14 Mart 2013 Perşembe

ZİHİN KONTROLÜ: MANÇURYA KOBAYI OPERASYONU BAŞARILDI MI?


Doç. Dr. Ümit Sayın

Türkiye ve diğer ülkelerdeki DSM-IV sınıflaması takipçisi psikiyatristler ne derlerse desinler, Colin Ross isimli Amerikalı psikiyatristin yazmış olduğu bazı kitaplar istihbarat örgütlerinin aslında ‘Zihin Kontrolü’ projelerinde ne kadar ilerlediklerini göstermektedir.
Colin Ross’un 2006 yılında yayınlanan ‘CIA Doctors’ (CIA Doktorları) isimli kitabı ve 1995’te yayınlanmış ‘Satanic Ritual Abuse’ (Satanik Rituel Tacizi) isimli kitabı aslında istihbarat örgütlerinin insan beynini kontrol etmek konusunda ne kadar yol almış olduklarını kanıtlıyor. DID/MPD (Dissociative Identity Disorder ve Multiple Personality Disorder), yani çoğul kişilik, aslında çok az görülen bir psikiyatrik olgu olarak biliniyor. Fakat son çalışmalar ve bazı yazarların yazmış oldukları kitaplar şu ana kadar bildiklerimizin ötesindeki bazı gerçekleri ele almakta.

John Marks (The Search for Manchurian Candidate),
Colin Ross (Satanic Ritual Abuse, the CIA Doctors, Dissociative İdentity Disorder) ,
Steven Hassan (Combatting Cult Mind Control),
Kathleen Taylor (Brain Washing: The Science of Thought Control),
William Sargant (Battle for the Mind: A Physiology of Conversion and Brain Washing),
Denise Winn (The Manipulated Mind)

gibi yazarların çalışmaları çok net olarak insan beyninin ne kadar zayıf bir psikolojiye sahip olduğunu ve yeterli koşullar sağlandığında hem bireysel zihin kontrolünün, hem de toplumsal zihin kontrolünün nasıl oluşturulabileceğini bizlere sunuyor.
Colin Ross’un yapmış olduğu son 20 yıllık çalışmalar çocuklarda ‘ritüel taciz’ (ritual abuse) ile oluşturulan psikolojik travmanın uygun koşullarda çoğul kişilik bozukluğu meydana getirebileceğini kanıtlar nitelikte. Ross’a göre CIA bu konuda MK-Ultra projesi kapsamında çocuklarda Ritüel Taciz deneyleri yapmış durumda, bu deneyler 1950’lerde başlamış, halen sürüyor!
Bu deneylerin bir kısmı üçüncü dünya ülkelerinde kurgulanmış. Bu ülkelerin içinde Türkiye de var!Aklımıza çoğunun taciz kurbanı olduğu, İstanbul sokaklarını dolduran kökenleri Güneydoğu olan yüzlerce tinerci çocuk geliyor tabii ki!
Türkiye toplumu ve Türkler 1950’lerden beri ‘CIA Zihin Kontrolü’ operasyonlarının etkisi altında! Özellikle radikal dinci bazı tarikatlarda ve cemaatlerde ciddi Zihin Kontrolü operasyonları yapıldığını biliyoruz.Psikiyatristler ise bu konuda akıl almayacak düzeyde bilgisiz ve ilgisizler. Bu konuda henüz bir giriş kitabı olarak yazmış olduğum ‘Derin Devletler, Gizli Projeler ve Kirli Gerçekler: Zihin Kontrolünden, Psikolojik Savaşa’isimli kitap bu konuda Türk toplumunun açlığını kanıtlarcasına 2 ay içinde üçüncü baskıya giriyor. Bu konularda daha önce konunun uzmanları olmayan kişiler tarafından yazılmış bazı kitaplar ise sadece birer dezinformasyon abidesi olarak kalmaktan öteye gidemiyor. Şu anda üzerinde çalıştığım ‘ZİHİN KONTROLÜ VE KARA BİLİM’ isimli kitapta konunun detaylarına girmeye çalıştım. Eğer İstanbul Üniversitesi yönetiminin hakkımda açmakta olduğu soruşturmalar ve beni Üniversiteden atmak için yapmış olduğu girişimlerle mücadele etmekten vakit bulabilirsem, kitaplarımı bitirebileceğim. CIA’nın çocuklarda psikolojik travma ile ilgilenmesinin nedenlerinden birisi, bu çocukların bazılarında büyüyünce gelişebilecek çoğul kişilik olgularını araştırmak. Çoğul Kişilik (DID/MPD) aslında kolay kolay gelişebilecek bir psikiyatrik bozukluk değil. Ross’un DID hastalarının % 95’i çocukluklarında cinsel veya başka türlü bir tacize maruz kalmışlar. Bu da insanlarda uzun ve kalıcı etkiler yapmakta. Çoğul kişilik gelişen yetişkinlerde bilinç disosiasyona uğruyor ve birbirinden habersiz en az iki kişilik aynı beyinde varlığını sürdürüyor. Bu kişilerde yoğun amnezi (unutkanlık) olabildiği gibi başka psikiyatrik bozukluklar da görülüyor. Bu kişilerin bazıları yanlış teşhis konularak şizofreni veya psikoz tedavisi gördükleri zaman, bu psikiyatrik bozukluk daha da kötüleşiyor. Psikiyatrinin aslında emekleme çağında olduğunu söylersek abartmış olmayız.
Psikiyatrik bozukluklar ve bilinç konusundaki en yetkin bilim dalı ise Nörobilim (Neuroscience). DID vakalarında çok kolay farklı kişilik, bilinçte ilaçlarla (örn. Halüsinojenler, LSD, PCP, THC vb.) ya da diğer gizli tekniklerle çok kolay açığa çıkarılabiliyor ve bu latent kişilik programlanabiliyor. Evet! Bir film senaryosundan veya bilim kurgu romanından bahsetmiyoruz, tüm bunların 21. yüzyılda gerçek olabildiğini göreceğiz.
DID-MPD hastalarında veya DID kökenli Mançurya Kobaylarında belli dönemlere ait unutkanlık, sürekli ambivalans (çelişkili konuşmalar ve çelişkili davranışlar), paralojik (mantıkdışı) düşünceler, ağlama nöbetleri, sara krizlerine benzer krizler, depresyon, uyku bozuklukları ve rüyalarda bazı sorunlar, çeşitli davranış bozuklukları görülmekte! Demiri tavında dövüp şu soruyu soralım: Bu belirtiler size hangi politikacımızı hatırlatıyor? Benzer çalışmaları Nöroloji bölümünde yapmıştım. Şu anda bu konudaki bir makalemiz PNAS dergisinde yayınlanmakta, bu çalışmada hayvanlarda oluşturulan bir çeşit travma modeli olan farklı epilepsi modellerinde, hayvanlar yetişkin hale gelince, travmanın hem hippokampüsde hem de çeşitli yolaklarda kalıcı elektrofizyolojik etkiye ve uzun süreli psikolojik sorunlara veya öğrenme problemlerine yol açtığını kanıtlamıştık (bu konuda bir makalemiz Epilepsia’da yayınlandı). Yaptığımız çalışmalar, postnatal (doğum sonrası) dönemde (P20 ve P30 arasında) oluşan travmanın veya aşırı nöronal aktivitenin uzun süreli elektrofizyolojik değişikliklere ve öğrenme ile ilgili sorunlara yol açtığını kanıtlamıştı. Gelişim nörolojisi çalışmaları aslında yakın bir gelecekte bu konuların sırrını çözecektir.
 Zihin Kontrolü konusunda 1950’lerde Amerika’da CIA, NSA ve DoD-Pentagon İngiltere’de MI6, Almanya’da BND, Rusya’da KGB tarafından başlatılan çalışmalar hiç bir zaman durmadı. Bir kaç yüz milyar dolar bu çalışmalara ayrıldı ve çalışmalar değişik ülkelerde ve kültürlerde de sürdürüldü (Türkiye bunların içindeydi!). Bazı subaylar ve politikacıların da bu operasyonlardan geçirildiği konusunda elimizde şüphe uyandırıcı bazı bilgiler vardır; özellikle Türkiye aleyhtarı bazı kararların alındığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin tasviyesi yolunda bazı adımların atılmış olmaya çalışıldığı bu dönemlerde, hangi subayların birer truva atı olarak Genelkurmaya sokulmuş olduğunun araştırılması gerekir!
Zihin Kontrolü Operasyonlarının detaylı olarak araştırılması Türkiye’nin Ulusal Güvenliğini ilgilendiren bir konudur, bu konulardaki çalışmaları engelleyenlerin ise Türkiye yararına çalışmadıkları aşikardır! Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate, Mançurya Adayı), yani beyni yıkanmış, iradesi kontrol altına alınmış ve istenilen bazı eylemleri itiraz etmeden, kayıtsız şartsız gerçekleştiren bazı kişilerin yaratılması konusundaki çalışmaların tamamlandığı söyleniyor. Türkiye’deki politikacılara bakarsak her taraf Mançurya Kobayları ile dolu zaten! Konu sadece Mançurya Kobayı meselesi değil! Aynı zamanda sosyal zihin kontrolü operasyonları da pek çok ülkede yapılıyor; örneğin Türkiye’de belli bir şeriatçı ve radikal dinci görüşe sahip oy oranı 1985’lerde % 5 iken, bu oran 20 yıl içinde % 35-40’a çıkartılabiliyor; bunun sonucundaki geri dönüşümsüz çöküşü, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam tasviyesini, Büyük Ortadoğu Projesinin gerçekleştirilme çabalarını ise hep birlikte hayretler içinde izliyoruz (bkz. acikistihbarat.com’daki ABD’nin ve AB’nin Türk Düşmanlığı ve Sevr Kararlarının Kanıtları ve Türk Silahlı Kuvvetlerine Karşı Psikolojik Harp: Başka Çete Operasyonları da var isimli yazılarım). Radikal dinci cemaatlerin ve tarikatların zihin kontrolü ve beyin yıkama yöntemlerini sistematik olarak kullandıklarını tüm yönleriyle biliyoruz. Beyinleriniz ve psikolojik yapınız, medyayı ya da başka yöntemleri kullanmakta olan yabancı istihbarat örgütlerine emanet! Ulusalcı bir Derin Devletimiz olmadığı için de, hiç bir önlem alıp oto-kontrol mekanizmalarımızı ve Anayasayı veya Ulusal Güvenliği koruyabilecek diğer mekanizmaları devreye sokamıyoruz.

Kaynak:http://www.netpano.com/makale/?makale=306

 MANÇURYA KOBAYLARI

Vural SAVAŞ
Eski Yargıtay Başsavcısı

Bu yazı “neden insanlara sahip çıkmak ve onlara gerçekleri, doğruları göstermek yolunda savaş vermek gerektiğini, insanların hangi yöntemlerle birer kobay haline getirilmeye çalışıldığını, hipnoz, bilinçaltı müdahaleleri, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik, mikrodalga ve alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi olaylarının ABD tarafından nasıl ve ne amaçla kullanıldığını, en önemlisi de o meşhur tarikat ve uyduruk dinlerin yaratılmasını, bedensiz varlıklardan yeniçağ bilgilerinin alınmasını Amerika’nın nasıl bizzat desteklediğini” ortaya koymaktadır. Bu emperyalist amaçların küçük parçaları olmamaya ve şahsi menfaatler uğruna birçok çaresiz ve boşlukta olan insanı bu yollarla kullanmamaya ve kulandırtmamaya çalışmalıyız.
Zamanın CIA direktörü Allen Dulles, Princeton Üniversitesi’nde 1953′te şöyle bir konuşma yapmıştır:
“Hedef ‘insan zihnindeki savaşı’ da kazanmaktır. Bu savaşın ilk cephesi propaganda, depolitizasyon ve sansür ile kitlesel sindirmeyi sağlamaktır. İkinci cephe ise bireyin beyninde kazanılacaktır; hedef beyin yıkama, zihin kontrolü, ideolojiyi değiştirme ve gerektiğinde birçok Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate) yaratabilmektir!”
Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate) kendi iradesi dışında, bir takım beyin yıkama seanslarının, ilaçların vaye hipnozun etkisiyle başkalarının istediği bazı eylemleri yapanlara verilen isimdir.
Kelime Mançurya’dan ve Kore savaşından gelmektedir. Kore savaşı sırasında Amerikalı askerlere Çinliler tarafından bir dizi beyin yıkama deneyi ve işkencesi yapıldığı bilinmektedir. Bu terim Frank Sinatra’nın ünlü ‘Manchurian Candidate’ filmine konu olmuştur. Filmi CIA finanse edip çekmiştir. Hedef tehlikeyi büyük gösterip devletten bu konuda fonlar alabilmektir. Filmde robotlaştırılan bir Amerikan subayının nasıl ulusal güvenliğe zarar verdiği anlatılmaktadır.
Bilimsel yöntemlerle ideal bir Mançurya Kobayı yaratma arayışı, nazilerden beri süre gelmiştir. Soğuk savaşla birlikte, bu konuda KGB ve ABD’li istihbarat örgütleri içindeki araştırmalar hız kazanmıştır. Klinik Psikoloji, psikaytri, nöroformakoloji, elektrofizyoloji ve parapsikoloji bu hedefe ulaşmak için kullanılmıştır.

CIA BİLİMADAMLARINI NASIL AVLIYOR?

CIA’nın, Amerika’daki her üniversitede anlaşmalı öğretim üyeleri vardır. Bunlar, ulaşılması gereken kişiyle önce dostluk kurarlar. Bazı konularda yardım ederler. Amerika’daki üniversitelerde araştırma yapabilmek için, NIH (Amerikan Sağlık Teşkilatı) gibi kurumlardan grantler (araştırma parası) alınması gerekir; oysa bilim insanları üniversitelerde kalıcı pozisyon bulamazlar. CIA bu bilim insanlarının grant almasına ve kalıcı pozisyon bulmasına yardımcı olur. Bu yolla kazanamadığı bazı kişileri ise tehdit ve şantajla elde etmeye çalışır. Bu konuda Dr. Harvey Weinstein’nin yazdığı ” Psikiyatr ve CIA” isimli kitap, bu kişilerin CIA’ya nasıl devşirildiklerini ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Ayrıca John Marks, ünlü “Mançurya Adayını Arayış” isimli kitabında bilim adamlarının hangi yemlerle tavlandıklarını detaylı anlatmaktadır.
Her şeyden önce bu bilim insanlarına garantili, kalıcı pozisyon ve grant (araştırma fonu) parası verilir. Ayrıca CIA ile ilgil yaptıkları işlerden de özel uzmanlık ücreti alırlar. CIA ile birlikte çalışan bir bilim insanının kolay kolay sırtı yere gelmez. Yani biraz daha fazla refah ve güven için bu bilim adamları tavlanır; çok kritik işlerde çalışanlar ise daha sıkı kontrol edilmek için skandala yol açarak bilgi veya şantaj olguları karşılığında veya durumlarla sürekli tehdit altında tutulurlar. Bu bilim insanları, her zaman CIA’ya çalıştıklarını bilmezler. Devletin güvenliği ile ilgili bir iş için çalıştıklarını sanırlar.
 Fakat son 30 yıllık gelişmelerden sonra, bilim insanları arasında CIA’ya karşı yaygın bir güvensizlik başlamıştır. Üstelik çok yarışmacı bir ortamda bulunan bu bilim insanları, CIA tarafından korundukları için hak etmedikleri yere gelen pek çok yeteneksiz kişiye şahit olmuşlardır. CIA ile işbirliği yapan birisi, gerektiğinde yalan söylemek, yalan yayın yapmak, bildiklerini açıklamamak veya mesleki yemini bozmak zorundadır.

CIA TARAFINDAN YARATILAN DİNLER

Bazı satanist (şeytana tapan) kültler, ” Children of good” isimli hristiyan mezhebi ve Jim Jones’un kurduğu “Halkın Tapınağı”nın da CIA tarafından yaratıldığı ortaya çıkarılmıştır. Bilindiği gibi Halkın Tapınağı’nın 910 müridi 1970′li yıllarda toplu intihar etmişti.
Yeni yaratılan dinlerden birisi de 2. İsa olduğunu iddia eden ve “Reverend Moon” isimli Koreli kişinin yarattığı Moon dinidir. Moon dini sayesinde “dinleri birleştireceğini” iddia eden Reverand Moon, CIA hesabına çalışan uluslararası “deli-ajan”dır. Moonistler her yıl dünyanın bir yerinde toplanmakta ve binlerce farklı dine mensup kişiyi “bedava” ağırlayıp bir dizi konferans vermektedirler. Amaç dinleri
“sözüm ona birleştirmektir”. Bu dinde, örneğin evlenmek Reverand Moon’un izni olmadan yapılamaz ve kimin kimle evleneceğine Moon karar verir, diyelim ki devletin güvenliği ile ilgili bir işte çalışıyorsunuz ve Moonie’siniz! Canınız evlenmek istedi, “Reverand Moon” babaya danıştınız, o da size Hawaili bir güzel Moonie seçti! Sadece onunla evlenmek zorundasınız, ama evlendikten sonra, önce bir veya iki yıl ayrı kalmak zorundasınız; bu iki yıl boyunca Hawaili güzelin nerede “eğitim göreceğinden” tabiki haberiniz olmayacak! Tabii bu saçmalıkları kılıfa uyduracak açıklamaları da “ilahi bir biçimde” Moon’un dini kitaplarında bulacaksınız. İşte size bir mezhep dolusu Mançurya Kobayı. Binlerce adamın eveleneceği kadının seçimini, kendini 2. İsa sanan bir deliye bırakmasından daha iyi Mançurya Kobaylığı olabilir mi?
1978 yılında Walter Boward adındaki Arizonalı gazeteci yazar, Operation Mind Control (Zihin Kontrol Harekatı)adında yayınladığı kitabında şunları anlatmaktadır:
“CIA tarafından uyuşturucu ilaçlarla yapılan deneyler ABD hükümetinin uyguladığı çok gizli zihin kontrol projesinin yalnızca bir kısmıdır. Bu deneyler binlerce kişi üzerinde 35 yıl devam etmiştir. Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir.
CIA psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başararak artırmıştır. Şimdi bu kabiliyetleriyle yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu harbin görünmez muharebe sahası, insan zihinleridir…”

YÖK DOÇ. ÜMİT SAYIN’A SAHİP ÇIKMALI

Tüm bu bilgileri, Doç. Dr. Ümit Sayın’ın Temmuz 2006′ da, “Neden Kitap” yayınları arasında çıkan “Derin Devletler Gizli Projeler Kirli Gerçekler” adlı kitabından size aktarıyorum.
Kitabın tümünü okuyunca; NATO karargâhlarında görev yapmış bazı subaylarımızın yabancı üniversitelerde yıllarca çalışmış sözde bilim adamlarının, bilerek veya bilmeyerek ABD ve AB’nden gelen telkinlere uygun şekilde hareket ettiklerini ve düşünce ürettiklerini daha iyi anladım.
Daha pek çok önemli araştırmada imzası bulunan sözkonusu kitabın yazarı Doç. Dr. Ümit Sayın’ın İ.Ü Rektörü Mesut Parlak’a bir internet sitesi aracılığı ile hakaret ettiği gerekçesiyle üniversiteden atılmaya çalışıldığını öğrendim.
Değerli bir bilim adamının üniversiteden atılmasının gerekçesi bu olamaz. Gerçek neden elbetteki yaptığı araştırmaların içeriği…YÖK, bizler kadar emperyalist oyunların perde arkasını görmeli ve bu değerli araştırmacıya sahip çıkmalıdır.(*)

Kaynak
Aydınlık © 06.08.2006
http://www.turkiyeforum.com/mancurya-kobaylari-vt18650.html

JOHN LENNON’IN KATİLİ “MANÇURYA KOBAYI” MIYDI?

26 Ağustos 2012 / Atilla AKAR
atilla.akar@yurtgazetesi.com.tr
Geçtiğimiz hafta içinde efsanevi müzik grubu Beatles’ın beyni olan John Lennon’ın suikastçısı Mark David Chapman’ın şartlı tahliye talebi yedinci kez reddedildi. Chapman, John Lennon’ı vurduğu günden beri hapiste tutuluyordu.
Peki ama kimdi o zaman 25 yaşında olan katil Mark David Chapman? Cinayetten sonra hakkında yazılanlara bakılırsa “Fanatik bir hayranı” idi. John Lennon’ı görebilmek için Hawaii’den gelmiş ve ona son albümü “Double Fantasy” yi imzalatmak için Manhattan’daki “Dakota Apartmanı”nın girişinde günlerce beklemişti. (Chapman’ın Lennon’a albümünü imzalatırken fotoğrafı mevcuttur.) Sonunda 8 Aralık 1980 akşamı arkasından “Bay Lennon” diye seslenecek ve 38 kalibrelik silahıyla sırtına 5 kurşun sıkarak öldürecekti. Lennon ise belki de garip bir “Kadercilik” ile korumasını işten çıkarmasının bedelini ödeyecekti. Öldüğünde 40 yaşındaydı.
İlk andaki yorumlara bakılırsa Mark David Chapman da sık rastlanan tipik “Amerikan manyakları”ndan biriydi. Lennon’ı “Ünlü” olmak için vurmuştu. “Akli dengesi yerinde olmayan biri” olarak tanıtıldı.
Chapman, Lennon’ı vurduktan sonra kaçmadı. Tam tersine olduğu yerde kaldı ve dünyanın en çok satar kitapları arasında yer alan J. D. Salinger’a ait “Çavdar Tarlasındaki Çocuklar” (Türkçede “Gönülçelen” diye de yayınlandı) romanın sayfalarını çevirmeye başladı. Ki, Chapman bu romanı adeta kişisel “Kutsal kitabı” gibi benimsemişti. Kendisini romandaki “Holden Caulfield” karakteriyle özdeşleştirmişti.
Ancak başka iddialar da vardı. Buna göre David Chapman “Akıl hastası” değil, CIA’nın MK-ULTRA deneylerinden geçmiş bir “Mançurya Kobayı” idi. (Bu konuda iki de film çevrilmiştir. İlki başrolünü Frank Sinatra’nın oynadığı 1962 yapımı “The Manchurian Candidate” diğeri gene aynı isimli 2004 yapımı Denzel Washington’ın oynadığı filmdir.) O, zihni ve kişiliği ele geçirilmiş bir “Proje tetikçi”ydi.
Çünkü Lennon, aslında Amerikan sistemini tehdit edebilecek devrimci fikirlere yönelmiş, servetinin bir bölümünü muhalif gruplara aktardığı söylenen bir isimdi. (Küba’da heykeli dikilmiştir.) Bu yüzden de FBI tarafından takip altındaydı.
Gerçekten de Lennon, savaş, barış, özgürlük, sınıfsal eşitsizlikler, uyuşturucu trafiğinde gizli servislerin rolü, vb. konularında mesajlar veriyor, kampanyalara katılıyor, sistem karşıtı radikal tavırlar sergiliyordu. Sınır dışı bile edilmeye kalkılmıştı.
Kısaca ABD’de bazı güçler Lennon’dan rahatsızdı. Amerika zaten kendi başkanları J. F. Kennedy dahil, siyahi liderMartin Luther King, Malcom-X gibi “Baş ağrısı” isimleri yok etme yolunu seçmişti!
Bunun için de Chapman’ı “Manyak Fanatik hayran” senaryosu içinde Lennon’ın üzerine sürdüler. Chapman da beyin kontrol suikastçılarının tipik cümlesi olan “İçimden bir ses bana vur dedi” cümlesini sayıklıyordu. O da tıpkı Senatör Robert Kennedy’yi 5 Haziran 1968’de hedef alan Sirhan Bishara Sirhan gibi “Birisi ruhuma etki ediyor” diyenlerdendi.
Öyle veya böyle John Lennon, “Soğuk Savaş” dönemi için “Tehlikeli mesajlar” taşıyan bir sanatçıydı. Daha da vahimi, dünyadaki milyonları etkileme olanağına sahipti…
Not: Meraklı okurlarıma, John Lennon’ın vurulmasını ve Mark David Chapman’ın tetiği çekmeden evvelki üç gününü anlatan 2007 ABD yapımı “Chapter 27” filmini izlemelerini öneririm.

Kaynak:
http://www.yurtgazetesi.com.tr/john-lennonin-katili-%E2%80%9Cmancurya-kobayi%E2%80%9D-miydi-makale,1794.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder