İnsanın temel haklarından biride, yeterli beslenme ve güvenli gıda. Ancak günümüzde insanların gıdalarını özgürce seçebilme hakları ellerinden alınırken, dayatılan yeni “frankeştayn gıdalar” ülkelerin geleceği, birey sağlığı ve insan nesli açısından da büyük bir risk taşıyor.
Türkiye’de bazı çiftçiler bu riskin farkında olan İngiltere Kraliçesi için, doğal tohumlar ile asla ilaç ve gübre kullanılmayan meyve ve sebzeler yetiştirmekte. Devletimiz de kendi personeli ve aracı ile Kraliçe’ye bilabedel servis vermekte. İngiltere Kraliçesi’ne bilabedel hizmet eden devletimiz, tebaasına doğal gıdayı bile çok görüyor. Demek ki insan haklarından yararlanabilmek için herkesin “kral” olması gerekiyor.
Dünyada ekilebilir tarım alanı 300 milyon hektar iken bugün itibariyle bu alanların yaklaşık yarısında (150 milyon hektar civarında) genetiği değiştirilmiş tarım ekimi yapılıyor. Şimdilik 200 milyar dolar civarında seyreden dünya tohum pazarının hedefi çok daha büyük.
Hali hazırda tarım arazilerini ve çiftçilerini GDO’lu ürünlere kaptıran otuzu aşkın ülke var. Bu ülkeler, büyük oranda GDO’lu tohum pazarının hâkimi Monsanto’nun çağdaş sömürgelerini oluşturuyorlar.
1901′de kurulan ve adı “şeytan şirket”e çıkan Monsanto, 3500′den fazla tohum türünün patentini almış 150′den fazla ülkede faaliyet gösteren bir şirket. Monsanto birçok kişi için bilindik bir isim değilse de, Pfizer İlaç (Pharmacia) veya Cargill (1865) markaları, bu firmayı tanımakta bir referans olacaktır.
Monsanto, tohumdan tarım ilacına, eczacılıktan veterinerliğe kadar onlarca şirketi ile insanlığın geleceğini yönlendiren ve yöneten bir grup… Bu şirket dünyadaki GDO’lu Kanola (kolza)’nın yüzde 59′unun, GDO’lu pamuk ekiminin yüzde 63′ünün, GDO’lu soya ekiminin yüzde 92′sinin ve GDO’lu mısır ekiminin yüzde 97′sinin sahibi konumunda.
Amerikan Gıda ve İlaç Örgütü FDA (Food and Drug Administration)’nın büyük oranda Monsanto grubunun kontrolünde olduğu belirtmekte yarar var. Amerika başta olmak üzere, bir ülkenin kritik görevlerindeki birçok kişinin Monsanto ile ilişkisinin yanı sıra birçok sözde bilimsel çalışmaların da finansmanı, bu ve benzeri şirketlerce karşılanmakta.
Petrol devi Mobil grubunun sahibi, Siyonist John Davit Rockefeller (Rockefeller Vakfı) 1952′de Nüfus Konseyi (Population Council)’ni kurar. Amaç, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırmak. Bu alanda oldukça başarılı olduğu bir gerçek. Rockefeller bu başarıyı daha sonra tohum alanına da aktarır.
Geçtiğimiz yıllarda Microsoft’un sahibi Bill Gates (Bill-Melinda Gates Vakfı) de “açları doyurmak ve çiftçilere yardım” gibi masum bir kılıfla; hem tohumları tescil etmek, hem de kısırlaştırma çalışmalarıyla Monsanto, Rockefeller, Pioneer vb. ile -aynı amaç uğruna- yarışa girmiş ve on milyarlarca dolarlık servetini bu alana yatırmış.
Hatırlamak gerekir ki; Mayıs 2009′da bu firmaların patronları Rockefeller’de toplanmış ve ‘dünya nüfusunu nasıl sınırlandırabileceklerini’ konuşmuşlardı.
Tohumcuların amacı ne?
Genetiği değiştirilmiş ürünlerle ilgili ileri sürülen amaç; tarım verimliğini artırmak, daha ekonomik üretim, açları doyurmak ve raf ömrü uzun ürünler üretmek gibi gösterilse de, bunun büyük bir yalan olduğu üstü örtülemez bir gerçeğe dönüşmüştür. GDO’lu ürünlerle bugüne dek verimliliği artırmak şöyle dursun tam aksine bir düşüş yaşanmış, çiftçilerin çoğu açlığa mahkûm edilmiş, tarım alanları tahrip olmuş ve açlar da doyulamamış. Bu ürünleri üretenlerin başardıkları tek şey, ürünün raf ömrünü uzatmak olmuş. Raf ömrünü uzatmayı başarırlarken insan ömrünü kısaltmışlar ve laboratuarda ürettikleri hatta bazen de kontrolleri dışında gelişen yeni yeni hastalıkların ortaya çıkmasını da sebep olmuşlar. Kendi elleriyle ürettikleri hastalıkları, yine kendi ilaç şirketleri aracılığıyla paraya tahvil etmeye devam etmekteler.
Bugün için gizleyemedikleri asıl amaçları, Norveç’in Spitsbergen adasına kurdukları “Svalbard Küresel Tohum Deposu” gibi tohum ambarlarında; doğal tohumları saklayıp, laboratuarda genlerini değiştirerek geliştirdikleri yeni kısır tohumlar ile dünyayı kontrol altına almak. Bu sayede istedikleri ülkelere istedikleri öldürücü virüsü ihraç edebilecekler, istedikleri ırkları kısırlaştırarak ortadan kaldıracaklar, emirleri dışında hareket etmeye kalkan ülkeleri tohumdan mahrum bırakarak cezalandıracaklar.
Bir türlü kontrollerine girmeyen asî toplumları bu sayede kontrol ederek kalıcı ve sorunsuz hâkimiyetleri önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmak, onlar için hiç de zor olmayacaktır.
Bu konu Kur’an-ı Kerim’de, Bakara Suresi 211. Ayet’te ele alınmış ve Allah, durumu asırlar öncesinden “nimetin değiştirileceğini” belirterek, “Kim, Allah’ın nimetini değiştirirse bilsin ki Allah’ın azabı şiddetlidir” buyurur.
GDO, nesepsiz katır!
İslam âlimleri at ile eşeğin birleştirilip katır yapılmasını yasaklamışlar. Çünkü iki ayrı ırk olan kısrak ile erkek merkep çiftleştirilir ise, kısır bir hayvan olan “katır”; dişi merkep ile at birleştirilir ise “bardo” isimli yine kısır bir hayvan meydana gelir. İşte GDO’de meselesi de buna benzemekte. Kısır katır ve kısır bardo gibi gayri meşru, nesepsiz, soyu kesik; gerçeğe, geleneğe ve geleceğe aykırı… (Atların 64, eşeklerin 62 kromozomu bulunur. Çiftleştirme sonucu oluşan hayvanın kromozom sayısıysa 63 olur. 63 kromozomlu hayvanda bir kromozom eşleşemez ve açıkta kalır. Bundan dolayı kısırlık gibi bazı genetik bozukluklar görülür. Özetle söylersek, hem katır hem bardonun üreme organları (dişi – erkek) bulunsa da, üreme becerileri yoktur. Bu durum doğal koşullar altında hiçbir zaman gerçekleşemez. Bundan dolayı katır ve bardo bir tür olarak da kabul edilemez.)
GDO’lu ürünler, nimetin değiştirilmesidir ve zararının faydasından çok olduğu, bilimsel olarak ispat edilmiş durumda. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin toprağın yapısını, topraktan beslenen haşeratın ve nebatatın yapısını ve tüketen insanların fıtrî yapısını değiştirdiği; aynı zamanda doğanın dengesini tahrip ettiği ortada. Tabiatın ve doğal olanın dengesini bozan hiçbir işlem ve eylemin, Kur’an’a ve dolayısıyla İslam uygun olduğu iddia edilemez.
Bütün bunlar, gen kaynaklarımızın birkaç şirket hatta arkasındaki en önemli güç olan Siyonizm ve Evangalistler eliyle, -şeytanların ortaklığı ile patentlenerek- insan ve doğanın yaşama haklarının tekellerine alınması ve istedikleri zamanda yok edilmeleri gibi kıyamet habercisi bir sonucu ortaya koymaktalar.
Tohum -dolayısıyla gıda- tekelleri, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve IMF gibi birçok kuruluşun başta tarımsal politikaları olmak üzere pek çok politika oluşumunda etkin rol almaktalar. Bu sayede ülkelerin siyasetçileri, akademisyenleri ve bürokrasisini etkileri ve baskıları altında tutarak; istedikleri yasal düzenlemeleri uluslararası talebe dönüştürmekte, kendilerine uygun pazarlar hali getirmekteler.
Etkin şekilde gerçekleştirilen bu lobicilik faaliyetleri, tepki çekmemesi için sivil toplum örgütü kisvesi altında yapılmakta. Bu faaliyeti sürdürenlerin ülkemizdeki adresi ise, “Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği (Türkted).
Bu -sözde- sivil toplum örgütünün üyeleri arasında ve yönetiminde, Monsanto başta olmak üzere Pioneer, Hazera, SQM, KWS, AMC/AGRIMATCO, Fritolay, Limagrain, Golden Westseeds, Syngenta gibi birçok yabancı tohum tekelini görüyoruz. Bu firmaların çalışmaları sayesinde ”Ulusal Biyo Güvenlik Kanun Tasarısı” hükümetin öncelikleri arasına girmiş durumda.
Şu ana kadar bahsettiğimiz amaçlar doğrultusunda hazırlattırılan ve ülkenin haklarını korumak yerine uluslararası tekellerin çıkarlarını korumaya matuf ve bir taraftan da biyolojik çeşitliliğimizi ortadan kaldıracak olan “Ulusal Biyo Güvenlik Yasa Tasarısı”nın yasalaşması, bir anlamda ülkemizin geleceğini şeytanın ortaklarına terk etmek olacak. Bu terk ile genler, sınır ve mesafe tanımayan polenler aracılıyla birbirine girecek, doğal flora tahrip edilecek. GDO’lu ürünlerin genleri sayesinde kaybolan yerli gen bir yana yaban bitkileri daha da güçlenecek, buna karşı daha fazla tarım ilacı ve dolayısıyla daha fazla pestisit. Daha fazla sağlık sorunu, daha fazla ilaç harcaması… Bu kirli çark hep küresel güçlerin lehine insanlığın ise aleyhine!
Tüm gerçekleri ellerinin tersiyle iten bu Deccalî anlayış, tıpkı Deccal gibi hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak göstermekte. Ürettikleri gen ve yeni tarım kimyasallarıyla tüm dünyayı zehirlenmesi nedeniyle faydalı böcekler ve mikroorganizmaların maalesef bölgelerini terk edecek. Bu terk edişle birlikte gidecek yer bulamaması durumunda yok olması gibi tarifi imkânsız ve geri dönüşü olmayan bir denge bozulması ile yüzyüze getiriliş.
Bu yeni yapıya dayanıklı hale gelen böcek ve haşerat, hem yeni bitkiler için normalden daha tehlikeli hem de insanlar için öldürücü güce erişebilecek. Tıpkı kuş gribi, domuz gribi, kene ve benzerleri gibi… Bu kez yenilerini yok etmek için yeni ve daha yoğun ilaç kullanımı gerekecek. İşte daha verimli, daha yararlı denilen ve hükümetimizi, milletvekillerimizi ikna etmeye çalışanların önerdiği yeni tarım modeli bu.
Her ne kadar Monsanto’nun GDO’lu ürünlerin zararları konusunda yürüttüğü raporlar Independent On Sunday Gazetesi gibi basın kuruluşlarının elinde yer alsa da, birçok basın kuruluşu bu verilerin bütününü veya önemli bölümlerini yayınlamak yerine, ölüm tohumcularına suç ortaklığı yapmayı tercih ediyorlar.
Her türlü yalan beyan ve gizlemeye rağmen biliyoruz ki; GDO’lu ürünlerle beslenen farelerin ilk neslinde karaciğer ve böbrek yetmezlikleri, ikinci nesillerde hızla artan kısırlık, üçüncü nesilde bütünüyle kısırlaşma ve dördüncü nesilde çok kısa ömür tespit edilmiş. Artık bu gerçekleri tümüyle gizlemek imkânsız hale gelmiştir. Yine biliyoruz ki, hibrit tohumların ekildiği arazilerde çalışan insanlarda görülen yeni öldürücü hastalıklar; Hindistan, Çin, Meksika, Bangladeş, Brezilya, Kamboçya, Kenya gibi ülkelerde artık saklanamaz durumda.
Genetiğin değiştirilmesi sayesinde daha şimdiden Türkiye’de ve dünyada milyonlarca insan topraklarından koparılmaktadır. Bu çiftçilerin çoğu kendi geçim araçlarını kaybetti ya da kaybetmek üzere. Temel insan haklarından sayılan sağlıklı beslenme ve güvenli gıda söz etmek bir yana hemen herkesin elinden sağlıklı ve güvenli besin kaynakları alınmakta.
Çiftçi büyük tohum ve ilaç tekellerinin rehberliği ve bilinçsiz yerli işbirlikçilerinin taşeronluğunda yoksullaşırken; daha çok kazanma hırsı, daha çok gübre, daha çok ilaç, daha çok kredi, daha çok sorunla boğuşarak her yıl kaybettiği toprağı ve tohumu ile verimi düşen arazisi de kendisine kâr(!)kalmakta. Böylece tüketici dayatılan kültürün, üretici ise sunulan modelin kölesi durumuna düşürüldü.
Medya köşelerini tutmuş bazısı satılık bazısı bilinçsiz kalemler, ya gerçeği örtme gayretinde ya da insanları doğala yönelten kimseleri şartlatan gibi göstererek, -gûya düşmanı olduğu- Emperyalizm’in değirmenine su taşımakta.
Peki, ne yapılmalı?
Deccal yeryüzünü tahribe çalışacak ve dünyayı fesada verecek şerli bir güç. İnsanlık bu şeytanî güç tekelleri daha fazla kâr, daha fazla güç, daha fazla egemenlik mücadelesine asla yenilmemeli! Bu yüzden insanlık deccalların ve şeytanların insafına terk edilmemeli! Bu nedenle herkese için iki önemli görevden söz edebiliriz: Bunlardan ilki vahim ve acı gerçeğin ayrıntılarını öğrenerek tüketim tercihlerini buna göre değiştirmek. Diğeri ise yanlış tarım politikaları üreten ve “Ulusal Biyo Güvenlik Yasa Tasarısı” gibi bizi insanlık düşmanı malum güçlere pazarlayan yasalara “dur” diyecek formüller geliştirmek!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder