Bu sebeple, iki hükümet arasındaki dostluk ve yardımlaşma köprüsü sür'atle tesis edildi.
Yunanistan'ın ve bilhassa İngiltere'nin İstanbul ve Anadolu'daki yayılmacı politikalarını kendi varlığı için son derece tehlikeli bulan Sovyet Rusya, Millî Mücadelenin en zor ve en kritik aşamasında (Eylül 1920–23) Türkiye'ye yüklü miktarda para ve silâh yardımında bulundu.
Yapılan bu yardımların karşılığında, Rusya'nın da Ankara hükümetinden bazı talepleri oldu. Bunlardan bir tanesi, 10 Eylül 1920'de Bakü'de kurulan Türkiye Komünist Partisi merkezinin Ankara'ya taşınması ve bu partinin Türkiye'de rahatça faaliyet göstermesiydi.
Rusya'nın bu talebi 17 Ekim 1920 tarihli Meclis gizli oturumunda görüşüldü ve kabul edildi.
Ertesi gün, hemen bütün ekâbirlerin tolerans gösterdiği, hatta bir kısmının kurucu üye sıfatıyla dahil olduğu TKP kurulmuş oldu. (Resmî kuruluş tarihinin 7 Aralık olduğuna dair kayıtlar da var.)
Millî Mücadele hareketine her türlü desteği vereceğini vadeden bu partinin ömrü, çıkan dahilî ihtilâf ve çalkantılar sebebiyle ancak üç ay kadar sürebildi.
Komünist Parti, yeni Türkiye'de resmen kurulmuş ve kısa müddet sonra da kapanmıştı. Fakat, istilâcı ve ifsat edici komünistlik (bolşeviklik) anlayışı, Türkiye'deki varlığını illegal yoldan daha da şiddetlendirerek yayılmaya devam etti.
Şimdi, bu hadisenin yakın tarihteki seyrine kısaca bakmaya çalışalım.
Yunanistan'ın ve bilhassa İngiltere'nin İstanbul ve Anadolu'daki yayılmacı politikalarını kendi varlığı için son derece tehlikeli bulan Sovyet Rusya, Millî Mücadelenin en zor ve en kritik aşamasında (Eylül 1920–23) Türkiye'ye yüklü miktarda para ve silâh yardımında bulundu.
Yapılan bu yardımların karşılığında, Rusya'nın da Ankara hükümetinden bazı talepleri oldu. Bunlardan bir tanesi, 10 Eylül 1920'de Bakü'de kurulan Türkiye Komünist Partisi merkezinin Ankara'ya taşınması ve bu partinin Türkiye'de rahatça faaliyet göstermesiydi.
Rusya'nın bu talebi 17 Ekim 1920 tarihli Meclis gizli oturumunda görüşüldü ve kabul edildi.
Ertesi gün, hemen bütün ekâbirlerin tolerans gösterdiği, hatta bir kısmının kurucu üye sıfatıyla dahil olduğu TKP kurulmuş oldu. (Resmî kuruluş tarihinin 7 Aralık olduğuna dair kayıtlar da var.)
Millî Mücadele hareketine her türlü desteği vereceğini vadeden bu partinin ömrü, çıkan dahilî ihtilâf ve çalkantılar sebebiyle ancak üç ay kadar sürebildi.
Komünist Parti, yeni Türkiye'de resmen kurulmuş ve kısa müddet sonra da kapanmıştı. Fakat, istilâcı ve ifsat edici komünistlik (bolşeviklik) anlayışı, Türkiye'deki varlığını illegal yoldan daha da şiddetlendirerek yayılmaya devam etti.
Şimdi, bu hadisenin yakın tarihteki seyrine kısaca bakmaya çalışalım.
Başka isimler altında Komünist Partisi
Hemen her fikirden parti kurmanın serbest olduğu 1920'ler Türkiye'sinde "Türkiye Halk İştirakiyyûn" ismiyle yeni bir parti kuruldu.
İştirakiyyûn, yani sosyalizmi savunur görünen bu yeni partinin mensupları, aslında komünist fikirli kimselerdi.
Ne var ki, "komünist" tâbirini parti ismine dahil edemiyorlardı.
Zira bu tâbir, kamuoyu nazarında dinsizlik ve bolşeviklik ile eşanlamlı telâkki ediliyordu.
Bundan çekindikleri için, açıktan "Komünist Parti" diyemiyor, siyasî faaliyetlerini başka isimler altında yürütüyorlardı...
Aynı durumun, daha sonraki dönemler için de geçerli olduğunu görmekteyiz.
Meselâ, 1960'tan sonraki dönemde, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ismi tercih edildi.
Açıktan Türkiye Komünist Partisi isminin kullanılması ise 1987 yılından sonradır. (Hareketin bu tarihten sonraki lider kadrosu içinde, aynı dâvâdan sâbıkalı olan Haydar Kutlu ve Nihat Sargın ismi yer aldı.)
Denize atıldılar
İştirakiyyûn, yani sosyalizmi savunur görünen bu yeni partinin mensupları, aslında komünist fikirli kimselerdi.
Ne var ki, "komünist" tâbirini parti ismine dahil edemiyorlardı.
Zira bu tâbir, kamuoyu nazarında dinsizlik ve bolşeviklik ile eşanlamlı telâkki ediliyordu.
Bundan çekindikleri için, açıktan "Komünist Parti" diyemiyor, siyasî faaliyetlerini başka isimler altında yürütüyorlardı...
Aynı durumun, daha sonraki dönemler için de geçerli olduğunu görmekteyiz.
Meselâ, 1960'tan sonraki dönemde, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ismi tercih edildi.
Açıktan Türkiye Komünist Partisi isminin kullanılması ise 1987 yılından sonradır. (Hareketin bu tarihten sonraki lider kadrosu içinde, aynı dâvâdan sâbıkalı olan Haydar Kutlu ve Nihat Sargın ismi yer aldı.)
Denize atıldılar
1920 yılı Temmuz ayı başlarında önce gizli, 7 Aralık'ta ise resmî ve alenî olarak teşkil edilen bu siyasî hareketin başında, "ilk komünist Türk siyasetçi" ünvanı ile şöhret bulan Mustafa Suphi vardı.
Muhalif olduğu için İttihatçılar tarafından Sinop'a sürgün edilen burada Rusya'ya kaçan M. Suphi, 1917'deki Bolşevik İhtilâline de yakından şahit olmuş bir şahsiyettir.
Soyvet (Komünist) Rusya ile doğrudan irtibatlı olan Suphi ile 15 kadar yoldaşı, bu tarihten kısa bir süre sonra, yani 28–29 Ocak 1921'de Trabzon'dan Rusya'ya (ya da Bakü'ye) gitmeye çalışırlarken, bir gemide boğdurulmak sûretiyle öldürüldü.
Öldürülme sebebi tam olarak bilinemiyor. Bu işi yapanlar belliydi; fakat, acaba bu müthiş plânın sahibi kimdi?
Şimdiye kadar tahminlere dayalı olarak ortaya bir çok isim atıldı:
Karabekir Paşa, Enver Paşa, Topal Osman, Stalin, vs...
Ne var ki, hadisenin kim/kimler tarafından planlandığı ve bu adamların niçin ortadan kaldırılmak istendiği hususu, bir türlü açıklık kazanmadı.
Ancak, alacakaranlıkta kalan bu hadisenin kısmen de olsa aydınlatılabilmesi için, şöyle tutarlı bir mantığın yürütülebilmesi mümkün:
Stalin, o dönemde kendi ülkesindeki yeni durumla meşguldür. Enver Paşa, zaten yurt dışında sürgün hayatı yaşıyor. Dolayısıyla, hariçte bulunan kimselerin böyle bir emir ve organizasyonun sahibi olmasına pek ihtimal verilemez.
Buna mukabil, eski İttihatçılara muhalif ve muarız olarak bilinen Suphi ve arkadaşlarının öldürülme emrinin Türkiye'nin içinden verildiği ihtimali kuvvet kazanıyor.
Yani, bu işi "tekelci" bir anlayışın sahip ve mimarlarının yaptırmış olabileceği ihtimali çok daha yüksektir. Bunlar, kendilerine rakip olacak hiçbir varlığa, hiçbir unsura, hatta hiçbir şahsa asla tahammül edemiyor. (Tıpkı, 1925'te TCF tecrübesinde ve 1926'daki İzmir Sûikastı hadisesinde olduğu gibi.)
Nitekim, aynı anlayışın en popüler isimlerinden olan eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, yıllar sonra yakalatıp karşısına çıkarttığı komünist gençleri azarlayarak şöyle diyecektir: "Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz? Eğer bu memlekete komünizm lâzımsa, onu da biz getiririz!"
Evet, bu nokta–i nazardan hareketle, hadisenin üzerindeki sis perdesini bir nebze de olsa aralamak imkân dahiline girebilir.
Nasıl ki, 1940'lı yıllarda işlenen "Ankara cinayeti" hadisesi, yine vali Tandoğan'ın üzerini örttüğü sır perdesinin yırtılmasıyla aydınlığa kavuşturulduysa, 90 yıl önceki hadisenin vüzûha kavuşması da, yine benzer bir yöntemin takip edilmesiyle mümkün olabilir.
Muhalif olduğu için İttihatçılar tarafından Sinop'a sürgün edilen burada Rusya'ya kaçan M. Suphi, 1917'deki Bolşevik İhtilâline de yakından şahit olmuş bir şahsiyettir.
Soyvet (Komünist) Rusya ile doğrudan irtibatlı olan Suphi ile 15 kadar yoldaşı, bu tarihten kısa bir süre sonra, yani 28–29 Ocak 1921'de Trabzon'dan Rusya'ya (ya da Bakü'ye) gitmeye çalışırlarken, bir gemide boğdurulmak sûretiyle öldürüldü.
Öldürülme sebebi tam olarak bilinemiyor. Bu işi yapanlar belliydi; fakat, acaba bu müthiş plânın sahibi kimdi?
Şimdiye kadar tahminlere dayalı olarak ortaya bir çok isim atıldı:
Karabekir Paşa, Enver Paşa, Topal Osman, Stalin, vs...
Ne var ki, hadisenin kim/kimler tarafından planlandığı ve bu adamların niçin ortadan kaldırılmak istendiği hususu, bir türlü açıklık kazanmadı.
Ancak, alacakaranlıkta kalan bu hadisenin kısmen de olsa aydınlatılabilmesi için, şöyle tutarlı bir mantığın yürütülebilmesi mümkün:
Stalin, o dönemde kendi ülkesindeki yeni durumla meşguldür. Enver Paşa, zaten yurt dışında sürgün hayatı yaşıyor. Dolayısıyla, hariçte bulunan kimselerin böyle bir emir ve organizasyonun sahibi olmasına pek ihtimal verilemez.
Buna mukabil, eski İttihatçılara muhalif ve muarız olarak bilinen Suphi ve arkadaşlarının öldürülme emrinin Türkiye'nin içinden verildiği ihtimali kuvvet kazanıyor.
Yani, bu işi "tekelci" bir anlayışın sahip ve mimarlarının yaptırmış olabileceği ihtimali çok daha yüksektir. Bunlar, kendilerine rakip olacak hiçbir varlığa, hiçbir unsura, hatta hiçbir şahsa asla tahammül edemiyor. (Tıpkı, 1925'te TCF tecrübesinde ve 1926'daki İzmir Sûikastı hadisesinde olduğu gibi.)
Nitekim, aynı anlayışın en popüler isimlerinden olan eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, yıllar sonra yakalatıp karşısına çıkarttığı komünist gençleri azarlayarak şöyle diyecektir: "Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz? Eğer bu memlekete komünizm lâzımsa, onu da biz getiririz!"
Evet, bu nokta–i nazardan hareketle, hadisenin üzerindeki sis perdesini bir nebze de olsa aralamak imkân dahiline girebilir.
Nasıl ki, 1940'lı yıllarda işlenen "Ankara cinayeti" hadisesi, yine vali Tandoğan'ın üzerini örttüğü sır perdesinin yırtılmasıyla aydınlığa kavuşturulduysa, 90 yıl önceki hadisenin vüzûha kavuşması da, yine benzer bir yöntemin takip edilmesiyle mümkün olabilir.
Ek bilgilerTrabzon'daki kayıkçıların kâhyası olan Kâhya Yahya ve adamları, M. Suphi liderliğindeki komünist grubu yakın takibe aldılar. Onlara Karadeniz sâhili açıklarında ulaştılar. Gemiye çıkıp Suphi ve 14 arkadaşına saldırdılar. Hepsini denize atmak sûretiyle boğdular.
15 kişilik komünist kadroyu denizde boğduran Kâhya Yahya ve adamları, daha sonraları Çankaya Özel Muhafız Alayı Komutanı da olan Topal Osman'ın adamları tarafından vurularak ortadan kaldırıldılar. (Etme–bulma dünyası!)
Bu yönüyle tecrübeli ve sâbıkalı olan Giresunlu Topal Osman, 1923 Mart'ında ise, bir başka hemşehrisi Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyi bu kez urganla boğarak katletti. (Suphi Bey de 1883 Giresun doğumluydu.)
Son cinayeti açığa çıkan Topal Osman ise, yine gàyet meçhûl bir niyetin eseri olarak, vurulup öldürülmekle kalmadı, ayrıca kafası gövdesinden kesilmek sûretiyle ayrıldı ki, cinayet(ler)in perde gerisi tamamıyla karanlıkta kalsın.
Öyle anlaşılıyor ki, birileri saf, cesur ve gözüpek bir çete reisi olan Topal Osman ve emsâllerini muhtemel rakiplerine karşı gàyet ustalıklı bir şekilde kullanmış. Sonra da onun işini bitirerek, cinayetlerin izini sürmeyi imkânsız hale getirmeyi başarmış.
15 kişilik komünist kadroyu denizde boğduran Kâhya Yahya ve adamları, daha sonraları Çankaya Özel Muhafız Alayı Komutanı da olan Topal Osman'ın adamları tarafından vurularak ortadan kaldırıldılar. (Etme–bulma dünyası!)
Bu yönüyle tecrübeli ve sâbıkalı olan Giresunlu Topal Osman, 1923 Mart'ında ise, bir başka hemşehrisi Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyi bu kez urganla boğarak katletti. (Suphi Bey de 1883 Giresun doğumluydu.)
Son cinayeti açığa çıkan Topal Osman ise, yine gàyet meçhûl bir niyetin eseri olarak, vurulup öldürülmekle kalmadı, ayrıca kafası gövdesinden kesilmek sûretiyle ayrıldı ki, cinayet(ler)in perde gerisi tamamıyla karanlıkta kalsın.
Öyle anlaşılıyor ki, birileri saf, cesur ve gözüpek bir çete reisi olan Topal Osman ve emsâllerini muhtemel rakiplerine karşı gàyet ustalıklı bir şekilde kullanmış. Sonra da onun işini bitirerek, cinayetlerin izini sürmeyi imkânsız hale getirmeyi başarmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder