ABD’nin “Ilımlı İslam” projesi İslamsız Dünya planının ikinci adımıdır.(1)
Güç sizde ise, “Kendi gerçekliklerimizi kendimiz yaratırız.” Diyebilirsiniz, önceki ABD Başkanı Bush gibi...
Gelişmiş Batı geleceğini gölgeleyen unsurların başındaÇin ve İslam’ı görmektedir. Bilinenlerin aksine11 Eylül, Çin’in ekonomik zafiyeti için kuşatılması;Ilımlı İslam, İslam’ın taşlarını oynatarak yoketme operasyonudur.
İlk yazıda işlenecek önemli konu başlıkları verilmektedir;
-11 Eylül olaylarının perde arkasında, Müslüman ülkelerin ABD’ye kurgulanmış terör saldırıları değil, Çin’in ekonomik zafiyeti için enerji yollarının kuşatılmasının perdelenmesi vardır. Bu manada Afganistan ve çevre ülkelerin askeri ve siyasi kontrolü değerlendirilmelidir.
-Çin’de başlatılan ekonomik büyümenin meyveleri, Batılı kapitalistlerin yerine Çin’in kasalarını doldurmaya başladığı an, Medya; “Çin baharı’” ile Çin’in parçalanması konularını işlemeye başlamış olacaktır.
-ABD menşeili, “Ilımlı İslam” ifadesi, İslam’ın ilkelerinin yumuşatılması! ile ilgili değildir. Hedefte, İslami prensipler kımıldatılarak, taşların oynatılması ve nihayetinde “duvarın yıkılması!” vardır.
-Medeniyetler çatışması bir aldatmacadır. Ortadoğu ile Batı Dünyası arasındaki kavga İslam ile başlamamıştır. Hristiyan Batı’nın derdinin başında; kökü çok eskilere dayanan ekonomik ve jeopolitik çıkarlar, etnik çekişmeler, Hıristiyanlığın içerisinde yaşanan ciddi (anlayış farklılıkları) çatışmalar bulunmaktadır.
- “Cihat, fetva, Taliban, Vahabi, molla, şehit, mücahitler, radikal İslamcılar ve şeriat kanunu" gibi benzeri tanımlar; ABD’nin, Terörle Mücadele, “Teröre Karşı Küresel Savaş” tezlerinin dayanak noktalarının olmasının yanında kamuoyunu (hedef ülkelerin işgaline) hazırlamak için uydurulan korku unsurlarıdır.
-Afganistan ve Suudi Arabistan, Batıya İslam'ın yanlış tanıtımının kurgulandığı ve uygulandığı ve kontrol edilen iki kilit ülkedir. Bu iki ülkede; çarpık Vahabilik ve Taliban gibi anlayışların pazara sunulması tesadüf değildir.
-Laik anlayış, anlatıldığı gibi din ve devlet yönetimlerinin bağımsızlaştırılması, birbirinden ayrılması değil, Devletin doğrudan dini kontrol etmesidir. Bu anlayış yeni değildir. Açıklandığında oyun daha anlaşılır olacaktır.
-“Hıristiyan Reform hareketlerinin sonunda (Hristiyan) devletler nasıl dini kontrol etmek için geniş bir alan bulabildiyse, bir benzeri de, ”radikal İslam” veya “Terör ve İslam!’” ifadeleri ile, “İslami reform!” çalışmalarına zemin kazandırılmakta, hazırlıklar yapılmaktadır.
-Gerçeğinde Din anlayışı, devletleri yönlendirmemiş, siyaset din anlayışını yönlendirmiş, yönlendirmektedir. “Devletin veya kilisenin din üzerindeki hâkimiyetini kaybetmesinin hem Hıristiyan hem de Müslüman geleneklerinde aşırı radikalliğe yol açtığını da yeri gelmişken belirtmek gerekir. “ İfadesi ile (ABD) tüm meramını anlatmaktadır.
-Birinci dünya savaşı, sanayi devrimi sonucunda ortaya çıkan hammadde ihtiyacının temini, ikincisiteknolojik üstünlüğün perçinlemesi için çıkarılmıştır. Halen ekonomik değerlerin ateşli silahlar yerine (arka planda) kullanıldığı üçüncüsünü, Kültür farklılıkları bahane edilerek çıkarılacak dördüncüsü takip edecektir.
-İslam, Musevilik ve Hristiyanlığı semavi din olarak kabul etmesine rağmen, Musevilik ve Hristiyanlık İslam’ı hak din olarak görmemektedir. Soru; İslam’ın, Musevi ve Hristiyanlarla bir sorunu var mıdır? "Medeniyetler çatışması" aslında neyi perdelemektedir?
-İsrail Devletinin kurulmasındaki büyük hesapta, Hristiyan Batı’nın (gerçeğinde düşman olarak gördüğü) Museviler ile Müslümanlardan kurtulmak başta olmak üzere bir taşla beş kuş vurabilmesi vardır.
...
Eğer, güç sizde ise,
“Kendi gerçekliklerimizi kendimiz yaratırız.” İfadesini rahatlıkla kullanabilirsiniz.
(Eski ABD) Başkanı Bush gibi...
...
Her şey (Ilımlı İslam-Arap Baharı- BOP vb) güçlü olabilmek ve kazanmak adına...
Diğerleri lafı güzaftır...
...
Uzun ancak keyifli, kamuoyunda fazla bilinmeyenlerle bir yolculuğa çıkıyoruz...
www.canmehmet.com
“Ilımlı İslam” projesi Haçlı Seferlerinin nöbeti Kültür Emperyalizmine devretmesidir (2)
Karşısındakini aptal görenler yaşamda en fazla kaybedenlerdir.
Kamuoyu Batı’nın köleliği yasakladığını düşünür. Bu bir aldatmacadır. Hikayesi; Afrika’da madenlere işçi bulunamaması sonucu Afrika’dan dışarıya köle ihracı durdurulmasıdır. Bir aldatmaca daha vardır. Modernleşme adı altında ithal edilen kültür, aslında taklit yolu ile hizmet edilerek yüceltilendir.
Hazır “aldatma” konusuna gelmişken, “Dinler arası diyalog” oyununu da açalım;
Bilindiği gibi Musevilik ve Hıristiyanlık, ilkeleri açısından orijinalliğini muhafaza edememiş, çeşitli zamanlarda tahrif edilerek, değiştirilmiştir.
Ancak, İslam Orijinaldir ve öyle de kalacaktır.
...
Şimdi, bir masa etrafında oturduk ve...
Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinini (ilkelerini) konuşuyoruz...
-Bir tutam Musevilik,
-Bir tutam Hıristiyanlık,
-Bir tutam da İslam ilkelerinden alarak başladık konuşmaya...
-Nedir amaçlanan?
- Diyalog ile yeni bir dünya din anlayışı meydana getirmek!
Bu mudur, “Dinler arasındaki diyalog?” oyununun anhası ve minhası?
...
Geçtiğimiz günlerde gazetelere Almanya’dan bir haber okumuştuk;
“Almanya'nın Hagen kentinde bir eve giren hırsız yaşlı bir kadın cesediyle karşılaşmış. Hırsızın çıkardığı gürültü üzerine durumu farkeden komşular polisi aramışlar.
Çöplerle dolu evde cesedi bulunan yaşlı kadının 5 yıl önce öldüğü tespit edilmiş. 5 yıl boyunca yaşlı kadını ne arayan olmuş, ne de soran.
Komşular da yanı başlarında yaşayan kadının akıbetini hiç mi hiç merak etmemişler.”
...
Şimdi bu haberi, Ilımlı İslam ve konu ile ilişkilendirmek için biraz gerilere gidelim...
“Martin Luther (10 Kasım 1483 - 18 Şubat 1546 Alman keşiş, teolog, üniversite profesörü, protestanlığın babası ve Lüterciliği yayan kişidir.
Almanya'nın Eisleben şehrinde doğan Martin Luther, Erfurt Üniversitesi'nde okudu. Ailesine yaptığı bir ziyaret dönüşü, Erfurt yolunda yıldırım çarpma tehlikesiyle karşılaşınca keşiş olmaya karar verdi.
21 yaşındayken Aziz Augustin tarikatına bağlı bir manastıra girip ilahiyat eğitimine başladı ve aynı yıl rahip oldu. Ertesi sene Wittenberg Üniversitesi'nde doktorasını tamamlayarak ders vermeye başladı. O günlerde, Roma'nın görevlendirdiği bir Dominiken keşişi olan Johann Tetzel, Wittenberg civarında endüljans (*) satıyordu.
Luther manastırdaki günlerinden beri sorguladığı bu uygulamaya karşı bir eleştiri yazdı. "Endüljansın Kuvvetine Dair Tezler" başlıklı, 95 maddeden oluşan bu metni 31 Ekim 1517 günü piskoposlara gönderdi ve aynı zamanda birer mektupla endüljans konusundaki vaazlerin teolojik açıdan sağlam bir zemine oturtulmasını istedi.
Martin Luther'in bu tezleri üniversitenin bülten panosu sayılabilecek bir yer olan Wittenberg Saray Kilisesi'nin kapısına astığı yolundaki, ancak yıllar sonra yayılan rivayet kanıtlanmış değildir.
Sonuçta bu tezler Almanya'da ve komşu ülkelerde Luther'in kendisinin de öngörmüş olmadığı bir hızla yayılınca sadece endüljans satışlarında bir düşüş yaşanmakla kalmadı, bu olay bütün Reformasyon hareketinin başlangıcı oldu.
...1521 yılında Luther İmparator V. Charles tarafından Worms Kurulu'na ifade vermek üzere çağrıldı. Yolda Erfurt, Eisenach, Gotha ve Frankfurt'ta vaazlar verdi ve Worms'a büyük bir kalabalık eşliğinde zafer kazanmış komutan edasıyla girdi.
Burada kendisinden yazmış olduğu kitaplardaki heretik fikirlerinden vazgeçmesi istendi. Luther şöyle bir ifade verdi:
-"Kutsal Metinler ve akıl yoluyla ikna edilmediğim sürece papalar ve konsillerin otoritesini kabul edemem. Zira bunlar kendi aralarında çelişmekte ve benim vicdanım da sadece Tanrı'nın sözüne bağlıdır.
Bu sebeple hiçbir görüşümden dönmüyorum çünkü kişinin vicdanına rağmen yazdıklarını inkâr etmesi doğru ve güvenilir olmaz. Tanrı yardımcım olsun". (1)
...
Buradaki gerçek;
Kilisenin, Tanrı adına inananlarına yapmadığı zulüm kalmadığıdır.
Bir gerçek daha vardır;
Batıda kilise ve devletin, görünenin ve dillendirilenin aksine ele ele vererek halklarına zulüm yaptığıdır.
Bu nedenle Laik (Devlet ve Kilisenin birbirlerinin alanına karışmamaları) anlayış, özellikle Hıristiyanlar için su, hava kadar gerekli olmuştur.
Ancak, tahrif edilerek bir avuç Hıristiyan din adamının zenginleşmesinin ve zulüm yapmasının aracı haline getirilen uydurma din kurallarını iyileştirelim derken ortada din adına hiçbir değer kalmamıştır.
Özetle...
Kaş yapalım derken insanlığın iki gözü ve bir vicdanı çıkarılmıştır.
Ve bu yol bizi sürecin sonunda Almanya’da insanlığı, beş yıl evvel öldüğü halde varlığı kimsenin umurunda olmadığı için unutulan yaşlı kadının cenazesine getirecektir...
...
Bu kuyu çok derin...
İnmeden evvel istedik ki etrafını biraz daha açalım...
Resim, internet ortamından alınmıştır.
(*) Endüljans nedir? "Hıristiyan Katolik Kilisesi’nin günah bağışlaması ve bu amaçla çıkarttığı belge. Önceleri, günah işleyenlerin, günahlarının tamamının ya da bir bölümünün bağışlanması biçimindeydi. Daha sonra işlenen günahlar için Kilise’nin Tanrı katında aracılığı anlamına gelir oldu. Kilise bunu para karşılığında yapıyordu. Roma’da yapılmakta olan ünlü Sen Piyer Kilisesi’nin tamamlanabilmesi için Papa 10. Leon günahkarlar için bir af çıkardı. Aftan yararlanmak için para karşılığı satılan ve “endüljans” adı verilen af belgesinden edinmek yeterliydi. Almanyalı bir din adamı olan Martin Luther bu duruma ve Kilise’nin zenginliğine karşı çıktı. Endüljans kavgası denen bu çatışma, Reform hareketinin önemli nedenlerinden biridir."http://www.sohbet35.net/etiket/enduljans-nedir/
(1) Vikipedi
“Ilımlı İslam” Batının kurallarını belirlediği, belirleyeceği yeni İslam’ın ismidir! (3)
Sermayenin yeşili olur da, sosyetenin olmaz mı! Olur be ya...
Konuya şimdi de farklı bir açıdan yaklaşıyoruz. Avrupa’nın nüfusu yaşlanarak erimektedir. Bu nedenle Avrupa kesinlik derecesinde, Türk ve Müslümanlara kalacaktır. Siz Avrupalıların Türkler hakkında asıp kestiklerine bakmayınız.
Gerek haçlı seferleri, gerekse Musevilik ve Hıristiyanlığın İslam’ı hak din olarak görmemelerinin sonucunda özellikle Kilise kendi toplumlarına İslam’ı ve Müslümanları (kasıtlı olarak) yanlış tanıtmıştır.
Bu tanıtımda iki unsur vardır.
Birincisi Kuran ve sahih (gerçek) hadislerin bildirdikleri, ikincisi, İslam anlayışı ile fazla bir ilgisi bulunmayan inananlarının uyguladıkları.
Hıristiyan Batı İslam'ı, (kasıtlı veya değil) Kuran ve sahih hadisler üzerinden değil, (kimi bilgisizlik nedeniyle) inananlarının yanlış uygulamaları üzerinden değerlendirilmektedir.
ABD ve Avrupa medyasından aktarılarak bizlere özenle seçilerek! ulaştırılan haberlerde; kimi yoksul Afrika ve Asya ülkedeki Müslümanların fakirlik ve bilgisizlik nedeniyle yaşadıkları sanki İslam’ın gereği veya Müslüman inanışın bir sonucu imiş gibi gösterilerek İslam örtülü olarak yerilmektedir.
Televizyon ve filimlerde Müslüman olarak tanıtılan karakterlerin; dişleri sararmış, saçları taranmamıştır. Üzerlerinde eski ve geleneksel kıyafetler vardır. Son derece yoksul gösterilen Müslümanların ellerine kılıç ve modern silahlar vardır. Amaçları sadece kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan insanları öldürmektir.
Ancak ne hikmetse bastonla dağlarda yaşayan bu cahil insanlar süper devlete bir 11 Eylül şoku yaratacak kadar da ilmi bilgiye sahiptir.
Hatırlanacağı üzere “Taliban ve vahabilik ” anlayışı bu tanıtımlarda vazgeçilmez kaynaktır.
Ancak bu haksız tanıtımların aksine Kuran’da Hz. Muhammed'e (sav) ısrarla ne denilmektedir?
- Sadece tebliğ edicisin, bekçi ve zorlayıcı değil!”
-“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” (Bakara 256
-“Ey Muhammed, sen öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt verensin. onların üzerinde zorlayıcı değilsin”(gasiye;21-22)(
-“Eğer yüz çevirirlerse, bilsinler ki biz seni onlarin üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece tebliğ etmektir.”(Şuara 48)
-“Biz bu kitabı insanlar için sana hakk ile indirdik. Artık kim doğru yola gelirse kendi yararınadır. Kimde saparsa kendi zararına sapmış olur sen onların üzerine vekil değilsin” (Zumer 41) http://www.rasidihilafet.org/dergi/H110-119/08.htm)
Tüm bu açık emirlere rağmen Taliban ne yapmaktadır?
Örtünmeyen kadınlara kezzap atmaktadır.
(Taliban yoğun iddialara göre bir CIA oluşumudur.)
…
Peki, Hz. Muhammed (sav) paylaşmak konusunda ne demektedir?
-“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”
-Bakara 52; “sevdiğiniz şeylerden bol, bol vermedikce zafer ve mutluluğa erişemezsiniz.”
-Bakara 267; ”ey iman edenler, infakı kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız adi, bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin.”
-Haşr 9; ”Nefsinin hırs ve cimriliğinden korunanlara gelince, felâha erenler işte onlardır.”
...
Şimdi “Komşusu aç iken kendi tok olan bizden değildir.” Hadisine karşılık; Petrol milyarderi (kimi) Müslümanlar ne yapmaktadır?
-Altından Klozet kapaklar!
...
Neden İslam gerçekleri ile anlatılmaz?
Çünkü gerçek İslam’ın anlatıldığı ve yaşanıldığı bir dünyada başka bir anlayış kabul görmesi mümkün müdür?
Kuran, insanı ön plana çıkararak ve eşitleyerek, İnsanlık tarihinin en büyük devrimini yapmıştır.
-“İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir. Arap olmayanın beyaza, beyazın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur.” Hz. Muhammed (sav)
-Kız çocuklarını gömülmesini, köleliği ve köle edinmeyi yasaklama karşılığına gelecek şekilde zorlaştıran İslam, bu nedenlerle kaynağından değil, kafaların karıştırılması adına bilinçsizce uygulayıcılarından aktarılmaktadır.
…
Avrupa ülkelerinin nüfusu düşük doğum nedeniyle giderek azalmaktadır. Bir görüşe göre bu yüzyılın sonunda Avrupa aldığı (Müslüman ve Türk) göçmenlerinin yanında azınlıkta kalacaktır.
Açık ifadesi ile yaşlı Avrupalı insanın bakıcısı (Onlara göre) Müslümanlar olacaklardır.
Ve Avrupa Birliği, düşünüldüğü manada kalmayacaktır.
Kalırsa de Almanya’nın liderliğini yaptığı bir blok olacaktır.
Almanyanın liderliğinde ancak, Müslüman çoğunluğun üretim yaptığı ve yaşadığı bir Almanya…
…
Neden Ilımlı İslam...
Yanlış anlatımlar nedeniyle yukarıda da ifade edildiği gibi Hıristiyan Batı, Müslümanları adeta bir kasap görmektedir!
Bakalım bu konudaki gerçekler nedir?
-“Hz. Ömer ile Kudüs patriğinin şehrin teslim olması esnasında imzaladıkları antlaşma uyarınca şehir kesinlikle yağmalanmamıştı. Anlaşmada (Miladi 637) Hıristiyanlarla ilgili şu ifadeler vardı:
“kiliseleri ne ellerinden alınacak ne de yıkılacak, ne onlar ne de haçları aşağılanmayacak, paralarına el sürülmeyecek, din değiştirmeye zorlanmayacak, hiçbirine kesinlikle zarar verilmeyecektir. (1) S.110
...
Üçüncü Haçlı Seferi
Kudüs’ün utanç verici biçimde yeniden Müslümanlara kaptırılması Avrupa’yı Üçüncü Haçlı Seferi’ni başlatmaya itmişti. Selahaddin Eyyubi’nin kenti geri alması, kentin 637 yılında Halife Ömer’in önderliğinde ilk kez Müslümanların eline geçtiği dönemde yaşanan olaylarla benzerlik gösteriyordu: Müslüman askerleri Kudüs’e girdikten sonra bu kez de kentin Hıristiyan sakinlerinin çoğuna herhangi bir zarar vermemişler, kiliselere dokunmamışlardı; içlerinde Haçlılardan paralarını isteyenler de çıkmamış değildi.
Üçüncü Haçlı Seferi ayrıca daha büyük birkaç kralın katılması açısından da dikkate değerdi; bu büyük krallar arasında İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard ve Fransa Kralı n. Philip vardı. Kral Richard, Kudüs yolunda Kıbrıs’ı Bizans İmparatorluğu’nun elinden aldığında Bizanslıların kuşkuları sağlamlaşmıştı.
Richard, Akre kuşatmasında, teslim olması durumunda kentin bütün Müslüman vatandaşlarının güvenliğinin sağlanacağını taahhüt edip kent teslim olduktan sonra da bütün Müslümanları katlettiğinde Avrupa’nın dürüstlüğüne ve insaniyet anlayışına bir kez daha gölge düşmüştü”(2)
...
Dördüncü Haçlı Seferi
“Latinler” ile “Yunanlılar” arasında ilk üç Haçlı Seferinde yaşanan kuşkular artık doruk noktasına ulaşacaktı. Dördüncü Haçlı Seferi, Yunanlıların bugün bile lanetle hatırladıkları bir dizi olay içeriyordu. Haçlı askerleri, asıl görevlerinin Kudüs’ü yeniden Hıristiyanlığa kazandırmak olmasına hiç aldırmadan, 1204 yılında dikkatlerini Kudüs’ten Konstantinopolis’e yönelterek burayı yağmalayıp talan ettikten sonra uzun yıllar boyunca Roma Kilisesi adına yönetmek üzere işgal edeceklerdi.
Bu olay aslında “medeniyetler arası” bir felaket, iki büyük kilise ile Doğu ve Batı’nın Hıristiyan kültürleri arasında etkileri bugüne yansıyan temel psikolojik kırılma noktasıydı.
...Önemli çağdaş Yunanlı tarihçi Spiros Vryonis, Haçlı askerlerinin Konstantinopolis’e saldırmalarını şöyle betimliyor:
Latin askerleri Avrupa’nın en büyük şehrini tarifsiz biçimde talan ettiler. Üç gün boyunca önlerine çıkan herkesi öldürdüler, kadınlara tecavüz ettiler, kenti yağmalayıp harap ettiler; böyle bir şeyi eski Vandal ve Got ırkları bile yapmamıştı.
Konstantinopolis yüzyıllar içerisinde tam bir antik ve Bizans sanatı müzesi haline gelmiş, sahip olduğu kültürel zenginliklerle Latinleri hayretler içerisinde bırakmıştı. Venedikliler karşılarına çıkan sanat eserlerini beğenip (ki kendileri de yarı Bizanslıydılar) çoğunu korumuş olsalar da Fransızlar ve diğerleri fark gözetmeden bütün sanat eserlerini yok etmiş, içtikleri şaraplarla kendilerinden geçerek rahibelere tecavüz etmiş, Ortodoks papazları öldürmüşlerdi.
Haçlılar Yunanlılara olan nefretlerini en ağır biçimde Hıristiyanlığın en büyük kilisesinden çıkarmışlardı. Ayasofya’nın gümüş işlemeleri, ikonları ve kutsal kitaplarını paramparça ettikten sonra patriğin tahtına bir fahişe oturtup ona açık seçik bir şarkı söyleterek kilisenin kutsal kâselerinden şarap içmişlerdi.
Doğu ile Batı arasında yüzyıllardır süren yabancılaşma süreci, Konstantinopolis’in ele geçirilmesinin ardından gerçekleşen korkunç katliamla doruğa çıkmıştı. Yunanlılar, şehri ele geçirmeleri durumunda Türklerin bile Latin Hıristiyanlar kadar zalim olamayacaklarından emindiler. Zaten gerileme dönemine girmiş olan Bizans’ın yenilmesi, siyasî yozlaşmayı hızlandırarak Bizanslıları Türkler için kolay bir av haline getirmişti.
...Bundan yaklaşık sekiz yüz yıl sonra, 2001 yılında, Papa N. Jean Paul Ortodoks topraklarına yaptığı ilk ziyarette. Romanya’da, Ortodoks Kilisesi’ne üzüntülerini bildirmişti. Ekümenik Patriği I. Bartholomeo 2004 yılında bu özrü kabul edecekti.
Bu eylemler, yaklaşık iki bin yıl öncesine uzanan ve hassasiyetini koruyan bu ilişkinin iyileştirilmesine yönelik ilk faydalı adımları teşkil etmektedir. Roma’nın Haçlı Seferleri esnasında Konstantinopolis’le çatışması Doğu İmparatorluğu açısından Müslümanlarla yaşanan bütün çatışmalar kadar önemliydi, belki de daha önemliydi çünkü bu kez karşılarındaki sözde Hıristiyan kardeşleriydi.
Haçlı Seferleri, bir bakıma. Doğu ile Batı kiliseleri arasındaki ilişkiye Müslüman ve Batı dünyaları arasındaki öfkeyi aşacak ölçüde ağır bir zarar vermişti. Dünya hâlâ bu iki kutuplaşmanın sonuçlarını yaşamaktadır. (3) S.116
...
İslam’da Müslüman ordularının eylemlerini yönlendiren tamamen dinî otorite örneği bulmamız oldukça zordur. İslam’ın özellikle ilk birkaç yüzyıllık döneminde güç halifenin elinde olsa da halife kesinlikle lâik bir gücü kullanıyordu ve oldukça lâik yollardan –güç siyaseti yoluyla- seçiliyordu.
Evet, Müslüman uleması Müslüman askerî seferlerini kutsuyor olabilirdi, ama bu seferlere kesinlikle ne yön veriyor ne de komuta ediyordu. Bir kez daha kilise ile devletin Hıristiyan tarihi boyunca yakın ilişki içerisinde olduğunu görüyoruz; İslam’da bu duruma daha az rastlanıyordu. (4) S.123
...
“Katolik Avrupa, doğuya yönelik amansız yayılmasına başlamaya hazırdı – hedefte putperest Slavlar, Yahudiler, Doğu Ortodoks Hıristiyanlar, Müslümanlar vardı. O dönemde Ortadoğu’da hangi dininin egemen olduğunun onlar için hiçbir önemi yoktu.(5) s.124
...
“George W. Bush 11 Eylül saldırılarından bir hafta sonra yaptığı konuşmasında “bu Haçlı seferi, bu terörle mücadele,” ifadesini kullandığında bin Ladin’in ortaya attığı kavram ne yazık ki pekiştirilmişti. Haçlı Seferleri döneminin taşıdığı bütün tarihsel anlamları yakından bilen Avrupalılar Bush’un bu ifadeyi kullanması karşısında dehşete düşmüştü. (6) S.126
...
Haçlı Seferleri bugün Doğu-Batı gerilimlerinin temel sebeplerinden biri olarak görülmektedir. Bununla birlikte, bu mücadelenin ilk temellerinden bazılarının islam’ın ortaya çıkmasından önce, Bizans İmparatorluğu’nda Konstantinopolis’e karşı bölgesel ayaklanmalarda atıldığını belirtmiştik; bu hareketler, esasen toprak ve güç yarışı olan bu mücadelede çeşitli dinî unsurları (aykırı görüşleri) araç ve simge olarak kullanmışlardı.
Bu gerilimler İslam’dan önce başlamış, İslam’la devam etmişti ve bugün Ortadoğu’da hâlâ devam etmektedir.
İslam doğmasaydı da Haçlı Seferleri yaşanır mıydı?
Muhtemelen aynı biçimde olmazdı, ama durmak bilmeyen ve tutkulu Avrupa her halükarda Doğu’ya gitmenin bir yolunu bulurdu. Zaten Avrupa’nın diğer sınır bölgelerine karşı savaş başlatılmıştı.
İslam, dikkati başka yöne çeken bir unsur olarak ortaya çıkmış olmasaydı. Roma ile Konstantinopolis arasındaki gerilimler çok büyük ihtimalle olduğundan daha dolaysız ve çatışma yoğunluklu olurdu. (7) S.126
…
Konunun anlaşılması adına Ilımlı İslam anlayışını Avrupalıların penceresinden de görmeye çalıştık.
Özetle, "Ellerine düşecekleri! Müslümanların inançlarını (İslam’ı) yumuşatarak Türklerin İslamı'na dönüştürülmelidir.
Türklerin İslamı nedir?
Laik Cumhuriyet’in devlet dini!
Kaç İslam var ki!
İki...
Biri Laik,
Biri Layık!
Resim; Web ortamından alıntıdır.
Kaynakça;
(1-2-3-4-5-6-7) İslamsız Dünya, Graham Fuller (Fuller bir CIA çalışanıdır)
Onlar bizi yapmadan "Avrabistan" biz onları yapalım “Ilımlı İslam” (4)
İstanbul fethi esnasında Kolomb iki yaşındadır.
Uzun bir girişten sonra artık açık denizlere yelken açabiliriz! Kristof Kolomb'un İslam, ABD’nin Ilımlı İslam, Huntington'unMedeniyetler çatışması tezinde bakalım bizi hangi sürprizler beklemektedir?
Bir haksızlık karşısında ses çıkarmak gerekmektedir. Çünkü siz ses çıkarmadığınız sürece haksızlık yapılmaya devam edilecektir.
Bugüne kadar ses çıkarılmadığı için haksızlıklar hep süregelmiştir...
Saygın! İlim insanları çıkarları nedeniyle yalan söyleyerek gerçeği ters yüz edebilir, insanlık âlemini yüzyıllar boyu aldatabilir mi?
Bu soruya suikast sonucu ölen ilk ABD başkanı Abraham Lincoln cevap vermektedir?
“Bir kimse sonsuza dek, herkes ise bir süre kandırılabilir; fakat herkes sonsuza dek kandırılamaz.”
...
Batılı ilim insanları ile Hıristiyan din adamları İslam’ın insanlığa yapmış olduğu birçok önemli katkıyı inkar ederek bugüne kadar görmemezlikten gelmişlerdir.
Batılı ilim insanlarına göre, “Batı Medeniyeti varlığını antik Yunanlılar ve düşünürlerine borçludur.”
Şimdi bu iddiayı biraz açıyoruz;
“M.Ö. 756 ile M.Ö. 146 yılları arasında bugünkü Yunanistan topraklarında yaşamış toplumların kurduğu uygarlıklar (Antik Yunan Uygarlığı) Batı Medeniyetinin temelini oluşturmuştur. Aristo, Eflatun, Sokrates ve Herodot gibi büyük filozoflar bu dönemlerde yetişmiştir..."
-Bu iddia doğrudur; Antik Yunan Uygarlığı vardır. Ve İnsanlığın gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.
-Bu iddia doğrudur ancak (kasıtlı olarak) eksik ifade edilmektedir;
Fuat Sezgin, 1942 senesinde İstanbul Üniversitesi’nde dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oryantalisti kabul edilen Alman Hellmut Ritter”in öğrencisidir. Hocasından Müslümanlarda da büyük matematikçiler olduğunu ve Avrupa”nın en büyük âlimleri seviyesinde bilimadamı olduklarını işitip, isimlerini de duyunca çok şaşırmış:
“Dehşete düştüm. Çünkü ilkokulda, lisede öğrendiğimiz şeyler tamamıyla buna aykırıydı. Modern dünyanın gelişimine İslam dünyasının katkısını sıfır diye biliyorduk. Ritter”in sözleri İslam ilimleri tarihini öğrenmem için kırbaç rolü oynadı. Bütün dünyayı terk ederek gece gündüz bunun için çalıştım…”
Prof. Sezgin, tartışmasız dünyanın en önemli bilim tarihçilerinden birisidir. Yakınları onun 27 dili çok iyi bildiğini söylemektedirler…
Değerli bilim insanı, bugün ki Batı Medeniyetinin, İslam Medeniyetine çok şey borçlu olduğunu ifade ederek bunu bilimsel olarak aşağıda açıklamaktadır.
”Batı uygarlığı, İslam medeniyetinin çocuğudur...
“Bugünkü Avrupa medeniyeti, İslam medeniyetinin muayyen şartlar içerisinde, muayyen bir devirden sonra, başka iktisadi ve jeopolitik şartlar altında ortaya çıkan devamından ibarettir. Ben Avrupa medeniyetini, bazı adetleri bir tarafa bırakılırsa yabancı bulmuyorum. “
Prof. Sezgin’in anlattıklarına göre dünya bilimler tarihi yeniden yazılmalıdır…
“Çünkü yanlış yazılmış. Avrupalılar; Sicilya ve Endülüs”te tercüme edilen İslam bilginlerinin eserlerini kaynak göstermeden intihal (alıntı-kopya) etmişler.
Bu yüzden bugün Batı uygarlık ve biliminin temeli aradaki İslam bilimi atlanarak ondan önceki yüksek medeniyet olan Yunanlılara izafe ediliyor. Hâlbuki Yunanlılar ile Avrupa bilimi arasındaki dönemde bilimde diğer medeniyetlerle kıyaslandığında en hızlı şekilde bilimsel ilerleme dönemi mevcut ve bu İslam dünyasına ait.
Müslümanlar dünya sahnesine çıktıkları ilk on yıldan itibaren diğer medeniyetlerde görülmedik bir hızla bilimsel gelişmelere katkıda bulundu. Bugün bilinenin aksine çoğu modern bilimin kuruluşu bundan yüz, iki yüzyıl öncesine değil, 9 ile 16. yüzyıllarda yaşamış İslam bilginlerine dayanıyor.
Portekizlilere mal edilen modern denizcilik bilimi için Sezgin, “Yüzde yüz İslam bilginlerine ait. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Modern denizcilik İslam dünyasının bir malı, İslam dünyasının bir başarısı” diyor ve şunları anlatıyor:
“Pusulayı iptidai bir cisim olarak Çinlilerden öğrenip aldılar. Denizcilik biliminin iki temel prensibi vardır: Biri engin denizde büyük mesafeleri ölçebilmek. İkincisi bulunduğunuz noktayı tespit edebilmek.
Bu ikisi Avrupa”da ancak 20. yüzyılın ilk yarısında mümkün olabildi. Müslümanlar 15. yüzyılda denizcilik ilminin bu iki temelini kurmuşlardı. Afrika ile Sumatra arasındaki mesafeyi 20 ila 30 kilometre bir hata ile ölçebilmişlerdi.
Bunun da ötesinde çok mühim olan bu ölçüler sayesinde Müslümanlar enlem boylam derecelerini gösteren ve bunlara dayanan dünyanın ilk haritalarını çizdiler. Bugün küçük tashihler dışında bu ölçüm ve haritaların doğru olduğunu görüyoruz.
Onlar kuzey ve doğu ölçümlerini, kuzey ve güney ölçümlerini ve en zoru da ekvatora paralel ölçüleri yapabiliyorlardı. Avrupalılar Müslümanlardan ilk iki ölçümü öğrendi. Ancak trigonometri bilgileri yeterli olmadığı için ekvatora paralel ölçümlerin nasıl yapıldığını bir türlü anlayamadılar.
Portekizliler esasında hiçbir şeyi keşfetmediler. İslam haritaları 15. asrın başlarında onlara ulaşmıştı. Bunu kendi tarih kitaplarından çıkarıyoruz. Hint Okyanusu kıyılarında çok miktarda altın, halı ve baharat olduğunu biliyorlardı.
Baharat etlerin kokmamasını sağladığından Avrupa için mühimdi. Hint Okyanusu”na denizden ulaşmaya çalışıyorlardı. Ama Portekizlilerden evvel bu yol Müslümanlar tarafından kullanılıyordu. Portekizlilerin modern denizcilik biliminin kurucusu olduğu bilgisinin yanlışlığını ispat ettim. Onu İslam İlimleri Tarihi”nin 11. cildinde bulabilirsiniz.
Müslümanlar Afrika”nın güneyindeki yolu kullanarak 9. yüzyılda Çin ile ticaret yapıyorlardı. Hint Okyanusu 15. asırda Müslümanların elinde bir İslam gölü gibiydi. Hindistan ve Java, Müslümanların elindeydi. Ummanlı denizciler İbn-i Macit ve Süleyman el Mehri 15. asrın matematikten astronomiye her ilmi bilen filozof iki denizcisiydi.”
...
Sezgin Frankfurt’a gittiğinde Avrupalıların beynelmilel bir komite tarafından İslam ilimleri tarihiyle ilgili bir kitap yazma çabasıyla karşılaşmış. Buna karar veren komite 1967 senesinde Sezgin”in ilk kitabı çıkınca kendini lağvetmiş.
Sezgin ilk cildin hikâyesi için şunları söylüyor:
“Komitede bir Müslüman veya bir Türk bu kitabı yazamaz. Kitabı gülünç olur diye konuşmuşlar. 1967 yılında kitabımın ilk cildi çıktı. Ondan sonra bir toplantı daha yapmışlar. Ve artık “Bizim devam etmemize lüzum yok” diyerek komisyonu lağvettiler.
Bana UNESCO yardımını da vermediler.
(Konunun meraklıları lütfen, UNESCO kelimesini bir tarafa not etmelidirler. Onları Mevlana’lı büyük sürprizler beklemektedir.)
Alman Araştırma Kurumu ilk cilt çıktıktan sonra gezilerimi finanse etti ve bana asistanlar verdi. O sırada Türkiye”de bulunan hocam Hellmut Ritter, “Böyle bir kitap ne daha önce yazıldı ne de bundan sonra bu mükemmellikte yazılabilir” diye bana yazdı. Ben de mesut ve hür olarak yoluma devam ettim.
...Prof. Dr. Fuat Sezgin, bugünkü Avrupa medeniyet ve biliminin bilinenin aksine Yunan medeniyeti olmayıp İslam medeniyeti olduğunu söylüyor:
“16. yüzyılın sonlarında İslam bilim ve medeniyeti duraklama içine girmeseydi insanlık 20. asırda yakaladığı bilimsel seviyeye 2 yüzyıl önce ulaşırdı. İnsanlık nükleer enerjiyle de 200 yıl önce tanışırdı. Ama atomun daha erken icadı insanlık için iyi mi olurdu kötü mü olurdu bilemem.”
Frankfurt”taki enstitüsünde İslam bilginlerinin eserlerinden okuyarak yeniden yaptırdığı 800 icadı teşhir eden Sezgin”e göre bunlar kitaplarda yer alan icatların yüzde biri bile değil.
(Meraklıları yazının tamamını; http://www.canmehmet.com/?p=21 okuyabilirler.
**
İlim insanları doğruları çarpıtır mı?
Bakalım...
Carl Edward Sagan, (1934 – 1996) ABD'li gökbilimci, astrobiyolog. Bilimin popülerleşmesi için yaptığı çalışmalarla da tanınır. Astrobiyolojinin öncülerindendir ve Dünya Dışı Akıllı Varlık Araştırması'nın (SETI) ilerlemesinde büyük katkıları olmuştur. Popüler bilim kitaplarıyla ve yazımında yer alıp sunduğu ödüllü televizyon dizisi Cosmos-Kozmos ile dünya çapında tanınmıştır. Ayrıca, 1997 yılında aynı adla beyaz perdeye aktarılan Contact-Temas romanının yazarıdır. Çalışmalarında her zaman bilimsel yöntemi savunmuştur. (vikipedi)
Bu ilim insanın TÜBİTAK tarafında türkçeye de çevrilmiş bir eseri vardır.
Kitabın ismi; Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı
Bu kitabın sekizinci sahifesinde;
“İslam dünyasında tıbbın hızla ilerlediği sıralarda; Avrupa’da karanlık çağ yaşanıyordu.”
İfadesi ile,
İlim insanı burada bir gerçeği açıklamakta ve bir hakkı teslim etmektedir.
Geliyoruz kitabın 285’inci sahifesine;
“Bilim adamları günahı tattığında
Başkan Harry S. Truman ile savaş sonrası yaptığı bir görüşmede Manhattan Nükleer Silahlar Projesi bilimsel yöneticisi J. Robert Oppenheimer, üzüntü içinde bilim adamlarının ellerini kana buladıkları, artık günahı tanıdıkları yorumunda bulunur. Ardından Truman, yardımcılarına, bir daha asla Oppenheimer’ı görmek İstemediği yolunda emirler verir. Kimi zaman bilim adamları kötülük yaptıkları, kimi zaman da bilimin kötü amaçlı kullanımına karşı uyarıda bulundukları için cezalandırılır....”
İfadesi ile, çok önemli bir itirafta bulunmaktadır.
Aynı Kitabın 310’uncu sahifesine geliyoruz;
“BİLİM
Kuşku götürmez zaferleri ve yararlarına karşılık bilime olan düşmanlık. . . bilimin, insanın gelişmesinin sıradan akışı dışında kalan, hatta belki de kaderin karşımıza çıkardığı bir alan olduğunun kanıtı.
-Çin uygarlığı baskı makinesini, barutu, roketi, manyetik pusulayı, depremölçeri, sistematik gök gözlemlerini ve gök olaylarının tarihini tutmayı buldu.
-Hintli matematikçiler, aritmetiği rahatlatmanın ve dolayısıyla niceliksel bilimin esası olan sıfırı keşfettiler.
-Aztek uygarlığı, kendisini işgal edip ortadan kaldıran Avrupa uygarhğınınkinden çok daha iyi bir takvim geliştirmişti.
-Aztekler, gezegenlerin konumunu daha uzun vadeli olarak ve çok daha iyi tahmin edebiliyorlardı.
-Ancak, bu uygarlıklardan hiçbiri, diyor Cromer, bilimin kuşkucu, sorgulayıcı, deneysel yöntemini geliştiremedi. Bu yöntem tümüyle Eski Yunandan gelmeydi...”
Denilerek,
İslam medeniyeti ve İslam ilim insanların medeniyete olan katkıları 302 sahife sonra görmemezlikten gelinmektedir.
İşte ilmi gerçekleri çarpıtan ilim insanı ve inkar fırtınası!
...
Ve İlgisiz bir yazı!
“Bir diğer ilginç nokta ise İlk Haçlı Seferi’nin bir Müslüman’ın Batılı işgalcilere karşı ilk cihat çağrısındabulunmasına yol açtığıdır.
Bu çağrı, Şam’da bulunan İslam âlimi ve dil bilgini Ali bin Tabir el Sulami’den gelmişti. El Sulami, özellikle de İspanya’da Hıristiyan Haçlı askerleri ile Müslüman devletleri arasında devam eden mücadeleye denk gelmesi itibariyle, Haçlı Seferlerini ayn bir olaydan ziyade İslam medeniyetine yönelik daha büyük bir tehdidin bir parçası olarak görüyordu.
Haçlı Seferleri ayrıca Müslüman halklarının Batılılarla ilk kez kendi topraklarında karşı karşıya geldikleri bir süreç olmuştu; Müslüman kuvvetleri o döneme kadar çoğunlukla Bizans’ın paralı askerliğini yapan Doğu halklarıyla savaşmışlardı.
Bizans çok iyi bildikleri bir şeydi, ama Müslüman dünyası Avrupalı Batı’dan topyekûn bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunun henüz tam olarak farkında değildi...”
Bunu kim söylemektedir?
Graham E. Fuller, CIA kuruluşunun Ortadoğu, Ortaasya ve Türkiye Uzmanı ve –eski- görevlisi. İslamsız dünya” isimli kitabının, 121’nci sahifesinde.
Yazı uzadı ancak sonraki yazıya hazırlık için bir notu daha düşmemiz gerekmektedir;
“Kristof Kolomb 1492 yılında Yeni Dünya’ya yelken açarken diğer hayallerinin yanı sıra en büyük amacı İslam’ı yenmekti. Kolomb, Yeni Dünya’nın zenginlikleriyle güçlenmiş Avrupa ordularıyla İslam ordularını yenilgiye uğratmanın hayalini kuruyordu.
İşte Amerika’ya hayat veren şey, kısmen de olsa, bu hayal olmuştu. (1)
...
Kolomb’un konu ile ne ilgisi var ki?
Kolomb İstanbul’un fethinden iki yıl evvel, 1451’de doğmuş,
İstanbul, 1453 yılında feth edildiğinde, Fetih Batı dünyasında bir deprem etkisi yapmıştır.
Ve Kolomb,
Kolomb, 1492'de Atlantik Okyanusu'nu aşarak Kuzey Amerika'ya ulaşmıştır. İskandinav Vikinglerinin yüzlerce yıl önce Amerika'ya ulaşmış olduğu tarihsel belgelerle kanıtlanmış olmasına rağmen Kristof Kolomb Amerika'nın kâşifi olarak değerlendirilir.
Kolomb bu yolculuğunu İspanyol bayrağı altında yapmıştır.
Şimdi O Yılların İspanya'sına dönüyoruz...
İspanya ve Yeni Dünyanın fethi
“(İspanya) İmparatorluğun dış siyaset açılımlarından en hızlı gelişen Atlantik’de bulunan yeni dünya olacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu tarafından önü kesilen Uzak Doğunun zenginliklerine ulaşabilmek için yeni ticaret yolları aramak amacıyla girişilen seferlerde İspanyollar ve Portekizliler coğrafi keşiflerde bulunacaklardır.
Kendi reconquistalarını İspanya’dan önce tamamlayan Portekizliler Afrika kıtasının etrafını dolaşacak ve Osmanlılar, Cenevizliler ve Venedikliler tarafından kapatılan ticari yollardan bağımsız şekilde Uzak Doğuya ulaşan ticaret yollarını açacaklardır. Bu sayede Portekiz İmparatorluğunun temeli atılacaktır. Kastilya ise Emevileri (Endülüs İslam Devleti) ülkeden tamamen attıktan sonra ise Kristof Kolomb’u destekleyecek ve Uzak Doğuya çıkacak alternatif bir yol bulup Japonya, Çin gibi ülkelerle Portekizlere muhtaç kalmaksızın ticareti geliştirmeyi deneyeceklerdir. “
...
Konu neydi?
Ilımlı İslam...
Peki, bizim Kolomb’la ne işimiz var?
Bakalım...
(1) Graham E. Fuller, “İslamsız Dünya”, sahife 217. (CIA kuruluşunun Ortadoğu, Ortaasya ve Türkiye Uzmanı ve -eski- görevlisi)
Laik Türkiye modeli, "Ilımlı İslam"ın ikinci aşaması mıdır? (5)
Mevlevilik, CIA ve İngiliz ajanlarının ilgisini neden çekmektedir?
Hıristiyan Batı, Haçlı Seferlerine rağmen ne İslam’ın yükselmesine, ne de İstanbul’un fethine engel olamaz. Çözüm; Osmanlının İpek yoluüzerinden ekonomik çöküşünün hazırlanmasıdır.
Uzun vadeli hazırlanan bu plan mükemmel şekilde işleyecek ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde önce Avrupa’da yeni ve sağlam gemilerin yapılması ile, deniz üzerinden yeni yollar keşfedilerek Doğu-Batı arasındaki mal akışı, İpek yolundan (karayolundan) deniz yoluna kayacaktır.
Mal akışının karayolundan (Osmanlı topraklarından) denize taşınmaya başlanması ile, Osmanlının toprak işleme ve asker toplamadüzeni bozulacak, önemli bir gelirini kaybeden Osmanlıda asker ve halkın isyanına giden süreç başlayacaktır.
Bu gelir kaybı üzerine ve bilinenin aksine Kanuni'nin verdiği kapitülasyonlar, keyfi değil, İpekyolundan çekilen tüccarların verilecek ticari ayrıcalıklarla (kapitülasyon) tekrar kazanılması vardır.
Bu Kapitülasyonlar yaygın kanaatin aksine ilk de değildir. İlk ticari ayrıcalıklar, 1330’lu yıllarda Venedikli tüccarlara verilmiştir. Amaçlanan, Osmanlı halkının Venedikli tüccarlardan ticaretin sırlarının öğrenmesidir.
Toparlanırsa; Kristof Kolomb, 1490’lı yıllarda ve İspanyol bayrağı altında; gelişen devletler adına yeni ticaret yolları ve koloniler aramak; Uzak Doğunun zenginliklerine Osmanlıya haraç vermeden ulaşabilmek, Osmanlıyı bu gelirden mahrum ederek ekonomik çöküşe götürmek ve sonuçta, Osmanlının (İslam’ın) önü kesilerek, yıkıma götürmektir.
Kolomb’un açtığı yol ve farkında olmadan yaptığı keşifler yeni bir dönemin başlamasına katkı sağlar. Neticesinde bu keşifler Osmanlının (İslam’ın) ekonomik dengesini bozmuş ve yıkılışına giden süreci başlatmıştır.
Ve yaklaşık dört asır sonra yapılan uzun vadeli planlar ve gösterilen cabalar sonucunda Osmanlı önce ekonomik olarak çökertilir.
Bakınız bunu ünlü CIA şefi G. Fuller nasıl anlatmaktadır?
“...Doğu’ya uzanan yeni deniz yollarının bulunması doğal olarak denizcilikle ilgili yeni teknolojilerin bir sonucuydu. Batılılar bu teknolojileri kullanırken Arap ve Müslümanların önceki yüzyıllarda geliştirdikleri denizcilik becerileri, Hint Okyanusu’nun büyük kısmını keşfetmiş olmaları, ayrıntılı harita yapma ustalıkları, pusula kullanma ve açık denizlere uygun gemi yapımı gibi üstün başarılarından çokça faydalanmışlardı. Bu gelişmiş denizcilik becerileri Yeni Dünya’nın “keşfedilmesini” sağlayacaktı.
...Avrupa’nın Doğu’yu ve Yeni Dünya’yı deniz yoluyla keşfetmesi, Avrupa’nın Asya kıyılarında uzun yıllar sürecek varlığının temellerini atmıştı. Avrupalılar buraları önce ambar olarak, ardından sömürgeciklerinin ileri karakolları olarak kullanmış, sonunda da sömürge yönetimleri ve imparatorlukları kurmuşlardı.
Sırasıyla Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere kendi ileri karakollarını oluşturmuşlardı. Doğu Akdeniz’in büyük kısmı Müslüman gölü olarak kalsa da, Batı’nın emperyalist genişlemesi yüzyıllar sürecek bir emperyalizm çağını açıyordu.” (1)
Osmanlı’nın-İslam’ın Ekonomik olarak çökertilmesinden sonra sıra Kültür Değerlerinin çökertilerek İslamın ılımlaştırılmasına! Gelmiştir.
...
Gizli servisler dünya kamuoyununu nasıl oluştururlar?
CIA vb gizli servisler mesajlarını, medyada destekledikleri yazar ve ilim insanları aracılığı ile hedef ülke siyasetçi, kanaat önderleri ve halklarını yönledirecek şekilde titiz bir şekilde hazırlarlar.
Peki, bu çok karmaşık sistem nasıl işlemektedir?
Bundan sonrasında okuyanın konu hakkında kendi bilgisininde kullanılma zorunluluğu nedeniyle sadecenotlar verilecek yorum okuyanın izanına bırakılacaktır.
Bir önceki yazıda, “Bir taraf not ediniz!” denilen UNESCO konusu da bu notlar arasındadır.
Kastedilen olay; 2007 yılının UNESCO tarafından“Mevlana yılı” ilan edilmesidir.
Notlar;
-Prof. Dr. Fuad Sezgin (önceki, 3’cü yazıda) yazdığı eserin ilk cildinin hikâyesi için şunları söylüyor:
Alman Üniversitesinde kurulan “Komitede bir Müslüman veya bir Türk bu kitabı yazamaz. Kitabı gülünç olur diye konuşmuşlar. 1967 yılında kitabımın ilk cildi çıktı. Ondan sonra bir toplantı daha yapmışlar. Ve artık “Bizim devam etmemize lüzum yok” diyerek komisyonu lağvettiler. Ancak bana bu çalışmalar için UNESCO yardımını vermediler.”
Diyerek, işi kültürün yayılması olan UNESCO'nun bu çalışmayı desteklemediğini açıklamaktadır.
Şimdi de UNESCO, Rand Corporation-CIA, Mevlana ile M.Kemal Paşa’ya 1919 Samsun’a gidiş vizesini veren İngiliz ajan (sonradan olma Sufi!) Yüzbaşı Bennet’in, İngiliz (sonradan olma Sufi!) Matin Ling’in ortak noktalarına bakalım;
Rand Corperation - CIA
“RAND şirketi, ilk önceleri Amerika Birleşik Devletleri silahlı kuvvetleri için araştırma ve geliştirme yapması maksadıyla 1946 yılında Project RAND ismiyle Douglas Havacılık Şirketi tarafından ABD Santa Monica'da kurulmuş sonra 1948 yılında ana şirket bünyesinden ayrılmış, kâr amacı gütmeyen dünya çapında siyasi strateji ve düşünce kuruluşu. Organizasyon (CIA) ABD hükümetine, Milli güvenlik konularında stratejiler üretme konularındaki çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Şirket eğitim, sağlık, hukuk ve bilim alanlarında da araştırmalar yapmaktadır. . .” (Vikipedi)
Bu şirketin Ilımlı İslam hakkında hazırladığı bir raporda;
-“Sufizmin yayılmasını teşvik edip popülerleşmesini sağla!” önerisi vardır.
Ve bu talimat doğrultusunda olsa gerek UNESCO, “2007 Dünya Mevlana yılı” ilan eder.
Mevlana Sufi geleneğinin önde gelen temsilcilerindendir.
UNESCO Nedir?
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütüdür. UNESCO eğitim, bilim ve kültür alanlarındaki amaçlarını, kendisine üye olan her devlette kurulan Milli Komisyonlar aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Bakalım ülkemizden kimleri UNESCO’ya üye olarak vermişiz.
Prof. Dr. Erdal İNÖNÜ, Prof. Talat HALMAN, Prof. Dr. Orhan GÜVENEN
Kim kimdir?
-Prof. Dr. Erdal İNÖNÜ, Türk bilim adamı ve siyasetçi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün oğludur. Bir ara, (Amerikalı sanayici Ford ailesi,” Ford Vakfı “ tarafından kurulduğu ifade edilen, “Ortadoğu Üniversitesinde de rektörlük yapmıştır.
-Prof. Dr. Orhan Güvenen, Bilkent Üniversitesinin, Dünya sistemleri, Ekonomik ve stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü,
-Prof. Talat Halman, Bilkent üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi Direktörüdür.Ve Mevlana hakkında kitaplarda vardır.
Ve Bilkent Üniversitesi
Bilkent Üniversitesi, Türkiye'nin ilk vakıf üniversitesidir. Üniversite; Yükseköğretim Kurulu'nun kurucu başkanı olan (Mason) Profesör İhsan Doğramacı tarafından, İhsan Doğramacı Eğitim Vakfı, İhsan Doğramacı Sağlık Vakfı ve İhsan Doğramacı Bilim ve Araştırma Vakfı tarafından 20 Ekim 1984’te Ankara'da kurulmuştur. Kuruluş izni;
“...12 Eylül Darbesi gerçekleştikten sonra yeni anayasa hazırlıkları başlamıştı. İhsan Doğramacı, yetkilileri ikna ederek, anayasada özel üniversite kurulmasını sağlayan madde değişikliklerinin yapılmasını sağladı... Gerekli olanaklar sağlanıp, düzenlemeler yapıldıktan sonra 1984 yılında Bilkent Üniversitesi resmi olarak kuruldu."
Notlarımıza devam ediyoruz;
Sufilik, İngiliz sufiler, Mevlevilik ve Bennet tarafından 1919’da Samsun’da verilen vize...
(Sufi) John Godolphin Bennett(1897 - 1974), İngiliz asker,
“Osmanlı Devleti'nin yıkılış ve cumhuriyetin kuruluş öncesi yıllarında İngiliz ordusunun işgali altındaki İstanbul'da istihbarat subayıydı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun'a gidişi için gereken vizeyi 16 Mayıs 1919'da imzalayan subaydır.
Bennet, savaş sonrası ordudan ayrıldı ve sufizme yöneldi. Bu yönelimde de İstanbul'da görevli bulunduğu sırada defalarca gittiği Mevlevi tekkelerinin etkisi olduğu açıktır.
Bennet Dünyayı dolaştı ancak sonuçta vatanı olan İngiltere'ye döndü ve Londra yakınlarındaki Sherborne Şatosu'nda kurduğu tekkeye şeyh oldu. Bennet bu dönemde sufizm konusunda kitaplar yazmakta ve nadir de olsa İstanbul'a gelip şeyhler ile görüşüyordu.”
(Sufi) Martin Lings
“Martin Lings, (1909-2005, İngiltere). İngiliz tasavvuf bilimcisi
Önceleri protestandı, sonra ateist oldu. Oxford Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı okudu. Yirmili yaşlarında diğer dünya dinlerini incelemeye başladı. 1938'de tanıştığı Kuzey Afrikalı müslümanlar aracılığıyla sufi Şeyh Ahmed Alevî eş-Şazelî ile karşılaştı, müslüman oldu. Ebubekir Siracüddin adını aldı. 1939 yılında Mısır'a gitti.
Yirminci Yüzyılda Bir Veli, Tasavvuf Nedir? Ve son eseri Onbirinci Saat Türkçeye çevrilmiştir.“
Ve Kapatırken...
Prof. Dr. Fuad Sezgin, Dünya medeniyetinin temel taşlarından ve getirdiği anlayışla bir devrim yapan İslam medeniyeti ile ilgili müthiş bir eser yazmaktadır. Bu konuda onun çalışma kalitesini gören Alman Üniversitesi, yaptığı benzer çalışmayı keserek, bu konuda Prof. Sezgin’i destekleme kararı almış, tüm bunlara rağmen, kuruluş amacı, kültür değerlerinin korunması ve tanıtımı olan, UNESCO, 2007 Dünya Mevlana yılı olarak belirleme anlayışına sahip olmasına karşın,
Ilımlı İslam anlayışına hizmet etmediği için olsa gerek! İslam Kültür değerlerini gün ışığına çıkaran bu çok önemli çalışmaya sahip çıkmamıştır.
...
İslam sevgi ve hoşgörü dinidir...
Böyle olduğu için yüzlerce yıl Osmanlının bayrağı altında yaşayan insanlar ayrıldıklarından kaldıkları yerdenkültürlerini kimlikleri ile birlikte yaşamaya devam etmişlerdir.
Bu uygulama, İslam'ın diğer dinlere bakışına ve anlayışına en güzel örnektir.
Müslümanlar yaklaşık üçyüz yıldır Hıristiyan Batının sömürüsü ve işgali altındadır.
Diğer ifadesi ile Batı, yüzlerce yıldır İslam ülkelerini üstelikte acımasızca sömürmektedir.
Bunlara rağmen, "dünyanın huzurunu İslam ülkeleri, Müslümanlar bozuyor!" yaygarası yapılmaktadır.
Kaçyüzyıldır, bir İslam ülkesi bir Hıristiyan ülkesini işgal etmiş midir?
Bunun elbette bir örneği yoktur.
Üstelik "Kanlı sınırlar" demekte bunu da haklı çıkarmak işçin İslam ülkelerini birbirlerine kırdırmaktadır. İşte Afrika ülkeleri, Hindistan-Pakistan, İran-Irak-Kuveyt...
Batı kendi çalıp kendisi söylemektedir.
Varsa dünyanın huzuru bozanlar bunlar kesinlikle Müslümanlar değildir...
İşgal eden Hıristiyan Batılılar olmasına rağmen medya kontrollerinde olduğu için hem suçlu, hem de güçlüolmaktadır.
Ancak gelinen süreçte Gelişmiş Batı ekonomik liderliğini tekrar Doğuya kaptırmak üzeredir.
Bu nedenle İslam hızlıca ılımlaştırılmalıdır ki;
Ekonomik yoldan kaybetmeye başlayan Batı, Kültür değerlerini de kaybetmesin.
...
İslam bilgi dinidir...
Bu nedenle Gelişmiş Batı’da hızla yayılmaktadır...
Hıristiyan dünyası yaklaşık bin yıldır İslam’ın yayılmasını engellemek için her türlü çabayı göstermesine rağmen başarılı olamamıştır...
Gelinen noktada bulunan modern çözüm! İslam’ın sinir uçları ile oynamaktır.
Bu oyunun adı, Ilımlı İslam’dır. (*)
Birinci planda Laik Türkiye Ortadoğu için model ülke olmalı,
Devletin kontrolündeki İslam! Belirlenen mecrada, ılımlı! Akmalıdır...
“Mevlâ görelim neyler... Neylerse güzel eyler.”
Resim;manavgathaberi.com'dan alıntıdır.
(1) Graham Fuller (eski CIA şefi) “İslamsız Dünya “
(*) Ilımlı İslam, İslam ülkelerinde radikal İslami hareketlerle ilişkili istikrarsızlık ve bunun getireceği siyasi sonuçların, Amerikan ve Batı karşıtlığı hareketlerine, güvenlik zaafiyetlerine ve olası menfaat kayıplarına sebep olmasının önüne geçmek için ABD düşünce kuruluşlarında geliştirilen modernist, protestan İslam yorumu (vikipedi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder