14 Mart 2013 Perşembe

ZENGİN YAHUDİ


Daniel Schmid’in filmi üzerine, Meleklerin Gölgesi (L’Ombre des Anges) LeMondé’dayayımlanan makale, 18 Şubat 1977.1976 yılı içerisinde pek çok fil­min ve 13 Şubat 1977’de Daniel Schmid’in filminin gösteriminin Kültür Ba­kanlığı tarafından yasaklanması üzerine içlerinde Deleuze’ün de olduğu elli kadar kişi “bir filmin yapısını analiz edememekten ileri gelen sorumsuzluğa” ve “bir filmin gösterimini engelleyen şiddet hareketlerine” karşı ortak bir bil­diri imzalarlar.
[D. Schmid’in söyleşisi, Le Monde, 3 Şubat 1977]
Daniel Schmid’in Paris’te iki salonda vizyona giren Melek­lerin Gölgesi isimli filmi antisemitizmle [Yahudi düşmanlığı] suçlanıyor. Bildiğimiz kurumlar sansürlenmesini, yasaklanma­sını isterken, anonim başka gruplar tehditler yağdırıp, bomba ihbarları verdiğine göre, her zaman olduğu gibi iki taraflı bir saldırı söz konusu. Bu nedenle filmin öneminden, yeniliğin­den, güzelliğinden söz edebilmek çok zor bir hale geliyor. Sanki diyoruz ki: film öylesine güzel ki bir miktar antisemitizmi bağışlayabiliriz… Bu baskı sisteminin ilk etkisi filmin sadece ortadan kaybolması değil, aynı zamanda, yanlış bir soru ile zihinlerden silinmesidir.

Zira, elbette antisemit filmler vardır. Belirli nedenlerle şu ya da bu grubun hoşuna gitmeyen filmler de mevcuttur. Bura­da ise tam tersine eşiğe aşan şey suçlamanın radikal boşluğu. İnsan bazen acaba rüyada mıyız diye düşünüyor. Şu bir gerçek ki kimi kelimeler, “zengin Yahudi” gibi, bir kahramanı tarif etmek için kullanımla geliyor. Bu kahramandan, film tarafından açıkça “istendiği” gösterilen, bir çekicilik fışkırıyor, bu hiç de önemsiz değil. Schmid filminin temel karakterlerinden birini harika bir şekilde ifade etti: yüzler sanki aktörlerin yanında ve söyledikleri ise yüzlerin yanında. Öylesine ki zengin Yahudi kendisine “zengin Yahudi” diyebilir. Aktörler bir dizi dönüşü­mü örgütleyen bir sözce ve yüzler bütününden besleniyorlar. “Bodur, cüce” gibi kelimeler, bir cücenin jestlerine ve fonksi­yonuna sahip endişe verici bir devi tarif ediyor. Nazi sözceleri, antisemit açıklamalar bir yatak üzerinde uzanmış bir şekilde onları tutan anonim bir kahramana sarmalanıyor; ya da eski bir Nazi olan travesti bir şarkıcının ağzına takılıyor.
Antisemitizm suçlamasının neye dayandığını araştırmak gerektiğine göre sormak gerekecek kim bu kahramanlar? Ön­celikle şu fahişe var, Nazi olanın kızı. Zenginliği emlaktan ge­len ve yaptığı işten söz eden, kovma, yıkma, spekülasyon, “zengin Yahudi” var. İkisi arasında kurulan ilişki şuradan geli­yor: büyük bir korku duygusu, dünyanın ne hale geleceğine ilişkin bir korku. Kadın bu korkudan irade dışı bir şekilde ken­disine yaklaşan herkesi şaşkınlığa uğratacak bir kuvvet sağlı­yor, öylesine ki, ne yaparsa yapsın, ne kadar nazik olursa ol­sun, onun tarafından aşağılandığımızı hissediyoruz. Zengin Yahudi ise daha çok, tıpkı kendisini kat eden bir lütuf gibi, kendisini hali hazırda başka bir dünyada bulduran gibi, bir kadere kayıtsızlığı ediniyor. Meleklerin gölgesi. Her ikisi de dönüştürme gücüne sahip, zira bu kuvvete ve lütufa sahipler (hatta destek olanın dönüşümü). “Zengin Yahudi” zenginliğini hiçbir zaman Yahudi olarak değil fakat şehrin, belediyenin, polisin sistemi olarak sunulana borçlu; buna karşılık lütfu ise başka bir yerden sağlıyor.
Fahişe ise durumunu Nazizm’in çöküşüne borçlu, fakat kuvveti başka bir yerden geliyor. Necropolis’teki, şehirdeki tek “yaşayan” bu ikisi. Kadın tarafından aşağılanmadığını ve gü­cünün onu tehdit etmediğini sadece Yahudi biliyor. Sonuçta Yahudi’den kendisini öldürmesini istiyor, çünkü yorgun ve hiçbir işe yaramadığını düşündüğü bu gücü artık istemiyor. O ise polise gidiyor, emlak sistemi adına kendini korutmak, fakat artık bu lütufu istemiyor, garip bir şekilde sakar ve kesinlikten uzaklaşan bu lütufu istemiyor. İşte ekranda görülenler bunlar, filmin tüm açık içeriği bu.
O halde antisemitizm nerededir, nerede olabilir? Gözlerimi­zi ovuşturuyoruz ve arıyoruz. Acaba “zengin Yahudi”sözü mü? Elbette bu ifadenin çok büyük bir önemi var filmde. Eski aile­lerde “Yahudi” kelimesi telaffuz edilmemeliydi, onun yerine “İsrailli” deniyordu. Fakat bunlar tam da antisemit ailelerdi.
Ne İsrailli ne de Siyonist olan bir Yahudi’ye ne diyeceğiz?
Ne diyeceğiz Spinoza’ya, Yahudi felsefeci, sinagogdan kovulma, zengin bir tüccarın oğlu, ve tüm dâhiliği, gücü, çekiciliği Yahudi olma olgusundan ya da kendisine Yahudi diyor olmasından bağımsız mıydı?
Sanki sözlüğe bir kelime yasaklanıyormuş gibi: Antisemitizm cephesi “Yahudi” kelimesini telaffuz eden herkesi antisemit ilan ediyor (tabii ölülere çekilen bir söylevin ritüeli söz konusu değilse). Bu cephe kamuoyunun bu konuyu tartışmasını ret mi ediyor, hiçbir açıklama yapmadan kimin antisemit olup kimin olmadığının karar verme hakkını kendine mi saklıyor?
Schmid kendi politik niyetini açıkça ifade etti, ve filmi en ba­sit ve en açık biçimiyle bunu gösteriyor. Eski faşizm, birçok ül­kede ne kadar aktüel, ne kadar güçlü olursa olsun, yeni ve ak­tüel bir problem değildir. Bizlere başka faşizmler hazırlanıyor. Eskisinin artık folklorik bir figür haline geldiği tüm bir neo- faşizm yerleşiyor (filmdeki travesti şarkıcı). Neo-faşizm, bir sa­vaş ekonomisi ve politikası olmak yerine, güvenlik için küresel bir anlaşma, daha az kötü olmayan bir “barış” idaresidir. Küçük korkulardan tertiplenen organizasyonlarla, hepimizden mikro- faşistler yapan kaygılarla, sokağımızda, mahallemizde, sine­mamızda çıkabilecek her yüksek sesi, her yüzü, her şeyi boğa­cak hale geldik.
“Otuzlu yılların faşizmini konu alan filmleri sevmiyorum. Yeni faşizm öylesine ince, öylesine gizli ki. Belki de, tıpkı filmde olduğu gibi, sosyal problemlerin hallolduğu fakat kaygıların sadece boğulduğu bir toplumun harekete geçireni”. [D. Schmid’in söyleşisi, Le Monde, 3 Şubat 1977. 144]
Eğer Schmid’in filmi yasaklanır ya da engellenirse bu anti- semitizme karşı savaşta bir zafer olmayacak. Fakat neo-faşizm için bir zafer olacak. Kendi kendimize diyeceğiz ki: sonuçta, neredeydi, sadece bir bahaneydi, bir bahanenin gölgesi değil miydi? Bir kaç kişi filmin güzelliğini, politik önemini ve nasıl bertaraf edildiğini hatırlayacak.

Kaynak:
GILLES DELEUZE, İKİ DELİLİK REJİMİ-Metinler ve Söyleşiler- 1975-1995, Yayına Hazırlayan: David LAPOUJADE Çeviren: Mahir Ender KESKİN, Mayıs, 2009, İstanbul
(Not: Ne yazık ki bu film bir bütün olarak seyretme imkânına kavuşamadık.
İnternet üzerinde hala sansürlü gibi görünüyor.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder