6 Haziran 2012 Çarşamba

Devrim ve sol şimdi nerede-Cemil Ertem



Biliyorsunuz şu gece geç saatlerde yayınlanan şov programlarına çeşitli üniversitelerden genç arkadaşlar katılıyor. Geçen akşamki Beyazıt Öztürk’ün programında Öztürk, “WikiLeaks sonrası dünya değişecek diyenler alkışlasın” dedi; stüdyoda yaklaşık 500 kişi falan vardı, bir kişi alkışladı. Yani bu ülkenin en mürekkep yalamış kesimi şu WikiLeaks meselesini kavramamış gözüküyor. Şimdi bu tür programlara katılan gençlerin genellikle politikayla fazla ilgili olmadığı yönünde bir itirazda bulunabilirsiniz ama politik olan üniversite gençliğinin de dünyayı değiştirme algısı 20. yüzyıldan ileri gitmiş değil. Bakın 20. yüzyıl diyorum; 19. yüzyıl demiyorum; 19. yüzyıl Marx’ın yüzyılıdır ve Marx,Fransa’da Sınıf Savaşımları’nda niye dünyanın, kendisinin ve Engels’in öngördüğü biçimiyle değişmediği anlatır. Marx ve Engels’in 1848’den 1870’e kadar yapmak istedikleri şey; demokratik bir Avrupa devrimiydi ve o günün koşularında olabilecek yegâne değişim yoluydu bu. Engels, Fransa’da Sınıf Savaşımları’nın girişinde aynen şöyle der: “Şubat devrimi patlak verdiği zaman biz hepimiz, koşulları ve devrimci hareketlerinin gidişini kavrama bakımından, geçmiş tarihsel deneyimin, özellikle Fransa deneyiminin büyülü etkisi altındaydık. Genel altüst oluş işareti, 1789’dan bu yana bütün Avrupa’nın tarihine hükmetmiş olan, Fransa’dan başlamamış mıydı bir kez daha? Onun için, 1848 şubatında Paris’te ilen edilen toplumsal devrimin, proletarya devriminin niteliği ve gidişi hakkındaki fikirlerimizin, 1789 ve 1830 modellerinin anılarının damgasını taşıması doğal ve kaçınılmaz bir şeydi.” Burada bir yenilginin özeleştirisi olduğu kadar bundan sonraki değişimlerin böyle olmayacağının da örtülü ifadesi var. Açıkça Marx ve Engels, kendi deyimleriyle, modern zamanların bütün devrimlerini, 17. yüzyılın İngiliz devriminden başlamak üzere, kendilerine örnek aldılar ama öncü sınıf rolünü burjuvaziden alıp proletaryaya verdiler. İşte, kendilerinin de ifade ettiği gibi en büyük yanılgı buydu. Burjuvazinin devrimleri, sermaye birikiminin gereği olduğu gibi, üretim araçlarını (sermayeyi) elinde bulunduran “zengin” sınıfın eseridir. Bütün devrimler ve değişimler bu sınıfsal temele oturur ve gerçekleştikten sonraki yolları bellidir. Ama 19. Yüzyıl Avrupası’nda 1848’den 1871’e dek ayaklanan işçi sınıfının yolu belli değildi; çünkü dünyayı tümüyle değiştirecek bir “zenginliği” burjuvazi gibi kontrol etme aşamasına gelmemişti.
E, diyecekseniz devrim ve değişim zengin olmayanların isteği ve isyanıdır; evet öyle ama devrimin ve değişimin kalıcı olması için de o tarihsel dönemdeki üretim gücünü kontrol etmeniz yani sermaye birikimini yönetmeniz gerekir. 20. yüzyıl bu gerçeğin çeşitli defalar kanıtlandığı zamanları anlattı bize. Başta Rusya olmak üzere, ayaklanan halklar, iktidarı kapitalizmin çizdiği ulusal sınırlar içinde elde ettiler ama hiçbir zaman bu iktidarlar kapitalizm sonrası bir dünyanın kapılarını açmadı insanlığa. Özetle şunu söyleyebiliriz; insanlık tarihinde gerçek anlamda bütün dönüşümler, üretimi kontrol etmeye başlayan ve bunun kültürünü, siyasetini yaygınlaştıran yeni “egemen” sınıflar tarafından yapılmıştır. Üç büyük burjuva devrimi aynen budur. Tam burada bir paradoks var gibi duruyor; o zaman sol nasıl sol olacak; hem değişimi isteyeceksin hem de değişim için “zenginliğe” ihtiyaç duyacaksın. Evet, aynen böyle ve bu bir paradoks değil; öyle görünse bile.
Paradoks değil çünkü, devrim olarak nitelediğimiz büyük tarihsel dönüşümler, bir önceki sistemin artık kendini yeniden üretemeyeceği ve yeni üretim araçlarının yeni sınıf(lar) tarafından oluşturulduğu aşamada başlar. Marx’ın dediği gibi, “burjuva toplumunun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu karşıtlığı çözüme bağlayacak olan maddi koşulları yaratırlar” (Marx; 1976:32) Şimdi tam da böyle bir durumla karşı karışıyayız. Şimdiye değin tarihsel karşıtlığı çözüme bağlayacak ve bunu kolektif bir akla diönüştürecek maddi koşullara sahip değildik. Ama tarihin tam bu aşamasında kapitalizmin teknoloji tekelinin kırıldığını ve zenginliğin kaynağı olan teknolojinin kolektifleştiğini görüyoruz. Bu dönüşüm( devrim) için yalnızca bir fırsat değil; bu dönüşümün sürekli olması için bir fırsat özünde. Ve bu dönüşümün öznesi, kapitalizmin tekelci yapısını elinde tutan ulus-devlet egemenleri ve ulus-devlete dayanan tekeller dışında kalan tüm insanlık. Kapitalizm, ulus-devlete dayalı sermaye birikim rejiminin sonuna gelirken, bu tarihi fırsatı insanlığın önüne koyuyor. Bu cümleden olmak üzere, solu artık tam burada aramak lazım; bu anlamda sol, çeşitli sınıf ve kesimlerden bir kadın hareketi, kültürel ve dini özgürlükleri yayma ve koruma çabası, çevre hareketi, binlerce yıl dilini, kültürünü baskılamış bir halkın diline ve onun kültürüne sahip çıkma kararlığı ve mücadelesi, bilme özgürlüğü vb… olarak yeniden tanımlanabilir. Ama solu, 20.yüzyıldaki gibi tek bir sınıfın (işçi sınıfının) “kurtuluş” mücadelesi ve bu mücadelenin sonucunda iktidarı ele “geçirme” hareketi olarak nitelerseniz, yalnız onu marjinalize etmiş olmazsanız; solu yok olmakta olan ulus-devlet aparatlarının kullanacağı fraksiyonlar olarak aşağılarsınızda…
Solun şu anki durumu aynan budur ve bu  yalnız Türkiye’ye ait bir durum değildir; Avrupa’da da böyle, giderek marjinalleşen bir sol ile karşı karşıyayız. Solun marjinalleşmesinin temel tarihsel nedeni, başından beri, iktidarı, aynen burjuvazinin aldığı gibi almak istemesi ama burjuvazi gibi, üretim gücünü kontrol edecek kolektif bir zenginliği ortaya çıkaramaması idi. İşte bugün önümüzde bu tarihsel fırsat ve onun olanakları var. WikiLeaks değişimi bize teknolojinin, artık denetlemez bir evrim içinde, yatay gelişiminin süreceğini ve istisnasız- sınıfsız tüm insanlara, toplumlara, cemaatlere, örgütlere ama her yere ulaşacağını ve özgürce kullanılacağını söylüyor.

Bu kolektif zenginliğin ilk adımıdır.

Bakın eskiden medya denen şey bir tekeldi; burjuvazi küresel iktidarının ideolojik ve kültürel ayaklarını oluşturmak için trilyonlarca dolar yatırarak medya imparatorlukları kurdu; inanın artık hepsi çöp. Medyada şimdi herkes; aklını ve bilgisini kullanan herkes dünyayı yerinden oynatacak bir Arşimet olabilir.
 Siz uranyumu yalnız İran’ın mı zenginleştirdiğini sanıyorsunuz; nükleer silahlar artık Pakistan dağlarının kuş uçmaz bir köşesinde imal ediliyor olabilir; teknolojinin yatay yaygınlaşması bu. Biz İstanbul İkitelli’de ABD’nin yaptığı insansız uçağı yapacak teknolojiye sahibiz şu an.
Evet, küresel bir devrimin eşiğindeyiz ama bu kolektif zenginliği ele geçirenlerin eseri olacak. Sol için yalnız buraya bakın; Avrupa’da burjuvaziyi taklit eden sol yok oldu; Türkiye’de ise burjuvazi olmadığı için İngiliz emperyalizminin masa başında çizdiği haritayı devrim sanan askerleri taklit eden sol ancak derin güçlerin kucağına oturur.

Hiç yorum yok: