27 Nisan 2012 Cuma

Çayın Türkiye Serüveni


National Geographic Türkiye dergisi Ağustos sayısında Anadolu’da yaklaşık 1 milyon kişinin geçim kaynağı olan çayı kapağına taşıyor. Çay, Anadolu’dan binlerce kilometre ötede keşfedilmesine karşın, bu topraklara geldiği andan itibaren kırk yıl hatırlı kahvenin tahtını sarsmış; en koyu muhabbetlerin vazgeçilmezi olmuş.
Çay Osmanlı’yla ne zaman tanıştı?
Çayın Osmanlı’ya gelişi 19. yy sonlarını buluyor. Tarih yazarı Murat Bardakçı’ya göre bu tanışma, İstanbul’daki bazı dükkânların az miktarda çay ithal etmeye başlamasıyla olmuş. Çaya olan düşkünlüğü ile bilinen Hacı Mehmed İzzet Efendi’nin “Çay Risalesi” kitabı ise 1879’da İstanbul’da basılmış. Osmanlı’da çay yetiştirmeye yönelik bilinen ilk ciddi girişim Sultan II. Abdülhamid dönemine rastlıyor. 1892’de yayınlanan “Coğrafyayı Sınai ve Ticari” adlı kitapta, dönemin Ticaret Nazırı Esbak–ı İsmail Paşa’nın aracılığı ile Çin’den getirilen çay fidanları ve tohumlarının Bursa’da ekildiği anlatılıyor ancak ekolojik koşulların uygun olmaması nedeniyle sonuç alınamadığı belirtiliyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde daha sonra bulunan ve Osmanlı’da çay tarımına ilişkin ilk arşiv belgesi olarak kabul edilen belgede ise, tohumların Japonya’dan getirtildiği yazıyor.
Çay içen ilk Türk kimdi?
Tarih kitaplarında Türklerin, Anadolu’ya gelmeden önce Orta Asya’da çayla tanıştıkları yazıyor. Kazan Tatar Türklerinden dil islahatçısı, Abdül’l-Kayyûm Nâsırî, “Fevakihü’l–Cülesâ” adlı eserinde, 12. yy’da Kazakistan’da yaşayan Türk şair Hoca Ahmet Yesevi’nin çayı içen ilk Türk olduğunu anlatıyor. Nâsırî, Hoca Ahmet Yesevi’nin misafir olduğu Türkmen komşunun evinde içtiği sıcak çayın yorgunluğunu giderdiğini ve “Hastalarınıza bundan içirin ki şifa bulsunlar” diye dua ettiğini yazıyor.
Çay, hangi bölgede nasıl içiliyor?
Çay içme tarzları ise yörelere göre değişiyor. Örneğin, Erzurum ve doğusundaki illerde çay, açık renkli ve kaşıksız gelir ve kıtlama denen özel bir yöntemle içilir. Kıtlama, Kars ve Erzurum yöresinde üretilen büyük ve sert şekerlere verilen isim. Özel makaslarla, elle ya da ısırılarak koparılan ufak parçalar, dil altına konur ve çay içildikçe, eriyen şeker de tat verir. Eğer misafirseniz, siz yeter demedikçe çay sürekli tazelenir. Teşekkür edip, başka istemediğinizi söyleseniz bile mutlaka bir bardak daha ikram edilir. Bunun adı cırıldım yani zor çayıdır. Cırıldım çayını içmemek ise ev sahibine karşı büyük bir hakaret anlamına gelir. Güneydoğu’da genelde kaçak çayı içilir. Rengi koyu, tadı daha acıdır. Bardaklar da diğer bölgelere göre biraz daha büyük olur. Gümüşhaneliler orta, Trabzonlular ise az şekerli çayı tercih eder. Tokat’ta bardak ufak olsa da mutlaka dudak payı bırakılır. Rizelilere göre ise en güzeli Çaykur’un üretimi yani kendi çaylarıdır. Hangi biçimde içerse içsin Türklerin ortak tutkusu ise cam bardaktır. Rengini görmek, sıcaklığını hissetmek ve kaşığın cama vurduğunda çıkardığı sesi duymak ister çay içen. Deniz Gürsoy kitabında, Türkiye’de kullanılan bardakları “İnce belli, Ajda ve lale biçimli” olmak üzere kabaca üçe ayırıyor ve Ajda bardak isminin hikayesini anlatıyor: “Rivayete göre Paşabahçe bu bardağı imal eder ve Aida serisi olarak reyonlara koyar. Fakat halk Aida’yı görmek istediği gibi yani ‘Ajda’ olarak okur ve bardağın ismi böyle kalır”.
Türkler çay tüketiminde dünyada kaçıncı?
Çayı tutkuyla seven Türkler yılda kişi başına ortalama 2,3 kilogram çay tüketimi ile dünyanın en çok çay içen milletleri listesinde dördüncü sırada yer alıyor. 100 yıl önce kahvesiz yapamayan halkımız bugün ince belli cam bardaklarda çayını içmeden güne başlamıyor. Her bölgede sevilip içilse de, Türkiye’deki çayın vatanı Doğu Karadeniz Bölgesi. Bugün, Rize başta olmak üzere Trabzon, Artvin, Ordu ve Giresun’da, kimi zaman bin metreye kadar yükselen, 758 bin dekar alanda çay tarımı yapılıyor. Aslında bir Cammellia (Kamelya) türü olan çay bitkisinin bilimsel adı “Camellia sinensis” yani “Çin Çayı”. Doğu Karadeniz’de yetişen çayın en önemli özelliği, tarımında kimyasal mücadele yapılmaması nedeniyle pestisit (böcek, mantar vs’ye karşı kullanılan kimyasallar) kalıntısı olmaması. Bu ekolojik (organik) tarım için ciddi bir avantaj. “Dünyada çay bitkisine kar yağan başka bir ülke daha yok” diyor Çayeli Ziraat Odası danışmanı Ali Küçükislamoğlu: “Yüksek tepelerin üzerlerinde yer alan çaylıklar kış aylarında kar altında kalınca bakteriler de yaşama imkânı bulamıyor. Bu nedenle tarım ilacı kullanımına da gerek kalmıyor”.
Çay üreticisinin en büyük müşterisi devlet. Yetişen çayın yaklaşık yüzde 60’ı kamu kuruluşu olan Çaykur tarafından satın alınıyor ve işleniyor. 1984 yılına kadar tarım, üretim, işletme ve satışta tek yetkili kurum olan Çaykur, bugün çay pazarını diğer özel firmalar ile paylaşmak durumunda olsa da üretici, ürününü öncelikle devlete vermeyi tercih ediyor. Batıda içilen çayların tadı ve demleme süresi, Türk çayından daha farklı. “Demlikten Süzülen Çay” kitabının yazarı Deniz Gürsoy’a göre bunun nedeni kullanılan yaprakların körpeliği: “Batıların içtiği çay yalnızca körpe yapraklardan ve çayın anavatanı olan yerlerde yetişen çaylardan yapıldığı için demini kısa sürede salıverme özelliğine sahip. Bizimkisinde daha alttaki körpe olmayan yapraklar da toplandığı için dem süresi uzuyor. Bir de ülkemizdeki çay tiryakileri çayın buruk tadını genzinde hissetmek istiyor. Dem süresi bu buruk tada erişmek için de uzatılıyor.”

Hiç yorum yok: