Amerikan Militarizmi ve
Hollywood İşbirliği
Hollywood İşbirliği
Kabaca 1750’den itibaren Amerikan muhacirleri arasında bir tür sekülerleşme başladı. Henüz Amerika Birleşik Devletleri değildi ülke. Düşük nüfuslu kolonilerden oluşuyordu. İngilizler, “Birleşik Koloniler” diyordu. Artık Amerika ilahiyatçı hanedanların etkisinden çıkmaya başlamıştı. Yeni göçmenler ve kölelerle toplumsal yapı coğrafi ve ekonomik olarak değişirken, biriken sermaye ve koloni yönetimleri İsa’nın sevgi mesajlarını değil, sermaye ve gücün esaslarına dönmeye başlamışlardı.
Yeni nesillerde gelişen “yozlaşma”larla hızlanan bu süreç sadece sermaye gücü için de değildi. Bastırılan, Kilisenin inkâr ettiği onca insani eğilimler, Amerikan Püriten mirasını sarsmaya başlamıştı. Öte yandan iç sömürü mekanizmaları, Hıristiyanlığın bazı unsurlarını sömürülenleri avutmada kullanmaya devam ettiler. Sonradan“Protestan Ahlakı” diye Weber’in tanımladığı şey, aslında Protestanlığın güya çok çalışma doktrini değil, sömürü kalıplarına göre inancı yeniden tanımlamak üzerine kuruluydu. Üstelik eserin başlığı Kapitalizme bir de ruh bağışlamıştı: The Spirit of Capitalism.
Değişen nesil ve dağılan yerleşim merkezleri otoriteyi zayıflatırken, Avrupa’daki Aydınlanma hareketlerinin etkisiyle Amerikan kültüründe sekülerleşme hız kazandı. Papaz etkinliğini müteşebbis ve siyasetçilere bırakmaya başladı. On sekizinci asrın sonlarına doğru (1776) Bağımsızlık Savaşına bu süreçle gelindi. Aslında çoğu İngiltere doğumlu olan insanlar Amerika’yı İngiltere’den ayırmaya çalışırken, kültürel fark değildi mesele. Artık Amerika merkezli burjuva kendi varlığını İngiltere’den bağımsız, ama İngilizlerin usulleriyle devam ettireceklerdi. Savaş nedenleri arasında kullanılan argümanlar temelde bu ayrışımı vurguluyordu. Artık İngiltere’ye vergi verilmeyecekti. İnsan Haklarına dair tespitler Amerikan eyaletlerinin tahriki ve “davanın” kutsanarak desteklenmesi için gerekti.
Bağımsızlık sonrasında Amerika’nın bir kimlik yaratması ve kendini hem Avrupa ve özellikle İngiltere’den farklı konumlandırması gerekiyordu. Bu süreç savaş kahramanlarıyla olmadı. Kahraman asker temaları çok az eserde işlendi. Hatta Kuzey-Güney Savaşı Amerikan edebiyatında çok az yer aldı. Kovboy ise Amerika’nın yeni asli figürü olmaya başladı. Kovboyun edebiyatta yer almaya başlaması, tarih sahnesinden çıkmaya yakın olmuştu. Bu anlamda Kovboyun at oynattığı alanlar petrolcülere kalacaktı. Petrolcülerin kovboya ihtiyacı zaten yoktu. Hatta özlemli bir geçmişten hoş bir seda olarak kalması daha da iyi olabilirdi. Ancak kovboyun çiftçi Amerikalıdan farklı olarak Amerikan kimliğinin bir parçası olması işe yarayabilirdi.
Amerikalının Kilise’ye pek de ihtiyaç duymayan, Batı’ya doğru ilerlerken pervasız, sert olması ve yalnız olması gereken figürdü. Hem Avrupa’daki şövalye hem de askerlerin aksine, kovboy bireysel takılan bir kahraman oldu. At üzerindeydi, yalnızdı ve devamlı Batı’ya doğru at koşturması lazımdı. Hatta gönül eğlendirmeleri onun “erkek” tabiatının gereği olsa da evlenmemesi lazımdı. Amerika’nın açılımlarını ifade ediyordu.
Bağımsızlık Savaşı sırasında Avrupa felsefe geleneğine aşina olan siyasetçiler çıktı. İç Savaş kahramanları askeri kahramanlarını çıkardı. Ama çok geçmeden askeri disiplin dışındaki kovboy sahneyi almıştı. Üstelik ne kovboyun kendisi ne de hatta at Kuzey Amerika’da olan şeyler değildi. İspanyollarla atlar ve süvariler gelmişti. Ancak Katolik Güney’in unsurlarından hem kovboyun hem de atın yeniden tasarımı lazımdı. O da kovboy kimliğinde kendini buldu.
Kelime olarak “kovboy” ilk defa 1725 yılında kullanılmıştı ve fakat İspanyolca“vaquero”dan tercüme idi. İspanya’daki Endülüs mirası olarak İspanyollara oradan da Latin Amerika’ya geçmişti. Daha geriye gidilirse kelime Arapça “bakara” kelimesinden evirilmişti. Yani WASP Amerika’sıyla alakası yoktu. 1880lere kadar kelime küçültücü imaları vardı. Hatta Amerikan Devrimi’nde bağımsızlık karşıtı oldukları için kovboyların kötü bir tarihsel bir mirası da vardı. 1866 yılına kadar et işleyen fabrika da olmadığı için ticari anlamda bir değerleri de yoktu. Ancak Kuzey-Güney Savaşı sonrasında artan et ihtiyacı ve etin sanayi ürünü olarak işlenmeye başlaması onu ailenin ihtiyaç için beslediği hayvan ötesinde bir meta yapması zamanla sektörsel et tüketimine ve kovboyların dolaylı olarak sanayiye eklemlerine yol açtı. Artık o beyaz bir kahraman olmaya başlayacaktı. Yirminci asıra gelirken edebiyatta boy göstermesi de bundandı.
Yirminci yüzyılda Amerikan kahramanları Nietzsche’nin “Übermensch” tanımına uyan kahramanlara benzediler. Mitolojik boyutta ve normal insan görünümlü tanrısal güçle donanmışlık arasında bir yere oturmaya başladılar. Bu süper insanların altı milyon dolarlık” biyonik olanından, değişebilen androidlere; seri üretilenden, elektronik kuluçkadan çıkana; başka gezegenden gelenden, misyonu gezegenleri kurtarmak olana kadar bir dizi tiplemeleri oldu. 1920’lerden itibaren sinemaya aktarılan kovboylar artık evirilerek Amerikan kimliğinin temsili parçası unsuru oldular. Büyük baş hayvanlara bakan sığırtmaçtan öteye geçerek, at çiftliklerinde bakıcı olmaya başladılar. At terbiyecisi olması da onda hayvan psikolojisine dair bazı şeyleri tecrübî olarak edinmeye iterken, aslında Endülüs Araplarından, onlarından da Türklerden aldıkları at sürme tecrübeleri gelişti. Çiftlik sığırtmacından milli kahraman doğdu.
Süper insanlar Papazın aksine dış âleme, Kovboyun aksine dış dünyalara, uzak âlemlere yöneliyorlardı. Çizgi filmlerden, romanlara, sanat eserlerine kadar betimlemeleri oldu. En son astronot tipinde Toy Story filmlerinde boy gösterdiğinde, ona teknikten fazla anlamasa da yol gösteren kovboy vardı. Yıldız Savaşları projesine kadar Reagan en yoğun olmak üzere, tüm Amerika başkanları özellikle çiftlikte ve kovboy şapkasıyla poz verirken bu hatırayı yâd ediyorlardı. Marlboro reklamlarında en etkili olan oydu ve yerini usulca Rambo’ya bıraktı.
Rambo askerdi, ama kovboy gibi bireysel hareket ediyordu. Ve tabii ki kendi başına bir orduydu. Rambo imajı Amerikan militarizmi için Vietnam sonrasında psikolojik telafi unsuru oldu. Amerikan askeriyesi Hollywood’la sıkı bağlantılar içindeydi. Hatta bazı dönemlerde Pentagon elemanları gelen senaryoları inceliyor ve “uygun olmayan” kısımları makaslıyordu. Amerika Vietnam’da kaybetmişti; ancak Rambo her yerde olabilir, savaşabilirdi.
Vietnam filmlerinde Amerika’da hazırlık, Vietnam’da savaş, Vietnam savaşı sonrası ülkeye dönüşünde kızgın, itilen asker figürleri çıktı. Ancak Rambo, geçmişe dönen Conan’ın aksine haldeki Amerikan çıkarlarının kahramanı oldu. Terminator rolünde bir sonraki çağın tehlikeleri gündeme gelirken, Rambo Amerika’nın kahramanı olarak kendini çoğaltarak yaşadı.Tora, Tora!’dan Aviator’a gelen süreç bu anlamda önemlidir.
Kovboyun kahraman olarak ortaya çıkması da on dokuzuncu asırda oldu. Yerleşmek için Yerlilerden ve doğal unsurlardan temizlenen yerlerde ziraat yanında çiftliklerde hayvan yetiştirmek sektörsel hal almaya başladı. Tevrat’ta ilk kan dökülmesi ziraatçı ve hayvan yetiştiren Habil ve Kabil arasında olmuştu. Amerika’da ise, ziraat insan ve hayvan gücünü gerektirdiği için Amerika’ya yedi sene çalışması karşılığında ulaşım masrafları karşılanan beyazlar, aslında Amerika’da önceleri olmayan atları ve tabii siyahî köleleri devreye soktu. Kovboyun çıkışı yakındı.
Papaz, Kovboy, Rambo ve Mehteranla JAZZ
Yirmi birinci yüzyılın tartışmasız lideri olmak ABD’nin yirminci yüzyılın başlarından beri tasarladığı bir hedefti. Bu hedefin dini temelleri daha da öncesine dayanıyordu. Ekonomik, askeri ve siyasal destekleri sonradan geldi. Amerikan akademisi ve istihbaratı stratejik planlarını yaparken Medya ve propaganda cihazları ile ABD içinde ve dünyada kabul görmesi sağlandı. Amerikan kültür tarihinin farklı figürleri, rumuzları bu sürecin temsilcileri oldular.
Önceleri Papaz, sonra Kovboy, Süpermen ve Rambo gibi figürler evirilmenin farklı aşamalarını ifade ettiler.
Papaz, koloni Amerika’sında dindar Amerikalı Protestanlığını temsil ediyordu. Amerikalının iç dünyasına nüfuz eden oydu. Varlığı ilk göçlerden hemen sonra belli oldu. On yedinci asırda New England teokrasisi açık göstergesi oldu.
Papazın konumu hahamınkine yakındı ve İngiliz koloni valileriyle arası fena değildi. Kipaları yoktu, ancak İncil’de nasihatten ibaret kalan İsa öğretilerini, Tevrat’tan aldıkları katı kurallarla desteklediler. Rönesans ve Reform sonrasında Protestanlık bir yandan bireysel Kitap okuma ve yorumlarını benimsemiş; bir yandan da İsa’nın İncil’deki tavırlarından çok, Aziz Paul’un tavırları ve mektuplarındaki yorumları benimsemiş, örnek almıştı.
Papazın künyesi
Önceleri on altıncı asırdan itibaren Papaz ve kolonici vardı Amerika sahnesinde.
Papaz kurumsal dinden uzak bir olması gereken türdendi aslında. Luther’den sonra Calvin’le gelen yorumlar, aslında bireysel din kavramına, Kilise sultasından uzak anlamda yaklaştı. Fakat özellikle Luther’in yaşlandıkça muhafazakârlaşan yorumları, Calvin’de yeni bir kapanışı getirdi. Katolik yorumlarında zaten kurtuluş İsa’daydı; İsa Tanrıyı, Kilise İsa’yı, Papalık Kiliseyi temsil ediyordu. İsa’nın ipine sarılan bu dünyada olmasa da diğer dünyada rahata mutlaka erecekti. İnsanların iyi insan olmaları, iyi amel işlemeleri yeterliydi bir bakıma.
Luther Kutsal Kitab’ın halk tarafından anlaşılması için Almancaya tercüme etmişti. Bu durum “endüljans satışlarını” azaltan bir etkiyle, Kilise gelirlerini azaltmıştı. Kendisi de Kilise’nin tehditlerine maruz kalan Luther, 1529 senesinde Batı medeniyetini İslam tehlikesinden korumak için Türklere karşı savaşmanın her Hıristiyan’ın üzerine vazife olduğunu bildiren küçük bir yazmış bir anlamda Evanjelizmin ipuçlarını vermişti. Luther’in erken yıllarında kullandığı İncil Luka’ya yakınken, Evanjelizme zemin hazırlayan görüşlerinde Matta’ya yakındı ve Haçlı Seferlerinde Kilise’nin yaptığı tevilleri içerebiliyordu.
Yani “sevgi ve tolerans”ı temsil eden İsa yerine, “babayı oğula, oğulu babaya” karşı getirmekten, “huzur değil savaş getirmek için geldiğini söyleyen İsa öne çıkıyordu. Luther iyi amellerin “kurtuluşa yol açmayacağını, tek kurtuluşun Tanrı’nı lütfüyle olabileceğini ifade ediyordu. Yaşlandıkça anti-Semitizmiyle beraber katı yorumları da arttı. Kilise anlayışını kurumsal din olarak reddederken aslında zamanla kendi anlayışı kurumsallaştı. En büyük katkısı Roma merkezli Papalıktan daha yerel ve milli bir Hıristiyanlığın temellerinin oluşmasına yol açması oldu.
Ancak Calvin’le belirginleşen ayrım, iyi amel işlemenin cenneti garantilemediği, insanın ancak Tanrı’nın lütfü ile cennete gidebileceği kavramı geldi. Hatta ona göre “Tanrı İsa” bütün insanlığın değil, sadece seçilmiş insanların kurtuluşu için kurban edilmişti. 1533’te Paris Üniversitesi'nden atıldıktan sonra Savoya Dükü'ne isyan eden Cenevre'nin Katolik Kardinalliği’ni feshetmesi boşluk yaratınca boşluğu doldurmak için Cenevre'ye davet edildi.
1536’da Hıristiyan Dininin Kuruluşu isimli eserini kaleme aldı. 1537’de ise Forel ile 'İnanç Bildirgesi'ni yayınladı ve halkı bu bildirgeyi imzalamaya davet etti. Amacı, halk arasında Papa'dan yana olanlarla İncil'den yana olanları ayırabilmekti. Calvin'e göre tek inanç kaynağı Kitab-ı Mukaddes idi. Son yıllarında o da Luther gibi, giderek katılaştı ve 1541 yılında tekrar Cenevre'ye döndüğünde katı bir teokratik yönetim kurdu. 18 Mayıs 1564’te “Cenevre Diktatörü” olarak öldü.
Calvin’e göre, “Asli günah”tan dolayı insan zaten doğuştan günahkârdı. Katolik Kilisesi durumu vaftiz ve benzeri ayin ve teville insanlar lehine ama Kilisesiz kurtuluşun olmayacağı anlayışıyla halletmişti. İncil’deki nice meselde İsa’nın bütün insanlığın günahlarına kefaret olduğu ifade edilmişti. Ancak Aziz Paul’un sistemi Hıristiyanlığın İsa’dan miras aldıklarını yeniden bir kalıba ve katı bir sisteme indirgemişti. Amerikan Püritenleri en çok ona yakın oldular.
Papaz, Kovboy, Rambo ve Mehteranla JAZZ (2)
On yedinci asırda yayılan Püriten-Protestan gelenek önce Amerika’yı Avrupa’ya nispetle kutsadı. Amerika’nın ilk iskân asırlarından beri Tevrat kaynaklı tarih algısı, Protestan Amerika için yeniden yorumlanmış ve Amerika “vaat edilen” ülke olarak başladığı serüvene, artık Kutsal Roma’nın mirasını, Avrupa’dan alarak küresel boyuta taşıyacaktı. Bu geleneğin en büyük temsilcileri “gezici” papaz ve “kamp ateşi” vaizler oldu.Tevrat’taki Yahudilerle ilgili “seçilmiş halk” tabiri giderek Amerika’nın millet oluşturma doktrinlerinden oldu.
Sonra on dokuzuncu asırda “Providential Design” ya da “Manifest Destiny” diye Amerika’yı kutsal bir ikona içinde ifade ediyordu. Amerika’yı Tanrı’nın tasarımı olduğunu düşünüyor ve Tanrı’nın koruması ve yardımıyla liderlik rolünü alacağını düşünüyordu.
Sekülerleşen Amerika ve Kovboya Doğru
Kabaca 1750’den itibaren Amerikan muhacirleri arasında bir tür sekülerleşme başladı. Henüz Amerika Birleşik Devletleri değildi ülke. Düşük nüfuslu kolonilerden oluşuyordu. İngilizler, “Birleşik Koloniler” diyordu. Artık Amerika ilahiyatçı hanedanların etkisinden çıkmaya başlamıştı. Yeni göçmenler ve kölelerle toplumsal yapı coğrafi ve ekonomik olarak değişirken, biriken sermaye ve koloni yönetimleri İsa’nın sevgi mesajlarını değil, sermaye ve gücün esaslarına dönmeye başlamışlardı.
Yeni nesillerde gelişen “yozlaşma”larla hızlanan bu süreç sadece sermaye gücü için de değildi. Bastırılan, Kilisenin inkâr ettiği onca insani eğilimler, Amerikan Püriten mirasını sarsmaya başlamıştı. Öte yandan iç sömürü mekanizmaları, Hıristiyanlığın bazı unsurlarını sömürülenleri avutmada kullanmaya devam ettiler. Sonradan “Protestan Ahlakı” diye Weber’in tanımladığı şey, aslında Protestanlığın güya çok çalışma doktrini değil, sömürü kalıplarına göre inancı yeniden tanımlamak üzerine kuruluydu. Üstelik eserin başlığı Kapitalizme bir de ruh bağışlamıştı: The Spirit of Capitalism.
Değişen nesil ve dağılan yerleşim merkezleri otoriteyi zayıflatırken, Avrupa’daki Aydınlanma hareketlerinin etkisiyle Amerikan kültüründe sekülerleşme hız kazandı. Papaz etkinliğini müteşebbis ve siyasetçilere bırakmaya başladı. On sekizinci asrın sonlarına doğru (1776) Bağımsızlık Savaşına bu süreçle gelindi. Aslında çoğu İngiltere doğumlu olaninsanlar Amerika’yı İngiltere’den ayırmaya çalışırken, kültürel fark değildi mesele. Artık Amerika merkezli burjuva kendi varlığını İngiltere’den bağımsız, ama İngilizlerin usulleriyle devam ettireceklerdi. Savaş nedenleri arasında kullanılan argümanlar temelde bu ayrışımı vurguluyordu. Artık İngiltere’ye vergi verilmeyecekti. İnsan Haklarına dair tesbitler Amerikan eyaletlerinin tahriki ve “davanın” kutsanarak desteklenmesi için gerekti.
Bağımsızlık sonrasında Amerika’nın bir kimlik yaratması ve kendini hem Avrupa ve özellikle İngiltere’den farklı konumlandırması gerekiyordu. Bu da savaş kahramanlarıyla olmadı.
Kovboy Amerika’nın yeni asli figürü olmaya sonradan başladı
Bağımsızlık Savaşı sırasında Avrupa felsefe geleneğine aşina olan siyasetçiler çıktı. İç Savaş kahramanları askeri kahramanlarını çıkardı. Ama çok geçmeden askeri disiplin dışındaki kovboy sahneyi almıştı.
Yirminci yüzyılda Amerikan kahramanları Nietzsche’nin “Übermensch” tanımına uyan kahramanlara benzediler. Mitolojik boyutta ve normal insan görünümlü tanrısal güçle donanmışlık arasında bir yere oturmaya başladılar. Bu süper insanların altı milyon dolarlık” biyonik olanından, değişebilen androidlere; seri üretilenden, elektronik kuluçkadan çıkana; başka gezegenden gelenden, misyonu gezegenleri kurtarmak olana kadar bir dizi tiplemeleri oldu.
Süper insanlar Papazın aksine dış âleme, Kovboyun aksine dış dünyalara, uzak âlemlere yöneliyorlardı.
Rambo askerdi, ama kovboy gibi bireysel hareket ediyordu. Ve tabii ki kendi başına bir orduydu. Rambo imajı Amerikan militarizmi için Vietnam sonrasında psikolojik telafi unsuru oldu. Amerikan askeriyesi Hollywood’la sıkı bağlantılar içindeydi. Hatta bazı dönemlerde Pentagon elemanları gelen senaryoları inceliyor ve “uygun olmayan” kısımları makaslıyordu. Amerika Vietnam’da kaybetmişti; ancak Rambo her yerde olabilir, savaşabilirdi.
Çizgi filmlerden, romanlara, sanat eserlerine kadar betimlemeleri oldu. En son astronot tipinde Toy Story filmlerinde boy gösterdiğinde, ona teknikten fazla anlamasa da yol gösteren kovboy vardı. Yıldız Savaşları projesine kadar Reagan en yoğun olmak üzere, tüm Amerika başkanları özellikle çiftlikte ve kovboy şapkasıyla poz verirken bu hatırayı yâd ediyorlardı. Marlboro reklamlarında en etkili olan oydu ve yerini usulca Rambo’ya bıraktı.. Amerikalının Kilise’ye pek de ihtiyaç duymayan, Batı’ya doğru ilerlerken pervasız, sert olması ve yalnız olması gereken figürdü. Hem Avrupa’daki şövalye hem de askerlerin aksine, kovboy bireysel takılan bir kahraman oldu. At üzerindeydi, yalnızdı ve devamlı Batı’ya doğru at koşturması lazımdı. Hatta gönül eğlendirmeleri onun “erkek” tabiatının gereği olsa da evlenmemesi lazımdı. Amerika’nın açılımlarını ifade ediyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder