Roger Garaudy'nin vefatı bir dönem çokça konuşulan, rahatsızlığı nedeniyle bir süredir adeta unutulmuş bir düşünürün öteye yürümesinden öte taze anılar çağrıştırdı bende. 80'li yıllarda bir Batılının, hem de komünist partisinin ideologu olan bir ismin Müslüman olması biraz da çocuksu bir heyecan uyandırmıştı muhafazakar camiada. Bu, bir insanın hakikati keşfetmesinden, hakikate teslim olmasından dolayı bir Müslüman'ın doğal olarak duyacağı coşkudan fazlasını ima ediyordu tabii ki. Batı karşısında itiraf edilmemiş ezikliğin bir tür dışa vurumu... Batılı bir şarkıcının Müslüman olmasıyla, ona bir anda İslam, Müslümanlık, Müslümanların neyi nasıl yapması gerektiği, hatta nasıl inanması gerektiği gibi her konuda fikir serdetme, hatta akıl verme hakkını kendinde gören bir özgüven eksikliği... Garaudy'nin Müslümanlığı tam da bu anlamda, üstelik soğuk savaş yılarının komünizm imajı üzerine Türkiye'deki muhafazakar camia için bulunmaz bir kıymetti.
Türkiye'deki muhafazakarların o dönemdeki psikolojilerinde neye karşılık geldiğinden bağımsız olarak Garaudy önemli bir isimdi. Mütefekkirane serdettiği düşünceleri ile zaten kendi başına dev bir çınar gibiydi. Sanattan felsefeye, resimden Siyonizm sorununa, kapitalizmin doğasından medeniyet meselesine çok geniş alanda birinci sınıf eserler verdi. Eylemci yanını ilerleyen yaşına rağmen hiç terk etmedi.
Onunla ilk yüz yüze görüşmem 90'lı yılların ortalarında bir röportaj vesilesiyle oldu. Telefonda İngilizce ile, bir söyleşi yapmak için randevu istediğimi söylemiştim; en başta, İngilizcesinin yeterli olmadığını, Fransızca olursa kabul edebileceğini söylemesi hiç şaşırtıcı gelmemişti. Tipik bir Fransız aydınından beklenen tavır buydu ne de olsa. Fransızların İngilizceye karşı küçümseyici tavırları az çok bilinen bir şeydi. Müslüman da olsa sonuçta entelektüel kodları Fransız/ca oluşmuştu. İngilizceye benden daha fazla hakim olduğundan emin olduğumu söylememle telefonda patlattığı kahkahasının kabul anlamına geldiğini anlamıştım. Hoş bir anı olarak kalan bu televizyon çekiminde yanı başındaki Filistin asıllı eşi Leyla Hanımın adeta kol kanat geren, anaç bir kartal görüntüsünü hiç unutmuyorum. Yıllar sonra Leyla Hanımla çok farklı bir coğrafyada farklı bir düzlemde karşılaşacağım aklıma bile gelmezdi o gün.
Garaudy'nin düşünce iklimine dalmak bir "cumartesi yazısı"nın hacmini aşar. Düşünceleriyle atbaşı giden onun eylemci yanı genellikle ihmal edilir. Fransa'da adeta tek başına Siyonizm'e, Siyonistlerin Filistinlilere karşı yürüttüğü kara-propagandaya karşı medyayı, lobileri karşısına alarak mücadele etti. Hatta yazılarından dolayı mahkum oldu. Filistin onun en önemli davalarından biriydi. Kudüs doğumlu bir Filistinli olan eşi gibi Filistin de onun hayatının bir parçası oldu. Filistin mücadelesine Avrupa'da destek veren bu denli güçlü bir soluk yok gibidir.
Garaudy için Filistin işgal edilmiş, yeniden kurtarılmayı bekleyen bir ülke ise Endülüs de onun yitik ülkesiydi. Batı medeniyetine de, İslam medeniyetinin yeniden dirilişine de model olabileceği için ve Avrupa coğrafyasında Müslümanlar eliyle yeşertilmiş bir tecrübe olarak baktığı Endülüs medeniyeti ve bu medeniyetin mirasına sahip çıktı.
Özellikle 80'li yıllarda başta petrol zengini Araplar olmak üzere, Müslümanlara çağrıda bulunarak bugünkü İspanya'nın Endülüs bölgesinde Endülüs'ten kalma evleri satın alıp hayata kazandırmaları için kampanya başlattı. Bu kampanyanın ne kadar karşılık bulduğunu bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki Endülüs medeniyetini neredeyse bir Yahudi medeniyeti şeklinde takdim etmekten çekinmeyen Yahudi medya desteği ile zengin Yahudilerin yoğun biçimde Endülüs bölgesinde mülk aldıklarını duymuştum. Dahası, köklerinin Endülüs'ten sürgün edilen Yahudilere dayandığını kanıtlayan bir Yahudi artık otomatik olarak İspanyol vatandaşı olabiliyor.
Garaudy'nin tüm çabası Müslümanların yitik medeniyetlerine sahip çıkmalarıydı. Zengin petrol şeyhlerinin İspanya'nın sahil şeritlerindeki yazlıklarının dışında Kurtuba, Gırnata, Sevilya, Mursiye ile bu bilinçle ilgilendiklerini söylemek zor.
Endülüs'te Moriskolar üzerine belgesel çekimleri sırasında Garaudy'nin eşi Leyla Hanım tekrar karşıma çıkacaktı. Kurtuba'da orijinalitesi bozulmamış bir Endülüs evini müze haline getirmiş, o dönemlerin eşyalarını, Avrupa'da ilk kağıt yapımı gibi teknik gelişmelerin modellerini sergileyerek önemli bir eser ortaya koymuş. Bu kez Garaudy'nin kendisi ile değil ama eşi ile Endülüs medeniyeti üzerine uzun bir söyleşi gerçekleştirdik.
Garaudy'nin çabalarıyla, Kurtuba Camii'ne giden büyük köprünün diğer tarafındaki Endülüs döneminden kalma kulenin Endülüs müzesi yapılması, Endülüs ruhuna uygun bir yaklaşımla döneme ışık tutulması, bu medeniyet savaşçısından birer iz taşıyordu. Zaten birkaç katlı bu kale-kule den oluşan müzenin girişinde sergilenen kitapların hemen hepsinin Garaudy'nin eserlerinden oluşması buraya hangi soluğun üflendiğini hissetmenize yetiyor.
O medeniyet düşüncesi etrafında yoğunlaşan entelektüel çabasını iki ülkede somutlaştırdı. Yitik bir ülke olarak Endülüs, işgal edilmiş bir ülke olarak Filistin... Garaudy'nin düşüncesinde iki şehir; Kudüs ve Kurtuba, İslam medeniyetinin evrensel modelleri olarak öne çıkar. İki ülke ve iki şehirle evrensel düşünce ufkunu örmeye çalıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder