş. Başoğlu: Irk psikolojisi (İstanbul 1943).
4 Bu hususta bilhassa R. Thurnwald'ın araştırmaları mühimdir (Die Menschliche
Gesellschaft, cilt 4, s. 229; Lehrbuch der Völkerkunde. 2 inci tabı, S. 266); R. Mühlmann
(Krieg und Frieden; Heidelberg 1940) in görüşü biraz dardır.

5 Bk. Tu Chin-ting: Prehistoric Potteryin China (London 1938).
6 Muk. et. W, Eberhard. Das altere China (Nevue Propylaen-Weltgeschichte,
Berlin 1940, Bd. 1).
7 Mûk. el. W. Koppers, ilk Türklük (Belleten, sayı 20, s. 448-449: 1941).
8.Mûk. et. W. Mühlmann. Methodik der Völkerkunde (Stuttgart 1938, S. 207).
9 Bk. benim, Türkiyede sinolojinin vazifeleri (Çığır, sayı99, s. 37-40; Ankara 1941).















Hiç yorum yok: