9 Haziran 2012 Cumartesi

Devrimle başa gelenin ilk derdi din - Aziz ÜSTEL

Lenin

Sadece ilk kurulduğunda hele de 1938 sonrasında milletin inançlarıyla uğraşan, millete dinini sil baştan yapıp yeniden öğretmeye kalkan bizimkiler değildir. Bunu öne sürenler tarihten habersiz ya da önyargılıdır.
Fransız devrimi sonrasında devletin dizginlerine yapışanlardan Robespierre, birlikte yola çıktığı ve“Terörün Saltanatını”yarattığı iki arkadaşını öldürttükten sonra asıl sorunun soylular değil, “toplumu uyuşukluğa, miskinliğe” iten Katolik dini olduğuna karar verir. O saat sarılır divide ve Mantık Kültü diye yeni bir din yaratır. Buna göre herhangi bir Tanrı ya da Tanrılara inanmak yasaktır, tapılacak tek şey vardır o da mantık! Ve 1794’te öyle bir festival tertipledi ki bu yeni dini kutlamak ve de kutsamak için, yarı pagan yarı erotizm üzerine kurgulanmış, eski Yunan’la Roma’da, bereket ve şarap tanrısı Baküs’ü anmak için düzenlenen şölenleri çağrıştırıyordu. Aslında bu yeni dini ortaya atmasının ve de terör üzerinden kabulünü sağlamaya çalışmasının gerçek nedeni, yarattığı terör saltanatına son vermek isteyen Katolik kilisesinin halk üzerindeki etkisini yok etmekti!
Sovyet Devrimi sonrasında Lenin, başta karısı Krupskaya, sonra da en yakın arkadaşlarının etkisiyle, Ortodoks kilisesini yerle bir etmeye soyundu. Yüzlerce rahip tutuklandı, Sibirya’ya sürüldü. Kiliselerin hemen hepsi kapatıldı, çoğu yıkıma terk edildi. Ama Rus halkının dinsel inançları yok edilemedi; yer altına indi. Mahsenlerde, kırsalda, tahıl ambarlarında, kandil ışığında sürdü. Daha önceden inancı pek de sağlam olmayanlar bile, hele de Stalin döneminin acımasızlığı gırtlaklarına çökünce dine sarılır oldu. Mao’nun Çin’i, Enver Hoca’nın Arnavutluğu da böyledir. Vietnam’dan Kamboçya’ya, Afrika’daki kukla diktatörlerden Güney Amerika’daki uyduruk zorbalara kadar uzanır dini yok ederek toplumu zapta rapta almak isteyenler.
Cumhuriyet’se dini devletin tekeline almak ve de Müslümanları namaza Türkçe çağırmakla girişmiştir işe. Milli Şef döneminin önde gelenleriyse, dinin Osmanlı’yı miskinleştirip geri bıraktıran, sanayi devriminin getirilerinden yararlanmasını engelleyen bir “bela” olduğunu söyler! Bunların başını da Şükrü Kaya ve avanesi çeker. Bu “devrimcilerin” arasından “Anayasa varken koskocaman, Kuran-ı Kerim’i ne yapacak bu halk!” diyenlere bile rastlarsınız. Bugün hala din, devletin denetimi ve gözetimindedir ve de dünyada bu uygulamayı sürdüren tek demokrasi ne yazık ki, Türkiye’dir!
Şimdi bu kafanın uzantıları kuzu postuna bürünmüş kurt örneği, dindarın sırtını sıvazlayıp “Aslına bakarsan ben de dindarımdır. Her Ramazan oruç tutarım. Ama iftarda yemeği fazla kaçırdığımdan şu göbekten bir türlü kurtulamadım gitti!” gibisinden saçmayla daha saçma arasında git-geller yaşar, zırvalar dururlar.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının temel korkularından biri bölünmekse diğeri de şeriattır. Tabi şeriatın ne olduğunu, Osmanlı’nın bile şeriatı çoklukla uygulamadığını, şeriat yasalarının Türkiye’yi yönetmesinin bundan böyle hiçbir biçimde mümkün olmadığını anlamak bile istemezler. Çünkü onları derinden rahatsız eden tek şey farklılıktır. Farklılıksa toplumları güçlendirir, dokusunun sağlamlaşmasını sağlar. Aynı tornadan çıkmış milyonlarca insanla birlikte yaşamak ister misin, robotlar gibi behey dangalak!

Hiç yorum yok: