4 Temmuz 2012 Çarşamba

Kalbin Keşfedilen Yeni Boyutu - Dr. Selim AYDIN


İlim ve irfan dünyamızda kalb; mânevî âlemlere açık gönül ve biyolojik yapının önemli bir santrali olan yürek olmak üzere iki mânâda kullanılır. Her şeyi çift yaratan Rabb'imiz, kalbi de, maddî ve mânevî kalb olmak üzere çift yaratmıştır. Mânevî kalb ruhanî bir lâtife olup, ruh (nefha-ı ruh) bu latifenin esası ve batını, biyolojik ruh da bineğidir. Maddî kalbin karşılığı olan yürek, insan beyni gibi, biyolojik ruhun bedendeki üç merkezî (kafa, kalb ve karın bölgesi) santrallerinden biridir.
Kalb iki yönlü, öyle nuranî bir cevherdir ki, bir yönüyle devamlı ruhlar âlemine, diğer yönüyle de cisimler âlemine bakarl. Bu pencereden bakıldığında maddî kalb ile mânevî kalb birbiri ile irtibatlıdır. Ancak iki kalb arasındaki bu münasebetin mâhiyeti ve keyfiyeti, tam olarak ortaya konamadığından, araştırılmayı beklemektedir. Aşağıda insanın mâhiyetinde potansiyel olarak var olan ve hakikat yolunda gerçekleştirilmesi gereken kalb-akıl birlikteliğinin, beden yapısında yaratılışda var olduğuna işaret eden son araştırmalar özetlenmektedir.

İnsanın biyolojik yapısını çözümlemeye çalışan modern tıp, son yıllarda bu hakikatin bedendeki tezahürlerini ortaya çıkaran araştırmalar yapmaktadır. Mesela klasik ders kitaplarında kalb, hâlâ kan pompalayan mekanik bir sistem; beyin de, bütün vücut organlarının yönetildiği bir merkez olarak tanıtılsa da, son araştırmalar, kalbin içinde beyindekine benzer bir sinir sistemi olduğunu, en az beyin kadar kalbin de, beyni ve beyin üzerinden bedeni kontrol etmede vazife aldığını göstermektedir.
Diğer vücut sistemlerindeki âhenkli işleyişin, beyin kadar kalb vasıtasıyla da düzenlendiği anlaşılmaktadır. Uzmanlar, son yıllarda insan kalbini, vücut sarayının ilk anda fark edilmeyen bilgesi ve efendisi olarak tanımlamaktadır. Beynin mücerret (soyut) ve analitik mantıkî zekâsının yanında, kalbin de, hissî ve iletişim zekâsıyla donatıldığı, duyguların ilk üretiminin kalbde gerçekleştiği, kalbde üretilen duygu taşıyan sinyallerin, beynin limbik sistemine çok hızlı şekilde taşındığı, beyin üzerinden hissî cevabın vücûda ve çevredekilere tesir ettiği ortaya konmuştur. Nörokardiyoloji veya kalb-beyin bağlantısı bilimi çerçevesinde yapılan bu araştırmalar, insana ve onun sağlığını nasıl koruyacağımıza dair bakış açımızı ve ön kabullerimizi kökten değiştirecek seviyededir. 
İnsanın kalbi ve beyni arasındaki iki yönlü iletişim ağı, dünyadaki en kompleks iletişim ağlarından biridir.
Öncelikle kalb, beyinden bağımsız en az 40.000 sinir hücresinden yapılmış, kendine has kompleks ve sırlı bir sinir sistemine sahiptir; bu sinir sistemi, 'kalbdeki beyin' olarak tanımlanmaktadır.
Bu sinir hücresi sayısı, beynin çeşitli merkezlerinin her birinde bulunan ortalama değere yakındır. Çok açık ve sağlam delillerle gösterildiği üzere, kalb beyinle dört yol üzerinden iletişim kurar.
Birincisi, sinirler (nörolojik yol); ikincisi hormonlar ve nörotransmitterler (biyokimyevî yol); üçüncüsü, kan basıncının oluşturduğu nabız dalgaları (biyofızikî yol); dördüncüsü ise, elektromanyetik sahaların karşılıklı tesiridir(enerji yolu).
Kalbi ağ gibi saran ve kan damarlarını besleyen sempatik sinirler, kalb-damar fonksiyonunun dört önemli iletişim ve düzenleyici ayağından biridir. İnsan kalbi vücut sarayında en güçlü ve geniş elektromanyetik alanın üretildiği bir sistemdir.
Kalbde üretilen biyoelektromanyetik sahalar, insan kalbinden yaklaşık 50–70 cm mesafeden SQUID (Süperiletken Kuantum İnterference Cihazı) tabanlı magnetometreler ile ölçülebilmektedir.
Kalbde elektrokardiyogram olarak (EKG) ölçülebilen elektrik alanı, beyinde kaydedilen elektroencephalogramdan (EEG) genlik (amplitud) bakımından ortalama 60 misli daha büyük, manyetik bileşeni de, beyinde üretilen manyetik bileşenden yaklaşık 5000 kere daha güçlüdür.
Dolayısıyla dokular tarafından emilerek yok edilemez ve kalbin ritmik aktivitesi ile üretilen kan basıncı, ses basıncı ve elektromanyetik dalgalardaki değişiklikler, vücuttaki her organ ve hücre tarafından algılanmaktadır. Kalbde yaratılan bu elektromanyetik enerji, sadece bedenin her tarafına iletilmekle kalmaz, aynı zamanda o enerjinin yayılma sahası içinde bulunan kişiler tarafından da hissedilebilir.
Bütün bu tespitler, kan pompalamasının yanında, kalbe, bedenin tamamında tesirli eş zamanlılığı (uyum ve ritim bütünlüğünü) tanzim edici sinyal merkezi olarak da vazife verildiğini göstermektedir.
Kişiler farklı duygular (öfke, sevinç, korku ve ümitsizlik gibi) yaşadıklarında, kalb atım değişkenliğindeki ritmik desenler de değişmektedir. (Şekil-l ve 2)
Kalbin hissî durumu çevredeki insanlara tesir eder
Kalbden çıkan elektrik sinyallerinin kalitesi, insanın bütün hücrelerine olumlu veya olumsuz tesir eder. Kalbde üretilen elektromanyetik alanlar ve duygular, kalbden 50-70 santimetre mesafe içinde kalan veya fizikî temashalinde bulunan diğer insanların duygu ve düşüncelerine tesir ettiği bulunmuştur. (Şekil–3)
Bu ise kreşlerde görev alan eğitimcilerin ve annelerin hissi durumlarının, doğrudan doğruya
çocukların (beyin ve kalb başta olmak üzere) gelişmelerine müspet veya menfî tesir ettiğini göstermektedir. Bilhassa kreşlerde görev alan kişiler; stresli, öfkeli, ümitsiz ve sıkıntılı ise, bu sadece kendilerine tesir etmemekte, aynı zamanda eğittikleri çocukların gelişmesine de tesir etmektedir. Çocuklara hizmet veren kişilerin pozitif duygular taşımaları, şefkatli ve güleryüzlü olmaları, çocukların gelişmesine ve öğrenmesine olumlu tesir etmektedir.

Çocuklarda beyin ve kalbin sağlıklı gelişmesi, anne ve eğitim rehberlerinin sağlıklı bir kalbe sahip olmalarına, sağlıklı kalb için de, annelerin pozitif duygulara (şefkat, merhamet, muhabbet gibi) sahip olmaları gerekmektedir. Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada, çocukluk döneminde yeterince sevilmeyen ve şefkat görmeyen yetişkinlerin, görenlere kıyasen çok daha fazla hastalandıkları ve erken öldükleri gösterilmiştir. İnsanın genel sağlığının, akılcı ve rasyonel düşünceden ziyade, mânevî boyutu güçlü olan pozitif duygularla yaşamasına bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
Buradan, kalblerde ortaya çıkan hislerin terbiye yoluyla kontrol edilebilmesinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Zira kalb, insanın genel sağlığının önemli düzenleyici merkezlerinden biridir. Davranış stilleri (işkolik, aceleci, telaşlı, öfkeli olma), kalbin sağlığını bozan ve kalb krizine yol açabilen önemli risk faktörleridir. Yapılan bazı araştırmalar; öfke, endişe, ümitsizlik gibi negatif hislerin uzun süreli ve yoğun yaşanmasının, kalb hastalıklarına bağlı âni ölümlere yol açtığını göstermektedir. Kronik, iyi yönetilmeyen, olumsuz duygulara bağlı stresin kanser ve kalb hastalıklarına yol açma riski, sigara kullanımı, yüksek kolesterol ve hipertansiyona kıyasen altı misli daha fazladır. Yaptığı işten memnun veya tatmin olamama da, kalb krizi için önemli bir risk faktörü olarak gösterilmektedir.
Kalb atım hızı değişkenliği 
Kalb aktivitesinin kontrol ve tanziminde kullanılan dört yoldan biri olan otonom sinir sistemindeki sempatik sinirlerden gelen uyarılarla, kalb atım hızı ve böbreküstü hormonlarının salgılaması artırılır. Parasempatik sinirlerden gelen uyarılarla ise, kalb atım hızı yavaşlatılır. İkisi arasındaki denge ve uyum, kalb sağlığı açısından son derece önemlidir. Zamana bağlı olarak nabız atımları desenlerinde gözlenen değişmeler, beyin ve kalb arasındaki dengenin anahtar bir ölçüsüdür. Kalb atım hızı değişkenliği (heart rate variability-HRV), sinoatrial düğümdeki (kalbde elektrik akımı üretilmesinde vazifeli sinir hücreleri topluluğu) elektrik uyarılarının sağlıklı düzenlenip düzenlenmediğine işarettir.
HRV parametresi, beyinden kalbe ve kalbden beyine giden düzenleyici sinyallere kalbin cevap verme kabiliyetini ölçmeye yarayan bir pencere oluşturduğu için, son yıllarda, kalb atım ritimlerinin değişiklik yüzdelerinin anlaşılması önem kazanmıştır. HRV ölçümü, bir saatlik ölçme ve analiz yapan takogramlar aracılığıyla yapılır. Normalda HRV parametresi, insanın değişen durumlara kalbinin uyumu için gerekli kalb atım hızının cevap verebilme kapasitesidir. Stres, öfke, aşırı sevinç, panik gibi durumlarda, bu kapasitedeki azalıp artmalar, kalbin uyum kabiliyetini bozmakta, azaltmakta ve neticede sistemin çökmesine sebep olabilmektedir. Maddî veya hissî sebeplerle azalmış HRV değişkenliği, aritmik kardiyak ölümün, myokardial enfarktüsün, atherosklerozun hızlı gelişmesinin ve kalb yetmezliğinden ölümün önemli bir ön habercisidir. HRV değişkenliği azalmış hastalar, HRV değişkenliği normal ve yüksek olan hastalara kıyasen daha erken ölebilirler. Ayrıca HRV değişkenliği normal denge sınırları içinde seyretmiyorsa, o kişilerin de âni bir kalb krizi ile hayata veda etmeleri oldukça yüksek bir ihtimaldir.

Biyolojik işleyişte beyin kalbe itaat ediyor
Kalb atım hızındaki değişme ritmlerinde uyum yakalandığında, kişinin beyninde üretilen alfa veya daha düşük frekanslı dalgalar da, kalbin ritmlerine eş zamanlılık (senkronizasyon) gösterecek şekilde uyum sağlamaktadır. Bir başka ifadeyle, kalb ritimlerindeki uyum ile kalb-beyin arasında, âhenkli işleyiş ve mükemmel bir bütünlük vardır. Yapılan araştırmalar, yaratılışta, beyin aktivitesinin kalbin aktivitesine senkronize olacak şekilde programlandığını göstermiştir. Mesela embryonik gelişmede beyin kalbe tabii olmaktadır.
Çocuk anne karnında gelişirken, önce beyin değil, kalb gelişmektedir. Beynin gelişmesi, çocuk bir yaşına gelinceye kadar ancak tamamlanmaktadır. Son araştırmalara göre, kişi niyet edip hislerini değiştirdiğinde, otomatik olarak kalbden beyine giden sinir uyarılarının kalitesi de değiştirilmektedir. Bir başka ifadeyle, kişinin psikofizyolojik durumu, dengeli ve olumlu ise, kalbin HRV ritimleri de, buna paralel olarak âhenkli olmakta ve sonuçta beyindeki elektrikî faaliyetler, kalbde oluşan bu uyum ve dengeye tabi (senkronize) olmaktadır.

Yapılan araştırmalar, insanların hayatlarının yüzde seksen ile doksanını, otomatik ve mekanik şekilde yaşadığını (şuurane, akıl ve mantık kontrolünde değil), gündelik hayat içinde çoğu kararlarını ve faaliyetlerini şuursuz şekilde, alışkanlıklarına ve şuuraltı yönlendirmelerine göre düzenlediklerini göstermektedir.
Duygularımız üzerinde şuur ve iradenin kontrolü zayıf, güçlü duygularımızın (tutku veya ihtiras) irademizi ve şuurumuzu kontrol etme ve yönlendirme kapasitesi ise çok fazladır. Ülfete ve alışkanlıklara dayalı olarak yürütülen otomatik hayat tarzının, şuurane ve irade merkezli bir hayat sürmeye fıtrî baskınlığı, duyguların (bilhassa tutkuların) akıl ve mantığa karşı fıtrî üstünlüğü vardır.
İnsanın bu fıtrî durum ve meyelânı, (sağlığı en ideal sürdürebilme noktasından) akıl, mantık ve iradenin kontrolünde şuurane bir hayatın nasıl daha çok yaşanabileceği sorusunun cevabını bulmayı, önemli hale getirmektedir. Bu cevabın temelini, kalbin ve gönlün eğitimine (günlük dildeki ifadesiyle duygusal zekanın eğitimine) öncelik ve ağırlık vermek oluşturur. Duyguları ve tutkuları dikkate almayan, hatta göz ardı eden, akılcılığa dayalı eğitim âcilen terk edilmelidir. Buna karşılık, kalb ve duygulara önem veren, aklın ve mantığın duygulara yardımcı olup yol gösterdiği bir eğitim ve hayat felsefesi benimsenmelidir.

Hiç yorum yok: