TÜRKLERi N MEDENİ YET TARİ Hi NDEKi YERLER
Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ*
Bu yazının amacı Türklerin insanlıga kazandırdıgı degerler olunca, konuya baslamadan önce kültür ve medeniyet nedir? Kültür ile medeniyet arasında ne gibi farklar bulunmaktadır? Kanaatimizce kısaca bunları izah etmekte fayda vardır. Çünkü terimlerin manaları degisik olup, zaman zaman da kullanımlarında yanılgıya düsülüyor. Hakikatte bu konu üzerinde pek çok sosyal bilimci bir seyler söylemesine ragmen, henüz ortak bir tanımın da olusturulamadıgını görüyoruz. Bilindigi üzere kültür, sosyolojinin en önde gelen kavramlarından biridir. Latince kökenli bir kelimeden neset eden kültürün manası “topragın islenmesi” demek olup; daha sonraları özellikle Batı dillerinde kazandıgı anlam olan “yüksek dereceli bilgi, insan vücudunun ve ruhunun terbiyesi, sanat ve fikir eserlerinin gelistirilmesi” sekliyle Türkçemize girdigini görüyoruz. Ayrıca bu kelimeye degisik bazı manalar da verilmistir. Mesela bunları kısaca özetleyecek olursak:
Bir toplulugun yasama tarzı ve hayat tecrübesi. Atalardan gelen maddi ve manevi degerlerin toplamı.İ nsanın tabiatı ve kendini idare etme yoluyla bizzat meydana getirdigi eser.
Bir toplulukta törelerden, davranıs durumlarından, teskilat ve tesislerden kurulu düzenli bütünlük.
Umumi olarak inançlar, deger hükümleri, zevkler, gelenekler, kısaca insanlar tarafından yapılmıs ve yaratılmıs hersey.
Milletin bütün fertlerinin katıldıgı manevi hayat.
İ nsanların birarada yasamaları için gerekli olan sartlar.
Bütün bunlar, kültürün daha çok toplulukların kendilerine has yasayıs ve
davranısları oldugunu göstermektedir. Kültürel meselelerin izahı ve bu
kelimenin tanımlanmasında, Türkiye’de en önde gelen ilim ve fikir adamı, ünlü
Türk sosyologu Ziya Gökalp’e göre kültür; bir milletin dini, ahlaki, hukuki, ilmi,
estetik, lisani, iktisadi, teknik hayatlarının ahenkli toplamıdır. Dolayısıyla
kültürü herkes kendi bakıs açısına göre, yukarıda çizilen ana çerçeve dahilinde
anlayabilir.
Medeniyet ise, kültürden biraz farklı anlam arz-etmektedir. Medeniyet,
milletlerarası ortak deger seviyesine yükselen anlayıs, davranıs ve yasama
vasıtaları bütünüdür. lim ve teknoloji esasını teskil eder. Bunun da kaynagı
kültürlerdir.
Her toplulugun kendine özgü bir kültürü vardır, diger bir deyisle her
kültür ayrı bir toplulugu temsil eder. Bunun gibi Türk milletinin de dili, tarihi,
edebiyatı, sanatı, dini, müzigi, mimarisi, hukuk anlayısı ve olaylar karsısındaki
davranıslarıyla kendine mahsus bir kültürü söz konusudur.
Durum böyle olunca; kültürlerin özel, medeniyetin genel oldugunu ve
kültürlerden dogdugunu söylemek mümkündür. Zamanımız itibarıyla belki iki
medeniyetten bahsedilebilir. Bu da; Dogu ve Batı Medeniyetidir. Kültür ve
medeniyet üzerindeki tartısmalar, Z.Gökalp’ten beri gündemde olup, bundan
sonra da devam edecegi ortadadır. Ne olursa olsun, her kültür kendi öz vasfını
korur ve ana yapı bir süreklilik tasır1. Bunun da böyle bilinmesi gerekir.
Bütün bu izahlardan sonra kesinlikle sunu söyleyebiliriz ki; dünya
üzerinde Türk denen bir millet vardır ve onun gelistirdigi zengin kültür, dünya
medeniyetlerinin olusmasında mühim bir temel tası vazifesi görmüstür. Bu
yüzden insanlık tarihinin her açıdan sekillenmesinde en önde gelen faktörlerden
birisi, Türklerdir.
Yeryüzünde iki millet söz konudur ki, baslarından bugüne kadar pekçok
felaketler geçmis olmasına ragmen ayakta kalabilmistir. Bu halklardan birisi
Çinliler, digeri de Türklerdir. Ancak bunlardan Türklerin tarihi, bambaska bir
durum arz-eder. Türkler, tarihte Çinliler gibi tek bir cografyada varlıklarını
sürdürmemis ve onların benzeri bir hayat tarzını da benimsememislerdir. Yani,
tamamen yerlesik bir kavim olmadıklarından geçmislerini incelemek oldukça
zordur. dare ettikleri büyük cografya açısından karsılastırıldıgında dünyada bir
esleri daha yoktur. Tarih yapmada ve insanları idare etmede bu kadar hünerli
olan Türklerin kendileri tarafından yazdıkları kaynakların azlıgı da onların
geçmislerinin aydınlatılmasında yabancıların eserlerine müracaat etmeyi
gerektirmekte, dolayısıyla bu durum birtakım yanlıs anlasılmalara da sebebiyet
vermektedir. Özellikle Türk milletini ve kültürünü yakından tanımayanlar,
onların tarihlerini yorumlamada bir sürü hata yapmaktadır. Türkler 5000 yıllık
tarihleri boyunca, dünyanın en büyük ve kudretli birkaç devletinin kurucuları
oldular. Mo-tun (Börü Tonga), Attila, Kapgan Kagan, Alp-arslan, Kılıç-arslan,
Emir Temür, Fatih Sultan Mehmet, Mustafa Kemal gibi büyük devlet adamlarını
yetistirerek, bugünkü dünyanın sekillenmesine aracılık ettiler. Fatih, Bizans’ı
ortadan kaldırarak, yeni bir çagın açılmasına vesile oldugu gibi, İ slamın
peygamberinin vasiyetini de yerine getirmek suretiyle, İ slam medeniyeti ve
tarihinde haklı yerini aldı. Bu nedenle söz konusu çalısma, sadece Türk
milletinin büyüklügünü milli hislere dayanarak ortaya koymak amacıyla
meydana getirilmis olmayıp; belge ve bilgiler ısıgında hakikatleri gözler önüne
sermek için hazırlandı.
Büyük medeniyetler ve kültürlerin temelinde yazı olduguna göre, biz
Türkler bu açıdan oldukça sanslı bir milletiz. Türkler dünyada yazısı, yani
kendilerine ait bir alfabesi bulunan ender topluluklardan birisidir. Bugün
maksatlı olarak, Orkun veya Yenisey Alfabesi diye de adlandırılan bu yazı
sisteminin, zaman zaman baska halklardan Türklere geçtigi yolunda iddialar var
ise de, henüz bu durum ispat edilememistir. Mevzubahs alfabenin “Runik” diye
isimlendirilmesi, eski skandinav yazılarını çagrıstırmasından
kaynaklanmaktadır ki, Runik sözü skandinavcada “sır, esrar” manalarına gelir.
Kök Türk Alfabesi seklinde de adlandırılan, milli Türk yazısı Türkçedeki bütün
sesleri göstermesi bakımından son derece ilginç olup; bu harfler yine Türkçenin
ses uyumuna göre hazırlanmıstır2. Onlar bu alfabe vasıtasıyla okuma-yazmayı
ögrendikleri gibi, milletlerarası andlasmalarda da bu yazıyı kullanıyorlar ve
Asya’nın çesitli halkları da bundan yararlanıyordu3. Bunun gibi Uygur Türkleri
de Sogd menseili oldugu söylenen bir alfabeyi gelistirdiler ve kendilerinin
dısındaki birtakım toplulukların da kullanmasına aracılık ettiler. ste bunlardan
Mogollar, Uygurlara son vermekle beraber, onların kuvvetli kültürlerine tabi
olarak Uygur yazısını aldılar. Nihayet Uygur katipleri ve devlet adamları bütün
sivil idareyi ellerine geçirdiler. Çingiz Han’ın torunları zamanında
Maveraünnehir, Horasan ve Irak’taki defterdarların çogu Uygurlardandı. Bugün
Mogol milletinin alfabesi halâ milli Uygur Türk yazısıdır. Ayrıca Uygurların
kitapları kagıt üzerine yazılıp, basılıyordu. Bu, Çin kagıdından farklı idi.
Uygurların kendi kagıt imal sekilleri oldugu da bir gerçektir. 9. ve 10.
yüzyıllarda Çinlilerin blok baskı ile çogaltma tekniginden degisik bir baskı
sanatı bulmuslar, sert agaçtan tek tek, hareketli Uygur harfleriyle kitap basmayı
ilk olarak basarmıstır. Türkistanda’ki çesitli kazılar sonucunda, torbalar
içerisinde böyle harfler ele geçirilmistir4. Uygur Türklerinin bu sekilde kagıt ve
matbaa usullerindeki yenilikleri, insanlıgın ileri gitmesi vasıtalarından biridir.
lmin yayılmasında bu derece önemli bir yere sahip olan Türkler, asla göz-ardı
edilemez.
Türk göçlerinin özellikle batıya dogru olması ve buralarda mecburen
farklı siyasi tesekküllerin kurulması, yeni Türk kültür çevrelerinin de ortaya
çıkmasına sebep olmustur. Ayrıca degisik cografyalarda beraber yasamak
zorunda bulundugu halklardan bazı seyler aldıgı gibi, onlara da pekçok sey
verdiler. Geçmiste ve günümüzde Türklerin yer aldıkları cografyaya
baktıgımızda, Dogu-Batı veya İslam-Hristiyan medeniyetlerinin kesisme
noktasında oldugunu görürüz. Bu yüzden de Türkler, farklı medeniyetler
arasında köprü vazifesi yapmıslardır. Dolayısıyla her iki medeniyetin
olusmasında önemli ölçüde Türk tesiri vardır. Bütün bunları bir kenara bırakıp,
Türk milletini kültürce asagı sayanlar, kim olursa olsun, akıl ve mantıktan
yoksun kisilerdir.
Türklerin medeniyete kazandırdıgı iki mühim seyden birisi at, digeri de
demirdir. Atı günümüzün sartlarıyla kıyasladıgımızda; bir savas ve ulasım aracı
olarak tekerlekli vasıtalarla, uçaklar bugün ne ise, at da geçmiste öyle idi.
Dünyada ilk defa atı ehlilestiren, bir binek hayvanı ve savas aracı olarak
kullanan Türkler, bu üstünlükleri sayesinde binlerce kilometrelik alanları bir
anda geçmisler ve pekçok yere sahip olma imkanına kavusmuslardır.
Muhtemelen at ve öküzler tarafından çekilen arabaları da evvela Türkler icat
ettiler ki, göç mevsimlerinde çadırlarını bu arabaların üzerinde tasımaları gayet
kolay idi5. Türklerin atı bu sekilde yönetmeleri ve onlara bir ayrıcalık
saglamasından yola çıkarak, Çinli ve Avrupalı halklar da attan yararlandılar.
Avrupa’da atlı sövalyeler, Çin’de de Türk usulünde atlı ordu birlikleri teskil
edildi. İ nsanlık tarihinde bu denli mühim bir hayvan olan at ile Türkler o kadar
iç-içeydiler ki, oniki hayvanlı Türk takviminin bir yılı da ata ayrılmıstı. Latin-
Bizans eserlerinde Türk-Hunların yerde kendilerini güvende
hissetmediklerinden, at üstünde yasayıp, uyudukları bildirilir6.
Tarihte demiri ilk bulan ve isleyen millet yine Türklerdir. Demircilikle
ugras Türkler açısından diger Asya topluluklarına karsı bir üstünlüktü. Silah
konusunda Türkler Orta Çagda oldukça ileriydiler ve bu da onların
madenciliginden kaynaklanıyordu. Savas esnasında çok cesur olan Türkler, aynı
zamanda zengin maden yataklarına sahiptiler ve silah isçiliginde de ustaydılar.
Demir madenlerini isletmek ve bundan çesitli araç-gereçler yapmakla
ögünüyorlardı. Bu durum Bizanslı ve Çinli elçilerle, seyyahların notlarına
yansımıs ve hatta zaman zaman hayrete düsmüslerdir. Madencilik ve
demircilikte en ileri düzeyde olan eski Türkler, yapmıs oldukları savas araç ve
gereçlerini bir ihraç ürünü olarak da pazarlamaktaydılar. Mesela, batıdaki On Ok
Türkleri demir ticaretiyle de mesgul oluyorlardı. Bayırkular, sadece at
yetisitirciliginde degil, demircilikte de maharetliydiler. Çin kaynakları
Kırgızlardan söz ederken; her yagmurdan sonra topraklarında demir çıkar ve
bundan gayet keskin silahlar yaparlardı, diyor. Onların imali olan kesici aletlere
bütün Orta Asya’da ragbet ediliyordu. Özellikle arkeolojik kazılar bize
Altaylarda çelik üretildigini, Tanrı Daglarının güneyinde altın, gümüs, bakır ve
demir bulundugunu göstermektedir7. Arkeolojik kalıntılar ve yazılı belgeler
Hunların arasında dökümcülerin oldugunu belirtiyor. Yine tarihten hatırlıyoruz
ki, Kök Türk Kaganlıgının kurucuları Altay Daglarında demircilikle
ugrasıyorlardı. Bilge Kagan Anıt Mezarlıgında 2001 yılında kesfedilen
hazinelerdeki madeni esyalar ve süsler dünyada esi, benzeri olmayan harikulade
seylerdir. Daha önceki devirlere ait, özellikle Yenisey vadisinde, Altaylar ve
Güney Kazakistan bozkırlarıyla, Orta Avrupa’da bulunan arkeolojik malzemeler
arasında renkli taslar, igneler, bilezikler, küpeler, taraklar vs. dikkati çeker.
Uygurlar arasında dolasan seyyahlar altın, gümüs ve demirden kaplar
yaptıklarını, yesim tasını çok güzel islediklerini söylüyorlar. Yine Türklerden
haber veren Bizans-Roma belgelerinde onların kemer, kılıç, okluk ve at
kosumlarını degerli madenlerle süslediklerinden, çadırlarındaki altın ve gümüs
kaplardan, ipekli halılar ve bunların üzerindeki desenlerden bahsederler. Pazırık,
Noin-ula gibi kurganlarda ele geçirilen malzemeler buna bir örnektir. Dünyanın
en eski halısı yine Türklere aittir. Mesela Orta Avrupa’da, Nagyszentmiklos’ta
bulunan sanat eserlerine ve esyalara paha biçilemiyor8. Kısacası Türklerin
medeniyete kazandırdıgı demir ve isçiligi sayesinde, insan oglu bugün daha iyi
yasayabilmektedir.
El sanatları açısından da çok yetenekli olan bu insanlar, madene ve agaca
istedikleri sekli verebildikleri gibi ondan masa, sandalye, yatak, dolap, sepet ve
kap-kacak türü esyaları yapabiliyorlardı. Orta Asya’nın çesitli yerlerinde
gerçeklestirilen kazılarda bunlar ortaya sık sık çıkarılıyor. Dünya masa,
sandalye, karyola türü tahta yatakları Türklerden ögrendi. Bu kullandıkları esya
ve giyeceklerini çok güzel hayvan ve bitki motifleriyle donatıyorlardı. Bunlar
ince bir sanatın ürünüydü. Ayrıca Türk cografyasının her yerinde rastlanan ve
“tas-baba” dedigimiz heykellerin, bugünküleri kıskandıracak bir maharetle
yontuldukları da ortadadır. Her zaman faydalandıkları çadır ve esyalarını
süslemekle birlikte mabetlerine, taslara, kayalara ve agaçlara kendi dünyalarını
anlatan resimler çiziyorlardı. Hatta Türkistan’da yapılan kazılarda, bazı
tabutların üzerinde bile bu resim sanatının inceliklerine rastlanıyor9. Resim ve
heykel gibi, bu tür sanatların dogudan batıya gitmedigini kim ispat edebilir?
Tarihte, insanlıgın çekirdegini teskil eden ailenin en mükemmel sekli
Türkler arasında görülür. Bugünün hem Dogu, hem de Batı medeniyeti modern
aile yapısını Türklere borçludur. Diger eski dünya milletlerinin aileleriyle,
Türklerinkini karsılastırdıgımızda pekçok bakımdan farklılıklar vardır.
Geçmisteki Yunan veya Slavlarda oldugu üzere, Türklerde baba ailenin tek
hakimi ve ailenin üyeleri onun kölesi degildi. Büyük toprak mülkiyetleri söz
konusu olmayıp, ailedeki herkes sahip olunan mallara ve araziye ortaktı. Eski
Türklerde umumiyetle tek evlilik geçerliydi. Bu da günümüzün ideal evlilik
tipidir10. Dolayısıyla zamanımızın çagdas ailesiyle, eski Türk ailesi birbirine çok
benzer. Türkler bu bakımdan münasebette bulundukları halklara, kendi aile
düzenlerini de alıstırmıslardır.
Bugün modern devlet yapılarının olusmasında, devlet-fert iliskilerinin
tesekkülünde yine Türklerin büyük rolü vardır. Özellikle merkeziyetçi devlet
sistemi, Türklerin insanlıga mirasıdır. Türklerde çok eskiden beri, devletin
bugünkü deyimiyle, halka dönük bir siyaset takip ettigini biliyoruz. Devletin asıl
vazifesi, milleti zengin etmek, refah içinde yasatmaktır. Mesela sarayın
kapısının halka açık olması, hükümdarın her fırsattan faydalanarak sölenler
vermesi, hatta bu toylardan sonra yemek takımlarının sölene katılanlar
tarafından yagma edilmesi, sonra bugün de devam eden saçı gelenegi, bunlara
misal olarak gösterilebilir. Herkes toplum içerisinde kabiliyetine göre yer
edinebilirdi. Halk kendine ait sürülere sahip olabildigi gibi, yerlesik hayatın
devam ettigi bölgelerde arazileri de kendi adlarına ekip-biçebiliyorlardı. Yani
eski Türk sosyal yapısında insanların özel mülkiyet hakkı söz konusuydu.
Milletin istemedigi bir seyi idarecilerin zorla kabul ettirmesi mümkün degildi ve
halk da temel vatandaslık görevlerini yerine getirdigi müddetçe her türlü
hürriyete sahip idi. Yapılan faydalı islerin de, zararlı davranısların da mutlaka
bir karsılıgı vardı. Türk sosyal hayatını düzenleyen yazılı olmayan kanunlar
bulunuyordu ki, bunlara “töre” deniyordu11. Batıda ve Türklerin dısında doguda,
insanların gelecegi hiçbir sekilde garanti altında bulunmazken, Türk devletinin
sınırları içinde kimse hayatı hakkında endiseli degildi. Ölene kadar kendisinin
bütün ihtiyacını karsılayan ve koruyan bir devletin varlıgı, insanları huzur
içerisinde yasatıyordu. Bütün bunlara Batılı halklar, ancak 16. asırdan sonraları
kavusabilmistir.
Türklerde hükümdar karizmatik bir yapıya sahip olmakla beraber, devletin
ve milletin geleceginde tek basına karar verme yetkisine sahip degildi. Eski
Türklerin “kagan” dedigi idareciyi de denetleyen bir meclisin ve hükümetin
mevcudiyeti artık kabûl edilmektedir. Türk destan edebiyatının temelini teskil
eden Oguz-nâmelere baktıgımızda, Türklerin efsanevi atası Oguz Kagan’ın her
önemli is öncesi ve sonrası kurultay topladıgı görülür. Buna benzer olarak Hun,
Kök Türk ve Uygurların yılın muayyen zamanlarında olusturdukları meclislere
büyük bir katılım söz konusuydu. Bunlar ya toy, ya dügün-dernek veya kenges
adı altında gerçeklesiyordu12. Eski Türk devletini idare eden bir de hükümetten
haberdarız. Hükümetin bakanları dokuz kisiden olusuyor ve bunlara “buyruk”
deniyordu. Bunlardan üçü iç, altı tanesi de dıs islerinden sorumlu bakandı13.
Burada bir hususa daha deginmek istiyoruz ki o da, her terim kendi kültür
çevresinde kullanılmalıdır. Mesela bilerek veya bilmeyerek bizim devletlerimiz
için zaman zaman imparatorluk tabirinin tercih edildigine sahit oluyoruz.
Halbuki Türk kültüründe ve devlet anlayısında hiçbir zaman imparatorluk
deyimi yoktur. Bilindigi üzere “imperium” kelimesi Latin kökenli bir terim olup,
muhtevasında sömürgecilik ve baskı vardır. Kelimenin kökü “hükmetmek” fiili
ile alâkalıdır ve emperyalizm kelimesi de buradan gelmektedir. Ama bize tarih
göstermistir ki, ne yaklasık 600 yıllık Osmanlı, ne de ondan önceki Türk
hanedanlıkları emperyalist bir siyaset takip etmediler. Bilindigi gibi kültürler
milli bünye ve kurumlarını ifade etmek için kendi terminolojilerini yaratırlar ve
bunların muhtevalarına da kendi damgalarını vururlar. Bu bakımdan farklı kültür
dairelerinde meydana gelen terminolojiler, bir diger kültürün bünyesini izah için
kullanıldıkları takdirde hata yapılmıs olur14. Dolayısıyla tarihimiz ve
kültürümüzün aktarımında kendi kelimelerimizi tercih etmek zorundayız.
Tanrı tarafından bu göreve tayin edildigi kabûl edilen Türk kaganı, bütün
yeryüzünün, yani insanlıgın hükümdarıydı. O sadece Türklerden degil, bütün
insanlıktan sorumluydu. Kendilerinin mutlulugunu, onların huzuruna
baglıyorlardı. Günümüzde dahi bu anlayıs henüz mevcut degildir. Herkes öyle
kolay kolay hükümdar da olamıyordu. Her seyden önce akıllı, yigit, erdemli,
güçlü ve ünlü kisilerdi15. Halbuki dünyanın diger milletlerinde idareciler
kendilerini Tanrı ile es deger görüp, zaman zaman ilah olduklarını bile ilan
ediyorlardı. Bu yüzden de agızlarından çıkan her söz kanun gibiydi. Herne kadar
demokrasinin besigi olarak eski Roma ve Grek kültürleri gösteriliyorsa da,
buradaki devlet yapılarına ve hükümdarların vaziyetlerine baktıgımızda gerçekle
hiç ilgisinin olmadıgı anlasılır. Türkler, Asya’nın batı taraflarına ve Avrupa’ya
geldiklerinde o halklar, hakiki manada devlet yapılarıyla ve demokrasiyle
tanıstılar.
Türkler çaglar boyunca hakim oldukları heryerde hukuku ve insan
haklarını ön planda tuttukları gibi, tebası olan halkların her türlü meseleleriyle
de ilgilendiler. Onları kendi vatandaslarından hiçbir zaman ayrı görmediler. Kök
Türkler zamanında Türk devletinin içindeki gayri-Türkler nasıl rahatsalar,
onlardan yüzlerce yıl sonra bir cihan devleti haline gelen Osmanlı’da da bütün
toplum müreffeh bir sekilde yasıyordu. Baskaları gibi çevredeki komsularını
barbar olarak görmeyip, herkesi esit kabul ettiler. Binlerce yıl çesitli halklarla
savas içerisinde yasasalar da, asla onları yeryüzünden silmek gibi bir düsünceye
kapılmadılar. Mesela, Osmanlı Devleti sadece sınırları dahilinde degil, nüfuz
alanındaki her yere huzur ve barısı götürdü. Osmanlı’dan sonra bildiginiz ve
bugün de sahit oldugumuz gibi her yerde kan ve göz yası aktı. Gittigi yerlere
huzur ve adaleti hakim kılan Osmanlı’nın yerini alanlar, yalnız kargasa ve teröre
sebep oldular16. Bunun sonuçları simdi bile ortadadır. Türkler insanı Tanrı’nın
bir parçası saydıklarından koruyup, kollarken; zamanımızda ileri oldugunu iddia
eden pek çok devlet birtakım halklara ırkından veyahut da dininden dolayı
zulmetmeye devam ediyorlar. Bugün, Türk devletinin bir zamanlar hakim
oldugu yerlerde yasayan halklar (mesela Avrupa, Afrika ve Asya) onun
adaletine ve hos görüsüne mahzar olmasalardı, tarihten silinip giderlerdi. Kendi
devletlerinin içerisinde baskı altında bulunanlar, geçmiste oldugu gibi simdi bile
Türk devletinin koruyuculugu altına sıgınmaya çalısıyorlar. Su an Avrupa’da
Arnavut, Sırp, Bosnak, Rumen hatta Fransız; Afrika’da ve Arabistan’da Arap,
Kıpti, Berberi; Asya’da Fars, Mogol, Afgan vs. gibi halklar yasıyorsa, bu
Türklerin sayesindedir. Türkler idareleri altındaki hiçbir milleti dinlerini ve
dillerini degistirmeye zorlamadılar. Basit vatandaslık hakları çerçevesinde
varlıklarının devam etmesine müsaade ettiler. Böyle alicenap bir milletin
hakkını tarih elbetteki verecektir.
Bir milletin sosyal yapısı, ekonomik ve kültürel hayatı ile devlet teskilatı
çok mükemmel olabilir. Ama bunların özellikle dıs tehlikelere karsı korunması
ve devam ettirilmesi için güçlü bir askeri düzene de ihtiyaç vardır. Ordu millet
olan Türklerin en büyük hususiyetlerinden birisi de savasçılıklarıdır. Barıs
zamanında günlük isleriyle mesgûl olan halk, savas zamanında çolugundançocuguna
top-yekûn seferberlik halinde bulunuyordu. Türk tarihine ait
kaynaklardan ögrendigimize göre; savas ve ordu komutanlıgı sadece erkeklerin
isi degildir. Kadınlar birliklere veyahut da ordulara kumanda edebildikleri gibi,
at üstünde okları, yayları ve kılıçlarıyla birlikte savaslara katılıyorlardı17. Bugün
daha yeni yeni dünya ordularında kadınlar vazife alıyorlar. Ayrıca Türk ordusu
onluklar biçiminde düzenlenmisti. Türk ordu teskilatına dair en eski kayıtlar,
milattan önce 3. asra ait olup, bu ordu onlu düzene göre teskil edilmisti.
Kaynaklardan ögrendigimiz kadarıyla bu sistem Mo-tun (Börü Tonga) Yabgu
zamanında meydana getirilmisti18 ve günümüz dünya orduları da bu esaslar
çerçevesinde teskilatlanmaktadır. Hatta ordu bandolarının kurulusunun
temelinde bile eski Türk askeriyesindeki davul ve onu takip eden Mehter olgusu
yatar. Dünyanın en büyük devletlerinden birini kuran Türkler çaglarına göre
daima yüksek bir harp sanayiine sahip oldular. Yani, Türkler yabancı kavimler
karsısında sadece bilek gücüyle basarı kazanmadılar. Zamanlarına göre savas
teknigini ve usullerini en iyi kullandıkları için dünyaya bas egdirmislerdi.
Sonradan Avrupalılar ve diger milletler bu teknikler ile yöntemleri daha da
gelistirip, Türkler karsısında üstünlük kazanmaya basladılar. Bu arada sunu da
belirtmek istiyoruz: Tarihin bu en cengaver kavmi, bugün oldugu gibi geçmiste
de kalabalık ve güçlü olan Çinlilerin önüne bir set gibi gerilmeseydi, herhalde
dünyanın Asya ve Avrupa kıtasında Çinliden baska halk olmazdı. Batı
medeniyeti ve insanı varlıgını Türklere borçludur.
Eski Türk ekonomisinin temeli konar-göçer hayvancılıga dayanıyordu.
Toplumbilimciler genelde hiçbir inceleme ve arastırma yapmadan tarihteki
Türklerin göçebe olduklarına dair görüsler bildiriyorlar. Bu nazariyeye göre
göçebeler herhangi bir kültür veya medeniyet yaratamayacaklarından, Türklerin
de köklü bir kültürleri ya da medeniyetleri yoktur. sin dogrusu, biz Türkler
hakkında yabancıların bu yanlı fikirleri pek de önemli degil. Halbuki Kök
Türkçe yazılı belgelere baktıgımızda eski atalarımızın kendilerine göçebe
yerine, konar-göçer dediklerini görmekteyiz19. M.önce 3000’den beridir eski
Türklerin ziraatla mesgul olduklarına dair elimizde arkeolojik malzemeler
vardır. Özellikle Altay-Sayan bölgesinde yapılan kazılar bunu ispat ediyor.
Hunlardan kalan su yollarına, topragı islemek için gerekli olan alet-edevata bu
arastırmalarda tesadüf edilirken, Orta Asya’nın her tarafında bulunan kaya
resimlerinde ziraata dair figürlere rastlıyoruz. Yine açılan bazı mezarlarda
baltalarla birlikte orakların da yer alması bu durumu gözler önüne seriyor.
M.önce 2. yüzyıldan itibaren tarihi Türk yurtlarını gezen Çinli seyyahlar,
buralarda halkın nehir sularından ufak kanallar açmak suretiyle sulama ve ziraat
islerinde büyük ilerlemeler kaydettigini ve bu ülkelerde Çin’in görmedigi
degisik bitki ve meyveler bulundugunu hayretle müsahade etmisler ve yirmiden
fazla bitki tohumunu Çin’e götürmüslerdir. 4. asrın sonralarında Tabgaç
hükümdarları tarımdan anlayan bir çiftçi sınıfı olustururlarken, yeni ele geçirilen
topraklara bunları yerlestirerek, faydalanmayı düsünüyorlardı20. Dolayısıyla çok
eski zamanlardan beridir Türkler ziraatla da mesgul olmuslar, ekonomik
tabanlarının bir bölümünü de tarım meydana getirmisti. Bundan baska Türkler
ister göçebe, ister konar-göçer olsunlar dünya tarihine damgasını vurdular. Bunu
kimse inkar edemez; çünkü tarih bunu kayıta geçirmistir.
Konar-göçerlik esasen iklim sartlarına baglı olarak insanların yer
degistirmeleri ve konaklamalarıdır. Bu yasadıkları cografya çok zor tabiat
özelliklerine sahip oldugundan, kendileri de sanki birer çelik gibiydiler. Öyle ki
kısın dogan çocukları karla, yazın doganları da soguk suyla yıkıyorlardı.
Böylece daha bastan birtakım hastalıklara karsı bagısıklıkları saglanıyordu.
Ondört, onbes yaslarından itibaren de birer yigit gibi savaslara katılıyorlar, sag
kalırlarsa hayatlarını devam ettiriyorlardı. Bu açıdan bakıldıgında, takdir
edilmesi gereken yasayısları vardı. Toplum içerisinde herkes vazifesinin ne
oldugunu biliyor, ama yine de aralarında sıkı bir yardımlasma gerçeklesiyordu.
Erkeklerin yatakta ölmesini bir zul olarak kabul eden Türkler, bilindigi gibi
hayvancı bir toplumdur. Hayvan yetistiriciligi üç açıdan mühimdir: Birincisi
baslıca gıda maddesidir. kincisi ticaret aracı, üçüncüsü de nakil vasıtasıdır.
Ama Türkler hayvancılıgın yanı-sıra tarım ve ticarete de ekonomik hayatlarında
önemli bir yer veriyorlardı. Bu insanlar özellikle bahar ve yazları otu, suyu bol
olan yüksek yaylalara göçerek hayvanlarını beslemekle beraber, ırmak
boylarında ve sıcak ovalarda da yerleserek buralarda ziraat yapıyorlar,
dolayısıyla kısları da umumiyetle bu korunması kolay mahallerde geçiriyorlardı.
Bu yaptıkları is gelisi-güzel degildi. Yaylaların muayyen sınırları olup,
kabilelerin baskasının arazisine girmedigini biliyoruz. Onlar sadece kendilerini
düsünerek bütün otlakları tüketme hakkında da sahip bulunmuyorlardı.
At ve koyun yetistiricisi olan bozkırlı Türk’ün baslıca yiyecegi etten
ibaretti. Dolayısıyla ençok da at ve koyun eti yeniyordu. Koyun da tıpkı at gibi
kendisinden yararlanılan bir hayvan olmakla birlikte, kültürel hayatta da önemli
bir yer isgal ediyordu. Aileler ve kabileler yüzbinlerce hayvana sahip
olduklarından eski Türkler, fazlaca istihsal edilen eti uzun süre muhafaza
etmenin yollarını bulmuslardı. Günümüzün pastırma usulüne benzer bir sekilde
konserve etler hazırlıyorlardı. Tabi ki eti ve balıgı kurutarak da korumasını
biliyorlardı. Bazı kaynaklarda eti ince ince dilimleyerek, güneste
kuruttuklarından söz ediliyor. Bu yüzden söz konusu teknikler Türk insanının
dünyaya bir armaganıdır.
Eski Türkler elbise, çamasır ve ayaga giyilen pantolon türü esyaya da
“don” demislerdir. Türklerin kıyafetlerinin nasıl olduguna dair bilgilere yazılı
kaynaklardan ve arkeolojik malzemelerden ulasmak mümkündür. Özellikle
Asya’da yapılan yüzey arastırmalarında ve kazılarda bulunan heykellerle, kaya
resimlerinde; ayrıca duvar minyatürlerinde Türklerin ceket, pantolon, gömlek,
sapka, çizme, kemer türü giyeceklerinin biçimleri ortaya konulabilmektedir.
Ceket ve pantolon herhalde Türklerin insanlıga bir ihsanıdır. Burada tabiki sunu
da belirtmeliyiz; kemer takma bir ihtiyaç oldugu gibi, hakimiyetin ve
memurlugun da alametiydi. Türklerden kalan heykeller de bunu çok açık bir
sekilde görebiliriz21. Kisilerin sosyal durumlarına göre, basa geçirilen sapkaların
sekilleri de farklıydı. Bazan Orta Asya’ya seyahat yapmıs çesitli kisilerin, bazan
da yabancılar arasında yasayan Türklerin giyim tarzları tarihi belgelere de
yansımıstır ki; mesela Hazar prenseslerinden Çiçek’in Bizans’a gelin gittiginde
giydigi elbise ve çeyizler Romalılar içinde hususi bir kadın modası yaratmıstır.
Gömlek ya da kaftan seklinde, uzun kollu ve yırtmaçlı bir giyecekleri daha
vardı. 6. asrın birinci yarısındaki olayların nakledildigi Prokopius’un “Gizli
Tarih” adlı eserindeki bilgilere göre, giydikleri gömlek ve ayakkabılarıyla,
uzattıkları saç seklinden dolayı Bizans’ta revaçtaki bir Hun modası söz
konusuydu22. Elbette ki onların bu giyim usulü bozkırın yapısına uygun
olmalıydı. Netice itibarıyla ömrü at üzerinde geçen tarihteki Türklerin esas
giysileri ata binerken rahatlık sagladıgından ötürü ceket, pantolon türü seylerdi.
Mevsim durumlarına göre de bunların muhteviyatı degisiyordu. Mesela kısın
daha kalın ve içi yünlü elbiseler giyilirken, yazları daha ince ve pamuklu
nev’inden giyecekler tercih edilmekteydi. Savasa gidilirken ise, özel harp
elbiselerinin kullanıldıgı da muhakkaktır. Bunlar o kadar rahatlardı ki, ara-sıra
yabancı halkların tıpkı savas araç ve gereçlerinde oldugu üzere, giyim usulünde
de Türkleri taklit ettiklerine sahit oluyoruz. Bununla beraber Çin’den ve
ran’dan gelen daha zarif, ipekli ve pamuklu dokumaları kullandıklarını da,
kaynaklar ve arkeolojik kalıntılar bize haber veriyor. 520 sıralarında Ak Hun
sarayını ziyaret eden bir Çinli, hükümdarın islemeli ve ipekten elbiselere sahip
oldugunu belirtiyor. Dolayısıyla törenler için özel giyimleri vardı. Mesela yine
Çinliler, Uygur Türklerinin zenginliginden söz ederlerken sansar ve samur derisi
elbiselerinin yanı-sıra beyaz aba, islemeli ve çiçekli kumasların bollugundan
haber verirler23. Sadece at üzerinde, bozkırda dolastıgı düsünülen bu insanlar
yazılı kaynaklardan ögrendigimize göre, günlük hayatta kullandıkları elbiselerini
dahi ütülüyorlar ve koyun yagıyla, bir tür kuru otun külünü karıstırarak da sabun
üretiyorlardı24. Bugün modern dünyanın modasının temelini teskil eden ceket,
pantolon ve gömlek türü giyeceklerin tamamı Türk yapımıdır. O çaglarda Batı
medeniyeti olarak adlandırdıgımız cografyada dogru-dürüst giyim-kusam
olmadıgı gibi, yüzlerce yıl sonra bile ne kılık-kıyafet, ne de temizlik konusunda
onlar Türklerin düzeyine gelebilmis degillerdi. Batılılar saraylarının ve evlerinin
içine pislerken, daha Orta Çaglarda bile Türklerde bir tuvalet kavramı vardı ve
onlar buna “çumusluk” diyorlardı. Bir kısım arastırmacıların kültürsüz göçebeler
olarak tanıtmaya gayret ettikleri bu eski Türklerin çadırlarındaki malzemelerin
ve tahtların güzelligine çagdası olan ne bir Avrupa, ne de Asya imparatorlarının
saraylarında tesadüf edemiyorsunuz. Böyle bir durumu kimse yok sayamaz.
Daha evvelce kendilerine ait yazıları ve edebiyatlarının oldugunu
söyledigimiz Türk milleti, tarihlerinin parlak oldugu devirlerde ilimde de en ileri
düzeydeydiler. Selçuklu ve Osmanlı çagında açılan medreseler buna örnektir.
Nizam’ül-Mülk’ün öncülügünü yaptıgı ve Nizamiye Medreseleri diye anılan
ilmi kurulus, dünyada ilk modern üniversite müesseseleridir. Buna baglı olarak
Türk devletinin her tarafında insa edilen hanlar, hamamlar, imaretler, sifahaneler
zamanlarının öncü tesekkülleri olup, bugünkülerinin taklit edildigi ve
gelistirildigi yapılardır.
Kültürsüz göçebeler diye itham edilen Türkler günlük hayatlarında
paradan da yararlanıyorlardı. Bununla beraber eski Türk devletlerinde para
kullanımının ne zamanlar basladıgını belirlemek için kesin bir sey
söyleyemiyoruz. Ama Hunlardan itibaren yapılan arkeolojik arastırmalarda
Türklerin Çin ve ran paralarına benzer sikkeler kullandıkları gerçektir. Zaman
zaman Çin paralarının kenarlarına kendi isimlerini kazıyarak, onlardan
yararlanıyorlardı. Bazan üzerinde kagan tamgası da olan kagıt ve ipek paraların
da tedavülde oldugu anlasılıyor. Kök Türkler çagında madeni paraya “yarmak”
da denmistir. Özellikle Çu Nehri vadisinde yapılan kazılarda eski Türgislere ait
bol miktarda paraya rastlanıldı. Su veya bu sekilde para kullanımı Uygurlarda da
vardı. Kasgarlı Mahmud eserinde “kamdu” kelimesini izah ederken; “dört arsın
boyunda, bir karıs eninde bez parçasıdır ki, üzerine Uygur hanının mührü
basılıp, alıs-veriste para yerine kullanılır. Bu bez eskirse her yedi senede bir
yamanır, sonra yıkanır, yeniden üzerine mühür vurulur” diyor. Alıs-veris
islerinde, dolayısıyla ticarette bir aracı vasıta olarak düsünülen para, Türklerden
örnek alınarak Mogollar ve Mogolların Türklesmesi suretiyle ortaya çıkan
hanedanlar tarafından da kullanıldı. Mesela Kebek Han (1318-1326), kendi
adına paralar bastırmıs ve bunlar daha sonra Kebeki adıyla anılmıs; hatta belki
Altun Orda Hanlıgı yoluyla Rus para birimlerinden “kopek”e de bu adın izafe
edildigi söylenmistir25.
Türkler eskiden zamanı on iki hayvanlı Türk takvimiyle ölçüyorlardı.
Gerçi günümüzde dahi bu takvim esasına göre hareket eden Türk grupları halâ
mevcuttur. Üçyüz altmıs bes günlük dilime yıl deniyordu ki, bunun da
yıldız/yuldız kelimesiyle alâkalı oldugunu ileri sürenler mevcuttur. Ayrıca bu
sistemin Çin’den veya Hint’ten alındıgı iddiasında bulunanlar varsa da, daha
ispatlanmamıs bir konudur. Bu takvim üzerine teferruatlı çalısmaları olan
alimler, onun on ikili boy teskilatıyla da ilgisine dikkat çekiyorlar. Bir baska
açıdan bunu tedkik ettigimiz de, yılların hayvan adlarıyla anılması meselesi
karsımıza çıkıyor ki, esasında hayvanlarla iç-içe olanlar Çinliler degil,
Türklerdir. Dolayısıyla bu zaman hesabı Türklerden Çinli, Hintli, Tibetli ve
Mogol gibi kavimlere geçmis olsa gerek26.
Ortaya çıkıslarından itibaren, dünyada bir Tanrı’ya inanan ilk kavim
Türklerdir. Türkçenin asli kelimesi olan Tanrı’ya yazılı kayıt olarak, en eski
m.ö. 5. yüzyılda rastlanmaktadır. Hiç süphesiz bundan öncede mevcut idi.
Zamanımızdan 2500 yıl evvel, basta eski Yunanlılarda olmak üzere ölümlü ve
ölümsüz birçok tanrının oldugunu görenler, Türklerde tek bir ilahın ve yaratıcı
yerine geçen Tanrı kelimesinin varlıgına inanmamıslar ve bunu kabul
edememislerdir27. Yabancıların idarecileri kendilerini bir nev’i Tanrı olarak
görürken, Türk beyleri Tanrı’nın hizmetkarı olduklarına inandılar. Bastaki
hükümdar ile sıradan vatandas aynı haklara sahip idi. darecilerin hiçbir surette
halkına eziyet etme hakkı yoktu. Onlar da biliyorlardı ki, vatandasları olmadıgı
takdirde kendileri bir hiçti. Pek çok dine girdiler ama, her dinin de en atesli
savunucuları oldular. Bugün dünyada Budizm diye bir felsefi inanç varsa,
Musevilik ya da slamiyet gibi bir Hak dinden söz ediliyorsa bu Türklerin
sayesindedir.
Bütün bu sosyal gelismeler ve katkıların hepsini bir kenara bırakıp,
insanlıgın ilerlemesi açısından son derece mühim olan demir ve at gibi iki seyi
kazandırdıklarından dolayı, insanlık alemi Türklere minnettar olmalıdır.
Dipnotlar
* A.Ü. Dil ve Tarih-Cografya Fakültesi Ögretim Üyesi
1 E.Güngör, Kültür Degismesi ve Milliyetçilik, Ankara 1980, s.7-9, 62; M.Cunbur, Atatürk
ve Milli Kültür, Ankara 1981, s.17-33; .Kafesoglu, Türk Milli Kültürü, 2. baskı, istanbul
1983, s.15-17; V.Mejuyev, Kültür ve Tarih, Çev. S.Yokova, Ankara 1987, s.21; M.Kaplan,
Türk Milletinin Kültürel Degerleri, Ankara 1987, s.2; S.K.Tural, Kültürel Kimlik
Üzerine Düsünceler, Ankara 1988, s.30-35.
2 A.C.Emre, “Eski Türk Yazısının Mensei”, Türk Dili (Belleten), 3/18-20, Ankara 1943,
s.80; A.von Gabain, “Eski Türkçenin Yazı Dili”, Türk Dili Arastırmaları Yıllıgı (Belleten),
Ankara 1959, s.318; R.Giraud, L’Empire Des Turcs Celestes, Paris 1960, s.17; .Kafesoglu,
“Milli Varlık ve Gayelerimiz Bakımından Türk Tarih ve Kültürünün Ehemmiyeti”, Türk
Kültürünü Arastırma Enstitüsü, Konferanslar I, Ankara 1965, s.47; V.Barthold, Orta Asya
Türk Tarihi Hakkında Dersler, istanbul 1927, s.180; V.Barthold, Four Studies on the
History of Central Asia, Vol. I, Leiden 1962, s.82; T.Tekin, “Göktürk Alfabesi”, Harf
Devriminin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s.27; Kaplan, a.g.e., s.9; A.von Gabain,
“Eski Türkçe”, Tarihi Türk Siveleri, Haz. M.Akalın, 2. baskı, Ankara 1988, s. 63; M.Erçin,
“Saka-Türk (Hece-Harf) Yazısı ve Dili ( .Ö. 8.-4.Yüzyıl)”, IX. Türk Tarih Kongresi
Bildirileri, C. 2, Ankara 1988, s.564.
3 Mesela 568 yılında Kök Türk ülkesinden Bizans’a giden elçiler, yanlarında stemi
Yabgu’nun Kök Türk harfleriyle yazılmıs bir mektubunu götürdüler. Bakınız, S.Gömeç, Kök
Türk Tarihi, 2. baskı, Ankara 1999, s.19
4 A.Caferoglu,Türk Dili Tarihi, 3. baskı, istanbul 1984; O.Aslanapa, Türk Sanatı, Ankara
1990, s.9; E.Baytur, Sincan’daki Milletlerin Tarihi, Ürimçi 1991, s.629-630; S.Gömeç,
Uygur Türkleri Tarihi, 2. baskı, Ankara 2000, s.87-89.
5 S.Batu, Türk Atları ve At Yetistirme Bilgisi, Ankara 1938, s.65; B.Ögel, " lk Töles
Boyları", Belleten, Sayı 48, Ankara 1948, s.812; .Kafesoglu, Türkler ve Medeniyet,
i stanbul 1957, s.22-31; S.G.Clauson, “Turkish and Mongolian Horses and Use of Horses, an
Etymological Study”, Central Asiatic Journal, 10/3-4, Wiesbaden 1965, s.163-164;
N.Diyarbekirli, "Türk Sanatının Kaynaklarına Dogru", Türk Sanat Tarihi Arastırma ve
ncelemeleri, C. 2, istanbul 1969, s.149; Ö. zgi, " İslamiyetten Önce Orta Asya Türk
Kültürü", Milli Kültür, 1/2, Ankara 1977, s.43-44; L.N.Gumilev, Hunlar, Çev. A.Batur, 3.
baskı, i stanbul 2003, s.140, 311; A.Donuk, " İslamiyetten Önce Türklerde Devlet Adamı
Tipi", Türk Kültürü, 24/275, Ankara 1986, s.145.
6 O.Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ankara 1965, s.269;
A.Ahmetbeyoglu, Avrupa Hun mparatorlugu, Ankara 2001, s.162.
7 W.Eberhard, Çin’in Simal Komsuları, Çev. N.Ulugtug, Ankara 1942, s.68, 76; C.L.Chen,
“A Study of Turkic Weapons”, Altaistic Studies, Konferenser 12, Stockholm 1985, s.32-33.
8 J.M.Deguignes, Hunların, Türklerin, Mogolların ve daha sair Tatarların Tarih-î
Umumisi, C. II, i stanbul 1924, s.295; Eberhard, a.g.e., s. 68; O.Maenchen-Helfen,
“Crenelated Mare and Scabbard Slide", Central Asiatic Journal, Vol. 3, Wiesbaden 1957,
s.98; A. nan, “Altaylarda Hun Devri Kültürü”, Hayat Tarih Mecmuası, 2/12, i stanbul 1967,
s.23; E.Esin, “Ordug (Baslangıçtan Selçuklulara Kadar Türk Hakan Sehri)”, DTCF. Tarih
Arastırmaları Dergisi, 6/10-11, Ankara 1968, s.25; D.G.Savinov, “Etnokulturniye Svyazi
Naseleniya Sayano-Altaya v Drevnetyurkskoye Vremya", Tyurkologiçeskiy Sbornik, 1972,
Moskva 1973, s.42-43; H.Z.Kosay, "Avarların Sanatı", Makaleler ve ncelemeler, Ankara
1974, s.356; N.Diyarbekirli, “ lk Türk Halısı”, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi
Semineri Bildirileri, Ankara 1974, s.262-267; N.Diyarbekirli, "Peçenek Hazinesi ve Türk
Sanatının Çesitli Kıtalarda Gelisen Ortak Nitelikleri", ÜEF. Tarih Enstitüsü Dergisi,
istanbul 1974, s.403; E.Esin, İ slamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giris,
istanbul 1978, s.14; R.Sesen, bn Fazlan Seyahatnamesi, istanbul 1975, s.90; A.Rahman,
"Uygurların Defin Merasimleri", III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, 4.
Cilt, Gelenek, Görenek ve nançlar, Ankara 1987, s.310; Gömeç, a.g.e, s.10; S.Gömeç, “Kök
Türk Yazıtları 2001 Çalısmaları”, Türksoy, Sayı 7, Ankara 2002; Gumilev, a.g.e., s.110-111,
206.
9 M.I.Artamonov, Istoriya Khazar, Leningrad 1962, s.270; Kosay, a.g.m., s.357; Esin, a.g.e.,
s.17, 84, 108-109; L.Rasonyi, Tarihte Türklük, 2. baskı, Ankara 1988, s.40-43; J.Harmatta,
“Dogu Avrupa’da Türk Oyma Yazılı Kitabeler", Çev., H.Akın, Erdem, 3/7, Ankara 1987,
s.62-65; Rahman, a.g.m., s.308-309; W.Haussig, pek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi,
Çev. M.Kayayerli, Kayseri 1997, s.43-45.
Mesela Tolun-ogullarının Mısır’da yaptırdıkları sarayın bahçesindeki çiçeklerin durumu,
Kur’an ayetlerini ifade ediyordu.
10Kafesoglu, Türk Milli…, s.215-216; Ö. zgi, “ İslamiyetten Önce Orta Asya Kültürü”, Milli
Kültür, 1/2, Ankara 1977, s.48; B.Spuler, “Göktürklerin Dini ve Kültürü Hakkında
Mülahazalar”, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, II. Cilt, Ankara 1981, s.663; B.Ögel,
“Türklerde Kalın ve Baslık", II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C. 4,
Gelenek-Görenek ve nançlar, Ankara 1982, s.393-396; B.Ögel, Türk Kültürünün Gelisme
Çagları, 3. baskı, istanbul 1988, s.245-247.
11 Kafesoglu, Türkler ve Medeniyet, s.23; S.Bastav, "Eski Türklerde Harp Taktigi", Türk
Kültürü, 2/22, Ankara 1964, s.46-48; N.Diyarbekirli, Hun Sanatı, istanbul 1972, s.33;
M.A.Köymen, "Türklerde Demokrasi", Milli Kültür, 1/6, Ankara, 1977, s.13; R.Genç, “Eski
Türk Ziyafetleri ve Dis Kirası Adeti”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri,
IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve nançlar, Ankara 1982, s.177; N.Ulunay, Tarih Boyunca Türk
Harp Sanatı ve Stratejisi I, Ankara 1986, s.43; A. nan, “Yasa, Töre~Türe ve Seriat”, Türk
Kültürü Arastırmaları, 1/1, Ankara 1964, s.104; B.Watson, Record of the Grand
Historian of China, Volume II, Third edition, New York 1968, s.164; B.Ögel, Türk
Mitolojisi, Ankara 1971, s.29; Kafesoglu, Türk Milli..., s.233-235.
12 Genis bilgi için bakınız, Watson, a.g.e., s.164; B.Ögel, Türklerde Devlet Anlayısı. 13.
Yüzyıl Sonlarına Kadar, Ankara 1982, s.74-82; Ögel, Türk Kültürünün Gelisme, s.68.
13M.T.Liu, Die Chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken (T’u-küe), II,
Wiesbaden 1958, s.430; C.H.Huang, T’ang Devrinde Tibetlilerin Çinliler ve Orta Asya
Kavimleriyle Münasebetleri, Doktora Tezi, istanbul 1971, s.10-11; Z.Kitapçı, Dogu
Türkistan ve Uygur Türkleri Arasında İ slamiyet, Konya 2004, s.59.
14 S.Gömeç, “Osmanlı Devleti’nin Kurulus Kutlamalarının Ardından”, Yüce Erek, 2/18,
Ankara 2000, s.5-7.
15 Gömeç, Kök Türk Tarihi, s.94-96.
16 Gömeç, “Osmanlı Devleti’nin Kurulusunun….”, s.6; L.N.Gumilev, Eski Ruslar ve Büyük
Bozkır Halkları, Çev. A.Batur, C. II, i stanbul 2003, s.20.
17 Gumilev, Hunlar, s.378.
18 .Kafesoglu, “Türk Ordusu”, Türk Kültürü, 2/22, Ankara 1964, s.10; B.Ögel, Türk Kültür
Tarihine Giris, C. 7, Ankara 1984, s.3; . nce, Han Hanedanlıgı Döneminde Hunlarla
lgili Yer, Unvan, Kisi Adları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1996, s.120-121.
19 Bakınız, Taryat-Terhin Yazıtı, Batı tarafı, 4: Ötüken eli tegresi, ikin ara ılgam-tarıglagım,
Sekiz-Selenge, Orkun, Togla, Sebintürdü, Kargu, Burgu ol yirimin-subımın konar-köçer ben.
20 W.Eberhard, “Toba’larda Ziraat”, Belleten, C. 10, Ankara 1946, s.84; B.Ögel, İslamiyetten
Önce Türk Kültür Tarihi, 2. baskı, Ankara 1984, s.88; P.B.Golden, “Rusya’nın Orman
Kusagı”, Çev. M.Tunçay, Erken ç Asya Tarihi, Der. D.Sinor, i stanbul 2000, s.308;
Gumilev, a.g.e., s.490.
21 Bununla beraber altın kemeri ancak hükümdarlar takardı ki, 2001 senesinde Saadettin
Gömeç tarafından yürütülen Bilge Kagan’ın Anıt Mezarlıgında kazılarda ele geçirilen
hazinenin içinde bilindigi gibi Bilge Kagan’ın altın kemeri de mevcuttur. Bakınız, S.Gömeç,
“Kök Türk Yazıtları 2001 Çalısmaları”, Türksoy, Sayı 7, Ankara 2002, s.30; L.N.Gumilev,
Muhayyel mparatorlugun zinde, Çev. A.Batur, 2. Baskı, istanbul 2003, s.51.
22 Eberhard, a.g.e., s.68, 86; O.Aslanapa, “Türk Sanatının Bütünlügü ve Devamlılıgı”,
Konferanslar I, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü, Ankara 1965, s.58; R.Grousset, Bozkır
mparatorlugu, Çev. R.Uzmen, istanbul 1980, s.39; Diyarbekirli, a.g.m., s.155; Esin, a.g.e.,
s.17; W.Rubruk, Mogolların Büyük Hanına Seyahat, Çev. E.Ayan, i stanbul 2001, s.38;
Kafesoglu, Türk Milli…, s.306; .Çetin, "Göktürk Kitabelerinde simleri Geçen Hayvanlar",
Türk Folkloru Arastırmaları, 1986/1, Ankara 1986, s.131; Prokopius, Bizans’ın Gizli
Tarihi, Çev. O.Duru, istanbul 2001, s.61.
23 W.Eberhard, "Çin Kaynaklarına Göre Orta ve Garbi Asya Halklarının Medeniyeti",
Türkiyat Mecmuası, C. 7-8, istanbul 1942, s.135; N.Üçok, At ve Altay ndogermen
Münasebetleri, Doçentlik Tezi, Ankara 1942, s.40-41; A. nan, “Türkistan’da ve Altaylarda
Son Yıllarda Yapılan Arkeoloji Arastırmaları”, Belleten, C. 12, Ankara 1948, s.275;
G.Aydarov, "Yesçe Adna Nahodka Po Orhono-Yeniseyskoy Pismennosti", Epigrafika
Vostoka, 19, Leningrad 1969; Diyarbekirli, “Türk Sanatının Kaynaklarına…”, s.155;
L.Ligeti, Bilinmeyen ç Asya, Çev. S.Karatay, C. II, istanbul 1970, s.81; Esin, a.g.e., s.16,
23, 108; Grousset, a.g.e., s.84; Ögel, Türk Kültürünün Gelisme..., s.210; Ögel,
İ slamiyetten Önce Türk…, s.208-209; V.D.Kubarev, Drevnetyurkskiye Izvayaniya
Altaya, Novosibirsk 1984, s.180-229.
24 Kasgarlı Mahmud, “ütük” yani ütü kelimesini açıklarken; mala biçiminde bir demir
parçasıdır ki, dikis yerlerini yatıstırmak için kızdırılarak elbise üzerine bastırılır, diyor.
Bakınız, Kasgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, Çev. B.Atalay, C. I, Ankara 1985, s.68-
69; L.Hambis,"Central Asia", Encyclopedia of World Art, Vol. 1, New York 1968, s.822;
nan, a.g.m., s.275; Kafesoglu, a.g.e., s.308; S.G.Klyastornıy–T. .Sultanov, Türkün Üçbin
Yılı, Çev. A.Batur, istanbul 2003, s.329.
25 Kasgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, C. I, Ankara 1985, s.503; H.Vambery, Noten
zu den Atttürkischen Inschriften der Mongolei und Sibiriens, Helsingfors 1898, s.97;
A.S.Vincent, “White Hun Coins from the Panjab”, Journal of the Royal Asiatic Society,
London 1907, s.91-95; Barthold, Orta Asya Türk..., s.160-161, 232, 278; Kasgarlı Mahmud,
Divanü Lûgat-it-Türk, C. I, s.418; S.G.Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-
Thirteenth-Century Turkish, Oxford 1972, s.80; S.G.Klyastornıy, “Moneta s Runiçeskoy
Nadpisyu iz Mongolii”, Tyurkologiçeskiy Sbornik, 1972, Moskva 1973; Rasonyi a.g.e.,
s.98-99; Kafesoglu, a.g.e., s.315; B.Ögel, İ slamiyetten Önce Türk…, s.172; Ögel, Türk
Kültürünün Gelisme…, s.531; I.L.Kızlasov, “Monetı s Tyurkoyazıçnımi Yeniseyskimi
Nadpisyami”, Numizmatika Epigrafika, Tom 14, Moskva 1984; Gömeç, Kök Türk Tarihi,
s.93-94; Golden, a.g.m., s.323; Gumilev, a.g.e., s.491; G.Babayarov, “Moneta s Titulom
Tudun”, Numizmatika Tsentralnoy Azii, VII, Taskent 2004, s.40-43.
26 Barthold, a.g.e., s.38; O.Turan, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, istanbul 1941, s.88; Esin,
İslamiyetten Önceki…, s.36; G.Uray, “The Annals of the A-Za Principality”, Proceedings
of the Csoma de Körös Memorial Symposium, Budapest 1978, s.545; N.A.Akgür, “On ki
Hayvanlı Türk Takvimi”, Türk Dünyası Arastırmaları, Sayı 64, istanbul 1990, s.179;
A.Vovin, “Some Thoughts on the Origins of the Old Turkic 12-Year Animal Cycle”, Central
Asiatic Journal, Vol. 48, Wiesbaden 2004, s.118-130.
27 Eski Yunanda Zeus, Apollon, Mars, Hera vs. gibi varlıklar aynı zamanda yarı tanrı olarak
da kabul edilmekteydiler. Aslında bu inançda kim ölümlü, kim ölümsüz belli olmadıgı gibi,
kimin yaratıcı, kimin de yaratılan oldugu hususu da karısıktır.
KAYNAKLAR
Ahmetbeyoglu, A., Avrupa Hun mparatorlugu, Ankara 2001
Akgür, N.A, “On ki Hayvanlı Türk Takvimi”, Türk Dünyası Arastırmaları,
Sayı 64, istanbul 1990
Artamonov, M.I., Istoriya Khazar, Leningrad 1962
Aslanapa, O., “Türk Sanatının Bütünlügü ve Devamlılıgı”, Konferanslar I,
Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü, Ankara 1965
Aslanapa, O., Türk Sanatı, Ankara 1990
Aydarov, G., "Yesçe Adna Nahodka Po Orhono-Yeniseyskoy Pismennosti",
Epigrafika Vostoka, 19, Leningrad 1969
Babayarov, G., “Moneta s Titulom Tudun”, Numizmatika Tsentralnoy Azii,
VII, Taskent 2004
Barthold, V.V., Four Studies on the History of Central Asia, Vol. I, Leiden
1962
Barthold, V.V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, istanbul 1927
Bastav, S., "Eski Türklerde Harp Taktigi", Türk Kültürü, 2/22, Ankara 1964
Batu, S., Türk Atları ve At Yetistirme Bilgisi, Ankara 1938
Baytur, E., Sincan’daki Milletlerin Tarihi, Ürimçi 1991
Caferoglu, E., Türk Dili Tarihi, 3. baskı, istanbul 1984
Chen, C.L., “A Study of Turkic Weapons”, Altaistic Studies, Konferenser 12,
Stockholm 1985
Clauson, S.G., “Turkish and Mongolian Horses and Use of Horses, an
Etymological Study”, Central Asiatic Journal, 10/3-4, Wiesbaden 1965
Clauson, S.G., An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century
Turkish, Oxford 1972
Cunbur, M., Atatürk ve Milli Kültür, Ankara 1981
Çetin, ., "Göktürk Kitabelerinde simleri Geçen Hayvanlar", Türk Folkloru
Arastırmaları, 1986/1, Ankara 1986
Deguignes, J.M., Hunların, Türklerin, Mogolların ve daha sair Tatarların
Tarih-î Umumisi, C. II, istanbul 1924
Diyarbekirli, N., "Peçenek Hazinesi ve Türk Sanatının Çesitli Kıtalarda Gelisen
Ortak Nitelikleri", ÜEF. Tarih Enstitüsü Dergisi, istanbul 1974
Diyarbekirli, N., "Türk Sanatının Kaynaklarına Dogru", Türk Sanat Tarihi
Arastırma ve ncelemeleri, C. 2, istanbul 1969
Diyarbekirli, N., “ lk Türk Halısı”, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi
Semineri Bildirileri, Ankara 1974
Diyarbekirli, N., Hun Sanatı, i stanbul 1972
Donuk, A., " İslamiyetten Önce Türklerde Devlet Adamı Tipi", Türk Kültürü,
24/275, Ankara 1986
Eberhard, W., "Çin Kaynaklarına Göre Orta ve Garbi Asya Halklarının
Medeniyeti", Türkiyat Mecmuası, C. 7-8, i stanbul 1942
Eberhard, W., “Toba’larda Ziraat”, Belleten, C. 10, Ankara 1946
Eberhard, W., Çin’in Simal Komsuları, Çev. N.Ulugtug, Ankara 1942
Emre, A.C., “Eski Türk Yazısının Mensei”, Türk Dili (Belleten), 3/18-20,
Ankara 1943
Erçin, M., “Saka-Türk (Hece-Harf) Yazısı ve Dili ( .Ö. 8.-4.Yüzyıl)”, IX. Türk
Tarih Kongresi Bildirileri, C. 2, Ankara 1988
Esin, E., “Ordug (Baslangıçtan Selçuklulara Kadar Türk Hakan Sehri)”, DTCF.
Tarih Arastırmaları Dergisi, 6/10-11, Ankara 1968
Esin, E., İ slamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giris, i stanbul
1978
Gabain, A., “Eski Türkçe”, Tarihi Türk Siveleri, Haz. M.Akalın, 2. baskı,
Ankara 1988
Gabain, A., “Eski Türkçenin Yazı Dili”, Türk Dili Arastırmaları Yıllıgı
(Belleten), Ankara 1959
Genç, R., “Eski Türk Ziyafetleri ve Dis Kirası Adeti”, II. Milletlerarası Türk
Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve nançlar, Ankara
1982
Giraud, R., L’Empire Des Turcs Celestes, Paris 1960
Golden, P.B., “Rusya’nın Orman Kusagı”, Çev. M.Tunçay, Erken ç Asya
Tarihi, Der. D.Sinor, istanbul 2000
Gömeç, S., “Kök Türk Yazıtları 2001 Çalısmaları”, Türksoy, Sayı 7, Ankara
2002
Gömeç, S., “Osmanlı Devleti’nin Kurulus Kutlamalarının Ardından”, Yüce
Erek, 2/18, Ankara 2000
Gömeç, S., Kök Türk Tarihi, 2. baskı, Ankara 1999
Gömeç, S., Uygur Türkleri Tarihi, 2. baskı, Ankara 2000
Grousset, R., Bozkır mparatorlugu, Çev. R.Uzmen, istanbul 1980
Gumilev, L.N., Hunlar, Çev. A.Batur, 3. baskı, istanbul 2003
Gumilev, L.N., Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları, Çev. A.Batur, C. II,
istanbul 2003
Gumilev, L.N., Muhayyel mparatorlugun zinde, Çev. A.Batur, 2. Baskı,
istanbul 2003
Güngör, E., Kültür Degismesi ve Milliyetçilik, Ankara 1980
Hambis, L., "Central Asia", Encyclopedia of World Art, Vol. 1, New York
1968
Harmatta, J., “Dogu Avrupa’da Türk Oyma Yazılı Kitabeler", Çev., H.Akın,
Erdem, 3/7, Ankara 1987
Haussig, W., pek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, Çev. M.Kayayerli,
Kayseri 1997
Huang, C.H., T’ang Devrinde Tibetlilerin Çinliler ve Orta Asya
Kavimleriyle Münasebetleri, Doktora Tezi, istanbul 1971
nan, A., “Altaylarda Hun Devri Kültürü”, Hayat Tarih Mecmuası, 2/12,
i stanbul 1967
nan, A., “Türkistan’da ve Altaylarda Son Yıllarda Yapılan Arkeoloji
Arastırmaları”, Belleten, C. 12, Ankara 1948
İnan, A., “Yasa, Töre~Türe ve Seriat”, Türk Kültürü Arastırmaları, 1/1,
Ankara 1964
İ nce, ., Han Hanedanlıgı Döneminde Hunlarla lgili Yer, Unvan, Kisi Adları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1996
İ zgi, Ö., " İslamiyetten Önce Orta Asya Türk Kültürü", Milli Kültür, 1/2,
Ankara 1977
Kafesoglu, ., “Milli Varlık ve Gayelerimiz Bakımından Türk Tarih ve
Kültürünün Ehemmiyeti”, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü,
Konferanslar I, Ankara 1965
Kafesoglu, ., “Türk Ordusu”, Türk Kültürü, 2/22, Ankara 1964
Kafesoglu, ., Türk Milli Kültürü, 2. baskı, i stanbul 1983
Kafesoglu, ., Türkler ve Medeniyet, i stanbul 1957
Kaplan, M., Türk Milletinin Kültürel Degerleri, Ankara 1987
Kasgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, Çev. B.Atalay, C. I, Ankara 1985
Kızlasov, I.L., “Monetı s Tyurkoyazıçnımi Yeniseyskimi Nadpisyami”,
Numizmatika Epigrafika, Tom 14, Moskva 1984
Kitapçı, Z., Dogu Türkistan ve Uygur Türkleri Arasında İ slamiyet, Konya
2004
Klyastornıy, S.G., “Moneta s Runiçeskoy Nadpisyu iz Mongolii”,
Tyurkologiçeskiy Sbornik, 1972, Moskva 1973
Klyastornıy, S.G.–Sultanov, T. ., Türkün Üçbin Yılı, Çev. A.Batur, i stanbul
2003
Kosay, H.Z., "Avarların Sanatı", Makaleler ve ncelemeler, Ankara 1974
Köymen, M.A., "Türklerde Demokrasi", Milli Kültür, 1/6, Ankara, 1977
Kubarev, V.D., Drevnetyurkskiye Izvayaniya Altaya, Novosibirsk 1984
Ligeti, L., Bilinmeyen ç Asya, Çev. S.Karatay, C. II, istanbul 1970
Liu, M.T., Die Chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken
(T’u-küe), II, Wiesbaden 1958
Maenchen-Helfen, O., “Crenelated Mare and Scabbard Slide", Central Asiatic
Journal, Vol. 3, Wiesbaden 1957
Mejuyev, V., Kültür ve Tarih, Çev. S.Yokova, Ankara 1987
Ögel, B., " lk Töles Boyları", Belleten, Sayı 48, Ankara 1948
Ögel, B., Türk Mitolojisi, Ankara 1971
Ögel, B., “Türklerde Kalın ve Baslık", II. Milletlerarası Türk Folklor
Kongresi Bildirileri, C. 4, Gelenek-Görenek ve nançlar, Ankara 1982
Ögel, B., Türklerde Devlet Anlayısı. 13. Yüzyıl Sonlarına Kadar, Ankara 1982
Ögel, B., İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, 2. baskı, Ankara 1984
Ögel, B., Türk Kültür Tarihine Giris, C. 7, Ankara 1984
Ögel, B., Türk Kültürünün Gelisme Çagları, 3. baskı, istanbul 1988
Rahman, A., "Uygurların Defin Merasimleri", III. Milletlerarası Türk Folklor
Kongresi Bildirileri, 4. Cilt, Gelenek, Görenek ve nançlar, Ankara 1987
Rasonyi, L., Tarihte Türklük, 2. baskı, Ankara 1988
Rubruk, W., Mogolların Büyük Hanına Seyahat, Çev. E.Ayan, istanbul 2001
Savinov, D.G., “Etnokulturniye Svyazi Naseleniya Sayano-Altaya v
Drevnetyurkskoye Vremya", Tyurkologiçeskiy Sbornik, 1972, Moskva 1973
Spuler, B., “Göktürklerin Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar”, VII. Türk
Tarih Kongresi Bildirileri, II. Cilt, Ankara 1981
Sesen, R., bn Fazlan Seyahatnamesi, istanbul 1975
Tekin, T., “Göktürk Alfabesi”, Harf Devriminin 50. Yılı Sempozyumu,
Ankara 1981
Tural, S.K., Kültürel Kimlik Üzerine Düsünceler, Ankara 1988
Turan, O., Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, i stanbul 1941
Turan, O., Selçuklular Tarihi ve Türk İ slam Medeniyeti, Ankara 1965
Ulunay, N., Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı ve Stratejisi I, Ankara 1986
Uray, G., “The Annals of the A-Za Principality”, Proceedings of the Csoma de
Körös Memorial Symposium, Budapest 1978
Üçok, N., At ve Altay ndogermen Münasebetleri, Doçentlik Tezi, Ankara
1942
Vambery, A., Noten zu den Atttürkischen Inschriften der Mongolei und
Sibiriens, Helsingfors 1898
Vincent, A.S., “White Hun Coins from the Panjab”, Journal of the Royal
Asiatic Society, London 1907
Vovin, A., “Some Thoughts on the Origins of the Old Turkic 12-Year Animal
Cycle”, Central Asiatic Journal, Vol. 48, Wiesbaden 2004
Watson, B., Record of the Grand Historian of China, Volume II, Third
edition, New York 1968
“Türklerin Medeniyet Tarihindeki Yeri”, Uluslararası Askeri Tarih Dergisi, No 87,
Ankara 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder