Yavuz 40 bin Alevi’yi katlettirdi mi?
Üçüncü köprünün isminin Yavuz Sultan Selim olacağı duyurulur duyurulmaz Hüseyin Aygün’ün “cellat” dediği Yavuz’a saldırılar başladı. Tarih ile siyasetin izleri birbirine karışıverdi. Velhasıl tarihteki Yavuz ile bir kesimin Yavuz algısı kavga etmeye başladı.
Siyasî ve ideolojik yaklaşımlar sebebiyle iyice içinden çıkılmaz hale gelen bu meseleyi aydınlatabilmek için analitik yaklaşımdan başka çaremiz yok. Tarihi silah olarak kullanma alışkanlığımızı yenmenin başka yolu bulunmuyor çünkü.
İddia şu: Yavuz Sultan Selim 40 bin Alevi’yi katlettirdi.
Kaynak ise ‘tek’: Yavuz’un emri üzerine Sünni Kürtleri Osmanlı’ya bağlamayı başarmış olan İdris-i Bitlisî’nin (oğlu Ebulfazl Mehmed Çelebi tarafından düzenlenen ve aslı Farsça olan) “Selim Şah-nâme” adlı kitabında geçen iki paragraftır bütün tartışmanın kaynağı (Çev: H. Kırlangıç, Ank. 2001, s. 130 ve 136).
Önce bu iki cümleyi beraberce okuyalım:
“Padişahın şu hükmü yöneticiler adına gönderildi: ‘Hiç beklemeden, her yörede Kızılbaş taifesinden kim varsa ve nerede bulunuyorsa, üç atasına dek bu Safeviye şeyhlerinin üç tabakasına inanan müritlerden iseler köklerinin kazınmasını ve tebdil [sürgün] ile cezalandırılmayı hak etmişlerdir; kaçınılmaz olarak Rum beldelerinde oturan ve yolculuk halinde bulunan bu [göçer] taifenin yediden yetmişe hepsini yazsınlar ve yüce divanın naiplerine arz etsinler’.”
Bitlisî’nin metni şöyle devam ediyor:
“Onlardan büyük bir kitle öldürüldü. Bu katliamdan ve İslam sultanının o alçak topluluğa karşı gerçekleştirilen bu siyaset intikamının duyurulması konusundaki düşüncesinden sonra sapık Şah tarafından durumun gidişini araştırmak için casus olarak gönderilen bu taifeden birinin tutuklanarak hapsedilmesi gerekti.”
Sonra aynı hikâyenin manzum şekli geliyor. Oradaki ifadeler de şöyle:
“Bilgin tabiatlı Sultan bu (Kızılbaş) topluluğa katılanları kısım kısım, isim isim kaydetmeleri için her yöreye bilgili kâtipler gönderdi. Yediden yetmişe herkesin adının yüce makamlı divana getirilmesini istedi. Kâtipler isimleri deftere kaydedince yaşlı ve gençlerden oluşan kayıtlıların sayısı kırk bin oldu. Ulaklar yazılan defterleri her yörenin hakimine ulaştırdıktan sonra her yörede keskin kılıç, adım adım yazılanlara yöneldi. Bu öldürülenlerin sayısı hesaplanan kırk bini de aştı.”
“Kırk bini de aştı” ifadesinden de anlaşılıyor ki, tarihlerde geçen rakamlara ihtiyatla yaklaşılmalı. Bu noktaya dikkatimizi çeken tarihçi Feridun Emecen şöyle diyor:
“40 bin rakamının abartılı olduğu veya bir hacmi belirtmek üzere yuvarlak bir sayıyı işaret ettiği söylenebilir. Bu gibi rakamları gerçek addedip ona göre yorumlarda bulunmak doğru bir yaklaşım olmaz.”
Emecen’e göre bu rakamlar doğru bile olsa o devrin imkânlarıyla bir yıl gibi kısa bir sürede ve geniş bir alanda 40 bin küsur kişinin sayımının yapılıp merkeze gönderilmesi, yargılanmaları, ardından da suçlu bulunanların defterlerinin tekrar ilgililere (hakimlere) yollanarak isimleri yazılı olanların katlinin gerçekleştirilmesi pek mümkün görünmemektedir.
Kaldı ki, 40 bin nüfus demek, o tarihler Anadolu’sunda yaklaşık 4 büyük şehrin nüfusu demekti. Aynı tarihte Trabzon’un nüfusu 10 bindir. İmparatorluğun tartışmasız en büyük şehri İstanbul’un nüfusu 160 bin. Çaldıran’da Osmanlı ordusunun toplamı ise 50-60 bin civarında.
Dört şehri dolduracak bir nüfusun sessiz sedasız katledilmesi mümkün değildir. Ardında folklora kadar yansıyan ağıtlar, hatıralar vs. bırakması gerekirdi. Öte yandan bu kadar geniş bir bölgeye yayılan kanıtların bir şekilde elimize geçmesi beklenirdi ama Bitlisî’nin iddiasını kanıtlayacak hiçbir belge yok. Tek kanıt olan Tokat, Amasya, Çorum gibi yerde yapılan 1513 tahkikat defterinde sadece ve sadece 70 tutuklunun isminin geçmesi çok anlamlıdır.
Öte yandan Anadolu’daki pek çok ayaklanmadaki feci olayları sözünü sakınmadan aktaran Mustafa Akdağ’ın şu sözleri üzerinde durmakta yarar vardır:
“Yavuz Selim’in o zaman, Kızılbaş mezhepli 40 bin kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır. (Bak. Hammer, IV, s. 121.) Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü, bu Padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi.”
Bacque-Grammont’un şu tespitine de kulak vermek gerekmez mi:
“Anadolu’da, geçmiş yıllar boyunca, sapkın inançlı ayaklanmacıların kendilerine uygun bir ortam bulabildikleri bölgeler sıkı bir gözetlemeye alınarak, iç dinginlik yeniden kuruldu. Göründüğü kadarıyla, bu “büyücü avı”, özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı. 1513 ya da 1514’te olan 40 bin sapkının kırılması efsanesini destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında Doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu.”
Öte yandan Trabzon’daki Çepniler, Çaldıran Savaşı öncesinde kalkıp Şah İsmail’in saflarına katılmışlardı. Osmanlı Devleti intikam mı almıştı? Ne gezer! Düşmanın saflarına katılmalarına rağmen Çepnilerden intikam almak yerine köylerine geri çağırmış, hatta gelenlere vergi muafiyeti tanıyacağına dair güvence vermişti.
Peki İdris-i Bitlisî’nin kitabında rastladığımız “40 bin kişi katledildi” ifadesini nereye koymak gerekir? Feridun Emecen’in ulaştığı sonuç şu: “Şah İsmail’in mektuplarıyla yakalanan Safevi halifeleri, bunlar Anadolu’nun çeşitli yerlerinde temas kurdukları tarikat şeyhlerinin bazıları ve âsi elebaşıları şiddet uygulanarak katledilmiştir, fakat bunun sistemli bir “Kızılbaş temizliğine” dönüştüğünü söylemek büyük bir yanılgıdır.” (Yavuz Sultan Selim, Yitik Hazine Yay., 2010, s. 100.)
Anadolu’da dört şehrin halkı yok edilir de bunun bir kaydı olmaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder