3 Mart 2013 Pazar

Ramazan ayı denetim ayı-Avni Özgürel


Osmanlı İparatorluğu'nun başkentini yazanların tarih içinde kentin sosyal hayatıyla ilgili olarak anlattıklarından çıkan sonuç o ki; Ramazan inananlar açısından bir 'iç denetim' vesilesi olduğu kadar devlet yöneticileriyle halk arasında bir denetim köprüsü oluşturuyordu.


Osmanlı İparatorluğu'nun başkentini yazanların tarih içinde kentin sosyal hayatıyla ilgili olarak anlattıklarından çıkan sonuç o ki; Ramazan inananlar açısından bir 'iç denetim' vesilesi olduğu kadar devlet yöneticileriyle halk arasında bir denetim köprüsü oluşturuyordu.
Eski konakların derin bahçe mesafeleri bırakılmaksızın hatta çoğu zaman giriş kapıları sokağa açılan tarzda inşa edilmesinde nasıl her zaman halkın 'gözü önünde olma' yönündeki sosyal baskının etkisi varsa, bu yapıların ahaliye dönük cephelerinin mümkün olduğunca gösterişsiz yapılmasında ve şatafat merakına bağlanmaması için genellikle bakımsız bırakılmasında da aynı kaygılar hakimdi. Ramazan ayı, mahalle sakinlerinin hatta uzaktan gelenlerin konakların iç düzenlerini görme, kullanılan eşyadan yapılan ikrama kadar her ayrıntıya bakarak itibar edilen ve toplumda sayılan insanların iç dünyalarını tanıma fırsatı verirdi. 
Herkese aynı hürmet
Bundan dolayı ev sahibi, tanısın tanımasın, mevkii ve sosyal konumu ne olursa olsun misafirlerinin hepsine eşit derecede itibar göstermeye dikkat eder, padişahın ya da sadrazamın her an çıkagelmesi mümkün olduğundan ikram hazırlığının da ona göre yapılmasına özen gösterirdi. Ev sahibi iftar vaktinin gelmesiyle misafirleriyle birlikte orucunu bozar, 'iftariyelik' denilen çerezin ardından tiryakilerin tütün ya da enfiye çekmelerine yetecek bir süre bekler ardından onlarla birlikte akşam namazını kılardı. Konaklar, Ramazan öncesi sadece bu maksatla güzel sesli hafız ve imamlarla anlaşma telaşına girerler, kimi ev sahipleri istihdam ettikleri hafızlar dolayısıyla da 'tercih edilir' olmayı önemserdi. Ve neticede gizliden gizliye her konağın o Ramazan kaç kişiyi ağırladığı bilinir, bu durum zenginler için övünme vesilesi olurdu. Bu çerçevede memurların amirlerinin evine iftara gitmeleri bir bakıma zorunlu sayılıyordu. öyle ki 'adem-i tenezzül' sayılan sofraya gelenlerin çetelesi tutulur gelmeyenler bir bakıma mimlenirdi.. 
Yemeğin üstüne diş kirası
Zengin konaklarında sadece mükellef iftar sofraları verilmesi kafi değildi. Gelenlere 'diş kirası' adı altında biraz para verilmesi de adettendi. Bu paralar için özel keseler yapılır, teravih namazından sonra misafirler konaktan ayrılırken avluda bir hizmetli tepsi içine konulan kese yığınını taşır, ev sahibi ya da duruma göre kahyası bunları dağıtırdı.
Diş kirası olarak dağıtılan paranın sabit bir ölçüsü olmamakla birlikte genelde keselere bir kişinin ailesiyle birlikte iftar etmesine imkan verecek yiyeceğin alınmasına yetecek para konulurdu. Sadrazam ya da şeyhülislam konaklarında padişahın ağırlandığı sofraların bitiminde verilen armağanlar için ise kuşkusuz ölçü yoktu. 
En yardımsever Kösem Sultan
Devlet ricali böylesi 'baskın'lara karşı tedbir olarak ellerinin altında misafire layık kıymetli hediyeler bulundururlardı. Padişahlar açısından apansız ziyaretler ve bu sebeple konakta yaşanacak coşku, kargaşa karışığı hal bir bakıma eğlenceydi.
Harem'de ise Valide Sultan'lar Ramazan günlerinde fakir semtlerde ev ziyaretlerine giderler, araba konvoyuyla yapılan bu teklifsiz misafirlik sırasında kızlara çeyiz, hane halkına bazen bir ev satın almalarına yetecek miktarda yüklü para verilirdi. örneğin tarihi hikayelerde olumsuz yönleriyle tanıtılan Kösem Sultan bu tür yardım faaliyetine en fazla önem veren kişilerden biriydi.
Anılar
Türk-Yunan dostluğu
Türk Yunan dostluğu şimdilerde yeniden ihya edilmeye çalışılıyor. Yunan bağımsızlık mücadelesi sürecinde meydana gelen ayaklanmalar, Balkan Komitacılığı'nın imparatorluğun yıkılmasında oynadığı rol, Girit faciası, Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu'da yaşanan işgalin anıları hala taze. 
Ama 17 Ağustos depreminin iki halk arasında köprülerin yeniden kurulmasına neden olduğu ve o günden beri ilişkilerde bahar havasının yaşandığı da gerçek. Atatürk Türkiye'nin komşularıyla iyi ilişkiler içinde olmasına verdiği önemden dolayı Atina-Ankara diyaloğunu gerçekleştirmeyi dış politikanın temel taşlarından biri kabul etmişti. Daha önemlisi Venizelos'un Yunanistan açısından Anadolu yenilgisinin anıları taptazeyken Ankara'yla kuracağı sıcak ilişkinin siyasi riskini göze almış olmasıydı. 
1931'de Cumhuriyetin kuruluş yıldönümünde Ankara'ya gelirken zihninden neler geçtiği bilinmez ama bu ziyareti 1933'te İsmet İnönü'nün
Atina gezisi takip etti. Fotoğraflardan birinde Atatürk ve Venizelos Ankara Palas'daki cumhuriyet balosunda görünüyorlar. M. Kemal'in kolunda bayan Venizelos, Venizelos'un kolundaysa Afet inan var. Diğer fotoğraf inönü'nün Atina gezisinden. Paşa, 2. dünya savaşı yıllarında Nazi işgalinin yaşattığı kıtlık günlerinde Yunan halkına el 
uzattırken bu coşkulu karşılamayı hatırlamış olmalı. 
Çerçeve
Neden ramazan?
Ramazan, güneş altında ısınan kum ve taşın cildi yakması manasına gelen 'remez' kelimesinden türetilmiş bir isim. Müslümanlığın kökleşmesi sürecinde ay isimleri değiştirilirken, o sene kameri ay hangi mevsime denk gelmişse ona uygun isimlendirme arzusundan doğmuş. Arap kültüründe yılları ve ayları numaralandırmak yerine onu aynı dönemde meydana gelen önemli bir olayla isimlendirme (Peygamberin Fil yılında doğduğuna ilişkin kayıtlar v.s.) geleneğinin olduğu biliniyor. Nitekim Ramazan, nutuk kelimesinden gelen ve güzel söz söylenen ay manasında 'mah-ı natık' olarak anılıyordu.
Sonraki asırlarda 'oruçlunun günahlarını yakıp kül ettiği için' bu aya Ramazan isminin konulduğuna dair yorumlar yapıldı. Kimi ulema da Allah'ın isimlerinden olması dolayısıyla Ramazan'ın rastgele bir kelime olarak kullanılmasına karşı çıktı. Yani 'Ramazan geldi', denilmesine ya da 'Şehr-i Ramazan' tabirine... Bundan dolayı 'Mah-ı Ruze' (oruç ayı) tabiri kullanılır oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder