15 Nisan 2012 Pazar

Bir Garip Osmanlı... AHMET ANAPALI


Son Osmanlı hükümdarı Sultan Vahideddin Han’ın yurt dışına “zorla” gönderilmesinden  sonra T.B.M.M. tarafından seçilen  Halife Abdülmecid Efendi’nin, 23 Ağustos 1944’te Paris’te Vefat edişinin 65. yılını bugünlerde yaşamaktayız
İstanbul valisi Haydar bey’in getirdiği T.B.M.M. kararını gören Abdülmecid Efendi
“-Nasıl olur vali bey?. İslamiyet’i siyaset vasıtası olmaktan kurtarmak için Hilafet makamını yıkmak, Allah peygamberinin halifesini memleket dışına atmak mı gerekir? Hayır vali bey, millet meclisinin böyle bir karar aldığına inanmıyorum…”
Dolmabahçe Sarayının camlarına çarpan yağmurun tıkırtıları arasında tarihi bir an yaşanıyor. Boğazın suları ile birlikte Abdülmecid Efendi’nin mavi gözleri de bulanmıştı. Dilek olay, 600 yıl süren bir egemenlik döneminden sonra kendilerine “kapı gösteriliyor…” Perdeleri kapalı bir araba ile saraydan uzaklaştırılırken Abdülmecid, halâ Mustafa Kemal’den gelecek bir telgrafla yapılan yanlışlığın düzeltileceği umudundadır…
Kötü bir yolculuktan sonra gelinen Çatalca’da Sirkeci’den yola çıktığı bildirilen tren bekleniyor. Bir Yahudi olan istasyon amiri, konukların kim olduğunu öğrenir öğrenmez koşup Abdülmecid’in ellerine sarılıp Yahudilerin Osmanlı’ya duyduğu sadakati dile getiriyor…
Nihayet trene binilir. Vali, içinde 2000 Sterlin ve pasaportların bulunduğu bir zarf uzatır, Abdülmecid’e. Pasaportlarda İsviçre vizesi vardır. Ne ki, isviçre’li sınır görevlisi gelenin Halife olduğunu öğrenince tereddüt geçirir ve ne yapacağını telefonla Bern’e sorar. Bu sırada tren sınırda bekletilmektedir.
Abdülmecid ve mahiyeti Leman Gölü kıyısındaki Territet Oteline yerleşir. Otel yönetimi, hiç vakit yitirmeden kapı önündeki gönderlerinden birisine Türk bayrağı çekmiştir. Ertesi gün bütün Avrupa basını  oteli işgal edecektir.
Bu arada 2000 Sterlin su gibi eriyip bitmektedir. Abdülmecid, özel kalem müdürü Salih Keramet’i, yardım sağlaması için, Paris’teki Müslüman ülke elçilerine gönderir. Sonuç olumsuzdur. Sadece Londra’da bulunan Haydarabat Nizamı ayda 300 Sterlin’lik bir ödenek sağlar. Sağlığı bozulan Abdülmecid, Fransa’ya yerleşmek için izin ister. Talep kabul edilince Nice’ye doğru yola çıkılır.
Ankara aleyhindeki hiçbir faaliyete katılmayan Abdülmecid, maddi sıkıntısını had safhaya ulaşması üzerine, kızı Dürrüşehvar’ı Haydarabad Nizamı’nın büyük oğlu Azamcah’a verir. Böylece durum bir parça düzelir. Daha sonra ise Paris’e yerleşen Abdülmecid, resim, şiir ve musiki dolu günler geçirir. Sadece Cuma günleri Paris’in Place Manchat’taki Camiye girerek cemaat ile namaz kılar.
Bu arada 2. Dünya Savaşı başlamış ve Paris, Almanlar tarafından işgal edilmiştir. Alman işgali herkes gibi Abdülmecid’i de bir hayli sarsmıştır. Hastalanır ve Almanlar Paris’i kaçarcasına terk ederken müttefiklerin attıkları top sesleri arasında 23 Ağustos 1944’de hayata gözlerini kapar.
Abdülmecid’in ölümünü haber alan Sultan Abdülhamid Han’ın kızı Ayşe Osmanoğlu yanına oğlu Osman’ı da alarak Paris’te yollara düşer. Cenazesinin kaldırılması başlı başına bir sorun olur. Çünkü abdülmecid İstanbul’a gömülmeyi vasiyet etmiştir. Ankara’dan cevap gelene kadar müttefiklerde izin alınarak cenaze, namazlarını kıldığı camideki küçük bir odaya konur. Salih Keramet Bey, çoktan Ankara’ya gelmiş ve gerekli girişimlere başlamıştır. Ama bir netice alamaz.
Durumu gören halifenin kızı Dürrüşehvar da Türkiye’ye gelerek devrin Cumhurbaşkanı İnönü ile Savanora’da görüşmüş, babasının Paris’te bekleyen cesedinin Türkiye’ye nakli için izin talep etmiştir. İnönü’nün verdiği söze rağmen bu nakil işi gerçekleşmez. Üstelik, Abdülmecid öleli tam 10 sene geçmiştir. 10 sene sonra iktidarda Demokrat Parti ve Çankaya’da da Celal Bayar olmasına rağmen ümitler tükenmiştir.
Sonunda cenazenin Türkiye’ye naklinden ümit kesilir ve Abdülmecid’in cenazesi Paris’ten alınarak Medine’ye götürülür. 30 Mart 1954 tarihinde kılınan akşam namazından sonra da defnedilir Vahhabi inançlarına uygun olarak mezar dozerle düzeltilir ve üzerine mezar taşı veya kitabe dikilmesine izin verilmez….
Koca yunus boşa dememiş; Bir garip ölmüş diyeler/ Üç gün sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin…
Muhabbetle...

Hiç yorum yok: