KARAHANLILAR VE İSLAM'IN YAYILMASINDAKİ KATKILARI*-Dr. Ali b. Salih el-Muheymid Çeviri: Ali AKSU**
Giriş
Abbâsî hilafetinden bağımsızlıklarını ilan edenler ve İslam dünyasının doğusunda veya batısında ortaya çıkan devletler, inceleme ve ilgiden ol nasip almışlardır. Asya’da kurulmuş ve Kaşgar şehrini kendisine başkent edinmiş olan Karahanlılar Devleti bundan hariçtir. Bu devlet, araştırmacılardan özellikle de müslüman araştırmacılardan gereken ilgi ve ihtimamı görmemiştir. Bu durum, diğer kardeş devletlere bir örnektir.
Çünkü -bildiğimiz kadarıyla- şu ana kadar Karahanlılar hakkında onların siyâsî ve
medeniyetle ilgili yönlerini kapsamlı ve aydınlatıcı bir çalışma ortaya konulmamıştır.
Türk tarihçilerin -ki bunlar İslam aleminde bu devlet hakkında en çok ilgi gösteren
araştırmacılardır- araştırmalarına bir göz attığımızda, bu devlet hakkında birisi bir
sayfayı bile geçmeyen iki araştırmayla karşılaşırız1. Hiç şüphesiz bu, bir taraftan
Karahanlılar tarihinin kapalı olması, diğer taraftan da onlar hakkında yazılmış
kaynakların az olmasından kaynaklanmaktadır.
Karahanlılar Develeti'ni ele alan, -zaten sayıları az olan- kaynakların maalesef bir
kısmı hâlâ kayıptır. Bu arada mevcut kaynakların bir kısmı da az ve çelişkili bilgiler
içerirler. Çünkü bu kaynaklar, Karahanlılar hakkında parça parça ve dağınık, aynı
şekilde, çoğunlukla diğer târihî hadiselere muhalif açıklamalara dayalı bilgiler
nakletmektedir.
Bu devletle ilgili bir hüküm veya belirli bir siyâsî olay hakkında iki veya daha fazla
tarihçinin hemfikir olmaları nadirattandır.
Karahanlılar tarihini bütün yönleriyle ele almaya kesin karar verdiğimde, son
zamanlarda ortaya konulmuş özel bir çalışmanın olup olmadığını tekid için araştırmaya
koyuldum. Araştırmam sonunda önüme Arap aleminde Dr. Hüseyin ed-Dakûkî
tarafından hazırlanmış olan iki muhtasar makale çıktı. Bu makalelerden birisi,
“Karahanlılar Devletinde Fikir Hareketi” (el-Hareketü’l-Fikriyye fî Ahdi’d-Devleti’l-
Karahâniyye)2, diğeri de “Karahanlılar Devleti” (ed-Devletü’l-Karahâniyye)3 dir.
Bu iki makaleyi mütaala ettiğimde, araştırmacının gayret ettiği ve Karahanlı Devleti
tarihini gerçekten sınırlı bir şekilde dönem dönem ele aldığı dikkatimi çekti. Ancak
İslam âleminin uç bölgesinde, yani önemli bir bölgede kurulan ve yaklaşık iki asırdan
fazla ayakta kalan böyle bir devlet için bu tür çalışmanın yeterli olmadığını
düşünmekteyim.
Karahanlıların, İslam’ı ve İslam kültürünü yaymada, yine aynı şekilde, Orta
Asya’daki İslam medeniyeti eserlerinin inşasında mümtaz çabaları vardır. İzlerinden bir
kısmı, halen ayaktadır. Kezâ Karahanlıların, Gazneliler ve Selçuklular gibi komşu
müslüman devletlerle siyâsî yönden bir ilişkileri de bulunmaktadır.
Gerçekten Karahanlılar tarihinde, herbiri özel incelemeye lâyık pek çok alan
bulunmaktadır. Biz bunlardan sadece Karahanlıların, İslam'ın yayılışındaki gayretlerini
ele alacağız. Genelde İslam Tarihi, özelde İslamî Doğu Tarihi ile ilgilenlerin önüne bu
konuyu serdetmem beni sevindirecektir. Az da olsa layık olduğu şekilde, böyle bir
konuyu yerine getirmede başarılı olduğum ümidindeyim.
Araştırmanın Önemli Kaynakları
İbnü'l-Esir'in (öl. 630/1232) "el-Kâmil fi't-Tarih" adlı kitabı, Karahanlılar ve
özellikle bu araştırmanın konusuyla ilgili bilgiler nakleden İslâmî Arap kaynaklarının
en önemlisi sayılır. Çünkü bu yazar, Karahanlı Devleti sınırları içerisinde yer alan İslam
bölgelerine karşı müslüman olmamış Türklerin hedef alıp gerçekleştirdikleri saldırılara
değinmektedir. Aynı şekilde İbnü'l-Esir, Karahanlı Devleti hükümdarlarının bu
saldırılara karşı koyma çabalarını da ele almaktadır. İbnü'l-Esir'in bu kitabı, Karahanlı
ailesinden bazı hükümdarların zühd ve dindarlıklarını, ilim ve ilim ehline olan yoğun
ilgilerini övme konusunda neredeyse tek kaynaktır. Kezâ İbnü'l-Esir, yaklaşık olarak
Karahanlı Devleti muasır tarihçilerinden sayılan en-Nizâmî el-Arûzî es-Semerkandî'nin
(öl. 552/1157) kitabından da istifade etmiştir. Ki en-Nizâmî, Ğazneli Sultan Mahmud'un
389/999 yılında Mâverâünnehir'i istila etmesinden hemen sonra, İlek Han'a gönderdiği
mektubun ayrıntılarını zikreden yegane müelliftir. Görünen o ki, bu mektubun içeriğine
göre Sultan Mahmud, özellikle Ğazneliler Devleti'ne komşu olduktan sonra, Karahanlı
ailesi hükümdarlarının yönelişlerini ve İslâmî siyasetlerini tanımayı istemiştir.
Aynı şekilde İbnü'l-Cevzî'nin (öl. 597/1200), Karahanlı Devleti Tarihi alanında
inceleme için önemli tarihi bir kaynak olan "el-Muntazam fî Tarihi'l-Mülûk ve'l-Ümem"
adlı eserini de zikretmeden geçemeyiz. İbnü'l-Cevzî, Abbâsî hilafeti ile Karahanlı
Devleti arasındaki karşılıklı elçilikler konusuna değinmiştir.
Yine er-Râvendî (öl. 603/1206), 536/1141 yılında müslümanlar (Selçuklular ve
Karahanlılar) ile müslüman olmayan Hıtâ (Hıtay veya Karahitaylılar olarak
bilinmektedir [çev.]) güçleri arasında meydana gelen meşhur Katvân savaşı ve önemli
sonuçları hakkında kıymetli bilgiler sunmaktadır.
Burada son derece önemli bir başka kaynak daha bulunmaktadır. O da, Ebu Nasr
Ahmed b. Muhammed el-Kabâvî'nin telif ettiği "Tarihu Buhârâ" adlı eseridir. Bu eseri,
Ebu Bekir Muhammed b. Ca'fer en-Narşahî'nin (öl. 348/959), "Tarihu Buhârâ" adlı
kitabına zeyl edilmiş olarak bulduk. Yazar el-Kabâvî, 522/1128 yılında doğmuş olup,
Karahanlı Devleti ile çağdaştır. Bu nedenle yazar, eserinde önemli olayları ve Karahanlı
hükümdarlarının Buhârâ ve Semerkand şehirlerinde inşâ etmiş oldukları İslâmî
kurumları ele almıştır. Bu konu hakkında önemli bilgi vermesi açısından, bu kaynağın
tek kaynak olduğunu söyleyebiliriz.
Aynı şekilde araştırmacı, İranlı tarihçi Nureddin Muhammed el-Avfî'nin (h.7/m.13.
asırda yaşamıştır) "Lübâbü'l-Elbâb" adlı kitabına işaret etmeyi de unutmamalıdır.
Çünkü müellif, gerek bu devlet, gerekse çağdaşı olduğu seçkin alimler ile bazı devlet
öyöneticileri hakkında, oldukça önemli bölümler sunmaktadır. Bunların dışında
Sem'ânî'nin (öl. 562/1166) el-Ensâb'ı, Ebu Hafs Ömer en-Nesefî'nin
(öl. 537/1142) el-Gınd fî Zikri Ulemâi Semerkand'ı da, araştırmacının özellikle
Karahanlılar döneminde İslâmî kültür hareketi ile ilgili ilmî alanda istifade ettiği
kaynakların başında gelmektedir.
1-Karahanlıların Kökeni:
Karahanlı ailesi, Türk kralı Efrasyâb’ın soyundan gelir4. Bilindiği gibi
Türkler,Türkistan’da belirli bir yerleri olmayan pek çok kabileden meydana
gelmişlerdir. Dolayısıyla Karahanlı ailesinin mensubu bulunduğu kabileyi
sınırlandırmak zordur.
Bu nedenle bazıları5, Karahanlıların, Tiyan Şan dağının güneyini kendilerine yurt
edinen, daha sonra da buradan batıya yönelen Uygur Türkleri kabilesine mensup
oldukları görüşündedirler6.
Barthold7, Karahanlıların Türkistan’da8 bilinen şu üç Türk kabilesinden birine
mensup olduğunu söyler: Bunlar ise; (Yoğma), Kaşkar’da9 iskan eden ve Uygur ya da
Oguz kabilesine mensup Yagma kabilesi10, veya Ceyhun nehrinden Çin’e kadar uzanan
bölgede meskun olan Çiğil, ya da Tıraz şehrinden11 doğuya doğru uzanan İslam
beldeleri sınırında yaşayan Karluk boyudur.
Bu kabilelere, iki kabile daha ilave eden bir başka görüş bulunmaktadır ki12, bu
kabileler de Türkmen ve Tavcu kabileleridir. Bu görüşün sahibi, bütün ihtimallerin
gözönünde bulundurulabileceğini görmemezlikten gelinemeyeceğini tekit etmektedir.
Çünkü bu görüşlerin hepsi doğrudur. Bu yüzden Karahanlıların sülalesi, Şâmân olan
Tavcu ailesinin bir bölümü sayılan Karluk hanedanına bağlanmaktadır. Karluk kavmî
birliğini vücuda getiren üç kavmin iki en mühim unsurunu Çigil ve Yagma kavimleri
teşkil ediyordu. Karluklar 744-840 yıllarında Uygur birliğine dahil olmuşlardır. Aynı
zamanda Karahanlılar siyâsî isim olarak, bir de Türkmen ismini taşımışlardır.
Binaenaleyh, Türk tarihçisi Zeki Velidi13 de buna işaret etmektedir. Biz, Karahanlıların
nesebinin, Türk Karluk kabilelerine ait olduğunu söylediğimizde gerçeği aşmış olmayız.
2-Karahanlıların Kuruluşu:
Karahanlılar Devleti, Orta Asya’da, Doğu ve Batı Türkistan bölgelerinde
kurulmuştur. Bu devlet, bazı tarih kitaplarında “Devletü Al-i Efrasyâb” ve "Devletü
Hânâtü Türkistan" isimleriyle de tanınır. Avrupalılar, “İlîkhâniyye” devleti olarak
isimlendirmektedirler14.
Karahanlı Devleti dönemine çağdaş olan Kaşkarlı Mahmud ise15 ona “Hâkâniyye”
devleti adını vermektedir..
“Karahanlı” kelimesi, “Kara Han” ve "Kara Hakan” kelimelerinden gelmiştir.
“Kara” kelimesi Tükçe’de “Ulu”, “Yüce” anlamlarına gelirken, “Han” kelimesi ise,
"Hükümdar, Melik" vs. anlamlara gelmektedir. Buna göre “Karahan” lafzı "Büyük
Hükümdar" anlamına gelmektedir16.
Bu ailenin hakimiyetinin başlangıcı, yine bu ailenin kökeni ve İslam’a girişi,
araştırılacak tarzda bilinmemektedir. Bu devlet hakkında kıt bilgi veren sınırlı sayıdaki
kaynaklar, onların kuruluş tarihi hakkında bilgi vermemektedirler. Ancak Karahanlıları
ele alan çağdaş araştırmalar ise, bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Sözgelişi,
müsteşrik Stanle Lane Poole17, bu devletin, 320/932 yılında kurulduğuna işaret
etmektedir. Pritsak ise, Türkçe yayınlanan İslam Ansiklopedisinin Karahanlılar
maddesinde18, Karahanlılar’ın kuruluş tarihini, m. 840 olarak vermektedir. Bu tarih,
yaklaşık olarak h. 225 yılına tekabül etmektedir. Biz de, bu son görüşü tercih
etmekteyiz. Çünkü kaynaklar, Türk ile komşuları olan Samanoğulları arasında patlak
veren savaşın 280/892, 291/903, 293/905 yılında meydana geldiğini belirtmektedirler.
Bu Türkler ise, henüz İslam’a girmezden önce Doğu Türkistan’da hüküm süren
Karahanlılardan başkası değildir19.
3-Karahanlıların İslam’a Girişleri:
Karahanlılar, İslam ile tanışmaya Mavearaünnehir bölgesinde Samanoğulları Devleti
ile aralarında meydana gelen çekişmeler sırasında başlamışlardır (261-389/874-999).
Emir İsmail b. Ahmed es-Sâmânî (279-295/892-907), Karahanlı Kralı Oğulcak ile
muasır idi20. Döneminde 280/893 senesinde Emir İsmail, Karahanlı Devleti'nin başkenti
Tıraz21 şehrine sefer düzenlemiştir22. Oğulcak olduğu açık olan Tıraz emiri teslim oldu
ve Sâmânîler de şehri ele geçirdiler. Buradaki kiliseyi mescide dönüştürdüler. Hutbeyi
minberlerinde halife Emirül-Mü’minin el-Mu’tazıd Billah adına okudular23. Taberi,
Sâmânî emirinin, Türk hükümdarının babasını, karısı Hatun'u ve yaklaşık 10.000 kadar
kişiyi esir aldığını işaret etmektedir24.
Bu hadise, Karahanlı hükümdarını, başkenti Kaşgar’a taşımaya sonra da 291/904
senesinde Sâmânî Devleti'ne karşı intikam saldırısında bulunmaya zorlamıştır25. Aynı
zamanda Karahanlı hükümdarı Sâmânî Devleti emirlerinden birinin, Buhara’dan
kaçtıktan sonra başkent Kaşgarın26 kuzeyinde yer alan Artuş27 şehrine sığınmasına
müsade etti.
Karahanlı ailesinin, bu Sâmânî emîrini karşılaması, onu bir süre fertleri arasında
ikameti ve bunu takiben İslam davetçilerinin bu bölgeye peşpeşe ulaşması, Satuk Buğra
Han Abdülkerim'in İslam dinini kabulüne sebep olmuştur28. -Kral Oğulcak’ın
kardeşinin oğlu olan- Sâtuk Buğra Han, bu devletin hükümdarlarından İslam'ı ilk kabul
eden hükümdar olarak bilinir29. Sâtuk, amcası Oğulcak karşısında (hicri 4. asırda,
miladi 10. asrın başlarında) zafer elde edince, Karahanlı Devleti'nin batı kısmında
İslam’ı resmi din olarak kabul etmiştir30.
4-Karahanlıların, Orta Asya’da İslam’ın Yayılmasındaki Gayretleri:
Abdülkerim Sâtuk Buğra Han, İslam’ı yaymaya azatlı köleleri31 arasında başladı.
Karahanlı Devleti'nin Doğu kısmına hakim olan Büyük Kağan’a karşı Mâverâünnehir
bölgelerinde yapacağı savaşta İslâmî unsurlara dayanmaya başladı. Nitekim bu
hükümdar 330 yılında Balasagun'a32 hücum ettiğinde, Sâmânî ordusu, Sâtuk Buğra Han
tarafında yer aldığı için bu şehre hücuma ve Balasagun’u müslüman olmayan Türklerin
hakimiyetinden kurtarmaya hazırlandı. Ancak Sâmânî ordusu, ordu komutanlarıyla
emirleri Nasr b. Ahmed es-Sâmânî (301-331/913-943) arasında meydana gelen iç
çekişmelerden dolayı hedefine uluşamadı33.
Abdülkerim Sâtuk Buğra Han 344/955 yılında vefat etti ve Kaşgar’ın kuzeyinde
bulunan Artuş şehrinde defnedildi34. Ardından yerine oğlu Musa (Türkçe ismi Baytaş)
geçti. Onun hükümdar Arslan Han’ın yenilgisini müteakiben Doğu Karahanlı ailesi
bölümünü yok eden kişi olduğu belirtilmektedir35.
Musa b. Sâtuk, Karahanlı Devleti’ni tamamen İslamlaştırmayı başardı. Bu faaliyette
ona bir takım müslüman davetçiler yardım ettiler. Bunlar arasında (yaklaşık) 380/990
yılı öncesinde Türk beldelerine giden ve buralardan sonra Esbânikit’e36geçen ve orada
vefat eden37 Ebu’l-Hasan Said b. Hatem el-Esbânikisî de vardı38.
Bu devletin hükümdarlarının müslüman olmasından, Karahanlı Devleti’ne komşu
civar bölgeler etkilendi. Musa b. Sâtuk döneminde, 349/960 yılında çadırlarda yaşayan
takriben 200.000 Türk ailesi39 İslam dinine girdi40.
Musa b. Sâtuk, yaklaşık 382/992 yılında41 vefat etti ve yerine Karahanlı Devleti
içerisinde ilk defa yönetimde ortaklık sistemini ihdas eden oğlu Ebu’l-Hasan b. Ali42
geçti. Ebu’l-Hasan b. Ali, kardeşinin oğlu Buğra Han el-Hasan b. Süleyman’ı
yönetimde kendisine ortak yaptı. Ebu’l-Hasan, doğu ve güney tarafından Karahanlı
Devleti’ne komşu olan müslüman olmayan Türk kabilelerine karşı cihada çıkma
geleneği konusunda, babasının tuttuğu yolu devam ettirdi43.
Bu Sultan'ın gerçekleştirdiği icraatlardan biri de, yönetimde kendisine ortak olan
kardeşinin oğlu Kral Buğra Han komutasında Sâmânî Devleti hakimiyeti altında olan
İslam beldelerine ve batıya doğru iki askerî sefer gerçekleştirmesidir. Bu iki saldırıda
da, hedef olarak başkent Buhara44 seçilmiştir. Bu saldırılardan birisi, 382/992 yılında45,
diğeri de bu yılın akabinde gerçekleşmiştir. Birinci saldırı, başarısızlıkla sonuçlanırken,
ikincisi, Sâmânîlerin başkentinin istilası ile tamamlandı46.
Buğra Han, adaletli ve ilim adamları ile fakihlere karşı iyilik sahibi bir hükümdardı.
Kendisi hakkında “Rasulullah’ın azatlı kölesi (Mevlâ Rasulullah)” yazılmasını
severdi47. Buğra Han, “Şihabü’d-Devle” ve “Zâhirü’d-Da’ve” lakabını taşıdı48. Aynı
şekilde kardeşinin oğlu hükümdar Ebu’l-Hasan Ali’nin yanında Türk topraklarında
yaptığı cihadla da meşhurdur. Bu sayede, Hıristiyan ve Budistlerin büyük çoğunluğu
arasında İslam yayıldı49.
Buğra Han, 383/993 yılında, Kaşgar’ın başkenti Buhara’dan dönüşü esnasında vefat
etti50. Ancak kardeşinin oğlu Kral Ebu’l-Hasan Ali b. Musa, müslüman olmayan
Türklere karşı çıktığı savaşların birinde, 388/998 yılında şehit düşünceye kadar
yönetimi sürdürdü. Bir görüşe göre (Pritsak’a)51, ona “el-Harîku’ş-Şehid” olarak lakabı
verilmiştir.
Ebu’l-Hasan Ali vefat ettiğinde geride 4 erkek çocuğu bıraktı. Onlar, Ahmed Toğan
Han, Nasr İlek Han, Mansur Arslan Han ve Muhammed’dir. Oğlu Ebu Nasr Ahmed b.
Ali Toğan Han (388-408/998-1018) kardeşleri arasında yaşça en büyük olması sıfatıyla,
babası Buğra Han’ın vefatından itibaren Karahanlı Devleti tahtına geçti52. Ancak
kardeşi Nasr b. Ali İlek Han, 389/999 yılında Mâverâünnehir’i istila etti ve Sâmânî
Devleti’nin temellerini yıktı53.
Karahanlı Hakanlarının İslam'a karşı olan yaklaşımları, Sâmânî Devleti hatiplerinin,
halktan Karahanlılara karşı savaşmaya, Sâmânîlere yardıma ve onları savunmaya
çağırmalarına rağmen, halk tarafından sert mukavemetle karşılaşmaksızın Sâmânîlerin
başkenti Buhara’da hakimiyet kurmalarının en önemli etkenlerindendir. İnsanlar
Karahanlılarla savaşma hususunda fakihlerden fetva istediler, ancak fakihler onları
bundan alıkoydular ve bu konuda şunları söylediler: “Şayet Karahanlı Devleti, din
hususunda mücadele içerisinde olmuş olsalardı, o zaman onlarla savaşmak vacip olurdu,
ancak dünyevî konulardaki çekişmeye gelince, bir müslüman için kendi kendini
tehlikeye atmasına ve kanının dökülmesine maruz bırakmasına cevaz yoktur. Kaldı ki,
onların gidişatı güzel, dinleri sahihtir. O halde fitneden uzak durmak evladır”54.
Müsteşriklerden birisi55 şöyle demektedir: "Sâmânî Devleti'nin yıkılmasından sonra
İslam dini, Karahanlıların eliyle doğuda yeni bir çıkış yaptı. Çünkü İslam, Türkistan’ın
pek çok yönlerinde yayıldı. İslam’ın bu bölgelerde hızlı bir şekilde yayılması, İslam
devletlerinin yöneticilerine bağlıdır. Bunların başında da Nasr b. Ali İlek Han
gelmektedir”.
Abdülaziz Cengiz Han56, İslam dininin Türkler arasında yayılmasında Karahanlı
Devleti’nin büyük öneminin bulunduğunu belirtmektedir. Kur’an-ı Kerim, ilk defa bu
devlet döneminde Türk diline tercüme edilmiştir.
Karahanlılar, Mâverâünnehir beldelerini ele geçirdiklerinde, Ğazneli Sultan Mahmud
-görüldüğü gibi- bu devletin alimlerinin ve hükümdarlarının inançlarının
doğruluğundan ve mezhebî eğilimlerinden emin olmak istedi. Bu nedenle Karahanlı
hükümdarı İlek Han’a bir mektup yazdı57. Mektupta şunlar yazılıydı: "Biz,
Mâverâünnehir imamlarından, doğu âlimlerinden ve sayın hükümet ileri gelenlerinden,
şu kavramların cevaplarını bize açıklamalarını istiyoruz: Nübüvvet, velâyet, din, İslam,
iman, ihsan, takva, emri bilma’ruf nehyi ani'l münker, sırât, mîzân, rahmet, şefkat,
adalet ve fazilet nedir?58.
Hakan, bu mektubun içeriğini öğrendiğinde, Mâverâünnehir’in her tarafından
fakihleri çağırdı ve onlarla bu kavramların anlamları hususunda tartıştı. Bazılarını bu
soruların cevaplarını açıklayacak risale telif etmekle mesul tuttu Hakan'dan bunun için
dört ay süre istediler. Ancak Hakan’ın müslüman hatiplerden ve seçkin insnlardan biri
olan ve aynı zamanda Muhammed b. Abduh el-Kâtib olarak da bilinen katibi şöyle dedi:
“Ben bu sorulara iki kelimede cevap veririm”. İslam’ın ve doğunun ileri gelenleri bu
durumu öğrendiklerinde, katibin isteğini kabul ettiler. Onun iyiliğini ikrar ettiler: Katip,
ardından kalemi aldı ve soruların altına fetva tarzında açıklamalarını yazdı: Rasulullah
şöyle buyurmuştur: “Allah'ın emrine ta’zim; yaratıklarına şefkat”. Fakihler bu duruma
şaştılar ve “bu, mükemmel bir cevap; ve kapsamlı bir söz" dediler. Han, buna sevindi,
fakihlerinin cevabına ihtiyaç kalmadı. Cevap Ğazne’ye ulaştığında, yerinde bir cevap
oluşu hususunda ittifak edildi59.
Nasr b. Ali İlek Han 403/1013 yılında60 vefat ettiğinde kardeşi Ahmed Toğan Han,
Karahanlı Devlet yönetiminde tek başına kaldı. Nasr, hemen Ğazneli Sultan Mahmud
ile barış anlaşmasına girişti. Böyle bir anlaşmaya girişmesinin amacı, kendini cihada
hasretmekti. Ğazneli Mahmud’a bu bağlamda şöyle dedi: "Senin Hind gazvesiyle,
benim de Türklerle savaş ile uğraşmam ve birbirimizle uğraşmaktan vazgeçmemiz,
İslam’ın ve müslümanların yararınadır. Ğazneli Mahmud da, Nasr’ın bu isteğine olumlu
karşılık verdi. Böylelikle aralarındaki çekişmeyi, inanç bağı giderdi ve her ikisi de
müslüman olmayanlarla savaşmakla meşgul oldular"61.
Müslüman olmayan Türkler62, Çin tarafından Türkistan’a gelip Karahanlı Devleti’ne
bağlı bazı bölgeleri ele geçirerek ganimet ve esir aldılar. Başkent Balasagun ile
Karahanlılar arasında sadece sekiz günlük bir mesafe kaldığında Toğan Han -hastalıkla
pençeleşmesine rağmen- müslüman olmayan Türklere karşı harekete geçti. Bu nedenle
Toğan Han, yakın bölgelerdeki müslümanlara, müşrik Türklerle savaşmaları için
çağrıda bulundu. Bunun üzerine, onunla beraber yaklaşık 120.000 gönüllü harekete
geçti63.
Şüphesiz bu sayı, İslam düşmanlarının kalplerine korku salmak için yeterli idi. Bu
nedenledir ki, müşrik Türkler, tekrar kendi ülkelerine döndüler. Ancak Toğan Han, bir
daha bu bölgelere saldırılarda bulunmamaları için onları takipte ısrar etti. Arkalarından
yaklaşık üç ay kadar yürüdü. Sonunda onlar Karahanlı Devleti’nin başkentinden
uzaklaştıkları için kendilerini güvende hissettikleri bir anda aniden üzerlerine vardı.
Onlardan pek çok kimse öldürüldü ve esir alındı, hayvanlar ve daha önceden
bilinmeyen, sayısız pek çok Çin yapımı eşya ile altın ve gümüş kaplar ganimet olarak
ele ğeçirildi64.
Bu zafer, müslümanların gönüllerinde iyi bir yankı uyandırdı. Tarihçi el-Utbi, bu
zafer hakkında şunları ifade etmektedir: "Bu zaferin muştuları, İslam dünyasında
yankılandı, bu sayede sevinçten yüzler parıldadı, gönüller güldü, sevinçler her yeri
kapladı, şükürler çoğaldı, ta ki evler, saraylar ve harem çadırlarında Allah'ın razı olduğu
dini için, bir lütuf olarak sevinç yaşandı"65.
Bu zaferden sonra Toğan Han fazla yaşamadı. Çünkü Sağun şehrine döndüğünde
hastalığa yakalandı ve 408/1018 yılında vefat etti66. Bu Hakan, âdil, hayrı çok seven,
dindar, ilim ve din adamlarına karşı şefkatli bir şahsiyetti. Vefatından sonra yerine
kardeşi Şerefü’d-Devle Ebu’l-Muzaffer Arslan Han geçti67.
el-Utbî, Arslan Han’ın hayatından övgüyle bahsetmektedir: "Toğan Han vefat
ettiğinde, yerine takvada kendisine denk, cahiliyye hayatı yaşamamış, ilâhî işleri yerine
getirmede onun takipçisi olan kardeşi geçti... Cemaate namazlarını kıldırıyor ve Allah’a
itaat için adaleti tesis ediyordu"68.
Karahanlı Devleti’nin İslam’ın yayılışındaki gayretlerinin sadece nüfuzu altında
bulunan beldelerle sınırlı kalmadığı bir gerçektir. Çünkü Türkistan ile Çin arasında
bulunan Huten69 şehrinin fethi, Kaşkar hükümdarı Kadir Han Yusuf'a70 nispet
edilmektedir. Onun yönetimi, adalet, güzel yaşantı, cihadın çokluğu ile muttasıf
olmuştur. Ayrıca o cemaatle namaza müdavim idi71.
Kadir Han, bu şehri fethi esnasında Budistler tarafından şiddetli bir mukavemetle
karşılaştı. Hatta bu esnada şehrin içerisinde bazı müslüman insanların kabirlerine
rastladı. Bu da göstermektedir ki, bundan önce müslümanlar bu şehrin fethi için
uğraşmışlardır. Bundan sonra da şehirde İslam, burada bulunan Hıristiyanlık ve Budizm
gibi diğer dinlerde birlikte yaşamaya devam etmiştir72.
Kadir Han, 423/1032 yılında Huten şehrinde vefat etti. Ardından iki oğlu hakimiyeti
ele geçirmek için birbirleriyle mücadele içerisine girdiler. Bunun sonucunda Karahanlı
Devleti ikiye ayrıldı. Bu suretle önceki durumuna dönmüş oldu. Doğu Türkistan'da bir
devlet kuruldu ve Kaşgar, Balasagun ve Huten gibi vilayetleri kendi hakimiyetine kattı.
Ebu Şuca’ Arslan Han, bu devlete karşı koydu. Batı Türkistan’da, Tıraz ve Esbîcab73
şehirlerinin birleştirilmesiyle bir başka devlet oluştu. Bu devlet, Hakan’ın kardeşi
Mahmud Buğra Han ile bağımsızlığını ilan etti74.
Karahanlı ailesi fertleri arasında savaşlar ve bölünmeler meydan gelmesine rağmen,
bu durum bazılarını, önceki yönetimlerinin belirgin bir özelliği olan cihada devam
etmekten alıkoymamıştır. Ebu Şuca’ Arslan Han, 435/1043 yılında, kış mevsimini
Balasagun ile Kaşgar civarında geçirmeyi adet edinmiş olan kalabalık putperest
Türklere karşı cihada çıktı. Karahanlı Hakanı, kendi sınırlarında bulunmalarını fırsat
bilerek onları İslam’a çağırdı. Bu davete çoğu olumlu karşılık verdi ve onlardan
yaklaşık 10.000 aile müslüman oldu. Müslüman olduklarında, Şerefü’d-Devle onlara
topraklarına girme izni verdi ve onları, Karahanlılara ait şehirlere dağıttı75.
443/1044 yılında İsmâilî da’vetçileri76 Batı Türkistan’da kendi mezheplerini
yaymaya çalıştıklarında ve insanları Mısır hükümdarı el-Mustansır Billah’a (427-
487/1035-1094) itaate çağırdıklarında, Mahmud Buğra Han onları pusuya düşürdü.
Onları ve onların propagandasından etkilenen bölge halkını yakalama konusunda
kendisine yardım edecek bir plan hazırladı. Onların önünde İsmâilî mezhebine
meyletmiş göründü. Onları liderleriyle tanışıncaya kadar çok kez meclisine gelmeleri
için çağırdı. Geldiklerinde ise onların öldürülmelerini emretti. Sonra Türkistan
şehirlerindeki temsilcilerine mektup yazarak, İsmâilî da’vetçileri ve onların yandaşlarını
öldürmelerini istedi77. Böylesi bir iş yapmakla Sultan Mahmud Buğra Han, İsmâilî
tehlikeyi durdurdu ve Orta Asya bölgelerinde, bu davetin yayılmasını engelledi.
Aynı şekilde, Doğu Karahanlı Devleti’nin, İslam’a davet alanında gerçekleştirdiği
aktif rolün, üç eşit yönde yapıldığını görmekteyiz:
Birincisi; Topraklarını genişletmek ve oralarda İslam'ı yaymak için müslüman
olmayan komşu bölgelere doğru genişleme.
İkincisi; Türkistan bölgelerinde ara sıra zuhur eden Şiî güçlerle savaşma.
Üçüncüsü ise, Türkistan içerisinde halkı müslüman olan bölgelere saldırılarda
usanmak bilmeyen putperest güçlere karşı cihad ilan etmekti. Karahanlıların ilgisi,
Doğu Karahanlı Devleti yakınlarında bulunan Balasagun ve Kaşgar civarında kış
mevsimini geçirmeyi adet edinmiş müşrik Tibet Türklerinin üzerinde yoğunlaşmıştı.
438/1046 yılında bu Türkler, Ebu Şüca’ Arslan Han'a mektup gönderdiler. Ona,
ülkesine tamah etmediklerini haber verdiler. Bunun yanında adaletini ve halkına karşı
olan iyi muamelesinden dolayı hayranlıklarını da gizleyemediler. Han, onların bu
durumunu fırsat bildi ve onları İslam’a da’vet etti. Fakat onun daveti, daha öncekinde
olduğu gibi başarılı olamadı78.
Bu daveti kabul etmemelerine ve müşrik olarak kalmalarına rağmen Arslan Han,
onlara devletin sınırlarında kalmalarına müsaade etti79. Bu da, açıkça şunu ortaya
koymaktadır ki Karahanlılar, Allah’a davette hikmet ve güzel öğüt metodunu
kullanmışlar ve insanları zorla İslam’a sokma yöntemine başvurmamışlardır.
Doğu Karahanlı Devleti, geçmişte İslam’ı yaymak için büyük çabalar sarfetmiş ve bu
çabalar sonucunda emirler arasında bitmek tükenmek bilmeyen iç çekişmeleri sona
erdirmişken, 439/1047 yılında devlet üzerinde hakimiyeti paylaşan Mahmud Buğra Han
ve Arslan Han kardeşler arasında mücadele yeniden başladı. Sonuçta Mahmud,
kardeşini mağlup etti, esir olarak aldı, hapse attı ve onun hakimiyeti altında bulunan
Kaşgar, Huten ve Balasagun gibi bölgeleri kendi hakimiyeti altına aldı80.
Doğu Karahanlı Devleti hakanlarının gerçekleştirdiği seçkin İslâmî hareketin,
Allah’ın, bu önemli geçit (suğur) bölgesi için Batı Karahanlı ailesinden başka
yöneticiler göndermesine kadar duraklaması dikkat çekmektedir. Onlar, daha önceki
müslümanların yaptığı şeyi tamamlama konusundaki açık isteklerini ifade etmişlerdir.
Herşeyden önce onlar, Abbâsî hilafetine sıkıca olan bağlılıklarını ortaya koymak
istiyorlardı. Çünkü Abbasilerle güçlü manevî bir bağları vardı. Tıpkı Buhara,
Semerkand81 ve Batı Türkistan’ın diğer şehirlerinde olduğu gibi muhteşem İslamî
medeniyet inşaâetmişlerdir.
İşaret edilmesi gereken gerçek şu ki, Batı Karahanlı Hakanlarının cihad alanındaki
gayreti, doğulu kardeşlerinin üstlendikleri gayretten az idi. Bize göre bunun sebebi, Batı
Karahanlı Devleti’nin, Mâverâünnehir bölgesinde (Batı Türkistan) yer almış olmasıdır.
Bu da, Batı Karahanlı Devleti’ne cihad için çıkma ve hareket etme imkanı vermemiştir.
Bu devlet, pek çok yönden müslüman devletlerle çevrili idi. Harezmîler gibi Ğazneliler,
Selçuklular ve Doğu Karahanlılar ise, tamamen Çin bölgelerine sınır idi.
Görünen o ki, iki devlet (Batı-Doğu Karahanlılar) arasında var olan aile çekişmeleri,
Doğu Karahanlı Devleti için sürekli bir tehdit teşkil eden ve doğudan gelen müslüman
olmayan Türklerin tehlikeli saldırıları karşısında, İslamî birliğin oluşmasını engelledi.
Batı Karahanlı Devleti Hakanlarından çoğu, zühd, dindarlık ve fakihlere olan aşırı
düşkünlükleri ile muttasıf idiler. Bu nedenle onların, İslam’ı yayma ve cihada
çıkmaktan geri kaldıklarını söylemek zordur. Çünkü bir tarihçi82 Sultan Ebu’l-Muzaffer
Tafkac83 Han’ın84 (öl.460/1068), fakihlerin, alınmasına ruhsat vermelerine rağmen
insanlardan vergiler almadığını belirtmektedir.
Ebu’l-Muzaffer, ulemaya o kadar saygılı idi ki, fakih Ebu Şüca’ el-Alevî’nin “Sen,
hükümdarlık için uygun değilsin” demesi üzerine onun nasihatına uyarak iktidardan
çekilmiştir. Ancak Han, kendisinin bu iş (yönetim) için tayin edilmiş olduğunu ve buna
kendisinden başkasının uygun olamayacağını teyid eden Semerkand halkının şiddetli
ısrarı karşısında kararından dönmüştür85.
Batı Karahanlılar, kendileri ile Abbâsî hilafeti arasındaki bağların daha da
kuvvetlendirilmesi için çaba gösterdiler. Tafkac Han, 453/1071 yılında Abbâsî halifesi
el-Kâim Biemrillah'a (422-467/1031-1075) elçi gönderdi. Onu, Türk komutan Ebu’l-
Hâris el-Besâsiri’nin86 tutuklayıp Fırat yakınındaki “Ane” şehrinde tam bir yıl
hapsettikten sonra87 hilafet merkezine88 geri dönmesi nedeniyle tebrik etti.
Tafkac Han gibi sünnî bir sultanın bu kutlamasının, Abbâsî halifesine karşı olan sıkı
bağlılık duygularını ortaya koymak için böylesi bir fırsatı kaçırmadığına işaret etmesi
noktasında şüphe yoktur. O dönemde halife, teşeyyûu ve Fâtımîlere sıkı bağlılığıyla
bilinen el-Besâsiri’nin tahakkümü altına girmişti. Çünkü bu esnada Bağdat
minberlerinde hutbeler, Mısır'daki Fâtımî halifesi el-Mustansır Billah adına
okunuyordu89.
Tafkac Han, devlet içerisinde sistemin temellerini ve emniyeti sağlamlaştırdı,
hırsızları, yol kesicileri takibe başladı ve onlara karşı sert önlemler aldı. Semerkand
kalesi kapısına bazıları “Bizler tıpkı soğan gibiyiz, kesildikçe başlarımız büyür”
yazmışlardı. Han, bu yazının altına “Ben de bir bahçıvan gibiyim, başlarınız
yükseldiğinde, onları kökünden kazırım” yazılmasını emretti. Yaklaşık 300 hırsızı
yakaladı ve idam edilmelerini emretti90.
Tafkac Han, 460/1068 yılında vefat etti91. Batı Karahanlı Devleti’nin başına oğlu
Şemsü’l-Melik’i (Nasru’s-Sânî b. İbrahim Tafkac Han) halefi olarak bıraktı. Şemsü’l-
Melik, daha iktidarının başındayken, kendisiyle Doğu Karahanlı Devleti idarecilerinden
bazı akrabaları arasında yeniden bir fitne meydana çıktı. Bu devletin emirlerinden
Harun b. Yusuf Kadir Han ve kardeşi Tuğrul, Semerkand’ın başkentine saldırdılar. Bu
savaş, taraflardan birisinin zaferiyle değil, aksine aralarında yapılan anlaşma ile son
buldu92.
Bu anlaşmanın sonucunda Semerkand istikrara kavuştu. Böylelikle memleketi
içerisinde İslam'ı yayma ve İslam medeniyeti konusunda kendisinden bekleneni
gerçekleştirmek için Şemsü'l-Melik’in önüne fırsat hazırlanmış oldu.
Döneminde “Hûn Sâlâr” isminde zenginlerden birisi, Sekckes93 köyünde bir cami
yaptı ve bunun için bol miktarda paralar harcadı. Ancak o camide bir cuma namazı
kılındı. Bu nedenle Buhara fakihleri, bundan böyle burada namaz kılınmasına izin
vermediler94. O köyün sakinlerinden bu camide namaz kılanların sayısının 40'a
ulaşmadığı için fukahânın böyle bir fetva verdiği açıktır.
Batı Türkistan’da Şemsü’l-Melik Hân’ın ismini ebedileştiren İslâmî faaliyetlerden
birisi de, Han'ın, düşmanlarına karşı gerçekleştirdiği savaşların birisinde çıkan yangın
sonucunda yıkılan Buhara camiini 461/1069 yılında yenilemesidir. Caminin
minarelerinin başlığının tuğladan yapılmasını emretti. Aynı şekilde, caminin
maksuresini (mihrabın yanında hükümdar için ayrılmış odacık), minberini ve mihrabını,
nakışlarının tamamlanması için Semerkand’a gönderilmesini ve sonra da tekrar yerine
iade edilmesini de emretti. Şemsü’l-Melik Han, bu işe teşebbüs ettiğinde Buhara’daki
zenginler ve ileri gelenler, bunun için gerekli yardımda bulunmak üzere geldiler95.
Yine Harcek köyü yakınlarında 471/1078 yılında inşası tamamlanan "Ribâtü’l-
Melik" ve Semerkand ile Hucend arasındaki yol üzerinde "Ak Ketil" mahallinde inşa
edilen bir başka ribat, bu Han'a nispet edilir96.
Şemsü’l-Melik'in, alimlere, kendine mahsus olan ve Buhara yakınında "Kark
Aleviyan" adıyla bilinen tarım arazisini hibe ettiği rivayet edilir. Burayı şehrin dışındaki
başka mülkler karşılığında almıştı97.
Aynı Han, Buhara’da İbrahim kapısında pek çok boş arazi satın aldı ve buralara
gayet güzel bahçeler yaptı. Bunun için bol miktarda para harcadı ve buraya kendi
ismine nisbeten “Şemsü Abâd” adını verdi98.
Şemsü’l-Melik Han, 472/1079 yılında vefat etti. O, Karahanlı hakanları arasında
ilim, görüş, siyaset ve basiret açısından en faziletlilerindendi. Fıkıh ve hadis dersi aldı
ve güzel hattıyla mushaf yazdı. Semerkand ve Buhara minberlerinden hutbe okudu, halk
onun fesahatından çok hoşlandı99.
Vefat ettiğinde yerine kardeşi Hazar Han geçti (480/1087)100. Hazar Han, Şemsi
Abâd’ın yapımını tamamladı101. Vefatından sonra yerine Semerkand’da oğlu Ahmed
Han (öl. 488/1095) iktidara geçti102. Elimizdeki mevcut kaynaklar, İslam'ı yaymada,
kendisinden önceki sultanlar örneğinde olduğu gibi, bu Han'ın kayda değer bir
çabasından bahsetmemişlerdir. Kaynakların bu Han hakkında zikrettikleri bütün şey,
onun hayatının övülecek bir yanının olmamasıydı. Çünkü iktidara geçtiğinde, o henüz
çocuk yaştaydı. Buna rağmen halktan, kendisinden nefret etmelerine dek onlardan vergi
toplayarak çokça gelir elde etti. Onun, bundan daha tehlikeli ve daha büyük işlediği suç,
zenâdıka mezhebini kabul etmesidir. Dolayısıyla ondan ancak dinin bozulmasını haber
veren işler sudur etmiştir. Sonuçta bu sebepten ölümle karşılaştı103..
Arslan Muhammed Han (495-524/1101-1130)104, Batı Türkistan’da bulunan
Karahanlı şehirlerinde İslam'ı yayma ve İslâmî îmâr yapımında erişilebilir oranda
gayretleriyle pay sahibi olan Karahanlı Devleti hakanlarının başında gelmektedir. Bu
Han, Buhara köylerinden birisi olan Şarğ beldesinde kendi özel servetinden bir cami
yaptırdı. Keza, Sekckes beldesi civarında da yabancılar için bir ribat (veya misafirhane)
yapılmasını emretti. Bu bağlamda Arslan Han, Beykend şehrine özel bir önem
vermiştir105. Çünkü burada binaları restore ettirdi, pek çok sayıda kervansaray ve
imarethane yaptırdı. Ayrıca bu kervansaraylara ve yeni binalara su getirebilmek için
şehrin yakınındaki dağda bir kanal açılmasını da emretti106.
Arslan Han’ın bu şehre önem vermesinin sebebini, sağlamlığı ile meşhur olmasına
yani korunmaya elverişli olmasına bağlayabiliriz. Bu nedenle mücahidler, Türkistan
bölgelerine her yıl saldırmaktan bıkmayan müslüman olmayan Türkler ile savaşa
hazırlık için kış mevsimini burada geçirmeyi adet edinmişlerdi107.
Arslan Han, Buhara kalesinin yenilenmesini emretmişti. Oradaki çalışma sona
erince, karargahını da buraya taşıdı. İleri gelen emirlerinden birini buraya vali olarak
atadı108. Ayrıca eskiden Buhara'da bulunan dış mahallenin yerine, yeni bir dış mahalle
inşaâ ettirdi109. Bu ikisini birbiriyle bitişik olması için böyle yaptırdı110.
Arslan Han, Buhara caminin minaresini de yeniletti. Sonuçta gayet güzel ve
muazzam bir minare ortaya çıktı. Ancak minarenin caminin üzerine yıkılıp enkaz haline
gelmesi, uzun sürmedi. Nakşedilmiş ahşabı ve koni şeklindeki kısmı parçalandı. Arslan
Han, ikinci kez minarenin yapılmasını emretti ve sağlam bir şekilde minareyi diktiler.
Başını da, tuğladan yaptılar. Bu Han, 515/1121 yılında yine bu camiye bazı revaklar
ilave etti ve bu minareyi diğer yeni bir minareyle birlikte şehrin ortasında görünmelerini
sağladı111.
Yine Arslan Han, Buhara’da bayram namazları için de büyük bir musalla yaptırdı.
Onun böyle bir binaya, emniyet açısından ihtiyaten başladığı belirtilmektedir. Çünkü
eski musalla, şehirden uzaktı ve bu yüzden Buhara'nın ve Buhara halkının düşmanları
tarafından ansızın saldırıya uğramalarından korkmuştu112.
Arslan Han, Abbâsî hilafeti ile kendileri arasındaki bağların güçlenmesi için daha
önceki Karahanlı Devleti hükümdarlarının siyasetini takip etti. Dolayısıyla, her iki taraf
arasında karşılıklı elçilikler açıldı. Bu nedenle Arslan Han, hilafet merkezine meşhur
âlim el-Hüseyn b. el-Lamşî’yi113 gönderdi. Hilafet merkezi ise, Karahanlı elçiliği
görevine, 519/1125 yılında Atiyye İbn Ali el-Kureşî gönderdi. âlim eş-Şeyh Ebu’l-
Ferec Rüstem b. el-Abbas el-Bağdâdî, onun sohbet arkadaşı idi114.
Han’ın, bu sefaret başkanlığını kendi dönemi boyunca Mâverâünnehir âlimlerinin
meşhurlarından birine vermesi, Karahanlılar sarayında âlimlerin gördüğü saygının
değerini açıkça ortaya koymaktadır. Hilafet merkezinin de, bu meselenin şuurunda
olduğunu ve Han’a gönderdiği elçiyi Bağdat âlimlerinden birisiyle göndermeye özen
gösterdiğini göz önünde tutmak gerekir.
Arslan Han’ın (Sahibü’s-Sûfî) "Nemdiyuş” lakaplı el-Hasan b. Yusuf el-Buhâri es-
Sâmânî gibi mümtaz bir şahsiyet ile olan ilgisi de, onun dindar oluşuna delil teşkil
etmektedir. Bu zâhid şeyh, Buhara’daki zaviyesinde 30 yıl yaşamış ve sadece sebzelerle
yetinmiştir115.
Arslan Han, (Nemdiyuş’u) babası olarak çağırıyordu. Buhara’yı İbâhiyye halkından
temizleme işinde ikisi birlikte birbirlerine destek olmuşlardı. Bunlar (İbâhîler), bu şeyhi
öldürmek üzere anlaştılar. Sonuçta onlardan birisi okunu attı ve şeyhi öldürdü116.
Karahanlı hükümdarı Arslan Han, müslüman olmayan Türklerin (Karahitaylılar)
kendi ülkesine karşı arka arkaya gerçekleştirdikleri savaşlara karşı koyma hususunda
gözle görülür çabalar sarfetti117. Durum o dereceye ulaştı ki, iktidarı süresince
Türkistan ile Çin arasındaki yollar üzerine her yıl, kendine tabii binlerce aileyi
yerleştirmek mecburiyetinde kaldı118.
-Göründüğü kadarıyla- Han, bu icraatıyla Karahitaylı savaşçıların, ülkesine
kolaylıkla girmelerini engellemek için yapmıştır.
Müslüman bölgelerden birini ele geçirdiklerinde, her ev sahibine bir dinar vergi
yüklemek, Hitaylı Türklerinin adetlerindendi. Müslüman hükümdar veya emirlerden
birini kendilerine boyun eğdirdiklerinde, ondan elbisesinin ortasında kendilerine itaatin
bir simgesi olarak gümüş bir levha bağlamalarını isterlerdi119.
Karahanlı Devletinin, doğusu ve batısıyla hicri beşinci asrın sonlarından (Miladi 11.
asır) itibaren, bu İslâmî uç (suğur) kesimlerinde sahip olduğu güç ve otoritesini
kaybeder bir noktaya geldiği gerçektir. Bunun sonucunda, bir taraftan bölgede
istikrarsızlık ve iç olayların meydana gelmesine, diğer taraftan da Melikşah120 ve oğlu
Sencer121 gibi bazı Selçuklu hükümdarlarının iç işlerine karışmalarına neden olmuştur.
Karahanlı Devleti bu duruma, başkentleri Kaşgar'ı ele geçirmeyi hedefleyen Hitaylıların
saldırılar düzenlediği bir zamanda düştü.
Han Ahmed b. Hasan122 522/1128 yılında, bu saldırılardan birine karşı koymak için
harekete geçti. Ancak Kaşgar yakınında fecî bir hezimete uğradı123.
Aynı şekilde Mahmud b. Muhammed Arslan Han da (524-536/1130-1141), onlara
karşı 531/1137 yılı Ramazan ayında Hucende şehri yakınlarında şiddetli bir savaşa
girişti. Ne var ki, Karahanlı birlikleri bu sefer de yenilgiyle karşılaştı ve Semerkand
yönüne doğru geri çekilmeye mecbur edildi124.
Bu zafer, Hitaylılara geçici de olsa güven verdi. Bunun üzerine Mâverâünnehir
ülkelerinin derinliklerinde Karahanlı topraklarına saldırı düzenleme hazırlığına
giriştiler. 533/1139 yılında, Selçuklu sultanı Sencer ile Harezm125 sultanı Atsız126
arasında patlak veren savaşın ardından bölgedeki İslâmî cephenin bölündüğünü
öğrenmeleri üzerine ise, saldırıları yoğunlaştı. Sencer ile Atsız arasındaki mücadele,
Sencer’ın zaferi ile sonuçlandı. Harezm sultanı, Sencer’dan intikam almak istedi. Bu
nedenle ordularını Horasan’daki Selçuklu topraklarına saldırmaları için el-Hıtâ’ya
gönderdi127.
Bu esnada Kargaliyye Türkleri128, Karahanlı Devleti sınırları içerisinde meydana
gelen fitne ve karışıklıkların kaynağı idi. Çünkü onlar, Hıtâ hükümdarı Çinli Kûhân129
ile birbirlerine Mâverâünnehir bölgelerine karşı saldırıda bulunmalarını tahrik eden
mektuplar yazdılar130. Karahanlı Devleti'nin, sultan Sencer’i, onlara karşı savaşmaları
için tahrik ettiğini öğrendiklerinde, bu Türklerin kızgınlıkları daha da arttı. Sultan
Sencer, bu teşvik üzerine 535/1141 yılında Ceyhun nehrini geçmişti. Sicistan131, Ğur
bölgeleri132, Ğazne133 ve Mâzenderân134 bölge halklarından 100.000’den fazla Farslı
müslüman, onun destekçisi olmuşlardır. İslam ordusu Semerkand’a yaklaştığında,
Karkiliyye Türkleri bölündü ve Hıtâ hükümdarına sığındılar135.
Hıtâ lideri, Karkiliyye Türklerini affetmesi için Sencer’in huzurunda arabuluculuk
yaptı. Fakat Sencer, onun bu arabuluculuğunu reddetti ve ona bir mektup gönderdi.
Mektubunda, onu ya İslam’a girmeye ya da savaş için hazırlanmaya davet ediyordu.
Sultan, mektubunda ayrıca "oklarıyla saçları yaracak” neferlerden oluşan bir orduya
sahip olduğunu da söyledi136.
Sencer’in daveti Hıtâ hükümdarından olumlu karşılık görmedi, aksine düşmanlıkta
meydan okudu ve sayıları 3.000 kadar olan ordusunun savaş için hazırlanmasını
emretti137. İki taraf arasındaki savaş, 536/1141 yılı Safer ayının 5. gününde Katvân138
köyünde meydana geldi ve müslümanların hezimetiyle sonuçlandı139.
İbnü’l-Esir, bu savaşı şu sözüyle tavsif etmektedir: “İslam’da, bu savaştan daha
büyük ve Horasan halkından daha çok insanın öldürüldüğü bir savaş olmamıştır”140.
Çünkü bu savaşta müslümanlardan 30.000 kişi, ya öldürülmüş, ya yaralanmış, ya da esir
edilmiştir. Yine onlardan 4.000 kadarı, meşhur emirler, makam, mevki sahibi insanlar
ve devlet ricali insanlardı141. Esirler arasında Sicistan emiri Ebu’l-Fadl es-Sistânî,
sultanın büyük komutanlarından biri olan Emir Kımac, Türkan Hatun, onun oğlu Arslan
Han, kocası Sultan Sencer ve Sencer’ın torunu Mahmud Han'ın eşi de
bulunmaktaydı142.
İbnü’l-Cevzî143, onların sayısının 11.000, çoğunun erkek ve 4.000 kadarının da kadın
olduğunu zikretmektedir. Bu da, müslümanların ellerinde mevcut olan bütün güçlerini,
cihada çağırdıklarına delalet etmektedir.
Bu savaşta öldürülenler arasında, Mâverâünnehir bölgesi Hanbeli mezhebinin
meşhur fakihlerinden İmam Hüsameddin Ömer b. Abdülaziz b. Mâze el-Buhâri de
vardı144.
Bu meşhur savaş esnasında meydana gelen olayları nakleden kaynakların, dikkatleri
çektiği noktalardan biri de, Sultan Sencer’in esirlikten mucize eseri kurtulduğunu
zikretmeleridir. Sultan, adamlarından küçük bir grupla sahraya kaçmak suretiyle
kurtuldu. Sonra Türkmenlerden birisini kendilerine kılavuz olarak tuttular ve o da,
onları Buhara’ya götürdü145. Ancak bu kaynaklar, Karahanlı hükümdarı Mahmud b.
Arslan Han’ı, zikretmeme gafletine düşmüşler ve devletin başkenti yakınlarında
meydana gelen bu savaşta onun etkisi ile ilgili hiç bir şey vermemektedirler. Bundan
sonra ona ne oldu?
Esirler arasında mı? Yoksa sultan’ın refaketinde Buhara’ya geri döndü mü? Gerçek
şu ki, elimizdeki mevcut pek çok kaynakta, bu sorulara cevap vermemiz mümkün
gözükmemektedir. Dolayısıyla İbnü’l-Esir’in146 549/1154 yılı olaylarında değinmesi
dışında, Katvân savaşından sonra bu Han'dan bahsedilmemektedir. İbnü’l-Esir, Sultan
Sencer bu yılda esir edildikten sonra taraftarlarının Han'a katıldıklarını ve Horasan
minberlerinden Mahmud Han adına hutbe okuduklarını belirtmektedir. Sonra aynı
yazar, Han’ın 557/1162 yılında vefatına kadar, Türklere karşı yapmış olduğu
savaşlardaki durumu hakkında kayda değer bilgiler sunmaktadır147.
Hıtâ hükümdarı, esirler arasında yer alan Sultan Sencer’in eşi Türkan Hatun’u, tam
bir yıl geçtikten sonra 500.000 dinarlık bir fidye karşılığında serbest bıraktı. Ancak
Mahmud Han'ın eşi ve Sencer’in torununun ise serbest bırakılmalarını reddetti148.
Müslümanların, Katvân savaşından yenilgiyle çıkmaları haberi, gizlice, o esnada
Filistin ve el-Fıratü’l-Cezîre’nin kuzeyinde müslümanlarla savaşan haçlılara ulaştı. O
dönemde Avrupa’da ismi Jean olan bir rahip kral vardı ve o Filistin’de mukaddes İslâmî
toprakları işgal eden Hıristiyanlarla yardımlaşarak, İslam alemine saldırmak için
harekete geçti. Barthold, bu satırların, 536/1141 yılında meydana gelen Katvân savaşını
yansıttığı görüşünü tercih etmektedir149.
Müslüman olmayan Hıtâlılar, Mâverâünnehir bölgelerine hakim olmalarına rağmen,
Karahanlı ailesi liderlerini yok edemediler. Aksine, hepsi de hakim oldukları şehirlerde
yerlerinde kaldılar. Hıtâ yönetimi, onları haraca bağladı ve varlıklarına göz dikti150.
Onlar, Hıtâiyye hükümeti sarayında temsil ediliyorlardı151. Bu, Hıtâ yönetiminin, bu
bölgedeki ezici çoğunluğu oluşturan müslümanlar karşısında dînî şuuru harekete
geçirme isteğidir152.
Hıtâ hükümdarı Kûrhân, Buhara’ya Etemtekin b. el-Emir Beyâbânî'yi, Harezm’e de
kardeşinin oğlu Atsız’ı atadı153.
Kûrhân, Buhara’nın köylerinden biri olan Bersuhân’a geçmeye karar verince, İmam
Buhari Ahmed b. Burhan’ın koruması altında Etemtekin’i vekil tayin etti154.
İbnü’l-Esir155, Kûrhân hakkında şunları belirtmektedir: "Kurhân, 537/1142 yılı
Recep ayında vefat edinceye kadar bu bölgede kaldı. Kendisinden sonra iktidara
kızlarından birisi geçti; ancak ömrü uzun sürmedi. Bundan sonra hakimiyet, annesi ve
aynı zamanda Kûrhân’ın eşine geçti. Mâverâünnehir bölgesi, 612/1215 yılında Kraliçe
ile Sultan Alaaddin Muhammed Harzemşah156 arasında mücadelenin başlamasına
kadar, el-Hıtâ kralının yönetimi elinde kaldı".
6-Karahanlılar Döneminde İslâmî Kültür Hareketi:
Türklerin, bütün unsurlarıyla birlikte İslam medeniyetini özümsemesi, çabuk oldu!
Aslında bunda şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü onlar, Allah’ın dinine gönül rızasıyla
girmişler ve bu nedenle insanları, dine davet etmeye ve dinin yüceliğini korumaya
gayret etmişlerdir. İslam’ı, Orta Asya bölgelerinde yaymak ve onu savunmak için
sadece maddî güçle yetinmemişler, aksine tarihçilerin hâlâ adını andıkları medeniyet
mesleğini de üstlenmişlerdir. O tarihçilerden birisi, bu konuda şunları söylemektedir:
"İslam, Karahanlıların eliyle Orta Asya bölgelerinde yayıldığında, bu bölgedeki
Türklerin çoğunluğunun dini halini aldı"157. Bu medeniyet mesleği, h. 4. ve 5. asırlar
(10-11. yüzyıl) boyunca Orta Asya Türkleri arasında İslâmî kültür hareketinin
korunmasında kendini göstermektedir.
Elbetteki bu hareketin, hakimler, devlet adamları ve genel halk vakıflarından
zenginlerin öğrenim gördükleri eğitim kurumları ve medreselerle başlaması doğaldır.
Karahanlılar döneminde Semerkand'ın en meşhur medreselerinden Kusem b. el-Abbas
medresesesi158, Re'sü Sikketi Umûr, Dârü'l-Cüzcâniyye159, Sikketü'l-Bâdin, Re'sü
Sikketi Iclân, Ribâtü Nasr b. Câbir, Alp Cağri Bek, Meclisü'l-İmla' fi Ribâti'l-Murabba',
Sikketü Hâiti Kuskân fi Mescidi Ebi Abdirrahman el-Hafız, Mescidü'l-Menâr bi
Semerkand, Sikketü Ruzk, Sikketü Silm ve Han Musa160 ve Medresetü Re'si Sikketi
Hâiti Hayyân161 ve Medresetü Ribâti Hamza162.
Bu medreseler, değerli imam ve âlimler yetiştirmiştir163. Hepsini değil de, onlardan
bazılarını, örnek olması için zikredelim: Semerkand hatibi Ebu'l-Meâlî Mes'ud b. el-
Hasan el-Keşânî (öl. 443/1051)164; İmam Ebu Ali el-Hüseyin b. Yusuf el-Harkânî (öl.
505/1111); Kral Ahmed Han b. Hazar (öl. 488/1095) döneminde Semerkand'ın Harkan
bölgesinin hatibi olan165 büyük alim Ebu Muhammed Mes'ud b. Mahmud el-Harkânî
ez-Zührî; kendisine Semerkand'ın Şeyhulislamı denilen Ebu'l-Mehâmid Mahmud b.
Ahmed es-Sağarçı166. Ebu'l-Mehâmid, Tefsir, Hadis ve Usul ilimlerinde seçkin ve
kabiliyetli bir imamdı. Yaklaşık 555/1160 yılında vefat etti167.
Ömer b. Ahmed b. Huşnâmî el-Buhârî (öl. 522/1128) de bu dönemin alimlerinden
olup, Fıkıh ve Nazar ilimlerinde tartışmacı, yetenekli ve üstün bir imamdı. Ebu Hafs
Ömer b. Muhammed en-Nesefî, onun en meşhur öğrencilerindendir168.
Aynı şekilde Yahya b. Harun el-Haşmenceksi (öl. 420/1029)169 de, bu dönemde
meşhur olmuştur. O, Ehli Sünnet'ten hadis yazıyor ve Ehli Bidat'e karşı koyuyordu.
Aynı zamanda Ebü'l-Abbas el-Müstağferi'nin170 öğrencisiydi. Ondan (ed-Delâil) ve (el-
Mûcizât) adlı iki kitabı dinledi171.
İmam Ebu Nasr Ahmed b. Süleyman el-Kâşânî, el-Han Ebu Şuca' Hazar b. Tafkac
Han- Şemsü'l-Müluk'ün kardeşi- döneminde kâdı'l-kudât (başyargıç) idi. Bu imam,
Semerkand'da ortaya çıktı. Uzun süre muhtesiplik görevinde bulundu. Kral Ahmed Han
döneminde vezir oldu ve yine onun ilk döneminde şehit düştü172.
Seçkin fakih Ebu'l-Mehâmid Abdülhâlık el-Kündî'nin (öl. 551/1156), her Cuma
günleri Semerkand caminde ders halkaları vardı173.
"Tarihı Semerkand" ve "Tarihı Esterâbâz" kitaplarının müellifi, muhaddis Ebu Sa'd
Abdurrahman b. Muhammed el-Esterâbâzî (öl. 405/1014), önemli bir hafız idi ve ilim
tahsili için Horasan ve Irak'a göç etti174.
Ebu Muhammed Abdurrahman b. Yahya el-Cekelî (öl. Semerkand 516/1122), Hakan
Kadirhan döneminde Semerkand hatibi idi175 ve Ebu Hafs Ömer en-Nesefî, ondan hadis
rivayet etti176.
Kadı el-İmam Ebu Zeyd Ubeydullah Ömer ed-Debbûsî (öl. 403/1012, Semerkand'ın
Hanefi fakihlerinin büyüklerinden birisidir. el-Esrâr, Takvîmü'l-Edille, Emeddü'l-Aksâ
ve daha başka eserlerin müellifidir. Semerkand'da, onun münazara halkaları vardı.
Öyleki tartışma ve delil çıkarma mahareti sebebiyle örnek bir fakih olarak gösterilirdi.
Kendisi Ilmü'l-Hılâf'ı ilk defa ortaya koyan şahıstır177.
el-Kâdı Ebu Abdullah el-Halîmî el-Hüseyin b. el-Hasan el-Buhârî el-Fakîhü"şŞâfî'nin
(öl. 403/1013), Mâverâünnehir'de, hocaları Bekir el-Ğıfâl ve Evdenî'den sonra
Şafii görüşünü birleştirdiği ve bu mezhebin diğer mezheplere denk tutulur hale getirdiği
söylenir. Pek çok eserler telif etti. Şa'bü'l-İmân, Ayâtü's-Sâa ve Ahvâlü'l-Kıyâme,
bunlardan sadece bir kaçıdır. Son kitabında, başka kitaplarında bulunmayan garip
ifadeler bulunmaktadır178.
Türkistan Karahanlılar döneminde, pek çok müslüman ulemanın bulunmak istediği
yer halini almıştır. Bunlar arasında şu âlimleri zikredebiliriz: Seçkin fakih Ebu Harun
Musa b. Abdullah el-Eğmâtî el-Mağribî (öl. 516/1122), ülkesi Ağmat'tan Semerkand'a
gelmiş, sonra buradan ilim tahsili için Buhara'ya geçmiştir. Buhara'nın meşhur
alimlerinden birisi olan el-İmam Abdülaziz b. Ömer b. Mazze el-Burhan'dan fıkıh
öğrenimi görmüştür179. eş-Şeyh el-Ağmatî, memleketinden üç sene ayrı olarak kalmayı
sürdürdü. Bu süre zarfında, Irak, Horasan ve Buhara arasında gidip geldi. Buralarda
Fıkıh ve Hadis iktibas ediyordu. el-Gand fî Zikri Ulemâi Semerkand kitabın müellifi
Ebu Hafs Ömer en-Nesefî'nin yanında günlerdir kaldı. Bu yüzden Nesefî, "Icâletün-
Nahşebiyyi li Zayfihî el-Magribi" isimli kitabını derledi180.
Karahanlı Devleti hakanlarının teşviki ve cesaretlendirmeleriyle, Türkistan uleması,
Kur'an ilimleri ve Tefsir çalışmalarına önem vermişlerdir.
Bu dönemin meşhur müfessirleri: el-Hasan b. Ali b. Halef el-Elmâî el-Kaşgarî,
100'den fazla kitap telif etmiştir. el-Mukni' fî Tefsiri'l-Kur'ân, bunlardan sadece bir
tanesidir. Elmâî, 484/1091 yılında vefat etmiştir181.
el-İmam el-Allâme ez-Zâhid Ahmed b. Muhammed el-Attâbî el-Buhârî el-Hanefî (öl.
586/1189). Eserleri arasında; Kitâbü'z-Ziyâdât, Cevâniü'l-Fıkh, Şerhu'l-Câmiü'l-Kebir,
Şerhu Câmiu's-Sağîr ve Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Kerîm bulunmaktadır. İmam, 586/1189
yılında vefat etmiş ve Buhara'nın Kelâbâzi bölgesinin yedi kâdısının defnedildiği yere
defnedilmiştir182.
Kitâbü Lübâbü'l-Elbâb'ın müellifi Avfî, bu konuda şunları söylemektedir: "Hanefi
mezhebi, Mâverâünnehir bölgesinin genelinin mezhebidir"183. Bu nedenle, bölgede bu
mezheple ilgili pek çok eserler verilmiştir. Örnek olarak el-İmam Muhammed b. Musa
el-Lamşî et-Türkî el-Hanefî'nin (öl. 506/1112) Usûlü'l-Fıkh adlı kitabını
zikredebiliriz184.
Yine bu dönemde el-Gand fî Zikri Ulemâi Semerkand adlı kitabın müellifi Ebu Hafs
Ömer b. Muhammed Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî (öl. 537/1142) de, temayüz etmiş
meşhur âlimlerdendir. Allah rahmet etsin, o, Tefsir, Edebiyat, Tarih ve Hadis bilgini idi.
Hanefi fakihlerindendir. Pek çok eser telif etmesiyle bilinmektedir. Öyleki onun
eserlerinin sayısı 100'e ulaşmıştır. Bunlar arasından şunları zikredebiliriz: et-Teysîr fî
Ilmi't-Tefsîr, el-Mevâkît, Ta'dâdü'ş-Şüyûh, Târihu Buhâra, Târihu Merv, Nazmü'c-
Câmi'ı's-Sağir li'ş-Şeybânî fî Furûi'l-Fıkhi'l-Hanefî, en-Necâh fî Şerhi Kitâbi Ahbâri's-
Sıhâh ve Mecmu'ul-Ulûm. en-Nesefî, Bağdat'a geldi ve burada Tatvîlü'l-Esfâri li
Tahsîli'l-Ahbâri adlı kitabı telif etti185.
Bekri Hâherzâde olarak bilinen el-İmam Ebu Bekir Muhammed b. el-Hüseyin el-
Buhari el-Kudeydî de, Hanefi mezhebinde derin bir bilgin idi. Onun yöntemi, bu
mezhebe tabii olacaklar için en basit bir yöntemdi. Bütün cinsleri içerisinde topladı ve
korudu. Buhara'da hayatını tamamladı ve 483/1090 yılında orada vefat etti186.
Aynı şekilde, el-A'lâü'l-Alîm olarak da bilinen Ebü'l-Feth Muhammed b.
Abdülhamid el-Esmendî es-Semerkandî'yi de zikredebiliriz. O, yetenekli ve tartışmacı
bir fakihdi. Onun cedel ilminde uzun süre bir otoritesi vardı. Hılaf alanında eserler telif
etti. el-İmâmü'l-Eşref'e karşı çıktı ve tartışmacıların büyüklerinden oldu. Tefsir
yazmakla uğraşırken 552/1157 yılında vefat etti187.
Kezâ Selçuklu veziri Nizâmülmülk'ün Nizamiye medresesinde ders vermesi için
Bağdat'a çağırttığı el-İmam Ali b. Ebu Ya'lâ b. Zeyd ed-Debbûsî de, bu dönem
âlimlerindendir. O, Fıkıh, Cedel ve Münazara ilmine vakıftı. 482/1089 yılında Bağdat'ta
vefat etti188.
Kendisine el-Pezdevî de denilen Mâverâünnehir Hanefi fakihlerinden Ebu'l-Hasan
Ali b. Muhammed en-Nesefî el-Burdî de bu bölgenin âlimlerindendir. Bu âlim, Buhara
ve Semerkand kadılıklarını da üstlenmiş olup 557/1162 yılında vefat etmiştir189.
Araştırmacılardan birisi, Tafkac Han İbrahim'in (öl. 460/1068), 448/1056 yılında
yapılmış olan özel bir vakfiyesine işaret etmektedir190. Vakfiyeden anladığımız
kadarıyla, bu Han'ın yaptırdığı enstitü, ilmi bir müessesenin yapabileceği bütün
hizmetleri veriyordu. Çünkü öğretmenlere yüksek oranda maaşlar verildiği gibi,
öğrencilere de bol miktarda aylık burs veriliyor ve barınma imkanları sağlanıyordu.
Karahanlı yöneticilerin, fakih ve âlimleri korumaları sonucu191, Karahanlı şehirleri,
âlimlerin sığınağı halini aldı. Gerek fakihler, gerekse âlimler, te'lif ettikleri eserlerini,
bu yöneticilere hediye ediyorlardı.
el-Hâcibü'l-Hâs Yusuf Balasagun'un192, Kutadgu Bilik, yani Mutluluk Kitabı'nı
Kaşkar Hakan'ı Harun Buğra Ebu Ali Hasan Han'a 463/1070 yılında hediye etmesi,
âlimlerin korunduğuna dair en somut delildir.
İslâmî kültür alanında Türkçe yazılmış örneklerin ilki olarak kabul edilen -şu ana
kadar- Türk Edebiyatı müelliflerinin, bu dönemde ortaya çıktıkları belirtilmektedir.
İslâmî kültürün yayılması ve davet hizmeti için, Türk Dili alanındaki bu örnekler
hakkında kısa bilgiler vermeye çalışacağız:
1-Kutadgu Bilik (Kitâbü's-Seâde=Mutluluk Kitabı)
Şu ana kadar keşfedilen edebi eserlerin en eskisi sayılır. Önemli İslâmî özellikleriyle
temayüz etmektedir. Bu özelliklerin en önemlileri ise, şunlardır:
a-Müellif bu kitaba, nesir halinde bir önsöz ile giriş yapmaktadır. Bu bölümde, Allah
Teâlâ'nın Kitabı'na hamd, Rasulullah'a da salât ü selam getirmektedir.
b-Kitabın üslubu, şiir şeklindedir. Dolayısıyla Arap aruz vezni üzere 654 bin beyit
içermektedir.
c-Kitap, dînî nasihatları ihtiva etmektedir. Eğer insan, bu nasihatlara uyarsa, Allah'ın
izniyle mutlu bir yaşam sürecektir. Yazar, zâhidleri, zühd elbiselerini çıkarıp, hayatı,
hem dînî, hem de uhrevî yönüyle birlikte yaşamaya ve insanların, İslam dininin
mümkün mertebe iyiliğe ve bağışlamaya çağırdığını idrak etmelerine davet etmektedir.
Kaldı ki, bunlar, İslam'ın teşvik ettiği, övgüye değer davranışlardandı193.
d-Yine -Urduca harfleriyle yazılmış bazı nüshaları bulunmasına rağmen- bu kitabın
Arap harfleriyle yazılmış olması da, kitabın özelliklerindendir194. Bunda ise,
Karahanlılar döneminde İslâmî Arap medeniyetinin nüfuzuna dair apaçık bir delil
vardır.
2-Dîvânü Lügati't-Türk:
Bu kitapta, -mukaddimede belirtildiği gibi- yazarın amacı, Türk bölgelerinde İslâmî
davete hizmette bulunmaları ve Türklerle birlikte karşılıklı anlayışı sağlayabilmek için,
Araplara Türk dilini öğretmek olmasına rağmen, Orta Asya'daki Türk hayatı ile ilgili
alanlarda maddeler içermesiyle, tarihi, coğrafî, edebî ve lüğavî bir ansiklopedi
sayılır195.
Bu kitap, aynı zamanda Karahanlıların hakimiyeti altındaki Kaşgar Türkleri ile
müslüman Araplar arasında kurulan sıcak ilişkiye de, delil sayılmaktadır. Bu bağlamda
Mahmud el-Kaşgarî196, kitabını Abbasi halifesi el-Muktedî Biemrillah'a (467-487/1075-
1094) hediye etmiştir.
Belki de Karahanlılar diyarından kaynaklanan bu kültür hareketi, yayılmış ve
etkilerini Türk bölgeleri ve komşu diğer bölgelerde göstermiştir. Bu etki için iki örnek
nakledeceğiz, fazla değil. Bunlar; ez-Zemahşerî'nin (öl. 529/1135) Harezmşahlar
hükümdarlarından birisine hediye ettiği, Mukaddimetü'l-Edeb adlı kitabıdır. Bu kitaptan
amaç, Türklere Arap dilini ve edebî ıstılahlarını öğretmekti. Diğeri ise, Ahmed
Yüknekî'nin yazdığı Atabetü'l-Hakâyık kitabıdır. Yazar bu kitabı, 6. asırdaki (M. 12.
yüzyıl) Türkistan yöneticilerinden birine takdim etmiştir. Kitap, dînî ve ahlâkî
nasihatlerden ibaret olup şiir tarzındadır. Kitap, pek çok Kur'an-ı Kerim ayetleri ile
Peygamber'in hadislerini tahlil etmektedir197.
Aynı şekilde Karahanlılar döneminde siyaset felsefesi konusunda da, te'lif hareketi
canlılık kazanmıştır. Dîvânü'l-İnşâ adlı eserin sahibi Zahirüddin Muhammed b. Ali es-
Semerkandî, Semerkand Kralı Kalac Tafkac Han198 döneminde, Erâzü'r-Riyâze fî
Eğrâzü's-Siyâse kitabını telif etmiştir. Avfî, bu kitabın, kral Cemşid döneminin
başlangıcından el-Han Kalac Tamkac Han dönemine kadarki bütün krallar için
söylenmiş nükteli sözler içeren bir kitap olduğunu belirtmektedir199.
Bu Han'a (Kalac Tamkac Han) gelince, o ilmi ve ulemayı seviyordu. Onun adına
bazı kitaplar telif edilmiştir: İnşâ'ü Sindibâd ve Sem'u'z-Zâhir fî Cem'i'z-Zafir kitapları,
onun adına yazılmış olup Semerkandî'ye aittir. Târihu Mülûki Türkistan kitabı da,
Mecdüddin Muhammed b. Adnân'a ait olup, onun adına telif edilmiştir200
Sonuç
Yapılan bu çalışmadan Karahanlı ailesinin, Karluk Türkleri kabilelerine mensup
oldukları anlaşılmaktadır.
Karahanlı Devleti, İslâmî Doğu'da kurulmuş ilk devlettir. Aynı anda devletin iki
krala (Doğu-Batı) sahip olması, hakimiyette ortaklık sisitemini ortaya çıkarmıştır.
Türkistan'da Sâmânîlerin eliyle canlılık kazanan İslâmî davetin, Karahanlı ailesi
fertlerinin İslam'a girmelerinde olumlu bir etkisi olmuştur. Bunlar (Karahanlı ailesi)
Sâmânî Devleti'nin merkezi Mâverâünnehir bölgelerine komşu batı bölgelerinde
yaşıyorlar ve büyük oranda İslâmî unsurlara bağlıydılar. Henüz müslüman olmamış
Karahanlı ailesi fertlerine karşı Samanoğullarının giriştiği savaşta onlara yardım ettiler.
Bu da, Karahanlı Devleti'nin ikiye bölünmesine sebep oldu.
Allah, Batı Karahanlı ailesi yöneticilerini İslam ile yüceltti, Doğu Türkistan'daki
kardeşlerine karşı zafer elde ettiler. Sonuçta Karahanlı Devleti'nin tamamı, İslam dinine
girdi.
Karahanlıların, Orta Asya'nın içindeki müslüman olmayan Türk topraklarından
gösterdikleri çabalar, müslümanların doğuda itibar elde etmelerini sağladı. Hatta bu
bağlamda, Karahanlı krallarından birisi, müslüman olmayan Türklere karşı yapılan
savaşların birinde şehit düşmesinden sonra "el-Harîku'ş-Şehid" olarak
lakaplandırılmıştır.
Karahanlılar, insanları Allah'a davette hikmet ve güzel öğüt yöntemini
benimsemişlerdir. Hiç bir kimseyi, İslam'a girmesi konusunda zor kullanmamışlardır.
Böylelikle davet ettikleri dinin hoşgörüsünü, onlara büyük oranda vermişlerdir. Bunun
sonucunda komşu bölgelerdeki Türk kabileleri, İslam'a girme hususunda birbirleriyle
yarışmışlardır. Çünkü aynı yılda müslüman olanların sayısı, yaklaşık 200.000 Türk
ailesiydi. Bunlar, İslam'a girmeden önce cehalet ve delaletin kendilerini kararttığı bir
ortamda yaşıyorlardı.
İlk Karahanlı krallarının güzel yaşantıları ve İslam'a olan bağlılıkları, Sâmânîlerin
zayıflamasından sonra, Mâverâünnehir bölgeleri üzerinde hakimiyet kurabilmelerinin
başlıca etkenlerindendir. Karahanlılar, özellikle fakihlerin, müslüman oldukları için
Karahanlı ordusuna karşı durulmaması gerektiği yönünde fetva vermelerinden sonra,
bölge halkı tarafından memnuniyetle karşılanmışlardır. Karahanlıların,
Samanoğullarıyla olan mücadelesi, din yüzünden değil, dünyevî amaçlıdır.
Karahanlılar döneminde güçlü olan İslam inancına bağlılıkta olduğu gibi, Ahmed
Toğan Han ile Sultan Mahmud el-Ğaznevî arasında dostluk sağlanmıştır. Her iki sultan,
kendilerini sadece İslam düşmanlarıyla savaşmaya vermeleri için aralarında var olan
anlaşmazlığın giderilmesi için anlaştılar. Bunun sonucunda Toğan Han, 408/1018
yılında müşrik Türklerin ülkesine karşı gerçekleştirdiği tehlikeli saldırıya karşı meydan
okudu ve onları ezici bir yenilgiye mahkum etti.
Karahanlıların çabaları, elbetteki bununla sınırlı kalmamıştır. Türkistan'da İsmâilî
hareketi davetçilerini takip etmişlerdir. Sultan Mahmud Buğra Han, 436/1044 yılında
onları ülkeden temizlemede başarılı olmuştur.
Karahanlılar, Orta Asya'da etkileri günümüze kadar devam eden hatıralar
bırakmışlardır. Bu bağlamda kendilerine nisbet edilen bir kısım ribatlar, medreseler ve
camiiler bulunmaktadır. O dönemde buralar, ulema ve dâiler yetiştiren merkezlerdi.
Ribatlarda ise, mücahidler, İslam düşmanlarına karşı yaptıkları savaşlarda gözetleme
yopıyorlardı.
Gerçek şu ki, Karahanlı Devleti, İslam'ı savunma ve Orta Asya'da yayılması için
maddî güçle yetinmemişler, aksine bu bölgede Türkler arasında önemli ölçüde gelişen
İslam kültür hareketine öncelik vermişlerdir. Fıkıh, Hadis, Tefsir, Tarih ve Edebiyat
ilimlerinde benzersiz, mümtâz alimler yetişmiştir. Eğer bu devletin güçlü desteği
olmamış olsaydı, bu hareket gün yüzüne çikmazdı.
Karahanlılar döneminde cihad sancakları, 536/1141 yılında yine Karahanlıların
topraklarında İslâmî cephe ile Türkistan'daki küfür cephesi arasında meydana gelen
meşhur Katvân savaşına kadar hep yukarıda tutulmuştur. Bu savaşta müslüman
olmayan Türkler, zafer elde ettiler. Bu zafer, beraberinde ciddi ve tehlikeli sonuçları
doğurmuştur. Bu tehlike, sadece Mâverâünnehir bölgelerin istilâ edilmesi, Karahanlı
Devleti ve bu savaştan sonra uzun ömürlü olmayan Horasan Selçuklu Devletinin düşüşü
ile sınırlı kalmamıştır. Aksine bu savaşta müslümanların yenilgisi, kendileri için sert bir
darbe olmuştur. Bu yenilgi, bundan sonra İslam'ın doğu cephesinde artık müslümanların
düşmanlarından olan Moğol ve diğerlerinin İslam aleminin merkezine nüfuz etmeleri
için bir gedik açılmasına da sebep olmuştur.
Dipnotlar
* Bu makale (el-Karahâniyyûn ve Cühûdühüm fî Neşri'l-İslâmi) Mecelletü Câmiati'l-İmâm Muhammed b. Suûdi'l-İslâmiyyi dergisinin (Riyad Safer 1417, sayı: 16) 273-318. sayfaların çevirisidir.
**Yrd. Doç. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Öğretim Üyesi.
1 Tarihte Türk Devletleri, Ankara 1987.
2 Mecelletü Dirâsât, sayı:2, by 1993 , s. 7-29.
3 Mecelletü'l-Müerrii'l-Arabî, sayı:41,42 by 1990, s. 134-150.
4 Efrasyâb, Bu kral, Farslılara karşı pek çok savaşlara girmiş ve Keyhüsrev b. Siyâvüş döneminde bu savaşların birinde vefat etmiştir. Bk. en-Nerşahî, Târihu Buhâra, trc. ve thk. Emin Bedevî ve Nasrullah et-Tırâzî, Mısır 1965, s. 33; el-Harezmî, Mefâtîhu'l-Ulûm, Kahire 1923, s. 63; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Târih, Beyrut 1982, XI, 28. Omelyan Pritsak, bu tabirin, İranlıların şehnamelerinden geldiğini ve Türkçe karşılığının Kaşgariye’ye göre Alp Er Tonga’dır. Pritsak, İ. A. (İslam Ansiklopedisi ) İstanbul 1967, VI, 252. Efrasyâb hakkında geniş bilgi içir bk. Tahsin Yazıcı, “Efrasyâb”, D. İ. A., İstanbul 1994, X, 478-479.
5 Skrine ve Ross, The Heart of Asia, s. 114.
6 Vambery, Târihu Buhârâ, trc. Ahmed es-Sâdâtî, Kahire 1987, s. 12; Carl Brockelman, Târihu'şŞuûbi'l-İslâmiyye, trc. Nebih Emin ve Münir el-Baalbekî, Beyrut 1988, s. 263.
7 Târihu't-Türk fî Asya'l-Vustâ, tr. Ahmed es-Said Süleyman, Mısır, s. 74-76.
8 Türkistan'ın alanı, batıda, Kazvîn denizi ve Ural nehrinden, doğuda Çin seddine; kuzeyde Sibirya ve Mongoliya'dan, güneyde İran, Afganistan, Hind ve Tibet'e kadar uzanmaktadır. es-Seyyid Abdülmü'min es-Seyyid Ekrem, Ezvâü alâ Târihi Tûrân (Türkistan), Mekke ty, s. 9.
9 Kaşgar, Türk bölgelerinin ortasında bulunan ve insanların oraya yolculuk ettikleri bir şehirdir. Bk.Yakut el-Hamevî, Mu'cemü'l-Buldân, Beyrut 1984, IV, 430.
10 Reşat Genç, Karahanlı Devleti'ni kuranların Yagmalar olduğu konusunun, hemen hemen kesinlik kazandığını belirtmektedir. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Reşat Genç, Karahanlılar, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul 1992, VI, 139-140. (Çev.)
11 Tırâz, Türk uç bölgelerinde Esbîcâb'a yakın bir beldedir. Yakut, Age., IV, 27.
12 Pritsak, bu nedenle Karahanlıların sülalesi hakkında bir sonuca ulaşabilmek için, sülalenin menşei hakkında ileri sürülen her faraziyenin doğru olarak kabul edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü bu faraziyelerdeki delillerin doğruluğu, diğerlerindeki delillerin doğruluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bu garip durumun, yani aynı anda doğru olan muhtelif faraziyelerin mevcut olmasının sebebi, meselenin kendisine ait olmayıp, bu faraziyeleri teşkil eden ve çok defa tesadüfi kaynaklara dayanan farklı görüşlerden kaynaklanmaktadır. (Çev.) İ. A., VI, 252.
13 Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981, s. 58.
14 Abdülaziz Cengiz Han, Türkistânu Kalbi Asya, 1945, 48.
15 Dîvânü Lügati't-Türk, İstanbul 1333, I, 28.
16 İ. A, VI, 251.
17 ed-Düvelü'l-İslâmiyye, Türkçe'den Arapça'ya çeviren Muhammed Sabîhî Ferzât, thk. Muhammed Ahmed Dohmân, Dımaşk 1973, II, 72.
18 İ. A, VI, 251.
19 Bu savaşın tafsilatı için bk. Taberî, Tarihu'l-Ümemi ve'l-Mülûk, V, 607, 655; en-Nerşahî, Târihu Buhârâ, s. 117.
20 İ. A, VI, 251. (Doğrusu 253 olmalıdır. (Çev.)
21 Tıraz, Türk uç bölgelerinde Esbîcâb’a yakın bir yerleşim merkezidir. Yakut, IV, 30.
22 en-Nerşahî, Age., s. 117.
23 Age. ve aynı yer.
24 Taberî, Târihu'l-Ümemi ve'l-Mülûk, Beyrut 1988, V, 607. Pritsak esir sayısını, 15.000 olarak vermektedir. İ. A., VI, 253.
25 İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam fî Târihi'l-Mülûk ve'l-Ümem, Haydarabad, Dekkân, 1357, VI, 43; İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut 1985, XI, 98.
26 İ. A, VI, 253.
27 Barthold, Târihu't-Türk fî Asya'l-Vustâ, s. 76.
28 İ. A, VI, 253.
29 İbnü'l-Esir, XI, 82. (İbnü'l-Esir, Satuk'un İslam'a giriş sebebini, gördüğü rüyaya bağlamaktadır. Buna göre Satuk, rüyasında, gökten bir adam indiğini ve kendisine müslüman olmasını söylediğini gördü. Bunun üzerine Satuk uykusunda müslüman oldu. Sabah olduğunda da müslüman oluşunu ızhar etti. Bk.Age ve aynı yer.
30 İ. A., VI, 253
31 Skrine ve Ross, s. 119.
32 Balâsâgun, Türk uçlarında, Kaşgar'a yakın, Seyhun nehrinin arkasında bir yerleşim merkezidir. Yakut, I, 79.
33 Nizâmülmülk, Siyasetname, s. 272.
34 Barthold, Age., s. 76.
35 İ. A., VI, 253.
36 Esbânîkes, Mâverâünnehir'de Esbîcâb şehrinde bir yerleşim merkezidir. Yakut, I, 171.
37 es-Semânî, el-Ensâb, Haydarabad, Hind, 1382, I, 194-195.
38 Pritsak, Musa b. Sâtuk’un İslamlaştırma hareketinde Ebu’l-Hasan Muhammed b. Süfyan el- Karamâtî’nin de yardımı olduğunu belirtmektedir. İ. A., VI, 253. Bu da göstermektedir ki, bu harekette
bir kişi yardım etmemiş, pek çok müslüman davetçi yardımda bulunmuştur. (Çev. )
39 Miskeveyh, Tecârubü'l-Ümem, Mısır, 1915, II, 181; Yazarı meçhul, el-Uyûn ve'l-Hadâik fî Ahbâri'l-Hakâik, thk. Nebîle Abdülmün'im, Bağdat 1972, IV, 82.
40 Arnold, ed-Da'vetü ile'l-İslam, trc. Hasan İbrahim vd., Mısır 1970, s. 245.
41 S. Lane Poole, ed-Düvelü'l-İslâmiyye, I, 275.
42 Ahmed Tevhîd, Meskûkâtü Kadîmeti İslâmiyyeti Kataloji, Kostantiniyye 1321, IV, giriş kısmı (sahife belirtilmemiş).
43 İ. A., VI, 254.
44 Buhârâ, Mâverâünnehir şehirlerinin en büyüklerindendir. Yakut, I, 353. Şu an Özbekistan Cumhuriyetinin şehirlerinden birisidir. Mahmud Şakir, Türkistan, Beyrut ty, s. 89.
45 İbnü'l-Imrânî, el-İnbâü fî Târihi'l-Hulefâi, thk. Kasım es-Sâmirâî, Riyad 1402, 183.
46 İbnü'l-Esir, IX, 95, 100.
47 İbnü'l-Esîr, IX, 100.
48 Barthold, Türkistan, s. 393-394.
49 Vambery, Târihu Buhârâ, s. 120.
50 İbnü'l-Esir, Aynı yer.
51 İ. A., VI, 254.
52 İ. A., VI, 254.
53 el-Utbî, Târihu Yemînî, Lahor, 1882, s. 135.
54 es-Sâbî, Târihu's-Sâbî, Miskeveyh'in Tecârübü'l-Ümem kitabının zeyline katılmış halde, Kahire 1919, s. 41-42.
55 Skrine ve Roos, s. 119.
56 Abdülaziz Cengiz Han, s. 48-49.
57 Yazar, Cehâr Makale adlı kitabında Sultan'ın, mektubunu Kral Buğrahan'a gönderdiğini belirtmektedir. Öyle görünüyor ki, konu biraz karıştırılmış gibi. İlek Han'ı kastetmektedir. Halbuki Buğrahan 383/993 yılında vefat etmiştir. İlek Han ise, Karahanlılar, bunun döneminde Mâverâünnehir'i istilâ etmişlerdir. Dolayısıyla bu mektubun, ona gönderilmiş olması, tabiidir.
58 en-Nizâmî el-Arûzî es-Semerkandî, Cehâr Makale, trc. Abdülvehhâb Azzâm ve Yahya el-Haşâb, Kahire 1368, s. 32-33.
59 en-Nizâmî, s. 33.
60 İbnü'l-Esir, IX, 240.
61 Age ve aynı yer.
62 Müşrik ordusunun sayısı hakkında kaynaklar farklı görüş serdetmektedirler. el-Utbî, onların sayısının 100.000' esiri geçtiğini belirtirken (Bk. Age., s. 292), İbnü'l-Esir bu sayıyı, 300.000'in üzerinde göstermektedir. Bk. IX, 297. Araştırmacı, el-Utbî'nin görüşünü tercih etmektedir. Çünkü onun verdiği sayı, daha ma'kuldür. Aynı zamanda el-Utbî, bu hadisenin muasırıdır.
63 İbnü'l-Esir, IX, 297.
64 İbnü'l-Esir, Age ve aynı yer; İbnü'l-Ibrî, Târihu Muhtasaru'd-Düvel, Beyrut 1985, s. 179.
65 el-Utbî, s. 293.
66 İbnü'l-Esir, IX, 297; İbn Haldun, el-Iber, Beyrut 1981, IV, 515.
67 İbn Kesir, XII, 6.
68 el-Utbî, s. 293.
69 Huten, Türkistan şehirlerinden Yûzkend'in arka kısmında Kaşgar yakınlarında bir vilayettir. Türk bölgelerinin ortasındaki dağların arasında bir vadidir. Yakut, II, 347.
70 Kadir Han Yusuf b. Buğrahan, Ahmed Togan Han'ın Semerkand'da naibi idi. Kadir Han ile Ebu'l-Muzaffer Arslan Han arasında 409/1029 yılında yani Togan Han'ın vefatının arkasından, bir anlaşmazlık çıktı. İbnü'l-Esir, IX, 298; İbn Haldun, IV, 515.
71 İbnü'l-Esir, IX, 299.
72 Barthold, s. 87, 91.
73 Esbîcâb, Yakut, Esfîcâb olarak zikretmektedir. Ayrıca buranın Türkistan sınırlarında Mâverâünnehir'de büyük bir yerleşim merkezi olduğunu da belirtmektedir. Yakut, I, 179.
74 İbnü'l-Esir, IX, 299; Bretscneider, Mediaval Researches, London ty, I, 253.
75 İbnü'l-Esir, IX, 520. el-Ezdî, bu rivayeti zikretmekte ve onlardan müslüman olanların sayısının 30.000 olduğunu nakletmektedir. Ahbâru'd-Düvelü'l-Munkatıa, thk. Muhammed ez-Zehrânî, Medine 1408, s. 266.
76 İsmâilî hareketin ilk temelleri, Şiilerce altıncı imam olarak kabul edilen Ca'fer es-Sâdık'ın 148/765 yılında vefat etmesinden sonraya dayandırılmaktadır. Ca'fer'in vefatından sonra Şia, iki kısma ayrıldı.Bunlardan birincisi, Musa Kazım'ın oğlunun, Cafer'in ölümünden sonra imamete geçmeye daha hak sahibi olduğunu düşününenler. Diğeri ise, İmamete Muhammed b. İsmail'in torunlarının daha hak sahibi olduğunu kabul edenler. Bunlara göre, dedeleri Ca'fer vefatından önce imamete oğlu Muhammed'i tayin etmiştir. Ancak İsmail, daha babası hayattayken 145/762 yılında vefat etmesi sebebiyle, bu grup Muhammed'in oğlu İsmail'in, amcaları Musa'dan imamete daha hak sahibi olduklarını belirttiler. Böylece İsmâilî hareket başlamış oldu. Bundan böyle 297/909 yılında, Ubeydî Devleti'nin (Fâtımîler) kurucusu Ubeydullah el-Mehdî'nin devleti kurmasına kadar gizlilik içerisinde devam etmiştir. Hicri 4. yüzyılın (Miladi 10. yüzyıl) başından itibaren İsmâilî propagandistleri mezheplerini İslami Doğu'da pazarlamaya giriştiler. Hüseyin el-Mervezî ve onun öğrencisi Ebu Ubeydullah en-Nesefî, Doğuda İsmâilî propagandistlerin ileri gelenlerindendir. Siyâsî ve ilmî sınıftan pek çok kişi, bu mezhebe meyletmiştir.Büveyhîler döneminde İsmâilî propagandistleri, Irak ve İran'da davetlerini alenen uygulamaya geçirdiler.Hasan es-Sabbâh'ın, 483/1090 yılında Alamut kalesini istîlâ etmesiyle İsmâilî hareket, İran'da devletini kurmayı başardı. Bu hareket hakkında daha detaylı bilgi için bk. Muhammed Osman el-Haşet,
Hareketü'l-Haşâşiyyîn, Kahire 1988.
77 İbnü'l-Esir, IX, 524.
78 İbnü'l-Esir, IX, 535.
79 Skrine ve Roos, s. 120.
80 İbnü'l-Esir, Mahmud'un bu savaşta kardeşine karşı zafer elde edince, krallığa büyük oğlu Hüseyin Ca'ferî Tekin'i atadığını belirtmektedir. Ancak Mahmud'un eşlerinden birisi, onun bu uygulamasına karşı çıkmış, büyük oğlunun yerine küçük oğlunu atamasını istemiştir. Mahmud, karısının bu isteğini reddettiğinde karısı, ona karşı hileye girişti ve onu zehirletti. Bunun üzerine Mahmud vefat etti. Öyle ki,bu kadının şerri, Mahmud'un hapisteki kardeşi Arslan Han'a kadar uzandı. Onu da öldürdü. Böylece isteği yerine gelmiş oldu. Bunlar h. 439 yılında meydana geldi. İbnü'l-Esir, IX, 299. Beyhakî, Mahmud Buğrahan'ın 449/1057 yılında vefat ettiğini belirtmektedir. Beyhaki, Târihu'l Beyhakî, trc. Yahya el-Haşâb ve Sadık Neş'et, Beyrut 1982, s. 211. İbnü'l-Esir, bir başka konuda Mahmud'un, kardeşi Arslan Han'ın vefatından sonra 15 ay yaşadığını kaydetmektedir. İbnü'l-Esir, IX, 302.
81 Semerkand, Mâverâünnehir bölgesinde bir yerleşim merkezi olup, (Yakut, III, 246) Seyhun nehrinde yer almaktadır. Şimdiki başkent olan Taşkent'ten önce, Özbekistan Cumhuriyetinin başkenti idi. Mahmud Şakir, s. 89.
82 İbnü'l-Esir, IX, 300.
83 Tamkac ve Tafkac kelimesi, Türkçe'de "muazzam veya meşhur" anlamına gelen Tabkâc kelimesinin tahrif edilmiş şeklidir. Bu ibare, miladi 8. yüzyılda Orhon kitabelerinde defalarca kullanılmıştır. Bu durumda "Tamkac veya Tafkac Han"ın anlamı, Karahanlı valilerinin geneline hamledilmiş olup "büyük Han" anlamındadır, yoksa "Tamkac Han" anlamında değildir. Bk. en-Nizâmî, s. 97.
84 Tafkac Han, devlet idarecilerinden olup, Ebu'l-Muzaffer Tamkâc Han İbrahim b. Nasr İlek Han'dır. İbnü'l-Esir, IX, 300.
85 İbnü'l-Esir, IX, 300.
86 Ebu'l-Hâris Arslan b. Abdullah el-Besâsîrî et-Türkî, Bağdat'taki Türklerin öncülerindendir. Kendisi, Bahâüddevle b. Azudüddevle'nin kölesi idi. Besâsîrî, Bağdat'ta Abbasi halifesi el-Kâim Biemrillah'a karşı isyan etti ve halifeyi ta ki Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey gelinceye kadar Bağdat'tan çıkardı. Besâsîrî, Tuğrul Bey ile savaştı ve 451 yılında öldürüldü. Kafası Bağdat'ta gezdirildi. Nûbe kapısına asıldı. İbn Hallikan, Vefeyâtü'l-A'yân, thk. İhsan Abbas, Beyrut 1977, I, 12.
87 İbnü'l-Cevzî, VIII, 195, 206.
88 İbnü'l-Esir, IX, 300.
89 Babası ez-Zâhir'in, h. 427 yılında ölmesi üzerine el-Mustansır Billah b. ez-Zâhir Li Izâzdinillah b. el-Hakem b. el-Aziz b. el-Muiz li dinillah lakaplı Ebu Temîm Ma'd'e bey'at edildi. H. 487 yılında da vefat etti. İbnü'l-Cevzî, VIII, 192; İbn Hallikan, V, 229-230.
90 Barthold, Türkistan, s. 459-460.
91 Müneccim Paşa, Târihu Müneccim Paşa, Türkçe yazma, Câmiatü'l-Melik Suud, no. 344, varak 338b.
92 İbnü'l-Esir, IX, 301.
93 Sekckes, Semerkand yolu üzerinde yer alıp, Buhara'nın köylerinden biridir. Yakut, III, 230.
94 en-Nerşahî, s. 29-30.
95 en-Nerşahî, s. 76.
96 Barthold, Türkistan, s. 464.
97 en-Nerşahî, s. 48.
98 en-Nerşahî, s. 49.
99 ez-Zehebî, Siyerü A'lâmü'n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut, Beyrut 1993, XIX, 192-193.
100 Delil olarak bazı kaynakların rivayet ettiği, Kral el-Hazar b. İbrahim, şeref sahibi es-Seyyid el- Murtaza lakaplı Ebu'l-Meâlî Muhammed b. Muhammed b. Zeyd el-Alevî el-Hasenî el-Hâfız'ı, Mâverâünnehir'de mazlum olarak öldürdüğü konusunda bk. İbnü'l-Cevzî, IX, 41; ez-Zehebî, el-Iber fî Haberi men Ğaber, thk. Muhammed es-Saîd Besyûnî, Lübnan ty, II, 3421.
101 en-Nerşahî, s. 49.
102 Muhammed Avfî, Lübâbü'l-Elbâb, nşr ve thk. Edward Fanr, Leiden 1906, s. 305.
103 İbnü'l-Esir, X, 243; Zehebî, Iber, II, 356; Müneccim Paşa, varak 339a.
104 O, Arslan Han Muhammed b. Süleyman b. Davud b. Buğrahan b. İbrahim Tafkac Han b. İlek Nasr Arslan b. Ali b. Musa b. Sâtuk olup, Mâverâünnehir Karahanlı Türk hükümdarlarındandır. en-Nizâmî, s.124.
105 Beykend, Buhara ve Ceyhun arasında bir beldedir. Orada pek çok sayıda ribatlar bulunmaktadır. Sayıları yaklaşık 100'e ulaşmaktadır. İbn Hurdazbih, bu şehrin bir tüccar şehri olduğunu belirtmektedir. İbn Hurdazbih, el-Mesâlik ve'l-Memâlik, Beyrut 1988, s. 36; Yakut, I, 533. Lesterenc, Buldânu'l-Hılâfeti'ş-Şarkıyye, trc. Beşir Fernîs vd., Beyrut 1985, s. 506.
106 en-Nerşahî, s. 30.
107 en-Nerşahî, s. 34-35.
108 en-Nerşahî, s. 42.
109 er-Rabaz, çoğulu, Erbâz'dır. Şehrin dışında yer alan bir yerleşim merkezi, mahalledir. er-Rebaz, aynı zamanda bölge alamına da gelmektedir. İ. A., Rebaz madd., X, 33.
110 en-Nerşahî, s. 57.
111 en-Nerşahî, s. 57.
112 en-Nerşahî, s. 78-79.
113 Semerkand halkından el-Hüseyin b. Ali b. Ebi'l-Kasım Ebu Ali el-Lamşî'dir. Hadis rivayet etmiş, fıkıhla ilgilenmiş ve nazar ilminde kendisi örnek gösterilirdi. Selefin yolunu takip eden dindar ve iyi birisiydi. Han onu, hilafet merkezine gönderdi. Semerkand'a döndü ve 522 yılında Ramazan ayında 81 yaşında vefat etti. İbnü'l-Cevzî, X, 10; İbn Kesir, XII, 199.
114 en-Nesefî, el-Gınd fî Zikri Ulemâi Semerkand, 1991 by, s. 59.
115 Barthold, Türkistan, s. 468-469.
116 Barthold, Türkistan, s. 469.
117 el-Hıtâiyyûn (Karahitaylılar), tercih edilen görüşe göre Moğol kökenlidirler. Tarihleri, miladi 4.yüzyılın başlarından itibaren başlamaktadır. Miladi 10. yüzyılda bir devlet kurmuşlardır. Bu devlet, Leao ailesi devleti olarak bilinmektedir. Ancak bu devlet,1116-1123 yılları arasında hüküm sürmüş, sonra da yıkılmıştır. Halkının çoğu, Türkistan ve Mâverâünnehir bölgelerine göç etmişlerdir. Daha sonra Karahanlı Devleti'ne karşı mücadeleye girişmişler ve 536/1141 yılında da bu mücadeleden başarıyla çıkarak Karahanlı Devletine son vermişlerdir. Bu bölgede müstakil bir devlet kurmuşlar ve bu devlet 80 yıl ayakta kalmıştır. Bk. Bosworth, Kara Khitai, Encyclopaedia of Islam, IV, 581. Karahitaylılarla onların muasırı müslüman devletlerle olan ilişkileri hakında geniş bilgi için bk. Hamid Ğanîm'in makalesi, Mecelletü Kulliyeti'l-Ulûmi'l-İctimâiyye, Câmiatü'l-İmam Muhammed b. Suûd, sayı:5, Riyad 1401, s. 40-78.
118 İbnü'l-Esir, XI, 84.
119 İbnü'l-Esir, Aynı yer.
120 Celâlü'ddevle lakaplı Ebu'l-Feth Melikşah b. Alp Arslan Muhammed b. Davud b. Mikail b. Selçuk b.Dukak, babasının 465 yılında vefatından sonra Selçuklu saltanatının başına geçti. Doğumu, h. 447 yılı Cemâdiye'l-Evvel ayı, vefatı ise, h. 485 yılı Şevvâl ayıdır. Isfahan'da defnedilmiştir. İbn Hallikan, V,283-288.
121 Ebu'l-Hâris Sencer b. Melikşah, doğumu 479 yılı Recep ayıdır. Sencer şehrinden dolayı kendisine Sencer denilmiştir. H. 490 yılında kardeşi Berkyaruk'un yerine tahta geçmiştir. H. 512 yılında tahttan inmiş ve h. 552 yılında vefat etmiş ve Merv şehrinde defnedilmiştir. İbn Hallikan, II, 427-428.122 Ahmed b. Hasan Tafkac Han b. Süleyman Arslan Han, Doğu Karahanlı hükümdarlarındandır.Barthold, Türkiyyât, İstanbul 1925, I, 222-223.
123 İbnü'l-Esir, XI, 83.
124 İbnü'l-Esir, XI, 84.
125 Harezm, ortasından Ceyhun nehrinin geçtiği büyük bir bölgedir. İki kısma ayrılır. Doğu kısmı, Türk kesimi olarak bilinir ve başkenti Kâş'dır. Batı kısmı ise, İran kesimi olarak bilinir ve başkenti Cürcâniyye'dir. Lesterenc, s. 489. Harezm, şu anda Özbekistan ve Türkmenistan Cumhuriyetleri arasında iki kısma ayrılmıştır. Mahmud Şakir, s. 82, 3. dipnot.
126 Atsız b. Muhammed b. Unuştekin. 490 yılı Recep ayında doğdu ve 551 yılı Recep ayında da vefat etti. Tahta kendisinden sonra oğlu Arslan geçti ve Sultan Sencer ona bir menşur yazdı. İbnü'l-Esir, XI,209.
127 İbnü'l-Esir, XI, 81.
128 Râvendi, onları Fursânü Harluk olarak isimlendirmekte ve onların sayılarının 30 ile 40 bin arasında değiştiğine işaret etmektedir. Defalarca hezimete uğramışlardır. Râhatü's-Sudûr ve Ayetü'ş-Şürûr, trc. İbrahim eş-Şûrânî, Abdülmünim Hüseyn ve Fuad es-Sayyâd, Kahire 1960, s. 61.
129 Kûhânu's-Sînî, Kû, Çince'de en büyük krallarına verdikleri bir lakaptır. Hân ise, Türkçe kralların en büyüğü anlamına gelmektedir. Kûhân, kralların maskeli ve başa sarılan elbiselerini giyerlerdi. Mezhebî kaygıları yoktu. Çin'den çıkıp Türkistan'a doğru gittiklerinde el-Hıtâ Türkleri onlara katıldı. Onlar,Karahanlı Devletinin hizmetindeydiler. İbnü'l-Esir, XI, 83-84.
130 er-Râvendî, s. 261-262.
131 Sicistân, Horasan, Murrân, Sind ve Kirman arasında yer alan bir bölgedir. Başkenti ise, Zerenc'tir. Ebu'l-Fidâ, Takvîmü'l-Buldân, Paris ty, s. 340.
132 Bilâdü'l-Ğûr, Ğazne ile Herat arasında bir vilayettir. Başkenti ise, Fîrûzkûh kalesidir. el-Kazvînî, Asâru'l-Bilâd ve Ahbâri'l-Ibâd, Beyrut ty, s. 429-430. Bu bölge şu anda Afganistan'da yer almaktadır.Süreyya Muhammed Ali, el-Ğûriyyûn, by 1993, s. 7.
133 Ğazne, Horasan ve Hind arasında bulunan bir vilayettir. el-Kazvînî, s. 428. Şu an Afganistan'ın başkenti Kâbil'in güneyinde yer almaktadır. Mahmud Şakir, IV, 13, V, 41.
134 Yazar bu dipnotu atlamış. Mâzenderân, Taberistan vilayetinin ismidir. Yakut, V, 48. (Çev.)
135 İbnü'l-Esir, XI, 85.
136 İbnü'l-Esir, XI, 85.
137 İbnü'l-Cevzî, X, 97; İbnü'l-Ibrî, Târihu'z-Zemân, trc. İshak Ermele, Beyrut 1986, s. 155.
138 Katvân, Semerkand şehrinin köylerinden biridir. Yakut, IV, 375.
139 el-Hüseynî, Ahbâru'd-Düveli's-Selçûkiyye, Beyrut 1984, s. 94.
140 İbnü'l-Esir, XI, 86,
141 er-Râvendî, s. 262.
142 İbnü'l-Cevzî, X, 97; Abbas İkbâl, Târihu İran Ba'de'l-İslâm, trc. Muhammed Alâüddin Mansur, Kahire 1989, s. 285.
143 İbnü'l-Cevzî, X, 97.
144 Avfî, s. 332.
145 İbnü'l-Kalansî, Zeylü Târihi Dımaşk, Kahire ty, 275; İbnü'l-Cevzî, X, 97; er-Râvendî, s. 262.
146 İbnü'l-Esir, XI, 183.
147 İbnü'l-Esir, XI, 273.
148 er-Râvendî, s. 262.
149 Barthold, s. 123.
150 eş-Şahne, Selçukluların ilk defa ortaya çıkardıkları ve sultanın tayin ettiği bir vazifedir. Askerî ve idârî otoritelere sahiptir. Aynı şekilde o, şehrin idaresinden ve emniyetinden sorumludur. Sisteme karşı olanların peşindedir. Bağdat'ta halifenin ve diğerlerinin hareketlerini gözetlemektedir. Mahmud Hüseyin Şendüb, el-Hadâratü'l-İslâmiyye fî Bağdât, Beyrut 1984, s. 106.
151 en-Nizâmî, s. 108.
152 Hâmid Ğanîm, el-Alâkatü's-Siyâsiyye Beyne Devleti'l-Hatâ ve'd-Devletü'l-İslâmiyyeti'l-Muâsıra, s.57.
153 en-Nizâmî, s. 31.
154 en-Nizâmî, s. 31.
155 İbnü'l-Esir, XI, 86.
156 Alâüddin Muhammed b. Alâeddin Tekiş b. Arslan b. Atsız b. Muhammed b. Unuştekin'in iktidar süresi, yaklaşık olarak 21 sene ve bir kaç aydır. Irak sınırından Türkistan'a ve Ğazne bölgelerine, Hind bölgesinin bir kısmına, Sicistan, Kelemân, Taberistan, Cibal bölgeleri ve İran'ın bir kısmına hakim olmuştur. 617 yılında Taberistan'ın bir bölgesinde vefat etti. İbnü'l-Esir, XII, 371; Ebu'l-Fidâ, el-Muhtasar fî Ahbâri'l-Beşer, Kahir ty, III, 127.
157 Zekeriyya Kitapçı, Türkistanda Müslüman olan ilk Türk Hükümdarları, İstanbul 1988, s. 9.
158 Said b. Osman b. Affân'ın ordusuyla Semerkand'a sefere çıkan ve burada h. 57 yılında şehid olan Kusem b. el-Abbas b. Abdülmuttalib'e nisbet edilmiştir. en-Nesefî, 528; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, Kahire ty, VIII, 361-362.
159 es-Semânî, el-Ensâb, X, 432-433.
160 en-Nesefî, s. 340, 402, 408, 416, 425, 429, 438, 482.
161 es-Semânî, el-Ensâb, VII, 20.
162 es-Semânî, el-Ensâb, Haydarabad, Hind, 1962, I, 389-390.
163Karahanlılar dönemi İslam Hukukçuları için bk. Y. Ziya Kavakçı, XI, XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde İslam Hukukçuları, Ankara 1976.
164 es-Semânî, el-Ensâb, Haydarabad, Hind, 1966, X, 432-433.
165 es-Semânî, el-Ensâb, V, 95-96.
166 es-Semânî, el-Ensâb, VII, 19.
167 es-Süyûtî, Tabakâtü'l-Müfessirîn, thk. Muhammed Ömer, Kahire 1976, s. 119-120. Ebu'l- Mehâmid'in babası da alim idi. 524/1129 yılında Semerkand'da vefat etmiştir. Kavakçı, s. 217 (Çev.)
168 en-Nesefî, s. 352; es-Semânî, el-Ensâb, V, 145. Kavakçı, s. 216 (Çev.)
169 Yakut, II, 373.
170 Ebu’l-Abbas Ca’fer b. Muhammed b. el-Mu’tezz el-Müstağferî (öl. 432/1040), Mâveraünnehir hanefî alimlerinin önde gelenlerindendir. Büyük fakih ve muhaddis Müstağferî, İbrahim b. Lokman,Zahir b. Ahmed es-Serahsî gibi şahsiyetlerden ders aldı. Nesef’te hatiplik de yapan Müstağferî, 432/1040 yılında yine orada vefat etti. Eserleri arasında “Târihu Nesef ve Keş”, “Delâilü’n-Nübüvve”, “Fedâilü’l-Kur’an” ve “Ma’rifetü’s-Sahâbe” gibi daha pek çok eserini sayabiliriz. Ahmed Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, Ankara 1990, s. 42. (Çev.)
171 es-Semânî, el-Ensâb, V, 145-146.
172 es-Semânî, el-Ensâb, X, 320.
173 es-Semânî, el-Ensâb, X, 487.
174 es-Semânî, el-Ensâb, I, 139-140.
175 Semerkand kralı olan Kadir Han Cibril b. Ömer'i, Selçuklu Sultanı Sencer b. Melikşah 495 yılında öldürdü. İbnü'l-Esir, X, 347-348.
176 es-Semânî, el-Ensâb, III, 299.
177 en-Nesefî, s. 334; Yakut, II, 438; İbnü'l-Imâd el-Hanbelî, Şezerâtü'z-Zeheb, III, 245-246. İbnü'l-Imâd, onun vefat tarihini 430/1038 olarak vermektedir. Hayatı hakkında geniş bilgi için bk. Ahmed Akgündüz, Mukyeseli Hukuk ve Ebu Zeyd ed-Debûsî (Basılmamış Lisans Tezi), Erzurum 1980; Hakkı Aydın, "Cassas ve Debûsî'nin Usüllerindeki Metodları", Cumhuriyet Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, sayı: 4,s. 18-24; Kavakçı, s. 33-37 (Çev.)
178 İbnü'l-Imâd, III, 167-168.
179 Bunlar, Al-i Burhan ailesi idi ki, bunlara bazen Buhara'daki köklü aileden olan Benî Mazze de denirdi. Mâverâünnehir'de Karahanlılar döneminde, bu aileden pek çok meşhur fakihler yetişmiştir.Bunlardan bir kısmını zikredelim: el-İmam Burhaneddin Abdülaziz b. Mazze el-Buhâri, 536/1141 yılında meşhur Katvan savaşında şehit düşen Hüsameddin b. Ömer b. Abdülaziz ve Burhaneddin Abdülaziz b.Ömer..Bk. Avfî, s. 322-333.
180 es-Semânî, el-Ensâb, I, 320-321.
181 es-Süyûtî, s. 45.
182 ed-Dâvûdî, Tabâkâtü'l-Müfessirîn, thk. Muhammed Ömer, Kahire 1972, I, 83-84.
183 Avfî, s. 332.
184 İbn Tagriberdî, en-Nücûmü'z-Zâhira, thk. Fehim Muhammed Şeltut, Kahire ty., V, 204.
185 en-Nesefî, s. 9-10; es-Süyûtî, s. 88; İbnü'l-Imâd, IV, 115.
186 es-Semânî, el-Ensâb, V, 221-222; ez-Zehebî, el-Iber, II, 345-346. Hâherzâde, babasından, Ebu Nasr Ahmed b. Ali el-Hâzımî ve daha başkalarından ders almıştır. Kadı Ebu Sabit Muhammed b. Ahmed el-Buhari’nin kızkrdeşi olduğu için “kızkardeşinin oğlu” anlamında “Hâherzâde” lakabını almıştır. Eserleri arasında “el-Mebsut”, “Şerhu Edebi’l-Kâdı”, “Şerhu Muhtasari’l-Kudûrî”, “el-Fetâvâ” gibi daha pek çok eseri sayabiliriz. Özel, s. 42; Kavakçı, s. 53-55. (Çev.)
187 es-Süyûtî, s. 107.
188 İbnü'l-Imâd, II, 129.
189 Yakut, I, 409.
190 Reşat Genç, Karahanlılar Devri Kültürü, Tarihte Türk Devletleri, Ankara 1987, s. 283.
191 Bk. s. 15, 32, 42.
192 Hicri 5. (M. 11) yüzyılda yaşadı.
193 Muhammed Abdüllatif Herîdî, el-Edebü't-Türkiyyi'l-İslâmî, Riyad 1407, s. 24-25.
194 Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 84.
195 Muhammed Herîdî, Fennü't-Tercümetü'l-Edebiyye, Kahire 1989, s. 52.
196 Keşfü'z-Zünun kitabında bu şekildedir. Ancak onun doğum ve ölüm tarihi bilinmemektedir. Hacı Halife, Keşfü'z-Zünûn an Esâmî'l-Kütüb ve'l-Fünûn, Bağdat ty, I, 808.
197 Muhammed Herîdî, Edeb, s. 26.
198 Kalac Tamkac veya Tafkac Han b. Arslan Muhammed b. Süleyman b. Davud Buğra b. İbrahim Tafkac Han b. Nasr b. Ali b. Abdülkerim Satuk Buğra Han, 550/1155 yılında vefat etti. Ahmed Tevhid,Meskûkâtü İslâmiyye, Şeceratü Nesebi'l-Karahâniyye, s. 27.
199 Avfî, s. 91.
200 en-Nizâmî, s. 144.
BİBLİYOĞRAFYA
I-Temel Kaynaklar
İbnü'l-Esir, Izzüddin Ebu'l-Hasan Ali b. Ebi'l-Kerem Muhammed eş-Şeybânî (öl.630/1232), el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1982.
el-Ezdî, Cemâlüddin Ebu'l-Hasan Ali b. Zâfir (öl. 613/1216), Ahbârü'd-Düveli'l-Munkatıa (Târihu'd-Devleti'l-Abbâsiyye) thk. Muhammed ez-Zehrânî, Medine1408/1988
el-Beyhakî, Ebu'l-Fazl Muhammed b. Hüseyin (öl. 470/988), Târihu Beyhakî, trc.
Yahya el-Haşâb ve Sadık Neş'et, Kahire 1956.
İbnü Tagriberdî, Cemâlüddin Yusuf (öl. 874/1469), en-Nücûmü'z-Zâhira fî Mülûki Mısr ve'l-Kahire, thk. Fehim Şeltut, Kahire ty.
İbnü'l-Cevzî, Ebü'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (öl. 597/1200), el-Muntazam fî Târihi'l-Mülûki ve'l-Ümem, Haydarabad ed-Dakkân 1357.
Hacı Halife, Mustafa b. Abdullah Katib Çelebi (öl. 1067/1656), Keşfü'z-Zünûn an Esâmiyyi'l-Kütübi ve'l-Fünûn, Bağdat ty.
İbn Hacer, Şihâbüddin Ahmed b. Ali (öl. 852/1448), Tehzîbü't-Tehzîb, Kahire 1327.
el-Hüseynî, Sadrüddin b. Ali (öl. 622/1224), Ahbârü'd-Devleti's-Selçûkiyye, Beyrut 1984.
el-Hamevî, Şihâbüddîn Ebu Abdullah Yâkut b. Abdullah el-Hamevî er-Rûmî el-Bağdâdî (öl. 626/1228, Mu'cemü'l-Buldân, Beyrut 1984.
İbn Hurdazbih, Ebu'l-Kasım Ubeydullah (öl. 300/912), el-Mesâlik ve'l-Memâlik, thk. Muhammed Mahzum, Beyrut 1988.
İbn Haldun, Abdurrahman b. Haldun (öl. 808/1406), el-Iber ve Dîvânü'l-Mübtedei ve'l-Haber, Beyrut 1981.
İbn Hallikan, Şemsüddin Ahmed b. Muhammed (öl. 681/1282), Vefeyâtü'l-A'yân ve Enbâü'z-Zemân, , thk. İhsan Abbas, Beyrut ty.
el-Harezmî, Muhammed b. Ahmed b. Yusuf (öl. 387), Mefâtîhü'l-Ulûm, Kahire 1923.
ed-Dâvûdî, el-Hâfız Şemsüddîn Muhammed b. Ali (öl. 945/1538), Tabakâtü'l-Müfessirîn, thk. Ali Muhammed Ömer, Kahire 1972.
ez-Zehebî, el-Hâfız Şemsüddîn Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed et-Türkümânî (öl. 748/1347), Siyerü A'lâmi'n-Nübelâ, thhk. Şuayb el-Arnaût, Beyrut 1993.
......, el-Iber fî Haberi men Ğaber, thk. Muhammed es-Said b. Besyûnî, Beyrut ty.
er-Râvendî, Muhammed b. Ali Süleyman (öl. 603/1206), Râhatü's-Südûr ve Ayetü's-Sürûr fî Târihi'd-Devleti's-Selçûkiyye, trc. İbrahim eş-Şevâribî vd., Kahire 1960.
es-Semânî, Ebu Sa'd Abdülkerim b. Muhammed et-Temîmî (öl. 562/1166), el-Ensâb,Haydarabad 1382.
es-Süyûtî, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebi Bekir Muhammed (öl. 911/1505),
Tabakâtü'l-Müfessirîn, thk. Ali Muhammed Ömer, Kahire 1976.
es-Sâbî, Ebu'l-Hüseyin Hilâl b. el-Muhsin (öl. 448/1056), Târihu's-Sâbî,Miskeveyh'in kitabına ilişik, Kahire 1919.
et-Taberî, Ebu Ca'fer Muhammed b. Cerîr (öl. 310/922), Târîhu'l-Ümem ve'l-Mülûk,Beyrut 1988.
İbnü'l-Ibrî, Ebu'l-Ferec Gregerious Cemâlüddin b. eş-Şemmâs el-Malatî (öl.683/1286), Târihu'z-Zemân, trc. İshak Ermile, Beyrut 1986.
......, Târihu Muhtasaru'd-Düveli, Beyrut 1958
el-Utbî, Ebu Nasr Muhammed b. Abdülcebbâr (öl. 427/1036), Târihu Yemînî, Lahor 1882.
İbnü'l-Imâd el-Hanbelî, Ebu'l-Ferec Abdülhayy b. Ali (öl. 1089/1678), Şezerâtü'z-Zeheb fî Ahbârri men Zeheb, by ty.
İbnü'l-Imrânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed (öl. 580/1185), el-İnbâü fî Târihi'l-Hulefâi thk. Kasım es-Sâmirâî, Riyad 1982.
Ebu'l-Fidâ, Imâdüddin İsmail b. Ali (öl.732/1331), Takvîmü'l-Büldân, Paris 1840.
......, el-Muhtasaru fî Ahbâri'l-Beşer, Mısır ty.
el-Kazvînî, Zekeriyya b. Muhammed b. Mahmud (öl. 682/1283), Asârü'l-Bilâd ve Ahbâri'l-Ibâd, Beyrut ty.
İbn Kalansî, Ebu Ya'lâ Hamza (öl. 555/1160), Zeylü Târihi Dımaşk, Beyrut 1908.
İbn Kesir, Ebu(l-Fidâ el-Hâfız İsmail b. Ömer ed-Oımaşkî (öl. 774/1372), el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut 1985.
Mahmud Avnî (öl. 630/1231), Lübâbü'l-Elbâb, nşr ve thk. Edward Fanr, Leiden 1906.
Mahmud el-Kaşgarî, Dîvânü Lüğati't-Türk, İstanbul 1333.
Miskeveyh, Ebu Ali Ahmed b. Muhammed (öl. 421/1030), Tecârübü'l-Ümem ve Teâgubü'l-Hümem, Mısır 1915.
Müellifi Mechul, el-Uyûn ve'l-Hadâik fî Ahbâri'l-Hakâik, thk. Nebile Abdülmünim,Bağdat 1972.
Müneccim Paşa, Ahmed b. İsa b. Lütfullah (öl. 1113/1702), Müneccim Paşa Tarihi (Türkçe Yazma) Riyad, Câmiatü'l-Melik Suûd, No. 344.
en-Nerşahî, Ebu Bekir Muhammed b. Ca'fer (öl. 348/959), Târîhu Buhârâ, trc. ve thk. Emin Bedevî vd., Mısır 1965. Ebu Nasr Ahmed el-Kabavî'nin Târihu Buhârâ adlı kitabına ilişiktir.
en-Nesefî, Necmüddin Ömer b. Muhammed b. Ahmed (öl. 537/1142), el-Gınd fî Zikri Ulemâi Semerkand, Muhammed el-Faryâbî tarafından gözden geçirilmiştir, Riyad 1991.
Nizâmülmülk, Ebu Ali el-Hüseyin b. Ali et-Tûsî (öl. 485/1092), Siyasetname, trc.
Yusuf Hüseyin Bekkâr, Dûha, Katar 1987.
en-Nizâmi el-Arûzî es-Semerkandî (öl. 552/1157), Cehâr Makâle, trc. Abdülvehhâb Azzam vd., Kahire 1939.
II-Mürâcat Kaynakları:
Ahmed Tevhid, Meskûkâtü Kadîmeti İslâmiyye Kataloğu, Kostantiniyye 1321.
Arnold Thomas, ed-Da'vetü İle'l-İslâm, trc. Hasan İbrahim vd., Mısır 1970.
Barthold, Târîhu't-Türk fî Asya'l-Vustâ, trc. Ahmed es-Said Süleyman, Mısır ty.
........, Türkistan mine'l-Fethi'l-Arabiyyi İlê'l-Ğazvi ve'l-Moğol, trc. Salahüddin
Osman Haşim, Kuveyt 1981.
......., Türkiyyât, İstanbul 1925.
Süreyya Muhammed Ali, el-Ğûriyyûn, by 1989.
S. Laen Poole, ed-Düvelü'l-İslâmiyye, Türkçe'den çev. Muhammed Sabîhî, Dımaşk 1973.
es-Seyyid Abdülmü'min es-Seyyid Ekrem, Ezvâü alâ Târihi Tûrân, Mekke ty.
Abdülaziz Cengizhan, Türkistan Kalbi Asya, Türkistan 1945.
Famburî Ermenis, Târihu Buhârâ, trc. Ahmed es-Sâdâtî, Kahire 1987.
Carl Brockelman, Târihu'ş-Şuubü'l-İslâmiyye, trc. Nebih Emin vd., Beyrut 1988.
Lesteren Key, Büldânü'l-Hilâfeti'ş-Şarkiyyi, trc., Beşir Fernis vd., Beyrut 1985.
Muhammed Hüseyin, el-Hadâratü'l-İslâmiyye fî Bağdat, Beyrut 1984.
Muhammed Abdüllatif Herîdî, el-Edebü't-Türkîyyi'l-İslâmî, Riyad 1407.
........, Fennü't-Tercemeti'l-Edebiyye, Kahire 1989.
Muhammed Osman el-Haşeb, Hareketü'l-Haşâşiyyîn, Kahire 1988.
Mahmud Şakir, Türkistan, Beyrut ty.
III-Yabancı Kaynaklar:
Bosworth, Kara Khitai Encyclopaedia of Islam, IV.
........., The Ghacnavids (Beirut).
E. Bretschneider, M. D., Mediaveal Reseaches, I, London.
Islam Ansiklopedisi (Kara-Hablilar), VI, İstanbul 1967.
Reşat Genç, Karahanlılar Devri Kültürü, Tarihte Türk Devletleri, Ankara 1987.
Skrine ve Ross, The Heart of Asia, New York 1973.
Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Karihine Giriş, İstanbul 1981.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder