3 Mart 2013 Pazar

Beyazıt 'havaalanı' oldu-Avni Özgürel


Osmanlı'da 'Vilayat-ı Şarkıyye'; Van, Bitlis, Erzurum ve Mamuret'ül Aziz demek. Kalkınmada öncelikli yöre manasındaki Mamuret'ül Aziz'e, Harput, Diyarbakır, Sıvas ve Trabzon dahildi.

Osmanlı'da 'Vilayat-ı Şarkıyye'; Van, Bitlis, Erzurum ve Mamuret'ül Aziz demek. Kalkınmada öncelikli yöre manasındaki Mamuret'ül Aziz'e, Harput, Diyarbakır, Sıvas ve Trabzon dahildi. Kısacası 'Vilayat-ı Şarkıyye' şimdilerde otuz ilimizin dahil olduğu toprakları kapsayan bir tabir...
Rusya'nın öteden beri bu bölgede dağınık halde yaşayan Ermeni azınlığı bahane ederek Batı dünyasının denetiminde bir dizi 'ıslahat' istediği biliniyor. Nitekim önce Ayastefanos Anlaşması'nda (1878) sonra Berlin Anlaşması'nda (1895) buna ilişkin hükümler var. Ancak Sultan 2. Abdülhamid'in Doğu Anadolu'nun ülke birliğinden kopması sürecini başlatacağı endişesiyle bu yöndeki girişimlere onay vermediği de kesin. 
Ancak 1914 Şubatı'nda iktidardaki İttihat Terakki hükümeti Avrupa devletlerinin baskısına direnemeyip Sadrazam Sait Halim Paşa'nın Yeniköy'deki yalısında imzaladıkları bir anlaşmayla bu konuda taahhüt altına girdiler. Mart ayında Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır bölgesine Norveçli bir binbaşı; Trabzon, Erzurum, Sıvas vilayetlerine Hollanda Sömürgeler Bakanlığı memurlarından biri, 'Umumi Müfettiş' tayin edildi. Atamalara ilişkin sözleşmeye göre Osmanlı devletinden ayda 400'er altın maaş alacak genel müfettişlere sorumluluk bölgelerinde ikametgâhlar tahsis edilecek, kendi ülkelerinden gelecek yaverlerle çalışacaklardı. 
Birkaç ay sonra 1. Dünya Savaşı çıkınca proje akim kaldı ama 1914 ortasına dek Osmanlı basınını hep meşgul etti. O dönemde kendi kendisini paşalığa terfi ettirip Harbiye Nazırlığı'na tayin ettiren Enver'in sinirlerini bozan, şöhretine yakıştıramadığı, tartışılmasını hiç istemediği tek konuydu bu.
Yahu, başka konu bulun!
Halk tarafından 'Hürriyet Kahramanı' diye anılan ve sürekli alkışlanıp pohpohlanmaya alışmış Enver Paşa halkın dikkatinin başka konulara çekilmesini istiyordu. Çevresine söylediği şey hep aynıydı: "Halka konuşacağı mevzu vermeliyiz." Gazetecilere de kâh onları tersleyerek kâh alaycı görünmeye çalışarak, "Yahu başka konu bulun... Temcit pilavı gibi hep aynı şeyi yazıyorsunuz" sözleriyle eleştiriyordu. Bu noktada gerçekleşen Mehmet Ali Bey'in Beyazıt'a uçakla inme girişimi, Enver Paşa'ya birkaç günlüğüne de olsa soluk alma fırsatı veren bir olay oldu. 
Böyle bir denemenin yapılması fikri Enver Paşa'dan çıktı. Harbiye Nazırı makam odasının penceresinden Beyazıt Meydanı'na bakarken, "Buraya uçak inemez mi?" dedi ve bu soru aynı gün Yeşilköy'de yankı buldu. Tayyare Mektebi'nin öğretmenlerinden Mehmet Ali Bey bunu duyar duymaz harekete geçti. Pilotluğu Londra ve Almanya'da öğrenmiş, İttihat Terakki'ye yürekten inanmış bu genç adam için liderinin gözüne gireceği ve onun sıkıntısına medar olacak başarı- cesaret sergileme fırsatı kaçırılır gibi değildi. Okul müdürü Fesa Bey örtülü/açık onu caydırmaya yeltendi ama kararını vermişti Mehmet Ali (Kurçer) Bey. 14 Nisan günü bütün hazırlıklarını tamamladı ve Yeşilköy'den havalandı. İyice yükseldi ve sonra şehrin üzerine doğru süzülmeye başladı.
'Bravo arkadaş!'
Kurçer anlatıyor: "Meydan'ın üzerine geldiğimde uçağım 1500 metre yükseklikteydi. Tam Harbiye Nezareti binasının üzerinde gazı kestim ve dimdik inmeye başladım. Hani pike derler ya işte öyle. Aşağıda halktan insanlar vardı ve uçağın sesini duyup alçaldığını görünce korkup kaçmaya başladılar. Düşmekte olduğumu sandılar. Hızla inerken yere elli metre kala motora yine gaz verdim, yeniden toparlandı ve yükseldi uçak. Beyazıt Camii etrafındaki bakırcıların üzerinde bir tur atıp tellere ve direklere dikkat ederek tam Harbiye Nezareti'nin hizasına, Beyazıt Kulesi'nin önüne indim. Enver Paşa ve Harbiye Nezareti'ndeki bütün komutanlar oraya koştular. Enver Paşa çok heyecanlıydı bunu başardığım için. "Merhaba... Bravo arkadaş" diyerek elimi sıktı. Bir taraftan fotoğraflarımız çekiliyordu. Paşa'nın gözlerinde iftihar ve takdir hissi okunabiliyordu. Demek buraya tayyareyle inilebilirmiş, diyordu sürekli.
Gösteri bitmişti. Haberin ertesi gün bütün gazetelerin birinci sayfasını kaplayacağından ve günlerce konuşulacağından emindi Enver Paşa. Bir terslik olup başarı gölgelenir diye Mehmet Ali Bey'in meydandan 
uçakla havalanıp Yeşilköy'e dönmesine izin vermedi. 1960'larda 70'li yaşlarını sürerken inzivaya çekildiği Torosların eteğinde bir köyde öldü Mehmet Ali Bey. Havacılık tarihimizin bu gözüpek delikanlısı Çanakkale savaşlarında sol kolundan ve sol kulağından yaralandı; Bağdat cephesinde de sol ayağını ve sağ gözünü kaybetmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder