15 Nisan 2013 Pazartesi

Merhametin Kaynağı Allah, Temeli İmandır-Felaketler, Toplu Ölümler ve Allah'ın Merhameti...Fuat Türker


Merhametin Kaynağı Allah, Temeli İmandır
İnsandaki güzel özelliklerin tümünün kaynağı Allah'tır. İnsan Allah’a aşkla bağlıysa, O’nun sıfatları üzerinde tecelli eder. Merhamet de Allah'ın rahmetinin kulundaki yansımasıdır. O'nun rahmeti herşeyi kuşatmıştır ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gerçek anlamda iyi, şefkatli ve merhametli olmak samimi imanın getirdiği büyük bir nimettir.


Kur'an ahlakını yaşayan insan, sevdiklerini şefkat duyarak sever; hata da yapsa sevdiklerine imanından kaynaklanan şefkat, merhamet ve bağışlama ile yaklaşır. Bencil ve sevgisiz olmaz; merhametli, koruyucu ve bağışlayıcı olur. Ve sevgisi, eşi ya da dostundaki yaşlılık, sakatlık, maddi kayıp gibi durumlarda olumsuz etkilenmez.



İnananların merhameti, toplumda yaygın olan merhamet anlayışından çok farklıdır. Birçok insan, karşısındaki kişinin yalnızca dünyevi mutluluğunu ve rahatını düşündüğü için herşeyi yapmasına göz yumar hatta yardımcı olur. O kişinin ahirette kayba uğrayıp uğramayacağını düşünmez, Allah'ın yasakladığı davranışlarda bulunmasına ses çıkarmaz. Örneğin kendisi sabah namazına kalktığı halde eşini ‘kıyamadığı için’ namaza kaldırmayan insanın merhameti, gerçekte şeytani bir özellik taşır. Müminlerin merhameti ise Allah'ın merhametinin tecellisi olduğundan Allah'ın hoşnutluğuna ve Kur'an'a uygun "rahmani" bir merhamet şeklidir. Onlar karşılarındaki insanın ahiretini düşünür, yaptığı kötü bir davranışı eleştirebilir, onu uyarabilirler. İşte gerçek merhamet de budur.



Din sevgi, merhamet, şefkat, akılcılık, güven ve huzurdur. Tüm pozitif duygularımızın toplamı dindir. Kur'an, negatif duyguları ezecek bir sistem kurmuştur. Allah, sevgisizliği ortadan kaldıracak birçok önlem yaratmıştır. İnsan, Kur'an’ı tam olarak yaşamına uyguladığında sevginin önü açılır; sevgiyi doruğunda yaşar. Ancak engeller varsa, insan onun arkasında sevgisizlikten boğulur; o engelleri kaldırması gerekir. Kur'an sevgi, şefkat ve merhametin önündeki tüm engelleri yok eder.



Medeniyetler ancak merhametle yaşanabilir hale gelebilir. Toplumun bireyleri kendi nefislerinde bu şuurla yaşamalıdırlar ki toplum huzur bulsun. Merhamet olmadığında yaşanacak olan zulümdür; kargaşa, kan ve gözyaşıdır. Bugün güvenini ve yaşama sevincini yitirmiş insanların baskı ve zulüm altında yaşam sürmeleri de hep bu merhametsizlik nedeniyledir.



Gerçek medeniyet iman temelleri üzerinde yükselendir. Örneğin İslam medeniyeti; sevgi, şefkat ve merhametin medeniyetidir. Kaynağı Allah, temeli imandır; odağında İslam ve alemlere rahmet olan Peygamberimiz(sav) vardır. Rabb'lerinin "kalplerinde bir şefkat ve merhamet" kıldığı (Hadid Suresi, 27) bireyleri, "kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler" (Fetih Suresi, 29)



Bu medeniyetin özverili ve merhametli bireyleri "iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden"dirler. (Beled Suresi, 17)



Hedefinde Allah rızası ve insanın mutluluğu olmayan merhametten yoksun medeniyetlerde "biz değil ben" vardır, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" anlayışı hakimdir. Allah yolunda rahmani bir yarış olan "hayırlarda yarış" yerine kıskançlık, haset ve rekabete dayalı şeytani bir üstünlük yarışı vardır. İnsan fıtratı iman etme üzerinedir; insan imanı yaşadığında gerçek mutluluğu tadar. Ancak materyalist görüşün hakim olduğu medeniyetler insana asla mutluluk vermez.



Merhamet hamuruyla yoğrulmuş, insanın huzur ve mutluluğunu hedef edinmiş olan medeniyetler ise kıyamet gününe dek "parıldadıkça parıldayan bir kandil" gibi insanlığı aydınlatmaya devam edecektir.



Merhamet Medeniyeti Örneği; Osmanlı



Osmanlı Devleti için en büyük hedef İslam'ın adaletini ve ahlakını dünyaya yaymaktı. Fethettiği topraklarda, Kur'an'ın buyruğu gereği hiçbir zor ve baskı kullanmadan İslam ahlakını hakim kılmıştır. Yalnızca Müslüman ve Türklerin değil, kendisine tabi olan farklı dil ve dinden tüm insanların rahatını ve mutluluğunu gözetmiştir.



Osmanlı padişahları, "Eğer müşriklerden biri senden eman isterse ona eman ver, öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun. Sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. Bu onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6) ayeti gereği, kendilerinden yardım isteyen ihtiyaç içindeki kimselere de -inançsız dahi olsa- yardımcı olmuşlardır.



Topraklarında yaşayan insanların tümü, İslam'ın halifesi olan padişaha emanet idiler. Farklı inançlara sahip bireyler, kendi inançlarına ve hukuklarına uygun olarak özgürce ve güven içinde yaşamışlardır. "Dinde zorlama yoktur" inancı gereği, İslam'ı kabul ettirmek için kimseye baskı uygulanmamış, herkese hoşgörü ve merhametle muamele edilmiştir.



Yeryüzünde yaşanan baskı ve zulmün durması için yapılması gereken Allah'ın buyruğuna uyarak, Osmanlı gibi adaleti ayakta tutmak, farklı din, millet ve mezheplere mensup insanların kimliklerini değiştirmeye kalkışmamak, onlara ve inançlarına saygılı olmaktır.



Merhametli Olalım Ki Merhamet Olunalım



Müminlerin birbirlerine olan sevgileri Allah için yaşanan ve sadakat, şefkat, merhamet, bağışlama duygularını kapsayan bir nimettir. Bu nimet, “Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (Hicr Suresi, 47) ayetiyle bildirildiği gibi, ahirette tam anlamıyla yaşanacaktır.



"Merhamet edenlere, Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin. " (Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 16) buyurur Peygamberimiz (sav). Onun, insanların kalplerini imana ısındıran sevgisi, şefkat ve merhameti, tüm Müslümanların kazanmaları gereken üstün ahlak özellikleridir. Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmak, gerçek ve kalıcı sevgiye ulaşabilmek için, öncelikle Kur'an ahlakının yaşanması gerekir. Böylelikle sevgi, şefkat, merhamet ve hoşgörü -Allah'ın dilemesiyle- toplumun geneline yayılacaktır.



Allah için yaşanan sevgi, süresiz ve sonsuzdur. Bu sevgi, önce dünyada ve ardından sonsuz yaşamda devam etmeye kilitlenmiştir. Ve bu sevgiyi yaşayan müminler, ahirette de Rabb'lerinin rahmetiyle ödüllendirileceklerdir.



Kur'an'da, "Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim olmasaydı (ne yapardınız)?" (Nur Suresi, 20) buyurur Allah.



Evet, gerçekten ne yapardık?..


Felaketler, Toplu Ölümler ve Allah'ın Merhameti...

Bir okurun merhamet konusundaki bir yazıma yaptığı yorum nedeniyle, yeniden aynı konuda yazma gereği duydum. Okurun yorumu şöyleydi: "Gönderdiği 3 semavi dinin mensupları arasında yüzyıllardır süregelen din savaşlarında milyonlarca insan can verirken, Hitler 6 milyon Yahudiyi fırınlarda yakarken, derin uykularındayken habersizce yakalandıkları depremlerde binlerce insan betonlar altında ezilerek can verirken, merhametlidir Yaradan..." (Rabb'imi tenzih eder, yüceltirim)


Dünya hayatındaki imtihanı kavrayamayan insanların zorluk zamanlarında ya da bir felaketle karşı karşıya kaldıklarında isyana varan sözlerine tanık oluruz. Marmara depremi sonrası, bir köşe yazarının yazısı da buna önemli bir örnekti. "İsyanımı bağışla Tanrım" diye başlayan yazı "Taş üstünde taş bırakmayan gazabın enkaza çevirdi yurdumu... Hiddetine amenna, lakin nerde merhametin?.." gibi cümlelerle devam ediyordu. (Rabb'imi tenzih eder, yüceltirim)



Bu insanların kafalarındaki soru şudur; "Madem Allah kullarına karşı çok merhametli, neden böyle zorlu olayları yaratıyor?”



Kuşkusuz bunun en önemli sebebi, insanın dünya hayatında zorluk ve sıkıntıyla eğitilmesi. Dünya yalnızca eğlenmek, evlenmek, gezmek, yiyip içmek kısaca zevk ve sefa için yaratılmadı. Allah böyle bir yaşam dileseydi dünyayı yaratmaz, tüm kullarını cennette yaratırdı. Zorluklar olmalı ki insan Allah'a olan bağlılığını, aşkını ve sadakatini kanıtlayabilsin. Yaşadığı her zorluk insana, Rabb’inin üstün gücü karşısındaki aczini hatırlatır. İnsan, yaşanan felakete engel olamadığında, aczinin ve Allah'ın yardımına ne denli muhtaç olduğunun farkına varır; verilen nimetlerin önemini daha iyi takdir eder. Allah, yarattığı kusursuz imtihan mekanı olan dünyada, kullarını hem zorluk hem de kolaylıkla imtihan eder.



Yukarıdaki soruya İngiliz filozof John Hick'in cevabı ise şöyledir:



“Dünya bir gözyaşları ırmağı değildir. Bir ruh oluşturma ırmağıdır. Anne babalar çocuklarını bazı zevklerden mahrum bırakırlar. Onların bazı şeyleri acı tecrübelerle öğrenmelerine de izin verirler. Hatta ceza verip acı çektirirler. Bunu yapmalarının nedeni kısa vadeli hazzın yanında kendine hakim olma, bilgelik, ahlaki erdem ve kendini gerçekleştirme gibi önemli şeylerin var olduğuna inanmalarıdır. Çocuğun bakış açısından bu zalimce görünür. Ancak bu görüş yanlıştır ve çocuğun bu görüşü savunmasının nedeni anne babanın daha geniş perspektifini kavrayamamasıdır. ”



Evet, dünya bir ruh oluşturma, daha uygun bir deyimle olgunlaştırma ırmağı. Zorluk zamanında, iman eden ve etmeyen insanlar birbirinden ayrılır. İmtihan yaşayan kişi samimi iman sahibiyse imtihanında Rabb'ini görür; sıkıntı duymaz. Sabreder, tevekkül eder. Sıkıntısını giderecek olan Allah'tır; bunun bilincinde O'ndan yardım diler, içten dua eder. Bu, iman sahibinin eğitim sürecidir; kişi böylece Rabb'ine daha yakınlaşır.



Allah, yarattığı felaketlerle insanlara, dünya üzerindeki yaşamın gerçekte pamuk ipliğine bağlı olduğunu, Kendi büyüklüğünü, gücünü ve O'nun dilemesine karşı gelemeyeceklerini hatırlatır. Ve dünyaya yönelik çabalarının hiçbir karşılığı ve kazancı olmadığını...



Allah dilese, saniyeler süren depremler, yangınlar, yanardağ patlamaları, sellere yol açan yağmurlar saatlerce hatta günlerce sürebilir. İnsanlar, başlarına gelenlerin şaşkınlığını yaşarken, yeni felaketlere maruz kalabilirler. Bu, kuşkusuz Allah için kolaydır. Ancak Allah rahmetiyle insanları korur.



Doğal felaketler kaderin bir tecellisi olarak meydana getirilen olaylar. Canları Allah verir, Allah alır. Bazen tek tek bazen topluca ölür insanlar. Allah canları tek tek almak zorunda değil kuşkusuz. İnsanlar tek tek öldüğünde normal karşılayan insan, özellikle bir felaket sonucu topluca ölüm olduğunda neden isyan eder?



"O, yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da O'nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız? (Mü'minun Suresi, 80) buyrulur Kur'an'da. Her bela, musibet ve felaket, gece ile gündüzün ard arda gelişi gibi Allah'ın kanunu. Felaketler ve ölüm haktır; çünkü Hak’tan gelir.




Tüm insanların her birinin kaderi Allah Katında an an belirlenmiştir. İnsanın doğduğu ve öldüğü an dahil tüm yaşamı, tüm detaylarıyla Allah katında, O’nun sonsuz hafızasında tek bir an olarak mevcut. Yaşanan her anın yaratılışında da sayısız hayır ve hikmetler vardır. Kuşkusuz insanlar, Allah'ın "... Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar." (Bakara Suresi, 255)



Kendi iradesi dışında doğan insanın, yine Allah'ın dilemesiyle yaşamı sona erer. O halde ölümler karşısında üzülmek, isyan etmek, direnmek yanılgıdır.



Ölüm Şekli, Kişinin Ölüm Anında Yaşadıklarının Kıstası mıdır?



Ölüm sebebi ya da şekli ne olursa olsun, müminlerin canları ölüm melekleri tarafından "Selam" ile ve güzellikle alınır. İnkarcıların canları ise yüzlerine ve sırtlarına vurularak, acılar içinde alınır. Müminlerin canlarının alınma anındaki güzelliği ya da inkâr edenlerin ölüm anında çektiği acıyı, o an yanında bulunanlar anlayamazlar. Kur'an, "Hele can boğaza gelip dayandığında, Ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz, Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. (Vakıa Suresi, 83-84-85) ayetleriyle bu konuyu açıklar.



Ayetlerdeki ifadelerde, ölüm anında kişinin yaşadıklarını yanındaki insanların anlayamadıkları açıktır. Bu da imtihanın bir sırrıdır. Ölen kişinin görünüşte zorlukla can vermesi ya da ani bir kalp kriziyle uykuda bir anda can vermiş olması bir kıstas değil. Dolayısıyla yanarak, boğularak ya da betonlar altında ezilerek de can verse, iman sahibi insan acı çekerek ölmez. Örneğin, Peygamberimiz(sav) de vefat ederken zorlu bir görünüm almıştır ancak kuşkusuz canı güzellikle alınmıştır. Son sözlerinin de,”Refik-i Âlâ’ya” yani ‘Yüce Dosta’ olduğu haber verilir.



Sonuç olarak; yaşanan olayları sebep kılarak Allah bizden bir şey talep ediyor olabilir. Allah’ın ne istediğini, bizden hangi konuda kendimizi düzeltmemizi istediğini düşünerek bulmamız gerekir.



Şunu unutmayalım; zorluklar karşısında sabır ve tevekkül göstermeyen ve isyanı seçen kişinin, Rabb'ine döndürüldüğünde yaşayacağı pişmanlık çok daha zorludur. Ölümler karşısında yapmamız gereken Allah'a boyun eğmek, gönülden dua etmek, umudumuzu yitirmemek. Ölümle Rabb'ine kavuşanlar için Allah'ın hepsine rahmet etmesi ve sonsuz yaşamda güzellik ve nimetler içinde bir yaşam nasip etmesi için dua etmek.



Allah, imtihan zamanında dahi olsa rahmetinden umut kesmememizi, dua ve itaat etmemizi, boyun eğmemizi ister. Az şükrettiğimiz yönünde bizi uyarır. "Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35) buyurur. Dolayısıyla hiç kimsenin dünyada kalmayacağı açık. Deprem, yangın ya da farklı bir sebeple de olsa her nefis ölümü tadacak; ölümü kabullenemeyen insan da tadacak. Ve her insan Allah'ın huzuruna gidecek. O halde bu yanlış üsluptan kaçınıp, boyun eğmek en doğru olandır.



Allah'a iman eden insan, O'nun sonsuz merhametinden kuşku duymaz. İnanmıyorsa, zaten inanmadığı Allah'ın merhametini sorgulama hakkı yoktur.



Bir felaket sebep kılınarak da gerçekleşse, ölüm bir felaket değil, doğum gibi son derece doğal bir olaydır. Ölen insan iman sahibi ise onu Rabb'ine kavuşturan bir köprüdür. Unutmayalım; Allah kullarına zulmedici değildir.



(Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır); biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 209)

Hiç yorum yok: