3 Mart 2013 Pazar

Kılık kıyafetle kavgalıyız-Avni Özgürel


Türban ya da başörtüsü TBMM Başkanlığı'na seçilen Bülent Arınç'ın eşinin kıyafeti dolayısıyla yine gündemin ilk sırasında. Keza 'Avrupai' ve 'geleneksel' hayat tarzları tartışması da. Şimdilerde yaşanan gerginliğe bakarak konunun geçmişte kavga sebebi olmadığını söylemek mümkün değil.

Türban ya da başörtüsü TBMM Başkanlığı'na seçilen Bülent Arınç'ın eşinin kıyafeti dolayısıyla yine gündemin ilk sırasında. Keza 'Avrupai' ve 'geleneksel' hayat tarzları tartışması da. Şimdilerde yaşanan gerginliğe bakarak konunun geçmişte kavga sebebi olmadığını söylemek mümkün değil. Tam aksine, İslam toplumunun ortaya çıkmasından bugüne kadar eksik olmayan bir tartışma, gerginlik, hatta çatışma sebebi örtünme.
Asrı Saadet ve sonrası
Hz. Muhammed de onun tebliğine inananıp Müslüman olan kadınlar da İslam'dan önceki kıyafetlerini değiştirmediler. 'Asrı Saadet'te yani peygamberin hayatta olduğu devirde gündelik hayat gerek Müslümanlığı kabul edenler gerekse yeni dine girmeyenler için Arap toplumunun geleneksel giyim kültüründe bir değişiklik olmaksızın devam etti. Buna Hz. Muhammed'in esasta bir müdahalesi olmadı. İslam toplumunun büyüyüp güçlenmesiyle, bir yandan 'diğer dinlerin mensuplarından farklı olma' isteği, diğer yandan itikadi görüş ayrılıklarına dayalı yorumlar dolayısıyla siyasi yönlendirme ve baskı arttı. Asrı Saadet'te sadece köle ve hür insan ayrımına bağlı örtünme kuralı vardı. Tesettür, 'iffeti sakınılan hür kadınlara mahsus'tu, kadın veya erkek kölelerin örtünmeleri gerekmiyordu. Ömer devrinde Hıristiyanların sarık sarmaları, kadınlarının Müslüman kadınlar gibi giyinmeleri yasaklandı. Harun Reşid bu yasağı kaldırdı ama El Mütevekkil Müslüman kadınların bal rengi kıyafet giymelerini, Fatımi hilafetinin önde gelen isimlerinden Hakim siyah renkte çarşaf giyinmelerini istedi. Hakim nefret ettiği Abbasilerin siyah cübbe siyah sarık kullandıklarını öğrenince bu kez onu yasakladı.
Kıyafet ve Osmanlı
Osmanlı devletinin kuruluş dönemlerinde kadın kıyafetlerinin ön planda bir mesele haline getirilmediği görülüyor. Buna karşılık erkeklerin ne giyeceği devlet sorunuydu. Öyle ki, ünlü Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Müslüman bir erkeğin ülke dışına gitmesi gerekip de gayrimüslimlere mahsus kıyafet giymeden o topraklardan geçmesi mümkün olmadığı takdirde dahi, giysisini terk eden kişinin nikâhının düşeceği, karısını boşamış sayılacağı fetvasını vermişti. Keza Ebussuud Efendi, "Gerekmediği halde ve sadece merak saikiyle başına Yahudi şapkası geçiren kişinin durumu ne olur?" sorusuna, "Kâfir olur" cevabını vermişti. Osmanlı zamanla her sınıftan insanın nasıl giyineceğini en ince ayrıntısına kadar belirleyen bir mekanizmaya dönüştü. Hamamlarda gayrimüslim kadınlar için, peştemallarının eteğine çıngırak takma mecburiyetine, Yeniçeri Ocağı için devşirilen ve 'civelek' denilen erkek çocuklarının, yüzlerine peçe takmadan sokakta dolaşmalarına getirilen yasağa değin vardı iş... 
Elçilik heyetleriyle birlikte gelen kadın ve erkeklerin nasıl giyinecekleri konusu önceden varılacak anlaşma çerçevesinde düzenleniyor, özellikle Batılı kadınların 'mazarrata sebep olacak libasla' dolaşmaları men ediliyordu. Ama 1800'lerin başından İtibaren Avrupalı gibi giyinmek özellikle İstanbul'da moda olmaya başladı. 1804 tarihli Journal des Debats gazetesi bu değişiklik konusunda şunları yazıyor: "Yenilikler kendi başına fazla önem taşımasa da üzerinde dikkatle durulmaya değer. Bunlar kesinlikle ulusal karakteri temelden değiştirecek daha önemli oluşumların başlangıcı. Ve Osmanlı toplumundan âdetleri, düşünceleriyle diğer Avrupa uluslarına benzeyecek yeni bir halk çıkacağı kesin."
Bu yargının yenileşmenin 'halk nezdinde kabul görmüşlüğü' yansıtmasını reddeden, hatta olayın komikliğine ya da yapaylığına dikkat çeken yorumlar da vardı elbette: "Burada bir tiyatro oynanıyor. Çoğunluğu Avusturyalı ve Rus olan değişik milletlerden iki yüz dönme bir kampta toplanmış, Müslümanların ilgisini modern tekniklere ve hayat tarzına çekmeye çalışıyor. Ama bu gülünç çeşitlilik ve karmaşaya tepkiyi halkın yüzünden okumak mümkün. Hıristiyanlık dininin bu kaçkınlarına karşı herkeste tiksinme hissi var."
Cezayir kesimi, Abaza kesimi...
Osmanlı düzeninin bozulmaya başladığı bu dönemde devlet her sınıfın kendileri için belirlenen kıyafetler dışında elbise giymesine engel olmak için emir üzerine emir çıkartır oldu. Özellikle de kadınların kıyafetindeki süs, şatafat ön plana çıktı. Ama ok yaydan çıkmıştı bir kez. Erkeklerde, denizciler arasında 'Cezayir kesimi' adıyla başlayan dar dizlikli şalvar modasını 'Abaza kesimi' fırtınası izledi. 
Kadınlar da feracelerinin yaka kısmına iliştirdikleri yaşmağı kolaladıkları takdirde yüzlerini daha bir görünür kılacaklarını ve tenlerinin daha dikkat çekeceğini keşfettiler. Çağatay Uluçay 'Haremden Mektuplar'ında, Sultan Mahmud'un kadınlarının 'setr-i avret olacak don giymeyip frenk tarzı entari ve kâfiristana mahsus elbiseler giymekle' suçlandığını yazıyor. Kadın kıyafetleri dışında erkeklerin de geleneksel asa yerine Avrupai baston kullanmaya başladıkları, eleştirilenlere: "Biz Frenk değneğini sünnet ettirdik" dedikleri; Pertev Paşa'nın Batılı gençlere mahsus elbiseler giydirdiği oğullarını padişaha takdim edip ondan "Güzel ama başlarının tıraşı olmamış, bırakın saçlarını uzatsınlar" cevabını aldığı, fesin siperliği olmadığı için namazda alnın secdeye değmesine mani olamayacağının kabul ettirilmesine çalışıldığı dönemdir bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder