13 Haziran 2013 Perşembe

Mustafa Kemal, Samsun’a kaçarak mı gitti? Mustafa Armağan

Mustafa Kemal, Samsun’a kaçarak mı gitti?
Osmanlı’nın hayaleti, hani şu var mı yok mu belli olmayan UFO’lar gibi bir kere daha göründü ufkumuzda. Baksanıza, Sultan Vahdettin’in “hain” olup olmadığını yeniden tartışmaya başladık.

Geçtiğimiz hafta, önce Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı tarih kitaplarının gözden geçirileceğini açıkladı. Ardından Mehmet Ali Şahin, Son Padişah’la ilgili “vatan haini” hükmü devam ediyorsa tarih kitaplarının değiştirilmesini istedi. Derken Nur Serter girdi devreye ve bunların Cumhuriyet değerlerine savaş açmak anlamına geldiğini, gelişmeleri “elem verici” bulduğunu söyledi.

Peki, Nur Serter’e elem vermemek için tarihçiler ne yapmalı? Yatıp kalkıp Nutuk mu okumalılar? Öyle yapılmalıymış! Son incisi de şu: Nutuk, “gericilerin kafasına düşen bir tuğla” imiş! Tuğlanın kimin kafasına düştüğü belli. Nutuk’un inkılap tarihçiliğimizin kafasına düşen büyükçe bir tuğla olduğunu da söyleyebiliriz.


Ders kitaplarından örnek vermek çok hoşlandığım bir iş değildir ama derdimi anlatabilmek için mecburum.

Şimdikilere göre epeyce ayrıntılı olan Afet İnan’ın “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi”ne aldığı 22 Mayıs 1919 tarihli raporda Mustafa Kemal Paşa’nın “Millet birlik (yekvücut) olup, hâkimiyet esasını ve Türk duygusunu hedef tutmuştur.” diyerek Osmanlı hükümetine çok açık bir ifade ile kurtuluş hareketinin birliğe, millî egemenliğe ve Türk milliyetçiliği fikrine dayanacağını bildirdiği yazılı.

Ancak Başbakanlık Arşivi’ndeki belgenin fotokopisini okuyunca meselenin o kadar net olmadığını anlıyorsunuz. Buna göre, Mustafa Kemal Paşa kurmay subaylarından birkaç kişiyi Samsun’daki İngiliz subaylarıyla görüştürüyor. Manda teklif eden İngilizlere şu cevap verilmiş:

“Türklüğün ecnebi idaresine tahammülü olmadığı, İngilizler gibi en medenî ırklardan müşavir ve teşkilatçı olarak zevat-ı mütehassısa ve marufenin hüsn-i kabul göreceği…”

Böylece Samsun’a çıktıktan 3 gün sonra Mustafa Kemal Paşa’nın 1) İşgalci İngilizlerle görüştüğü (subayları vasıtasıyla görüştüğünü söylüyor ama Hüsrev Gerede gibi kurmayları kendilerinin görüşmediklerini yazıyor; kim doğruyu söylüyor?), 2) Yabancıların mandasına karşı olduklarını ve 3) İngilizleri en medeni “ırklar”dan kabul ettiklerini, onlardan danışman ve teşkilatçı olarak uzman ve meşhur kişilerin alınmasının iyi karşılanacağını söylediği veya söylettiği anlaşılıyor.

Afet İnan’ın sözünü ettiği cümlenin orijinali ise şu şekilde:

“Türklüğün (…) Hakimiyet-i milliye esasını, Türk duygusunu hedef ittihaz ile hükümet-i hâzıraya bütün ruh ve vücuduyla mûti ve münkâd bulunduğu sırasıyla teşrih edilmiş(tir).”

Bektaşi fıkrasındaki tarzda Kur’an okumaktan ne farkı var bunun? “Hedef tutmuştur”dan sonrasını okumayınca cümlenin bir anlamı kalmıyor ki! Türklüğün Damat Ferid Paşa hükümetine bütün vücut ve ruhuyla itaatkâr (mûti’) ve boyun eğmiş (münkâd) olduğunu söyleyen kısmını kesiyorsunuz ve bu da tarihçilik oluyor!

Doğrusunu yazsa insanlar onu Samsun’a gönderen sadrazamın Damat Ferid olduğunu öğrenecekler çünkü. Hain birinin bir kahramanı nasıl gönderdiğini sorarsa okur, ne cevap verilecek? O da onu hain biliyordu mu? Güldürmeyin Allah aşkına!

1991’de Zaman’da yayınlandı

1991 yılının 19 Mayıs’ında “Zaman” gazetesi yayınlayana kadar Mustafa Kemal’in Samsun’a İngiliz vizesiyle gönderildiğine dair belgeler yoktu. O gün gazetemizin ilk sayfası belgeyle doluydu ve manşet şuydu: “Samsun’a İngiliz vizesi.”

Şimdilerde ortalıkta bu belgeleri ilk ben yayınladım diye gezinen şahıstan tam 7 yıl önce Kâzım Karabekir’in damadı Faruk Özerengin, Vehbi Vakkasoğlu’na belgeleri sızdırmış, o da “Zaman” gazetesini tercih etmişti. Bu gerçekten de bir ilkti. (Ondan tam 2 yıl önce de “Zaman”ın manşetinde yine bu konu vardı: “Atatürk Samsun’a İngiliz vizesiyle gitti.”)

İngiliz vizesini almadan gitmesi mümkün değildi ki. Mantık yürüterek bile bunun böyle olduğu sonucuna ulaşılabilirdi ama bir tarih mantıkla yazılmaz, belgeyle yazılırdı. O zamana kadar neden bu vize konusu üzerinde durulmamış ve belgeler yayınlanmamıştı?

Haksızlık yapmayalım, mesela Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınladığı “Harp Tarihi Vesikaları Dergisi”nin Eylül 1952 tarihli ilk sayısında bazı belgeler yayınlanmıştı. Ancak doğrudan Nutuk’u zor duruma düşürecek belgelere yer verilmemişti.

Oysa ne kaçarak gidilebilirdi Samsun’a, ne de dümeni kırık, pusulası bozuk bir tekneyle. Hazırlıklar inceden inceye planlanarak ve eksikler giderilerek yola çıkmıştı Bandırma gemisi.

Elimizdeki belgelerden biri özellikle ilginçtir.

Tarih 13 Mayıs 1919. Henüz İzmir işgal edilmemiş. İstanbul’dan yola çıkışına 3 gün varken M. Kemal Paşa, Harbiye Nezareti’nden 4 şey istemektedir.

1) 7 Mayıs’ta istediği karargâh mensuplarının üç aylık tahsisatlarının şimdiden ve buradan ödenmesi,

2) Müfettişlik görevi sırasında ortaya çıkabilecek olağanüstü masraflar için 6 Mayıs’ta para istenildiği halde henüz karar verilmemiştir. Karar verilip hesaplanarak kendisine bir miktar meblağ ödenmesi,

3) En az iki binek otomobil temini,

4) Kendisine verilecek tahsisat ile karargâhının “seferî karargâh” olarak kabul edilmesi hakkında ayın 12’sinde bir başvuruda bulunduğunu ama bu konunun da henüz işlemden geçmediğini, bir an önce geçirilmesi.

Ancak istekleri yerine getirildikten ve maiyetindekilerin paraları nakden ödendikten üç gün sonra yola çıkacağını söyleyen Mustafa Kemal Paşa’nın hâlâ İstanbul’dan kaçarak gittiğini tekrarlayanlar varsa denilecek bir şey yok.

 İşte bir belge daha. Tarih 1 Haziran 1919. Meclis-i Vükela müzakerelerine mahsus tutanakta şu bilgileri okuyoruz:

“Mustafa Kemal Paşa ile refakatindekilerin tahsisat ve harcırahları Harbiye Nezareti bütçesinden verilecekse de, seyyar olarak görev yapacaklarından bazı masrafları olacaktır. Bu sebeple normal tahsisatlarına yarım maaş eklenmesi uygun görülmekteyse de, bütçede bu paranın bir karşılığı bulunmadığından aylık tahsisatlarının yarısı olan 57.269 kuruşun beklenmedik masraflar kaleminden ödenmesine...”

Belgeler devreye girince çok başka bir tarih çıkacak karşımıza. Emin olun. Devrimci Che Guevara bile gerçeği yalandan ayırmayı bilmiş, biz bilememişiz. Şöyle demiş:

“Bir yalan, hangi amaç için söylenmiş olursa olsun, her zaman, en kötü gerçekten daha kötüdür.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder