Gizlilik perdesi kaldırılan İngiliz dışişlerine ait yazışmalar arasında yer alan Türkiye ile ilgili belgeler de basına yansımaya başladı. Bu belgelerden biri, 14 Mart 1980'de İngiltere'nin Türkiye Büyükelçiliği'nde MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak ile yapılan bir görüşmeyi içeriyor.
Bu belgeyi kaleme alan İngiliz Büyükelçisi'ne göre Sazak, dünya siyasetinin lideri olan İngiltere'yle özel ilişki kurmak istediklerini belirtmiş.
Her belge gerçekle yüzde yüz örtüşmeyeceği için 'iddia' demeyi tercih ediyorum.
Bu görüşmeden iki buçuk ay kadar sonra, illegal sol bir örgütün militanları tarafından uğradığı bir suikast sonucunda yaşamını yitiren Gün Sazak, İngiliz Büyükelçisi'ne Amerika'nın, CIA'nın Türkiye'deki solcuları, bilhassa Maocuları finanse ettiğinden yakınmış.
Gün Sazak, artan terör eylemlerinin bir darbeye, komünist bir darbeye zemin hazırladığını da dikkat çekmiş.
İngiliz Büyükelçisi, MHP'yle özel bir ilişki içerisine giremeyeceklerini, bütün görüşlerdeki siyasi parti liderleriyle doğal bir kontak sürdürmeye ilgi duyduklarını söylemiş.
İngiliz Büyükelçisi bu görüşmeyi Londra'daki Dışişleri'ne şöyle aktarmış:
“Türkiye'yi gerçekten desteklediğimizi; ama özel olarak hiçbir partiyi kesinlikle “desteklemeyi” (Anlamı ne olursa olsun) düşünmediğimizi söyledim. Bir yere kadar, Türkiye'nin iç işlerine dair fikirlerimiz var, kendi geleneklerimiz merkezi bir consensusu desteklememizi ve aşırı renklerin hepsinden uzak durmamız gerektiğini gösteriyor.”
Anlaşılan o ki, İngilizler 'komünist darbe' tehlikesine aldırış bile etmemişler.
Kimin darbe yapacağını zaten biliyorlardı, neden aldırış etsinler ki!
İngiliz Büyükelçisi, Sazak'ın CIA'nın kimi sol grupları desteklediğine ilişkin iddialarını yorumlarken, “Ben duygularının incindiği izlenimine kapıldım. Çünkü Maocular ondan daha çok kokteyl davetiyesi almıştı” diyor.
AMERİKA MAOCULARI DESTEKLEDİ Mİ?
Amerika'nın Maocu grupları desteklemesi bir şehir efsanesi değil, gerçek payı var bu iddialarda.
Sovyet Rusya'ya karşı olan sol gruplara Amerika'nın öteden beri özel ilgi gösterdiği biliniyor.
Washington ve Londra, Moskova'nın dünya komünistleri üzerindeki etkisini zayıflatmak için hem “Komünist olmayan Sol”u, hem de Komünist Sol'un Moskova'dan hazzetmeyen çevrelerini örtülü şekilde desteklemişlerdi.
Gün Sazak'ın anlamadığı, esasında İngilizlerin de Amerikalılarla birlikte daha 1930'lardan beri bu işin içinde olduklarıydı.
Yani, Sazak farkında olarak ya da olmayarak arı kovanına çomak sokmuş.
TROÇKİ'Yİ TRUVA ATI YAPMAK İSTEDİLER
Birinci dünya savaşı sonrasında Avrupa'da komünist akımlar neredeyse devrim eşiğindeydiler.
Ne ki beklenen devrimler gerçekleşmedi, pek çok komünist hareket şiddet kullanılarak güç bela tasfiye edilmişti.
Yine de ideolojik, siyasi ve mali desteğini Moskova'dan alan Komünist akımlar Avrupa için bir tehdit oluşturmaya devam ettiler. Bu yüzden Rusya'daki Komünist devrimin en etkili teorisyenlerinden ve liderlerinden Troçki'nin Stalin'le ters düşerek ülke dışına çıkması, kapitalizmin merkez ülkeleri olan İngiltere ve Amerika için sevindirici bulunmuştu.
Troçki, Rusya'dan ayrıldıktan sonra ilk sürgün yeri İstanbul, Büyükada idi. Troçki 1929-1933 yılları arasında Türkiye'de yaşadı.
Stalin'in hışmını üzerine çekmek istemeyen Batı Avrupa hükümetleri Troçki'ye kapılarını açmadılar.
Troçki, önce Norveç'e, oradan da Meksika'ya gitti ve 1940'da Stalin rejimi tarafından kiralanan bir katil tarafından öldürüldü.
Stalin'in “Tek ülkede (Sovyet Rusya) Sosyalizm” teorisine karşılık Troçki “sürekli devrim” ve “dünya devrimi” tezini savunuyordu.
Aslında Troçki'nin tezleri uluslar arası kapitalizm için Stalin'den daha tehdit edici unsurlar taşıyor olsa da, Troçki'nin elinin altında ne ordusu, ne ülkesi, ne de parası vardı.
Tek başına bir adamdı, kaleminden ve beyninden başkaca bir sermayesi yoktu.
Lakin Stalin'in tezlerinin etkisizleştirilmesi ve Moskova'nın ideolojik egemenliğinin zayıflatılması bakımından Troçki bir önem arzediyordu.
Bu yıllarda henüz Mao, dünya sahnesindeki yerini almamıştır.
İngilizlerin ve Amerikalıların Sovyetler Birliği'ne karşı kullanabilecekleri “Truva atı” olarak ellerinde sadece Troçki ve Troçkistler vardı.
Troçki'yi kullanamadılar ama onun ölümünden sonra Troçkist aydınlar Amerika ve İngilizler için hayli yararlı işler gördüler.
Amerikan muhafazakarlığının (neo-con'lar) düşünce temellerinde davadan dönmüş eski Troçkist aydınların büyük payı vardır.
TROÇKİ YETMEZSE MAO VERELİM
Öte yandan 1949'da Çin Halk Cumhuriyeti'ni kuran Mao'nun 1950'lerin sonlarında Moskova ile ters düşerek dünya komünistleri için ayrı bir kutup ve ayrı bir merkez haline gelmesi de cabası oldu.
Çin Komünist Partisi'nin Moskova'yı baş düşman ilan etmesi Amerika'nın temsil ettiği kapitalist blok için yararlı olmuştu.
Hiç olmazsa, Moskova'nın Güney Asya'da yayılmasını zorlaştırıcı bir unsur olmuştu Çin.
Her neyse işte, mevzumuz stratejik analizler yapmak değil.
Mevzu, ABD ve İngiltere'nin önce Troçkist'leri, sonra da Maocuları Moskova'ya karşı bir manivela olarak kullanma çabalarıdır. Öte yandan dünya komünistleri içerisinde fraksiyonlar yaratmak da bir başka yüzü madalyonun. Troçkistlik bitmiş, Maoculuk başlamıştı.
BAŞKAN MAO, NİXON'LA EL SIKIŞIR MI?
Türkiye'de de Maoculuk, 1960'ların sonlarında zuhur etmiştir.
Hatırlatalım, Amerikan Başkanı Richard Nixon ile Başkan Mao Pekin'de el sıkıştıkları sırada, 12 Mart 1971'deki askeri darbe nedeniyle içeri düşen saf Maocular ve devrimcilerden şok geçirenler olmuştur.
Bu bir ihanetti, dünya devrimini yok etmek isteyen Amerika'nın başkanı ile devrimcilerin Başkan Mao'su nasıl el sıkışabilirlerdi?
Türkiye'nin bağnaz Maocuları Amerika ve onun müttefikleriyle fiili ittifak içerisinde olan Çin Komünist Partisi'nden ve Mao'nun fikirlerinden ilham almaya devam etmekte ısrarcıydılar.
Doğrusu, Türkiyeli Maocular, Moskova yanlısı sol örgütler aleyhinde etkili bir mücadele yürüttüler. Baş düşman Sovyet Rusya'ya karşı kah NATO'yu savundular, kah Batı Avrupa'yla dostane ilişkileri savundular. Maocular, Sovyet Rusya'ya karşı teyakkuz halinde oldular hep. Müesses Nizam'ın muhafaza edilmesi bakımından çok yararlı hizmetler ettiler.
Hatta, “12 Eylül” öncesinde, “Aydınlık” gazetesinde dönemin Genelkurmay Başkanı General Kenan Evren'den demeçler bile patlattılar.
1980'lerin başında Çin Komünist Partisi'nin Batı'ya açılma girişimi Türkiye'deki Maocuları bozguna uğrattı.
Bir de baktık ki Maoculuk bitmiş.
Zaten 12 Eylül darbesi de Türkiye'nin Marksist Solu'nu dümdüz etmişti.
Tehlike geçmişti.
Türkiye'li Maocular için baş düşman Moskova'ydı!
Bir anti-komünist siyasetçi, soğuk savaş döneminde Amerika'dan ve NATO'dan yana bir tavır sergilediğinde bunun haber değeri yoktur. Ülkeleri Batı Bloku'nda yer almışlardır. Dolayısıyla bu ittifakın siyasi ve askeri kurumlarının hem içinde yer almışlar, hem de bu kurumların savunucuları olmuşlardır.
Ama bir komünist, bir sosyalist Amerikancı, İngilizci, NATO'cu olduğunda bu sıra dışı bir iştir ve elbette haber değeri taşır.
Türkiye 1952'de NATO'ya girmiştir. Türkiye soğuk savaş döneminde Amerika'nın uluslar arası politikasına kendi dış politikasını monte etmiştir. Türkiye'nin angajmanı Batı'dan yanadır.
Sovyetler Birliği'nin temsil ettiği Komünist düşünce 1920'lerden itibaren, illegal olarak Türkiye Komünist Partisi biçiminde 1990'ların başlarına kadar hep olmuştur. Maoculuğun Türkiye'ye girmesi ise 1960'ların sonlarına doğrudur.
Maoculuk, Doğu Perinçek tarafından 1960'ların sonlarında Türk soluna angaje edilmiştir.
Doğu Perinçek, Mihri Belli çizgisinden koptuktan sonra “Proleter Devrimci Aydınlık” grubunu kurdu.
Sonra da illegal “Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi”ni kurdu.
Perinçek ve arkadaşları 12 Mart döneminde açılan TİİKP davası'ndan yargılandılar.
İlginçtir, TİİKP'in bazı üyeleri 12 Mart döneminde yapılan bir operasyonda Robert Kolej'de öğretmenlik yapan İngiliz asıllı Charles Sumner-Boyd'un evinde yakalanmışlardı.
Daha da ilginci, İngiliz gizli servisine hizmet ettiği öne sürülen Boyd, 1937 ila 1940 yılları arasında “İngiliz Troçki'yi Savunma Komitesi Sekreterliği” yapmış.
1940'da İstanbul'a gelen Sumner 35 yıl Robert Kolej'de hocalık etmiş.
Troçkistler ve Maocular Robert Kolej'de çakışmışlar işte, ne tesadüf ama.
Her neyse işte, Türk Maoculuğu siyasi yansımasını, Perinçek'in 1978'de kurduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi'nde buldu.
İdeolojik çizgi “Aydınlık” dergisi ve gazetesi aracılığıyla sürdürüldü.
Çin Komünist Partisi, Sovyetler Birliği'ni baş düşman ilan edince, Türkiye'deki Maocular da aynı yolu izlediler.
Öyle ki Aydınlık grubu diğer sol gruplarlarla olumlu ilişkiler kurmayı “Sovyetler Birliği ile çelişmek” koşuluna bağladılar. Bu koşulu reddeden sol örgütler Maocuların gözünde “Sosyal emperyalizmin (Sovyet Rusya) beşinci Kolu” ve “halk düşmanları” idi.
Tabii, Moskova, hem Türkiye, hem de dünya için Amerika'dan daha tehlikeli bir düşmandı.
Doğu Perinçek grubu, diğer sol örgütler tarafından “Pekin'ciler” olarak nitelendiler 1970'lerde..
TİKP'liler, Sovyetler Birliği'ni baş düşman ilan etmemekle kalmamışlar, devletin merkez partileri ve güçleriyle ittifakı da savundular.
“ Aydınlık” gazetesinin merkez sağ partiyi (Adalet Partisi) destekleyen bir gazete patronunun matbaasında, hem de ücretsiz olarak basıldığı iddiaları sol çevrelerce eleştiri konusu edilmişti.
Maocular Sovyet tehdidine karşı NATO'yu savunmak gibi bir pozisyona da düştüler.
“Güler yüzlü sosyalist” olarak nitelenen Mehmet Ali Aybar'ın liderliğini yaptığı Türkiye İşçi Partisi'nin bile gerisine düştüler.
Aybar'lı TİP 1960'ların sonlarında Meclis'te anti-Amerikancı çizgiyi temsil ediyordu ve Amerikan üslerinin kapatılması yönünde kampanyalar da açmıştı.
Zaten Doğu Perinçek grubu da TİP içinde Aybar karşıtı muhalefetin odağı durumundaki “Mihri Belli Kliği”nden türemişti.
Avrupa'daki ABD füze kalkanını bile savunmuşlar!
“12 Eylül” darbesi Türkiye İşçi Köylü Partisi'ni ve “Aydınlık” gazetesini kapatmıştı. Başta Doğu Perinçek olmak üzere parti yöneticileri askeri mahkemelerde yargılanmıştı. Perinçek, TİKP davasındaki sorgusunda, dış tehdide (Sovyet Rusya) karşı devleti ve orduyu savunduklarını vurgulamıştır.
Sorgusunda Perinçek NATO hakkında bakın ne demiş:
“Türkiye İşçi Köylü Partisi yurdumuzun savunulması konusunda o kadar ciddi ve sorumlu bir tutum almıştır ki, NATO'nun geçmiş dönemdeki niteliğinden doğan yargıların dahi üstünde düşünerek, Sovetler Birliği'ne teslimiyet yönünde bir NATO'dan ayrılışa karşı çıkmış, NATO'nun Moskova tehdidi karşısında yarattığı ağırlığı tespit etmiş, Sovyetler Birliği'nin yayılmasını gemleyen her güce önem vermiştir.”
Perinçek, NATO'nun değişen dünya durumu nedeniyle Sovyet tehdidine karşı bir savunma örgütü niteliğini kazandığını belirterek, Türkiye'nin NATO'dan ayrılması için kampanya yürütenlerin ülkenin bağımsızlığına hizmet etmediklerini söylemiştir. Yanı sıra Perinçek, Türkiyenin en can alıcı sorununun, milli savunma'yı güçlendirmek ve saldırgan'a karşı direnmeye hazır olması gerektiğini “12 Eylül” öncesinde sık sık dile getirdiklerini de aktarmıştı.
Tabii, bu saldırgan, Sovyet Rusya'ydı.
Perinçek, yalnız Türk Silahlı kuvetlerinin değil, Batı Avrupa ordusunun da bu saldırgana karşı güçlendirilmesinden yana olduklarını da ifade etmiştir.
Mart 1980'de, yani Gün Sazak'ın İngiliz Büyükelçisiyle görüşme yaptığı günlerde TİKP Kongresi'nde şöyle konuşmuş Perinçek:
“Avrupa'ya gelince: Avrupa'da da uyanış başlamıştır. NATO, SS-20 füzeleriyle üstünlük sağlamış olan Rusya'ya karşı tekrar dengeyi kurmak için orta menzilli füzeler yerleştirmeyi Aralık ayında kararlaştırdı. Avrupa ülkeleri direnmeci bir tutumun içine girmişlerdir.”
Perinçek sorgusunda 'Amerikancı' bir yayın olarak nitelenen “Yeni Forum” dergisi'nin Aydınlık gazetesi hakkında 1981'de yaptığı bir yorumu da aktarmıştı:
Yeni Forum dergisinin yorumu şöyleydi:
“Halbuki Aydınlık gazetesinin bir süre önce bir yayınında (…) sol terörün çok önemli ortak yönleri ve hedefleri bulunduğu belirtilmişti. Bu hedefin Türkiye'deki demokratik sistemi yıkmak, Sovyetlerin yardımıyla Türkiye'de Sovyet modeli (…) bir düzen kurmak, Türkiye'nin devlet ve toprak bütünlüğünü parçalamak olduğunu 'Aydınlık' gazetesi, fraksiyonların çıkardığı dergiler ve yayınlarından yararlanarak anlatmış, Türk kamuoyunu uyarmaya çalışmıştır.”
Aynı sorguda Perinçek, TİKP'in Moskova'nın yıkıcı faaliyetlerini açığa çıkarma ve kamuoyunu aydınlatma çabalarının övgüyle karşılandığını, bu konuda bazı bakanların kendilerinden yardım istediklerini belirterek, “Moskova'nın yıkıcı faaliyetlerini açığa çıkarmak suç mu” diye sormuştu.
Falan, filan.
Perinçek ve arkadaşları 1980'lerin sonlarında 12 Eylül öncesindeki tezlerinin –özellikle Sovyetler Birliği'ni Türkiye için baş düşman ilan eden yaklaşımlarının– yanlışlığını itiraf ettiler.
Geçmiş olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder