30 Haziran 2012 Cumartesi
Fil Suresinin Tefsiri -M. Ali Kaya
Fil olayı Arap tarihinde önemli bir olay ve bir dönem başlangıcıdır. Peygamberimizin (sav) doğmasından iki ay önce meydana gelmiştir. Peygamberimiz (sav) Fil yılında dünyaya gelmiştir. Kureyş Suresi nazil olduğu zaman Mekke halkının çoğu bu olayı gözleri ile görmüşlerdi. Hatta Hz. Aişe (ra) “Ebrehe’nin fillerini çeken iki kişinin kör ve kötürüm olarak Mekke’de dilendiklerini gördüm” dediği rivayet edilir.
Fil olayı herkesin bildiği bir olaydır. Dünyaca meşhurdur. Çünkü Mekke işgalden, Kâbe yıkılmaktan kurtulmuş, Ebrehe ordusu hiçbir müdahale ile karşılaşmadığı halde kuşların attığı taşlarla helak olmuştur. Kureyş müşrikleri sure nazil olunca inkâr edememişlerdir. Şayet vuku bulmamış olsaydı müşrikler peygamberimizin (sav) yanlışını yakalamış olurlardı. Bu sebeple Fil Olayı irhasattan peygamberimizin (sav) mucizesidir.
Bediüzzaman hazretleri bu olay için “Velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hadiseler de irhasat-ı Ahmediyedir (asv) ki, Sûre-i Elem tera keyfe’de nass-ı kat’î ile beyan edilen Vak’a-i Fildir ki, Kâbe’yi tahrip etmek için, Ebrehe namında Habeş meliki fil-i Mahmudî namında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke’ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbil kuşları onları mağlûp ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitaplarında tafsilen meşhurdur. İşte şu hadise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın delâil-i nübüvvetindendir. Çünkü velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybî ve harika bir surette, Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuştur” (Mektubat) demektedir.
Fil olayı 570 tarihinde Muharrem ayında meydana gelmiştir. Ebrehe ordusu Mekke’ye 17 km yakınına gelmiş daha ileriye gelememişlerdir. Habeş hükümdarının Yemen valisi Ebrehe gerek ticari ve ekonomik, gerekse dini ve turistik amaçla Kulleys adında sanat harikası bir kilise yaptırır. Herkesi çağırır. Kimse gelmez Kâbe’ye gitmeye devam ederler. Bunun üzerine Kâbe’yi yıkmaya karar verir. Fillerin de bulunduğu ordusu ile Mekke’ye gelir. Önce Mekke’lilere ait malları ele geçirir. Abdulmuttalip “Bizim Ebrehe’ye karşı çıkacak durumumuz yoktur. Herkes Mekke’yi boşaltsın ve dağa çekilsin” der. Mekke’yi boşalttılar.
Daha sonra Abdulmuttalip Ebrehe’ye haber göndererek kendisi ile konuşmaya gider. Ebrehe kabul eder. Abdulmuttalip kendisine ait 120 devenin verilmesini ister. Ebrehe “Seni Mekke reisi olarak gözümde büyütmüştüm; ama şimdi gözümde küçüldün” dedi. Abdülmuttalib buna karşı: “Ben develerin sahibiyim, Kâbe’nin ise bir Rabbi vardır, onu koruyacak olan odur.” dedi. O: “Benden menedemez.” dedi. Abdülmuttalib de, “Ben ona karışmam, işte sen, işte o.” dedi.
Abdulmuttalip ve Kureyş’in ileri gelenleri Kâbe’nin kapısına tutunarak Allah’a dua ettiler. “Allahım! Kul ailesini sakınır korur, sen de beytini esirge. Onların haçları ve kuvveti senin kuvvetine galip gelemez” şeklinde yalvardılar. Sonra dağa çekildiler. Deniz tarafından kuşlar gelerek orduyu helak ettiler. Bu taşlardan birisi Ebrehe’ye isabet etti. Ebrehe’nin etleri çürümeye başladı. San’aya gelince bütün etleri çürüyüp dökülmüştü. San’ada öldü. Helak olan Ebrehe ordusundan pek çok mal kalmıştır. Abdulmuttalib’e bir çukuru dolduracak kadar altın kaldığı rivayet edilir.
Bazı müfessirlerin sinek cinsinden mikrop taşıyan canlılar olduğu ve hastalık taşıdığı şeklindeki tefsirleri tekellüflü tevildir ve ayetin zahirine zıttır. Araplar kuşların attığı taşları hatıra olarak topladığı ve sakladığı bir gerçektir. Nitekim bazı sahabeler “Ebu Talib’in kızı Ümmihânî’nin evinde bir çömlek içinde yaklaşık Ebabil kuşlarının attığı iki ölçek kadar taşı gördüklerini üzerlerinde kırmızıçizgilerin bulunduğunu söylemişlerdir.” (Lübabü’t-Te’vil) Şayet hastalık olsaydı o zaman Kureyş müşrikleri yine itiraz ederlerdi.
YÜCE MEÂLİ
Bismillahirrahmanirrahim
Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmediniz mi?
Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
Üzerlerine Ebabil Kuşlarını gönderdi.
Onların üzerine çamurdan pişmiş ve sertleşmiş taşları atıyorlardı.
Sonunda onları yanık ekin yaprağı gibi yaptı.
Bu ayette peygamberimize (sav) teselli ve düşmanları olan müşriklere tehdit vardır. Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin başına gelen müşriklerin de başına geleceğini biliniz. Gelecekte de İslam dinini ortadan kaldırmak için tuzak kuranların tuzaklarının aynı şekilde başlarına geçeceğini ima ve işaret etmektedir. Peygamberimiz (sav) Mekke’nin fethi günü şöyle buyurmuştur: “Allah Mekke’den fili önledi, Resulünü ve mü’minler ise Mekke’ye soktu. Bu gün Kâbe’nin hürmeti dünkü haline dönmüştür. Kâbe’ye sığınan herkes masundur. Burada bulunanlar bulunmayanlara bunu anlatsın.” (Vehbe Zuhaylî, Tefsiru’l-Münîr)
Bediüzzaman hazretleri Kur’ân-ı Kerim bütün asırlara ve bütün zamanlara hitap ettiği ve her asırda yeni nazil oluyor gibi o asra baktığını ifade ederek Fil Suresinin de zamanımıza bakan ve asrımıza hitap eden yönüne dikkatimizi çekmiştir. Fil Suresi ile ilgili olarak şöyle der: “Kur’ân’a ait en cüz’î, en küçük bir nüktenin de kıymeti büyük olduğundan, İşârât-ı Kur’âniyenin bu zamanımıza temas eden küçük bir şuası, Sûre-i Fil’den, mânâ-yı işârî tabakasından, tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi. Şöyle ki: Sûre-i “Elem tere keyfe” meşhur ve tarihî bir hâdise-i cüz’iyeyi beyânla küllî ve her asırda efradı bulunan o gibi ve ona benzeyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ı işariyeden her tabakaya göre bir mânâyı ifade etmek, umum asırlarda, umum nev-i beşerle konuşan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın belâğatının muktezası olmasından, bu kudsî sûre, bu asrımıza da bakıyor, ders veriyor. Fenaları tokatlıyor. Mânâyı işârî tabakasında bu asrın en büyük hâdisesini haber vermekle beraber, dünyayı her cihetle dine tercih etmek ve dalâlette gitmenin cezası olarak, cifir ve hesab-ı ebcedle, üç cümlesi, aynı hadisenin zamanına tetabuk edip işaret ediyor.
Birinci cümlesi: Kâbe-i Muazzamaya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına ebâbil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırmasını ifade eden “Termihim bi-hicâretin” cümle-i kudsiyesi, bin üç yüz elli dokuz edip, (1940) dünyayı dine tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşları yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.
İkinci cümle: “Elem yec’al keydehün fî tadlîl” kelime-i kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki Kâbe’nin nurunu söndürmek için, hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk, zulümat dalâletinde aksü’l-amelle aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hilelerle, desiselerle, zulümlerle edyan-ı semaviye kâbesini, kıblegâhını dalâlet hesabına tahribe çalışan cebbar; mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlâllerine semavî bombalar tokadıyla cezalanmasına, aynı tarihî “Fî Tadlili” kelime-i kudsiyesi bin üç yüz altmış (1941) makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
Üçüncüsü: “Elem tere keyfe feale rabbüke b-i ashâbi’l-Fîl” cümle-i kudsiyesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma hitaben, “Senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerremeyi ve Kâbe-i Muazzamayı hârikulâde bir surette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanların nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?” diye mânâ-yı sarîhiyle ifade ettiği gibi; bu asra dahi hitap eden o cümle-i kudsiye, mânâ-yı işârîsiyle der ki: “Senin dinin ve İslâmiyetin ve Kur’ân’ın ve ehl-i hak ve hakikatın cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!” diye mânâ-yı işârîsiyle bu cümle aynen makam-ı cifrîsiyle tam bin üç yüz elli dokuz (1359/1940) tarihiyle, aynen âfât-ı semavî nev’inde semavî tokatlarla, “İslâmiyete ihanet cezası olarak.” diye mânâ-yı işârî ifade ediyor. Yalnız “Ashab-i Fîl” yerinde “Ashab-ı Dünya” gelir. Fil kalkar, dünya gelir. (Kastamonu Lâhikası)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder