22 Şubat 2012 Çarşamba

Bu kitapları müzelere koysaydık harf inkılabını yapmazdık-Tarih ve Düşünce Dergisi



Klaust Gülbenkyan
Bu kitapları müzelere koysaydık harf inkılabını yapmazdık
Osmanlı döneminde petrol ve antika zenginlerinden olan ermeni asıllı Klaust Gülbenkyan'ın Türkiye ile alâkalı çok mühim bir hatırası vardır. Hatıra şöyledir: Osmanlı devletinin petrollerinden pay alan ve kayıtlarda bir Ermeni olarak geçen Gülbenkyan, kazandığı paraları çarçur etmeden Halep'ten, Musul'dan, Edirne'den, Konya'dan, İstanbul'dan binlerce yazma eser ve sanat şaheseri toplar. Zamanla iyi bir petrol uzmanı olduğu kadar, mükemmel bir antika mütehassısı olur. Çünkü gezdiği yerlerde aynı zamanda tarih fışkırır. Topladığı kitapları konaklara sığmaz olur. Böyle olunca devrin başbakanı İsmet İnönü'ye çıkar ve usulünce "Bana izin verin Saraçhane'de bir kitap müzesi kurayım" der. İnönü bu teklife inanılmaz bir tepki gösterir ve: "Eğer bu kitapları müzelere koyacak olsa idik harf inkılabını yapmazdık" der. Gülbenkyan çaresiz kalır. Bu kez kitaplarını yurt dışına çıkarmak için müsaade ister. Bu sefer Portekiz'le irtibata geçen Gülbenkyan Portekiz devlet başkanı Salazar tarafından davet edilir. Gülbenkyan'ı davet eden Salazar dünyanın en orijinal kitap müzesini başkenti Lizbon'a kazandırır. 1955'te Lizbon'da ölünce, topladığı eserler 5 yıl sonra Lizbon'a taşınır ve Gülbenkyan Vakfı Müzesi olur. Vakfın ayrıca bütün Portekiz'e dağılmış 150 kitaplığı vardır. Gülbenkyan Vakfı 2.6 milyar dolarlık varlığıyla halen dünyanın en büyük vakıflarından biridir.
***

İstanbul Eminönü’ndeki kayıp camiler



Okuyucularımızdan gelen ilginç mektup Ali Önder Sağıl'a ait. Emekli bir memur olduğunu belirten Sağıl, 1987 yılında Diyanet Vakfı Eminönü Şubesi tarafından hazırlanıp basılan "Eminönü Camileri" isimli kitaptan bir fotokopi de eklemişti mektubuna. Söz konusu fotokopide, bir Eminönü krokisi yer alıyordu. Krokinin üzerinde birçok yeşil ve siyah hilâl vardı. Krokiye göre Eminönünde 212 caminin yeri belirtilmişti.
Peki bu camilere ne olmuştu? Yangınlar ve depremler dışta tutulacak olursa, karşımıza yine merhum Başbakan Adnan Menderes çıkıyordu. Menderes'in başlattığı ilk imar hamlesinde, Karaköy Meydanı'na dokunulmayacak, bunun için 1956 yılına kadar beklemek gerekecektir. Menderes, 23 Eylül 1956'da yaptığı bir basın toplantısında, "kentin imar gerekliliğini açıklarken, günün her saatinde tıkanarak büyük zaman kaybına yol açan Aksaray, Beyazıt, Eminönü, Karaköy, Tophane ve Taksim gibi düğüm yerlerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, bu meydanları birbirine bağlayan ve kentin omurgasını oluşturan caddelerin iyileştirileceğini, Topkapı'dan Boğaz'a kadar kentin her mahallesinin aynı mükemmellikteki caddelerle birbirine bağlanacağını" söylüyordu. Nitekim, Menderes'in istediği olacak, kentte geniş caddeler açılırken, aralarında camilerin, kiliselerin, havraların, hanların, hamamların ve konakların da yer aldığı tam 7.289 bina yerle bir edilecekti. Diyanet Vakfı Eminönü Şubesi'nin bölgedeki kayıp camileri tesbit ettiği gibi, keşke birileri de çıkıp kiliseleri, havraları ve diğer tarihi eserleri tesbit etse de net bir bilanço çıksa önümüze. Belki bundan sonraki 'imar hareketleri' için ders olurdu. Sahi, olur muydu?
***

Ayasofya’da verilen konser

Ayasofya'nın toplu gösterilerde kullanılması ve yüksek sese karşı Ayasofya'nın mukavemeti konusunda olumsuz raporlara rağmen, Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek zamanında da sembolik olarak Ayasofya'da Yunus Emre Orotoryosu yapılmıştı. Ayasofya'da Ressam İsmail Acar tarafından, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın katılımı ile "Ayasofyadan Esintiler" adı altında 1999'da bir resim sergisi açılmış, bu sergi 1 ay kadar ziyaretçilere açık tutulmuştu. İstanbul'un fethinin 550. yıl dönümünün kutlandığı günlerde, 06.06.2003'de, Flarmoni Orkestrası'nın Ayasofya'da Kültür Bakanlığı'nın onayı ile bir konser vermesi ise büyük tartışmalara yol açmıştır. Müze, cami, kilise döngüsünde sürekli tartışılan Ayasofya, bu defa bir konserle gündeme gelmiştir, İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın düzenlediği "Müzik Festivali" kapsamında Ayasofya'da verilen Flarmoni Orkestrası konserine, uzmanlar, din adamları, bilimadamları ve halk tepki göstermiştir.
***

Ayasofya üzerindeki şüpheler

- Ayasofya, cami, medrese ve sair müştemilatıyla birlikte vakıftır. 19.2.1936 tarihli tapu senedine göre, Türkiye Cumhuriyeti tapu kayıtlarında bu gayrimenkul, 57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına, "Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi Müştemil Ayasofya-yı Kebir Camii Şerifi" olarak tapuludur. Vakıflar Genel Müdürlüğü Emlak Dairesi Arşivi'ndeki 1967 tarihli İstanbul Mazbut Hayrat Kütük Defteri'nde de aynı şekilde cami olarak kayıtlıdır. Ne varki, cami olarak tapulu olmasına rağmen bir kararname ile müze yapılmıştır.
- Cemal Kutay M. Kemal'in soyadını 26 Kasım 1934'den sonra, yani 27 Kasım'dan itibaren kullandığını yazmaktadır. "Reis-i Cumhur "Gazi Mustafa Kemal"e verilen "Atatürk " soyadının kullanılması 2587 sayılı kanun gereğince 27.11.1934'den sonra mümkündür. Ayasofya Kararnamesi üzerinde ise bütün bu bilgilere zıt olarak M. Kemal'e kanunla "Atatürk " soyadı verilmesinden sonra kullanmış olduğu imzaya benzeyen ancak şeklen diğer benzerlerinden farklı olduğu hemen farkedilen bir imza bulunmaktadır. Bu imza doğru kabul edilir ise, M. Kemal bir gün önceki imzasının aksine, Soyadı kanunundan 3 gün önce "Atatürk" soyadını kullanmıştır. M. Kemal'in, cumhurbaşkanı olarak soyadı kanunu çıkmadan önce hukukî olmayan bir riske düşme pahasına "Atatürk" soyadını kullanarak bir imza atmayacağı ayrıca düşünülmesi gerekir. Bu çerçevede M. Kemal'e soyadı verilmesi ile ilgili kanuna göre de Ayasofya Kararnamesi'nin güvenilirliği tartışmaya açıktır!
- İki ayrı tasdikli nüshası bulunan Ayasofya kararnamesinin Resmi Gazete, Düstur, Kanunlar ve Kararlar Mecmuası gibi, devletin resmi yayın organlarında yayınlanmaması çeşitli gerekçelerle kabul edilse dahi, bu kararnamenin aslı istenildiği zaman, ulaşılabilmesi için bir yerde muhafaza edilmiş olmalıdır. Ancak arşivlerde tasdikli nüshaları bulunan bu kararnamenin aslı ya da asılları nerede saklanmıştır? Nerededir? Bu konunun açıklığa kavuşmaması da kararname hakkındaki şüpheyi artırmaktadır.
***

Ayasofya’dan çıkarılamayan büyük levhalar

levha.jpg
Fetih yadigârı olan bu Ayasofya camilikten çıkarıldıktan sonra kubbesindeki o şaheser levhalar bulundukları yerlerden sökülmüş; büyük oldukları için de kapılardan çıkarılamamıştı. O levhalarda ise Allah, Peygamber ve dört halifenin mübarek ve muazzez isimleri yazılıydı. Meşhur hattatlarımızdan Mustafa izzet Efendi'nin eseri olan bu levhaların hazin hikâyesini İbnülemin Mahmud Kemal Bey, "Son Hattatlar" adlı eserinde şöyle dile getiriyor: "İsm-i Celâli, ism-i Nebevî'yi, esâmi-i Çâryâr ve Haseneyn'i ihtiva eden bu elvâh-ı celîle, bir takım kıymet bilmez eşhas tarafından indirilip bir kenara konulmuş ve bazılarının bazı yerleri zedelenmişti. Bu hal, bizimle beraber diğer erbab-ı îmânı dağdârettiğinden tekrar asılması için uğraştıksa da muvaffak olamamıştık. Nihayet Ayasofya Müzesi Müdürü Muzaffer Ramazan Bey'i teşvik ve teşcî ettiğimde: "Para yok, olsa asarım!" demişti. Öteden beri bu işe sarf-ı zihin eden yüksek mühendis Ekrem Hakkı ve tüccardan Nazif Beyler, îcab eden parayı hîbeten lillah vererek, Ekrem Bey'in nezareti altında levhalar tamir edildi. Yine o zat-ı ekremin himmetiyle levhalar, bikeremihi'l-Kerîm 28 Kâ-nûn-ı Sâni 1949 (22 Rebîülevvel 1568)'de elvah-ı şerîfe yerlerine asıldı. Ekrem beni alıp götürdü. Levhaları mahall-i kadîminde (eski yerinde) görünce ağlamaya başladım. Cenâb-ı Ekremü'l-Ekre-mîn'e hamdü sena ve Nazif ile Muzaffer'e teşekkür ve dua ettim."
***

Ayasofya camii minareleri neden yıkılmadı?

Küçük Ayasofya minaresi yıktırıldıktan sonra, Ayasofya'nın dört minaresini yıktırma işlemine başlanılacağı sırada oluşan tepkiler üzerine, minarelerin yıkılması kararı askıya alınmıştır, İbrahim Hakkı Konyalı bu hadiseyi şöyle anlatmaktadır; "Bir gün İstanbul Müzeler Müdürü Kemal Akan bana geldi, iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Hayretler içinde kaldım. Türk-İslam Eserleri üzerinde fevkalade hassasiyete sahip, ecdadını cidden seven insan olan Kemal Bey'in böyle ağlaması için çok önemli bir sebep olmalıydı. Nedir, ne oldu? diye sordum. Yıktılar, bu gece yıktılar! Sülün gibi minareyi bir gecede yerle bir ettiler dedi ve kırık bir sesle devam etti: İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Aziz Oğan, evvelki gün beni çağırdı. Ayasofyaların Büyük ve Küçük Ayasofya minarelerini yıkacağız dedi. Dün gece sabaha kadar Kadırga civarındaki Küçük Ayasofya Camiinin şerefe altı istilastikli, muntazam kesme taşlarla yapılmış Türk mimarisinin şaheser bir örneği olan minaresi temeline kadar yıkıldı yok oldu. Bu gece de Büyük Ayasofya'nın minareleri yıkılacak bir Bizans kilisesi haline getirilecek.
Kemal Altan'ın yanan kalbine teselli suyu serptim. Otur dedim. Büyük Ayasofya'nın minarelerini yıkamazlar. Bir rapor hazırlayalım. Ben söyleyeceğim, sen yaz. Merhum Kemal Bey'e dikte ettirdiğim rapor şu idi; Bizans İmparatoru Jüstinyen'in miladi 537 senesinde ibadete açtığı Ayasofya, Bizans'ın çökme ve çözülme devrinde çok haraptı. Bizans'ta bunu tamir edecek kudrette mimar yoktu. İmparator Sultan II. Murada müracaat ederek bir mimar istemişti. Padişah da Neccar vasfı ile anılan Ali isminde bir mimarı göndermişti. Mimar Ali, çökmek üzere olan mabedin etrafına payandalar ve göğüsleme duvarları yaparak ömrünü uzattı. Rivayete göre Bizans'ın Türkler tarafından alınacağına inandığı için kıble tarafının sağındaki bir payandayı minare temeli ve kaidesi olarak yapmıştı. Fatih İstanbul'u aldıktan sonra bu mabedi esaslı bir surette tamir ettirdi. Daha sonraları ilk tahta minarenin yerine tuğla minareler yapıldı. Hasılı her Osmanlı padişahı, bu ilk fetih yadigarını ayakta tutmak için tamirat yaptırmıştır. II. Selim zamanında mabed 1037 yaşını dolduruyordu. Bir tarafına bir buçuk arşın kadar eğilmişti. Binanın dört tarafına kır/angıç yuvalan gibi evler yapılmıştı. Padişah, mimarbaşı Koca Sinan Ağa'yı çağırdı. Beraberce mabedi incelediler. Ve esaslı bir tamir yapılmasına karar verildi. Sinan, derhal işe başladı. Etrafı saran köhne yapılar yıkıldı. Mâbed, kalın payandalarla desteklendi. Ana kubbeyi desteklemek için kubbe ile mütenâsib olarak kuzey ve batı tarafına iki kalın minare yapıldı. Şimdi bu ihtiyar mabedin yaşı daha da ilerlemiştir. Minareler, ana kubbenin dayandığı son payandalardır. Eğer minareler yıkılacak olursa, kubbe tamamıyla yere serilecektir. Ve tetikte bekleyen Hristiyanlık âlemi de Türkler Ayasofya'yı yıktılar diye feryadı basacaktır. Merhum Kemal Altan, aşağıyukan bu mealdeki raporu ilgililere verdi ve minarelerin yıkılmasından  vazgeçildi.
***

Sebepsiz yere yıktırılan Osmanlı tarihi eseri

Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmakla beraber, Sultan Abdülaziz devrinde yenilenen Ayasofya medresesi, Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi ile 1936 yılında sebepsiz yere yıktırılmıştır. Bina 1924 yılına kadar Dâru'l-Hilâfetü'l-Aliyye Medresesi olarak kullanılmış, daha sonra İstanbul Belediyesi tarafından Öksüzler Yurdu haline getirilmiştir. 1934'de Ayasofya'nın müze yapılması kararı alınınca, bütün müştemilatı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü'ne intikal etmiştir. Medrese, bir müddet daha yurt olarak kullanıldıktan sonra sapasağlam iken, 1936'da harap olduğu ve Ayasofya'nın görünümünü bozduğu gerekçesiyle zamanın Antikiteler ve Müzeler Umum Müdürü Aziz Oğan'ın emri ile tamamen yıktırılmış, yerinde Bizans kalıntısı birkaç sütun kırıntısından başka bir şey kalmamıştır. Müze müdürü, binanın yıkılmasına gerekçe olarak bir mektubunda "Ayasofya gibi tarihi ve mühim bir âbidenin yanında olması hasebiyle yıkılmasının zaruri" bulunduğunu belirtir. Bu gayretkeşlik o kadar ileriye gitmiş olacak ki, Fatih'in yaptırdığı bu ilk İstanbul medresesinin temelleri bile kazılmış, yok edilmiştir. Medresenin yıkılmadan önce resimleri çektirilip, planları Mimar Nihad'a çizdirildikten sonra, birer nüshaları Evkaf Müdürlüğü'ne ve Maarif Vekaleti'ne gönderilmiştir. Muhtemelen bir nüshası da Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü'nde kalmıştır.
***

Din devrimine sahne olan Ayasofya

Cumhuriyet döneminde Ayasofya, Türkçe ibadet projesinin uygulama alanı olarak da seçilmiş idi. 3 Şubat 1928'de, hutbeler Türkçe olarak ilk defa Ayasofya'da okunmaya başlanmıştı. Türkçe hutbe yaygınlaştırılarak 18 Temmuz 1932'de Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan İstanbul Müftülüğü'ne yazılan 636 sayılı yazı ile ezanın Türkçe okunması da ilk defa İstanbul'da ve Ayasofya'da tatbik olunmaya başlanmıştır. Burada, Türkçe Kur'an okuma denemeleri yapılmış, ancak halkın Arapça okuyanları tercih etmesi ve galeyanından çekinilerek geri adım adılmış idi.
***

Hasan Ali Yücel’in Ayasofya hakkındaki görüşü

Meşhur Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'in, Ayasofya hakkındaki görüşlerini özel kalem müdüründen öğreniyoruz. Ziyad Ebuzziya, hem hısımı ve hem de Galatasaray'dan hocası olan ve Hasan Ali Yücel'in özel kalem müdürlüğünü yapan İsmail Hakkı Uludağ'ı bir ziyaretinde, Ayasofya hakkında bir hazırlık olup olmadığını sorar; İsmail Hakkı Bey gülerek "Ne hazırlığı? Hasan Ali, imkân bulsa caminin ibadet kısmını da ilk raporda belirtildiği gibi, Bizans müzesi yapar! Sen hazırlık var mı diye soruyorsunl" demiştir.
***

Ayasofya ve siyasi anlaşmalar

Ayasofya'nın müze olmasında Fossati'nin Ayasofya restorasyonunun, Bulgaristan'da toplanan "Bizans Asarını İhya Kongresi'nin, Thomas Whittemore'un mozaik araştırmalarının, Masonların, Cemil Paşa'nın (Topuzlu) raporunun, Maarif Vekili Abidin Özmen'in gayretlerinin ve gizli pazarlıkların etkisi olduğuna dair yorumlar yapılmaktadır. Gizli pazarlıklar deyince Celal Bayar'ın bir açıklamasına yer verelim. M. Kemal ile arasında geçen gizli bir konuşmayı daha sonra ifşa eden Bayar'ın anlattıklarına göre; Yunan Başbakanı'nın Atina'da kendisini karşıladığı sırada, Balkan Paktı'na kabul edilebilmemiz için Ayasofya konusunu açtığım; Anadolu macerasının unutulmadığını üzgün bir halde ifade ederek "kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa, belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir" şeklindeki Yunan Başbakanı'nın sözlerini M. Kemal'e anlatarak taviz istediklerini söyleyince, M. Kemal, şu açıklamada bulunmuştur: "Az önce, vakıflar umum müdürü buradaydı. Ayasofya Camii'ni tamir edecek para bulamıyorlar. Bugünkü hali ile de harab ve bakımsız! Hatta mezbelelik. Ayasofyayı müze yapsak, hem harabiyetten kurtarsak, hem Yunanlılara bir jest yapsak, Balkan Paktı'nı kurtarabilir miyiz? Öyleyse yapalım." Ve Ayasofya Camii, böylece müze haline dönüşmüştür. Bayar, daha sonra Cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde, burayı tekrar camiye çevirmeyi düşündüğünü, ancak "Ticani ve "Ahmet Emin Yalman" olaylarının ve dünyada devam eden gelişmelerin buna. engel olduğunu söylemiştir.
***

Ayasofya kilisedir ve kilise olarak kalacaktır!

17 Aralık 1989'da, Patrikhane'nin Ayasofya'nın onarımından sonra yeniden açılışı için çeşitli ülkelerden gelen, çoğunluğunu eski-yeni Yunan parlamenterlerin oluşturduğu heyet, papazlarla birlikte Ayasofya'yı ziyaret ederek dua ve Hz. İsa ikonasının önünde şükür secdesi etmişlerdi. Heyette bulunan Atina Üniversitesi Rektörü Statopulos, "Neden, önce Ayasofya'yı ziyaret ettiniz" sorusuna, "Bir Yunanlı için Ayasojya, Patrikhane"den  daha önemlidir",  cevabını vermiştir. "Burası bir müzedir. Müslümanlar dahi burada ibadet yapamıyorlar. Siz, rahatlıkla yapıyorsunuz; ama kanunlar buna izin vermiyor, yani ibadet etmek yasak. Siz nasıl yapıyorsunuz" sorusuna da Statopulos devamla, "Ayasojya, sizin için müze olarak kullanılıyor. Ama bizim için ebediyyen kilisedir, Ayasofya kilisedir ve kilise olarak kalacaktır" demiştir.
***

Papa neden Ayasofya’yı öptü

Temmuz 1967'de, Efes'e gelip kendi dinince hacı olan Papa 6. Paul, Efes'ten İstanbul'a geçmiş, Ayasofya'ya girmiş, cami kısmında diz çökmüş, yanında devrin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil olduğu halde, nezaketen bakandan izin istemiş, ancak cevabını beklemeden istavroz çıkarmış, ibadetini tamamlamış, yere kapanıp zemini öpmüştür.
***

Cemil Meriç Ziya Gökalp hakkında neler söylemiş?

Cemil Meriç, 11 Şubat 1977 tarihli özel bir sohbette şöyle diyor: “Ziya Gökalp hakkında yazı yazdığım zaman Ankara’dan geldiler, Çıkar dediler. Ben de çıkardım. Yazı daha önce çıkmıştı çünkü. Herkes okudu okuduğu kadar.” İşte Gökalp hakkındaki söylediği bu yazı:
“Ziya Gökalp budala bir adamdı tam manasıyla. Ağaoğlu budala eğildi, haris adamdı. Ziya Gökalp ayran budalasıydı, cahil bir adamdı, son derece ümmiydi. Evvela Selanik’te pohpohladılar; İttihat Terakki emellerine alet etti. Politika’nın bütün büyüklerine Enver’e , Talat’a , Mustafa Kemal’e “Sen Allah’sın , sen peygambersin!” diye kasideler yazdı. Büyük milliyetçi, milliyet nazariyecisi oldu. Ziya Gökalp Batı’nın sofra artıklarıyla geçinen bir zattır, onları atıştırır, zaman zaman da kusar. Peyami Safa’nın çektiği ruh çilesini çekmemiştir. Sahtekardır. Her devirde dalkavukluk yapmıştır. Talat paşa ve İttihat ve Terakki’ye mesela. Tarihin şımarttığı bir adamdı.”



Hiç yorum yok: